İçeriğe geç

Antik Dünya: Aklayakın 3 Kitap Alıntıları – Jerry Toner

Jerry Toner kitaplarından Antik Dünya: Aklayakın 3 kitap alıntıları sizlerle…

Antik Dünya: Aklayakın 3 Kitap Alıntıları

&“&”

Roma İmparatorluğu, insanların kendilerini içinde buldukları duruma göre farklı kimlikler benimsedikleri çokkültürlü bir oluşumdu. Devletle muhatap olurken Roma yurttaşlıklarını ya da imparator kültüne olan sadakatlerini vurgulayabiliyorlardı. Yerel politikaya daldıklarındaysa yerel dili konuşuyor ve kendi kentlerindeki tanıdıklarından oluşan iletişim ağını ön plana çıkarıyorlardı. Yerel yöneticiler birbiriyle görüştükleri zaman genellikle ortak zemin oluşturabilmek için Yunan ve Latin edebiyatının klasikleri üzerine olan eğitimlerini kullanırlardı. Dolayısıyla antik dünyaya dair herhangi bir anlatı, bu kültürel kimlikler mozaiği bakışını içermek durumundadır.
Antik dünyada gelir uçurumu çok fazlaydı. Bir Romalının senatör seçilebilmesi için gerekli asgari mal varlığı, yaklaşık iki bin aileyi bir yıl geçindirebilecek miktar olan bir milyon sestertius’tu. Süper-zenginler muazzam servetlere sahipti. Jül Sezar’ın iktidara yükselişine maddi kaynak sağlayan Crassus’un mal varlığının yaklaşık 200 milyon sestertius olduğu varsayılır.
Klasik mimarinin beyaz olması gerektiği, sonradan çıkmış bir Batı yorumudur.
Antik dünyayı düşündüğümüzde Yunan ihtişamı ve Roma azameti, barbarlık denizinde medeniyetin ışığı olarak parlayan deniz fenerleri gibi görünür.
Klasik mimarinin beyaz olması gerektiği, sonradan çıkmış bir Batı yorumudur.
Antik dünyayı düşündüğümüzde, Yunan ihtişamı ve Roma azameti, barbarlık denizinde medeniyetin ışığı olarak parlayan deniz fenerleri gibi görünür.
İyi devletin temelinde ahlaki karakter yatıyordu ve milletlerin yükseliş ve çöküşlerinde itici güç işlevi görüyordu.
Haçlı Seferi’ne çıkma dürtüsü, anlaşılması güç bir olgudur. Erkeklerin Prag ya da Amsterdam’a düzenledikleri bekârlığa veda partisi gezisi misali, hem seyahat etme hem de ne kadar maço olduğunu gösterme arzusunu yansıtır.
Roma MÖ birinci yüzyılda bir milyon nüfusa ulaşmıştı. Sanayi devrimi sonrası Londra’sına kadar bu rakama başka hiçbir Avrupa kenti ulaşmadı. Roma’nın hızlı büyümesinin başlıca nedeni, devletin, vatandaşlarına sübvanse edilmiş tahıl vermesiydi ki bu da kolayca daha çok insanı şehre çekti.
(…) modern araştırmalar kişinin maruz kaldığı toplumsal baskılarla ruh sağlığı seviyesi arasında güçlü bağlantılar olduğunu gösteriyor. Kısacası, çok fazla baskı altındaysanız gerilmeniz ve hatta çatlamanız daha muhtemeldir. Antik dünyadaki insanların hayatları boyunca karşılaştıkları günlük stresin seviyesi, ruh sağlıklarının kötü durumda olduğunu düşünebileceğimiz anlamına geliyor.
– (…) Köle olmak eşek olmak gibiydi:
Hayat, dayaktan, çok çalışmaktan ve az yiyecekten ibaretti…"
– (…) Antik cemiyetin ezici çoğunluğu (sınırı tam olarak nereden çizdiğimize bağlı olmakla birlikte yüzde 95 ile 99’u) seçkin olmayanlardan oluşuyordu…"
– (…) Biz Atina’yı demokrasinin doğduğu yer olarak görürüz. Oysa Atina’nın, çevresindeki bölgelerle birlikte toplam nüfusu iki yüz elli bindi ve bu nüfusun sadece otuz bini vatandaştı…"
Bedensel sağlığın kötü olduğu yerde zihinsel sağlık problemleri çok daha yüksektir.
İskender şehir kurmayı seviyordu. Antik biyografi yazarı Plutarkhos, muhtemelen büyük kısmı önceden var olan yerleşim yerlerinin yeniden isimlendirilmesi olsa da İskender’in en az yetmiş şehir kurduğunu söyler. En az yirmi tanesine sıfırdan başladığı kesindir; çoğuna da son derece mütevazı davranarak kendi adını vermiştir.
Bir atasözü çok fazla para sahibi olmamak konusunda iyimserdir. “Yoksulluk, sağduyunun kız kardeşidir,” der.
Çiftçiler farklı ürünler ekerek birinin olmaması halinde aç kalmamayı garantilemeye çabalarlardı. (On dokuzuncu yüzyıl ortasındaki İrlanda patates kıtlığı sırasındaki sorun buydu. Zorlu bir araziye mahkûm bırakılan Katolik çiftçiler, tümüyle tek bir ürüne bağımlı hale gelmişlerdi. O dönemde bütün olarak İrlanda’da diğer ekinlerden sağlıklı hasat alınırken patatesten alınamamıştı.)
Antik dünyanın doktorları pahalıydı. Doktora giden pek çok hasta toplumun üst kesimindendi. Diğer herkes hastalıklarının tedavi edilmesi için geleneksel kocakarı ilaçlarına ve yerleşmiş inanışlara başvuruyordu. Büyük Pilinius nezleden yakınanlara bir katırı burnundan öpmelerini tavsiye ediyordu.
Din, antik dünyadaki her şeye hâkimdi: Yunan tiyatrosundan tavernalara, oyunlar öncesi yapılan dini geçit törenlerindeki toplu kurbanlara kadar hiçbir şey tanrıların onayı olmadan yer alamazdı. Antik dünya, ateizmin hayal bile edilemeyeceği bir dünyaydı.
Antik dünya inananlara, amaçlarına göre istediklerini seçecekleri dinsel bir pazar sağlamıştı. Yıldız haritasının yorumlanmasını istiyorlarsa bir astroloğa gidebiliyor veya günlük hayatta yaşadıkları sorunlara dair tanrılara danışmak istiyorlarsa bir kâhin çağırabiliyorlardı.
Bulunan yazılardan bir tanesinde bir çeşit “belediye köle cezalandırma servisinin” fiyatları listelenmiştir. Kölenizin kırbaçlanmasını, işkence görmesini ya da çarmıha gerilmesini istiyor ama elleriniz kirlensin istemiyor musunuz? Öyleyse uzmanlara ulaşın. Sadece bir ekmek parasına, birisi evinize geliyor ve pis işi üstleniyordu. Üstelik köleyi kırbaçlarken bağlamak üzere kendi darağaçlarını ve çarmıha germek için çivilerini getirecek kadar bile düşünceliydiler. İşkencenin amacına göre sıcak zift bile temin ediliyordu.
Seçimler güvenilir değildi çünkü her zaman zengin ve güçlülerin, seçmenlerin oylarını satın almasıyla sonuçlanıyordu. Rastgele yapılan seçimlerin –ki bugün hâlâ juriler böyle seçilir- tamamen demokratik bir süreç olduğu düşünülüyordu.
Bebeklerin yaklaşık üçte biri hayatlarının ilk yılında ölüyordu. Çocukların ise yaklaşık yarısı beşinci doğum günlerinden önce hayata veda ediyordu.
Biz Atina’yı demokrasinin doğduğu yer olarak görürüz. Oysa Atina’nın, çevresindeki bölgelerle birlikte toplam nüfusu iki yüz elli bindi ve bu nüfusun yaklaşık sadece otuz bini vatandaştı. Sayı önceleri altmış bine yakındı ancak büyük devlet adamı Perikles gerekli şartların karşılanmasını daha da zorlaştırmıştı. Bu yüzden oy kullanma hakkına sahip kimseler Atina nüfusunun yüzde 10 ila 15’ine kadar düşmüştü.
Bizim emeklilik zamanı olarak düşündüğümüz yaşa çoğu gelemezdi. Büyükanne ve büyükbabalar çok nadirdi. Anne babaların eksikliği ve yetim çocuklar ise çok sık rastlanan durumlardı.
Bir mezar taşında kocanın ölen eşi için övgüleri kayıtlıdır: “Saf, sadık, sevecen, görevlerine bağlıydı, kendisine ne söylendiyse yaptı.” Bir erkeğin eşinde aradıkları bunlardan ibaretti.
Homeros da Vergilius da yaygın beğeni topluyorlardı çünkü eserleri yüksek sesle okunmak üzere tasarlanmıştı. Gerek resmi tiyatro sahnesinde, gerekse daha resmiyetten uzak forumlarda olsun, genele hitaben şiir okumak, gözde eğlencelerdendi.
Bir antik dünya liderinin yükselen fiyatlar için açgözlü tüccarlar ve tedarikçileri suçlaması normaldi.
Homeros’un meşhur “şarap rengi deniz” benzetmesi sadece rengiyle değil keskin, kekre tadı ve kokusuyla da ilgilidir. Homeros denizde olmanın nasıl bir şey olacağını, fazla içmenin getirdiği sersemlik hissini ima ediyordu. Tat almanın, koklamanın ve hissetmenin renkleri olduğu fikri, bizim çok kolay anlayabileceğimiz bir şey değil.
Antik Roma’da kölelere yapılan gaddarlık şok edici olabiliyordu. Örneğin bulunan yazıların bir tanesinde bir çeşit belediye köle cezalandırma servisinin" fiyatları listelenmiştir. Kölenizin kırbaçlanmasını, işkence görmesini ya da çarmıha gerilmesini istiyor ama elleriniz kirlensin istemiyor musunuz? Öyleyse uzmanlara ulaşın. Sadece bir ekmek parasına, birisi evinize geliyor ve pis işleri üstleniyordu. Üstelik köleyi kırbaçlarken bağlamak üzere kendi darağaçlarını ve çarmıha germek için çivilerini getirecek kadar bile düşünceliydiler. İşkencenin amacına göre sıcak zift bile temin ediliyordu.
Yunanların İskender’n fethinden sonra keşfettiği gibi, demokrasi herkesin aynı geçmişi paylaştığı küçük şehir devletleri için uygundu ama bir imparatorluğu yönetmeye çalışıyorsanız işe yaramıyordu."
Hz. Muhammed kesinlikle dünyanın bu tarafından çıkan ilk alternatif dini lider değildi. Teslis inancını inkâr eden ilk monoteist değildi.
Rakiplerini eleştirmek, yenilginin hayal kırıklığını dışa vurmanın bir yoluydu.
Bir kadının mezar taşında yazdığı gibi: Nereye gittin sevgili ruh; hayatın boyunca dertten başkasını görmediğin için dertlerden uzak huzur mu arıyorsun?"
Homeros da Vergilius da yaygın beğeni topluyorlardı çünkü eserleri yüksek sesle okunmak üzere tasarlanmıştı. Gerek resmi tiyatro sahnesinde, gerekse daha resmiyetten uzak forumlarda olsun, genele hitaben şiir okumak, gözde eğlencelerdendi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir