İçeriğe geç

Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr Kitap Alıntıları – Necmeddin Ömer En-Nesefî

Necmeddin Ömer En-Nesefî kitaplarından Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr kitap alıntıları sizlerle…

Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr Kitap Alıntıları

&“&”

Allah seni öyle mübarek bir isimle isimlendirdi
Senin O’nu tercih etmene karşılık onunla seni tercih etti.
Allah kitabına iki şeyi zikrederek başladı: Bismillah ve elhamdülillah. Böylece Kur’ân okuyan kimse âdeta söyle demiş olur: Varlıkların mevcudiyeti O’nunladır, mülkiyeti O’na aittir.
Olan her şey besmele ile olmuştur, olacak olan da besmele ile olacaktır.
Besmele hidâyet hazinesinden mukaddes bir kelimedir, velâyet hil’atlarından bir rubûbiyet hil’atıdır, inâyet ehli için yakın bir vuslattır, günahkârlar için hususi bir rahmettir.
Sığınmak şeytandan ayrılmakla başlar, Allah’a vuslat ile tamamlanır. Bu, mâsivâdan Allah’a intikaldir.
Dikkat ediniz! Kalpler Allah’ın zikri ile mutmain olur.
Hasret dolu gönlüm size öyle özlem duydu ki..
Yeme içmeden kesilir oldu."

(Bu şekilde şiirlerin Kur’ân tefsirinde ne işi var diyen arkadaşlara ek bilgi: Bu şiirlerin Tefsir eserlerinde yer almasının sebebi verilen sözcüğün Arapça’da kullanılıș şekillerini göstermek içindir. Buna şiirle istișhad denmektedir.)

Hz.Peygamber Mi’raç gecesinde söyle demiştir:
Azabından affına, gazabından rızana, Senden Sana sığınırım.
İsti’âzeden maksat Ca’fer es-Sâdık’ın şu sözünde ifade ettiği husustur: Sığınmak, Kur’ân okumayı tâzim etmek üzere ağzın yalandan, gıybetten, iftiradan temizlenmesi ya da Kur’ân vasıtasıyla Allah ile konuşmak için izin talep etmektir."
Eğer Kur’ân seni alıkoymuyorsa o zaman sen okuyucu değilsin"

Taberâni, el-Mucemü’l-Kebîr, 13

İhlas sahibi olmaktan başka kurtuluş yolu yoktur.
Münafık tıpkı hastanın yaşama tutunma ile ölüm arasında gidip gelmesi gibi içinin İslâm’a muhalefeti ve dışının muvafakati arasında gidip geldiği için hasta diye isimlendirilmiştir.” Yine Allah Teâlâ “Ancak Allah’a selim bir kalp ile gelen hariç…” [ eş-Şuarâ 26/89] buyurmuştur ki bundan maksat, şüpheden ve şirkten uzak kalptir. Münafığın kalbi ise bunun aksidir, dolayısıyla da selim değil, hastadır.
1. “Hastalık” anlamında kullanılmıştır:
“Hasta olana da zorluk yoktur.” [ el-Feth 48/17]
2. “Kanayan yara” anlamında kullanılmıştır: “Eğer hasta/yaralı ya da seferde iseniz…” [ en-Nisâ 4/43].
3.“Günah/fücur” anlamında kullanılmıştır: “Kalbinde hastalık olan kimse tamaha kapılır.” [ el- Ahzâb 33/32]
4. “Şüphe” anlamında kullanılmıştır: “Kalplerinde bir hastalık vardır.” [ el-Bakara 2/10]
Sırât-ı müstakîm, üzerinde belirsizlik karanlığının ve bid‘at tozunun olmadığı yoldur. O, yolcusunu saptırmayan, terk edeninin de doğruya ulaşamadığı yoldur.
Kul hâlinin zâhirine güvenmemelidir, çünkü işin sonu değişebilir. İblis’ten, Bersîsâ’dan, Bel‘am’dan ve Sa‘lebe’den ibret al!
Allah isminin manası, Yaratılmışların kalpleri O’nu zikretmekle sükun bulur." şeklindedir. Allah Teala şöyle buyurur: "Dikkat ediniz! Kalpler Allah’ın zikri ile mutmain olur." [er-Rad 13/28]
Mârifet ehli bir zât şöyle demiştir: İbadet, senin bütününün O’nunla meşgul olmasıdır. Bu; kalbin O’nun mârifeti ile, ruhun O’nun müşahedesi ile, nefsin O’nun hizmeti ile ve dilin O’nun övgüsü ile meşgul olmasıdır.
“Hidâyet” İslâm’ın ismidir.
Âhirete yakîn ile iman etmenin meyvesi, ona hazırlanmaktır.
İlme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn. Bunların yorumunda bazı görüşler vardır. Bir görüşe göre aklı başında olan herkesin ölümü bilmesi ilme’l-yakîndir, kişi melekleri ( ölüm meleğini) gördüğü zaman bu bilgi ayne’l-yakîn olur, ölümü tattığı zaman ise hakka’l-yakîn olur.
“De ki:
Rabbim! Beni mübarek bir menzile yerleştir.”

[el- Mü’minûn 23/29]

Malın zekâtı fakirlerle dostluk, izzetin zekâtı tevazu ve ihsan, şerefin zekâtı zayıflara yardım, evladın zekâtı yetimlere şefkat, ilmin zekâtı başkasına öğretmek, evin zekâtı misafire ikram etmek, sıhhatin zekâtı günahlardan kaçınmak, kuvvetin zekâtı kâfirlere karşı cihat etmek, güzel sesin zekâtı Kur’ân okumak, bedenin zekâtı Allah’a isyankâr olmamak, dilin zekâtı iftira atmamak, gözün zekâtı nâmahreme bakmamak, mürüvve-tin zekâtı garipleri sevindirmek, kulluğun zekâtı Allah’ın emrini yerine getirmek, sevginin zekâtı Rahmân’ı zikretmek, imanın zekâtı uzuvlarla kulluk etmek, İslâm’ın zekâtı şeytana muhalefet etmek, zühdün zekâtı sultandan uzak durmak, kalbin zekâtı imanı yüceltmek, sırrın zekâtı Rabbi murakabe etmek, hayatın zekâtı ise canı feda etmektir.
Zenginlerin infakı malı cepten çıkarmak, fakirlerin infakı ise masivayı kalpten çıkarmaktır. Daha açık olarak şöyle denilebilir: İnfaktan maksat zekâttır ve her şeyin zekâtı kendi cinsinden verilir.
Hz. Peygamber aleyhisselâm da, “Namaz, imanın ardından gelir.” buyurmuştur.
Allah’ı çok sevmenin alâmetlerinden biri O’nu çok zikretmektir. Hz. Peygamber aleyhisselâm “Bir şeyi çok seven onu çok zikreder.” buyurmuştur.
Hz. Peygamber aleyhisselâm da, “Namaz, imanın ardından gelir.” buyurmuştur.
“ Mümin ülfet sahibidir, kendisi ile kolay ülfet kurulur, cana yakındır, ülfet sahibi olmayan ve kendisi ile ülfet kurulamayan kimsede hayır yoktur”
Bu, Kur’ân’ı dikkatlice düşünüp iyice inceleyen kimsenin şüpheye kapılmayacağı anlamındadır. Çünkü kim Kur’ân’ı hakkıyla öğrenir, onda iyice derinleşir ve inatçılık yapmadan, insaflı bir şekilde Kur’ân üzerinde düşünürse onda herhangi bir çelişki ya da tenakuz bulamaz, aksine onun her bir kısmının diğer kısımlarını doğruladığını görür.
Kur’ân, sevenleri birleştirir, çünkü o sevenin sevdiğine kitabı, sevenin sevdiği ile hitabı, sevenin sevdiğine hatırlatmasıdır. Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kim Kur’ân okursa Allah ile konuşmuş olur.”
Kur’ân, Allah Teâlâ’nın indirmiş olduğu bütün kitapların mânasını kendisinde toplar. Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Bana Tevrat’ın yerine yedi uzun sûre, Zebûr’un yerine Miûn sûreleri ( âyet sayısı yüzün üzerinde olan sûreler), İncil’in yerine Mesânî sûreleri verildi ve ben Mufassal sûreler ile üstün kılındım.”
Hz. Osmân şöyle demiştir: Mukattaa harfleri tefsir edilemez olan gizli sırlardandır.
Bakara’da on beş mesel, beş yüz hüküm ve Kur’ân’ın en uzun âyeti olan müdâyene âyeti bulunmaktadır. Müdâyene âyeti yüz otuz kelimedir ve yaklaşık yirmi hüküm içermektedir.
yaratılmışların varlığı yaratıcının varlığına delildir.
İddialarının karanlıklarında kalan kimse için rüşd ehlinin nasihatleri ile bâtıl ehlinin süslemeleri eşittir. Çünkü Allah Teâlâ onun hâlinden insafın bereketini çekip almıştır, bu yüzden de o doğru yola davet edene kulak vermez.
Zan işin başındaki durumdur,
yakîn ise haber ve istidlalin sahih olmasından sonradır.
Allah Teâlâ hamde lâyıktır, çünkü O’na temas edecek herhangi bir ayıp ya da kusur söz konusu değildir ki O’nun kendine hamdetmesinde bir noksanlık söz konusu olsun.
Yakînin gayesi dörttür: Dünyadan ayrılmadan önce
onu terk etmen, âhirete varmadan önce onu talep etmen, ölüm başına gelmeden önce ona hazırlanman, kendisi ile mülâki olmadan (karşılaşmadan)
önce Rabbini razı etmen.
Hz. Peygamber aleyhisselâm da “Kur’ân okuyan kimseye denilir ki: Oku ve yücel.” buyurmuştur.
…dilin zekâtı iftira atmamak, gözün zekâtı nâmahreme bakmamak, mürüvvetin zekâtı garipleri sevindirmek, kulluğun zekâtı Allah’ın emrini yerine getirmek, sevginin zekâtı Rahmân’ı zikretmek, imanın zekâtı uzuvlarla kulluk etmek, İslâm’ın zekâtı şeytana muhalefet etmek, zühdün zekâtı sultandan
uzak durmak, kalbin zekâtı imanı yüceltmek, sırrın zekâtı Rabbi murakabe etmek, hayatın zekâtı ise canı feda etmektir.
Zenginlerin infakı mallarından olur ve onlar mallarını ihtiyaç sahiplerinden
esirgemezler. İbadet ehlinin infakı nefislerinden olur ve onlar nefislerini hizmet vazifesinden esirgemezler. Âriflerin infakı kalplerinden olur ve onlar
murakabe hakikatinden kalplerini esirgemezler. Muhiplerin (Allah sevgisi
ile dolu olanların) infakı ruhlarından olur ve onlar ruhlarını ilâhî takdirin mecrasından esirgemezler.
Namaz kılmak Allah hakkıdır, zekâtı fakire vermek ise Allah’ın kulunun hakkıdır, bu yüzden bunların her ikisini de Allah’ın emri ile gözetmek gerekmektedir.
Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kim bir namazı vakti
çıkıncaya kadar kılmaz da sonra kazâ ederse cehennemde bir süre yanar ki
bu süre seksen sene olup her bir senesi üç yüz altmış gündür, bu günlerden
her biri ise sizin saydığınız günlerin hesabıyla bin yıla tekabül eder.”
Şükür ise nimeti nimet sahibinden bilmek üzere kalpteki örtünün açılmasıdır.
Hamd celâl ve cemâle, şükür ise nimet ve fazla karşılık olur.
Hamd söz ile olur, nitekim Allah Teâlâ, “De ki: Hamd Allah’adır.” [ en-Neml 27/93] buyurmuştur. Şükür ise amel ile olur, nitekim Allah Teâlâ, “Ey Dâvûd ailesi! Şükür ile amel edin.” [ es-Sebe’ 34/13] buyurmuştur.
Takvâ iki kısımdır: Asıl ve fer. Asıl olan imandır, küfürden sakınmak
demektir. Fer olan ise günahlardan sakınmaktır. Birincisi ile ebedî azaptan, ikincisi ile de süreli azaptan kurtuluşa nâil olunur.
Kur’ân, sevenleri birleştirir, çünkü o sevenin sevdiğine kitabı, sevenin sevdiği ile hitabı, sevenin sevdiğine hatırlatmasıdır. Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kim Kur’ân okursa Allah ile konuşmuş olur.”
Şöyle demişlerdir: Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’ya bin sûreden oluşan ve her bir sûresi bin âyet olan Tevrat’ı indirdiği zaman Hz. Mûsâ, “Ey Rabbim! Kim bu
kitabı okuyup ezberlemeye güç yetirebilir ki?” demiş, Allah da “Ben bundan
daha büyük bir kitap indireceğimbuyurmuştur. Hz. Mûsâ, “Kime indireceksin Ey Rabbim!” diye sorunca, “Nebîlerin sonuncusuna” buyurmuştur. Hz. Mûsâ, “Onun ümmetinin ömürleri kısa iken bunu nasıl okuyacaklar?” diye sorunca, “Ben onlara onu öyle kolaylaştıracağım ki çocukları bile okuyabilecek.” buyurmuştur. Hz. Mûsâ, “Ey Rabbim! Bunu nasıl yapacaksın?” diye sorunca Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ben semadan yere yüz otuz kitap indirdim: Beş’i Şît’e, otuzu İdrîs’e, yirmisi İbrâhim’e, Tevrat sana, Zebûr Dâvûd’a, İncil Îsâ’ya. Bu kitaplarda olacakları zikrettim ve bunların hepsinin mânalarını Muhammed aleyhisselâmın kitabında zikrettim, bütün bunları yüz on dört sûrede topladım. Bu sûreleri on cüzde, cüzleri de yedişer bölümde topladım. Bu yedişerlik bölümlerin mânalarını da yedi âyette, yani Fâtiha sûresinde topladım. Sonra onun mânasını da yedi harfte yani bismillah harflerinde, bunların hepsini de “Elif lâm mîm”in elif harfinde topladım ve sonra Bakara sûresine “Elif lâm mîm” ile başladım.
Kur’ân, sevenleri birleştirir, çünkü o sevenin sevdiğine kitabı, sevenin sevdiği ile hitabı, sevenin sevdiğine hatırlatmasıdır. Hz.Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Kim Kur’ân okursa Allah ile konuşmuş olur.”
Kur’ân, kendisine iman edenlerle nebîler, sıddıklar, şehitler ve sâlihleri cennette bir araya getirir. Nitekim Hz. Ali’nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: Kur’ân on şey üzere indirildi:
Müjde ve uyarı, nâsih ve mensuh, muhkem ve müteşâbih, öğüt ve mesel, helâl ve haram. Kim müjdesini müjde bilip uyarısından sakınır, nâsihi ile amel edip mensuhuna iman eder, muhkemi ile yetinip müteşâbihini
âlimine tevdi eder, öğüdünden öğüt, meselinden ibret alır, helâlini helâl haramını haram bilirse işte onlar gerçek müminlerdendir, onlara nebîler, sıddıklar, şehitler ve sâlihlerle birlikte yüce dereceler vardır. Bunlar ne güzel dostlardır. O kimse benim ve benden öncekilerin varisidir, daima
Allah Teâlâ’nın himaye ve güvencesi altında olur. Kur’ân okuduğu sürece
rahmet onu kaplar, üzerine sekinet iner, benim zümremde ve sancağımın altında haşredilir.
Ebû Revk şöyle demiştir: Kâfirler “Bu Kur’ân’a kulak vermeyin, okunduğu zaman gürültü yapın.” [ Fussilet 41/26] demiş ve birbirlerine ondan yüz çevirmeyi öğütlemiş oldukları için Allah Teâlâ, onların ıslahını ve faydasını istemiş olması nedeniyle kendilerine bilmedikleri sözler göndermeyi murat etmiş, böylece bu durum onlara kendilerine gelen Kur’ân karşısında susup sessizce onu dinlemelerini temin etmiştir. Bu yüzden mukattaa harflerini indirmiştir. Onlar bu harfleri işittikleri zaman hayrete düşmüş kimseler gibi “ Muhammed’in getirdiği şu şeye bir kulak verin!” demişler, kulak verip dinledikleri zaman ise Kur’ân ile onlara hücum etmiş, kulaklarını doldurmuştur ve bu durum onların Kur’ân’ı dinlemelerinin sebebi, faydalanmalarının yolu olmuştur.
Hasan-ı Basrî ve Saîd b. Cübeyr şöyle demişlerdir: Biz nasıl telif edileceğini bilemesek de mukattaa harfleri bir şekilde birleştirilip telif edildiği
zaman Allah’ın isimleri ortaya çıkar. Zira “Elif lâm râ” [ el-Hicr 15/1], Hâ
mîm” [ Fussilet 41/1], “Nûn” [el-Kalem 68/1] âyetleri üç sûrenin baş âyetleridir,
bunlar birleştirildiği zaman er-rahmân kelimesi çıkar ki bu da Allah’ın isimleri içerisinde büyük bir isimdir.
Ebû Bekir Verrâk şöyle demiştir: Allah kitabına iki şeyi zikrederek başladı: Bismillah ve elhamdülillah. Böylece Kur’ân okuyan kimse âdeta şöyle demiş olur: Varlıkların mevcudiyeti O’nunladır, mülkiyeti O’na aittir.
Şair şöyle der:

Hadiseler ardı ardına yaşanırken ben O’nda sükûn buldum.

Hz. Peygamber aleyhisselâm, “Eğer Kur’ân seni alıkoymuyorsa o zaman sen okuyucu değilsin.”
E‘ûzü ifadesinin mânası “sığınırım, iltica ederim” şeklindedir. Kimileri bunun mânasının “korunma talep ederim”, kimileri “yardım dilerim”, kimileri de “imdat dilerim” şeklinde olduğunu söylemiştir.
Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: Allah Teâlâ, indirmiş olduğu her âyetten neyi kast etmiş olduğunu kullarının bilmesini ister.
Hz. Ali şöyle demiştir: Bilgisi Kur’ân’da olmayan hiçbir şey yoktur, ancak insanların görüşü ondan [onu anlamaktan] âciz kalır.
Tefsir, Arapların, hızını alması için atı mahmuzlamayı ifade etmek üzere kullandıkları fessertü’l-ferese [yani atın yükünü aldım, uykusunu açtım] şeklindeki ifadeden türetilmiştir. Buna göre tefsir, âyetin muradının ortaya çıkması için zâhirinin açılması demektir.
Hak Teâlâ sûrenin başında “ Hamd Allah’adır.” buyurmuş, nebîsi hakkında ise “ Muhammed Allah’ın elçisidir.” [ el-Feth 48/29] buyurmuştur. Yine Fâtiha sûresinde “âlemlerin Rabbi” demiş, resulü hakkında ise “âlemlere rahmet”
[ el-Enbiyâ 21/107] buyurmuştur. Fâtiha’da [kendisi hakkında] “O rahmân ve
rahîmdir.” demiş, müminler için Resulü hakkında ise “Onlara karşı raûf ve rahîmdir” [ et-Tevbe 9/128] buyurmuştur. Sonra sûrede [kendisi hakkında] “Din gününün sahibidir.” demiş ve elçisi hakkında ise “Dini tamamen hâkim kılsın diye.” [ el-Feth 48/28] buyurmuştur. Sonra burada “Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dileriz.” demiş ve elçisi hakkında da “ Hayır, onun için yalnız Allaha kulluk et ve şükredenlerden ol.” [ ez-Zümer 39/66]buyurmuştur. Sonra burada “Bizi dosdoğru yola hidayet eyle!” demiş ve elçisi hakkında da “Ve elbette sen dosdoğru yola hidâyet edersin.” [ eş-Şûrâ 42/52]
buyurmuştur. Yine burada “Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna…” demiş ve elçisi hakkında “Ve senin üzerindeki nimetini tamamlasın diye” [ el-Feth 48/2] buyurmuştur. Sonra burada “Gazaba uğramışların ve sapmışların
yoluna değil” demiş ve elçisi hakkında “Arkadaşınız ne saptı ne de azdı.” [ en-Necm 53/2] buyurmuştur. Fâtiha sûresini okuyan kimse “âmîn” der. Nitekim
bu ifade, âlemlerin Rabbinin mührüdür, Muhammed Mustafa aleyhisselâm da nebîlerin mührüdür. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
Hz. Peygamber aleyhisselâm şöyle demiştir: “İmam ve le’d-dâllîn dediği
zaman âmîn deyiniz, çünkü bunu imam da söyler melekler de söyler. Kimin
âmîn deyişi meleklerin âmîn deyişine denk düşerse onun geçmiş ve gelecek
günahları bağışlanır.
Sırât-ı müstakîm, üzerinde belirsizlik karanlığının ve bid‘at tozunun olmadığı yoldur. O, yolcusunu saptırmayan, terk edeninin de doğruya ulaşamadığı yoldur. O, kendisine
girenin yol kesme korkusu yaşamadığı, yolcusuna ismet ve tevfik kılavuzu ile rehberlik eden yoldur. O, maksada ve hedefe ulaşmak isteyenlere bunu kolaylaştıran ve Allah Teâlâ tarafından gözetilen yoldur.
Büyük zâtlardan birine, “Allah’a giden yol nedir?” diye sorulmuş, o da “İki devir yapar, sonra ulaşırsın. Bir devir yapar dünyayı ardına atarsın, ikinci bir devir daha yapar ve ukbâyı (âhireti) ardına atarsın, işte o zaman ulaşmış olursun.” demiştir.
Kul hâlinin zâhirine güvenmemelidir, çünkü işin sonu değişebilir. İblis’ten, Bersîsâ’dan, Bel‘am’dan ve Sa‘lebe’den ibret al!
Mârifet ehli bir zât şöyle demiştir: İbadet, senin bütününün O’nunla meşgul olmasıdır. Bu; kalbin O’nun mârifeti ile, ruhun O’nun müşahedesi ile, nefsin O’nun hizmeti ile ve dilin O’nun övgüsü ile meşgul olmasıdır.
Bir an bile O’nun nimet ve iyiliği senin üzerinden eksik olmuyorken nasıl olur da sen ömründen bir saati O’na hamd ve şükretmeden geçirirsin?
Zalim sürekli seyreder, orta hâlli her daim deveran eder, önde giden ise uçar gider. Bunların hepsi sensin. Zalim senin nefsindir, orta hâlli kalbindir, önde giden ise sırrındır. Nefis mihraba koşuşturan, kalp melekûtta dönüp duran, sır arşın altında uçandır.Rahmân ve rahîm olan Allah üçüne de ihsanda bulunandır.
Abdullah b. Cerrâh şöyle demiştir: Yolu beyân etmesi ile rahmân, muvaffakiyet ve muhafaza ihsan etmesi ile rahîmdir.
Sığınmak şeytandan ayrılmakla
başlar, Allah’a vuslat ile tamamlanır. Bu, mâsivâdan Allah’a intikaldir.
Bazıları Allah kelimesinin “Onda sükûn buldum.” anlamına gelen
“elihtu ileyhi” ifadesinden türediğini söylemiştir
Fâtiha sûresi Allah Teâlâ’nın vahyinin bütün mânalarını ihtiva eder.
O’nun rahmetinden ümit kesen ancak kâfirdir.
Zalim sürekli seyreder, orta hâlli her daim deveran eder, önde giden ise uçar gider. Bunların hepsi sensin. Zalim senin nefsindir, orta hâlli kalbindir, önde giden ise sırrındır. Nefis mihraba koşuşturan, kalp melekûtta dönüp duran, sır arşın altında uçandır. Rahmân ve rahîm olan Allah üçüne de ihsanda bulunandır.
Şeytanın kötülüklerini ve rezilliklerini en kuşatıcı bir şekilde ifade eden isim er-racîm ismidir, çünkü bu isim er-râcim (taşlayan) anlamında anlaşılırsa o zaman ondan sadır olan bütün suçları kapsar, eğer el-mercûm (taşlanan) anlamında anlaşılırsa o zaman da onun maruz kaldığı (kalacağı) bütün cezaları kuşatır. Bu nedenle isti‘âzede şeytanın diğer isim ve nitelikleri değil, bu ismi zikredilmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir