İçeriğe geç

Değersiz Bir Hayat Kitap Alıntıları – Hanya Yanagihara

Hanya Yanagihara kitaplarından Değersiz Bir Hayat kitap alıntıları sizlerle…

Değersiz Bir Hayat Kitap Alıntıları

&“&”

Ben de gördüğüm her şeye şefkatle yaklaşıyorum, baktığım her şeyde onu görüyorum
“Mutlu bir halsizlik içindeydi ama o günlerde hep halsizdi zaten, sanki normal görünmek için gün boyunca harcadığı çaba başka bir şeye enerji bırakmıyordu.”
“Hiçbiri başkasının hikayesini dinlemek istemiyordu zaten, kendilerininkini anlatmak istiyorlardı.”
“Yirmi sekiz yaşındaydı, hayal gücü onu terk etmişti, kopyacılığa mahkûmdu.”
Sen Jude St. Francis’sin. En eski, en sevgili dostumsun. Harold Stein ve Julia Altman’ın oğullarısın. Malcolm Irvine, Jean-Baptiste Marion, Richard Goldfarb, Andy Contractor, Lucien Voigt, Citizen van Straaten, Rhodes Arrowsmith, Elijah Kozma, Phaedra de los Santos ve Henry Young’ların arkadaşısın.
New Yorklusun. SoHo’da oturuyorsun. Bir sanat örgütü ve bir aşevi için gönüllü çalışıyorsun.
Yüzücüsün. Fırıncısın. Aşçısın. Okursun. Güzel sesin var ama artık şarkı söylemiyorsun. Mükemmel bir piyanistsin. Resim koleksiyoncususun. Ben uzaktayken çok güzel mesajlar yazıyorsun bana. Sabırlısın. Cömertsin. Tanıdığım en iyi dinleyicisin. Her bakımdan tanıdığım en akıllı kişisin. Her bakımdan tanıdığım en cesur kişisin.

Çok kötü muameleye maruz kaldın. Sağ salim kurtuldun. Sen her zaman sendin.

"Peki sen kimsin?" diye soruyor onu kucaklamış tanımadığı, kulağa çok fazla şeye sahipmiş, gıpta edilen ve sevilen biriymiş gibi gelen bir insanı tarif eden adama. "Sen kimsin?"
Adamın bu soruya da cevabı var: "Ben Willem Ragnarsson" diyor. "Ve yanından hiç ayrılmayacağım."
“Fakat içinde bulunduğumuz kendini gerçekleştirme çağında, insanın hayatındaki birinci tercihten başkasıyla yetinmesi iradesizlik olarak görülüyor, ayıplanıyordu. Kaderin sandığın şeye boyun eğmek, onurlu bir hareket olmaktan çıkıp korkaklığa dönüşmüştü bir yerlerde. Mutluluğa ulaşma baskısı bazen zulüm şeklini alıyordu, mutluluk herkesin ulaşabileceği ve ulaşması gereken bir şeymiş de, bu uğurda verilecek en küçük bir taviz dahi bireyin kendi kabahatiymiş gibi.”
Mutluluğa ulaşma baskısı bazen zulüm şeklini alıyordu.
Başka tür bir insan olsam, bu olayın genel haliyle hayatı eğretilediğini söylerdim sana. Birtakım şeyler kırılır, bazen kırılanlar onarılır, fakat çoğu durumda fark edersin ki kırılan ne olursa olsun hayat o kaybı telafi etmek için yeniden şekillenir, bazen de muhteşem olur bu şekilleniş.
Aslına bakarsan ben o tür bir insanmışım galiba.
Sevgiler, Harold
Apartman kapısında Willem’i savuşturmak istedi ama Willem yanaşmadı. Yalnız kalmak istiyorum" dedi ona. "Anlıyorum" dedi Willem. "Birlikte yalnız kalırız."
Mutluluk bana göre değil galiba" dedi Jude nihayet, sanki Willem canının çekmediği bir yemek teklif etmiş gibi. "Ama tam sana göre Willem."
Yuvasındaydı ve yuvası Jude’du.
Kendini parlak renkli bir şişeden diğerine dökülen, her şişede de birazını bırakan bir sıvı gibi hissediyordu bazen.
Bir takım şeyler kırılır, bazen kırılanlar onarılır, fakat çoğu durumda fark edersin ki kırılan ne olursa olsun hayat o kaybı telafi etmek için yeniden şekillenir, bazen de muhteşem olur bu şekilleniş.”
Hiçbiri başkasının hikayesini dinlemek istemiyordu zaten, kendilerininkini anlatmak istiyorlardı.
Sessiz kalıyorlar. “Keşke yanında olabilseydim” diyor Willem.
“Yanımdaydın zaten” diyor.
Keyifsiz bir çocuktan daha korkutucu bir şey yoktur. keşke yaşadıklarımız keyifsizlikle kalsaydı ama meğer kadersizliğin ayak sesleriymiş..
sanki yapabileceği tüm tehlikeli şeyler, kalbimi kırabilecek onca hareket geçmişte kalıp masal olmuştu; geçmişte kalan yıllarımız korkutucuydu ama önümüzdeki zaman değildi.
sen gittikten sonra mutlu anlar, mutlu günler olmadığını düşünmeni istemem. daha azdı elbette. daha zor bulunuyor, zor yaratılıyordu. ama vardı.
kendisine bir söz verdi, her gün hayatı sürdürmek için yeni bir sebep bulacak. bazıları küçük sebepler: hoşlandığı lezzetler, beğendiği senfoniler, sevdiği resimler, güzel bulduğu binalar, merak duyduğu operalar ve kitaplar, ilk defa veya tekrar gitmek istediği yerler.
bazen daha iyi olduğunu, iyileşmeye başladığını düşünüyor. bazen bir coşku ve enerjiyle uyanıyor. işte o gün geldi diye düşünüyor. bugün iyileşmeye başlamamın ilk günü olacak. bugün ilk kez willem’i daha az özleyeceğim.
gelgelelim sıklıkla yaşadığını değil, sadece var olduğunu hissediyor; kendisi günleri geçirmiyor da günler onun üstünden geçiyor. ama bunun için kendini fazla cezalandırmıyor; var olmak bile yeterince zor zaten.
benden korkuyor. beni seven birine bağırıyorum ve benden korkmasına neden oluyorum.
üstelik lafı bile edilmez, içinden gelerek ve mutlulukla yaptığını bilirsin, ve yine bilirsin ki bu evde, bu ilişkide olmayı sevmenin bir sebebi -sebeplerden biri ama önemli- karşındakinin sana hep bir yuva kurmasıdır, bunu söylediğinde ise gücenecek yerde mutlu olur, sen de sevinirsin çünkü içinden gelerek, minnettarlıkla söylemişsindir.
herkesin eyleme geçirmediği duyguları vardı; herkes bilirdi bu duyguların peşinden gitseler hayatın çok zorlaşacağını.
..kişinin fikrini değiştirmesindense kendine belletilenlere inanması hep daha kolaydır.
keyifsiz bir çocuktan daha korkutucu bir şey yoktur. keşke yaşadıklarımız keyifsizlikle kalsaydı ama meğer kadersizliğin ayak sesleriymiş.
bence arkadaşlığın bütün numarası, senden daha iyi insanlar bulmak; daha akıllı, daha karizmatik değil, daha sevgi dolu, cömert ve bağışlayıcı insanlar bulup onlara sana öğretebileceklerinden ötürü saygı duymak, senin hakkında ne kadar iyi veya kötü şeyler söylerse söylesinler kulak vermek, bir de onlara güvenmek, ki en zoru budur. ama en güzelidir de.
ama andy’nin bir türlü anlayamadığı şuydu: iyimserdi o. her ay, her hafta, gözlerini bu dünyada bir gün daha yaşamak için açardı. acının her şeyi, hatta unutmak için bunca çabaladığı geçmişini bile bulandırdığı, sildiği günlerde dahi yapıyordu bunu. anıları diğer bütün düşüncelerini kovaladığında, mevcut hayatına tutunmak, çaresizlik ve utançla öfke krizine kapılmamak için olağanüstü gayret ve konsantrasyon sarf ettiği günlerde dahi. çabalamaktan yorulduğu, uyanık ve canlı kalmanın muazzam enerji gerektirmesi yüzünden yattığı yerde kalkıp bir daha denemek için sebepler aradığı, tuvalete gidip lavabonun altına zulaladığı kilitli naylon poşetten pamuğunu, jiletlerini, alkollü mendillerini, sargı bezini alıp teslim olmanın çok daha kolay geldiği günlerde bile. en kötü günleri bunlardı.
birtakım şeyler kırılır, bazen kırılanlar onarılır, fakat çoğu durumda fark edersin ki kırılan ne olursa olsun hayat o kaybı telafi etmek için yeniden şekillenir, bazen de muhteşem olur bu şekilleniş.
bulunduğu hayattan, yaşadıklarından kopmayı o kadar arzuluyordu ki, hiç kimsenin tanımadığı, hiç kimseyi tanımadığı bir hayatın hayalini kuruyordu.
hiçbiri başkasının hikayesini dinlemek istemiyordu zaten, kendilerininkini anlatmak istiyorlardı.
..mutluluk denen şey de gösterişten, sürdürülmesi imkansız bir durumdan başka neydi, hele ki dile getirmesi bile bu kadar zorken?
Unutmaya çok uğraşıyor, her gün uğraşıyordu ama her ne kadar çabalarsa çabalasın, olmamış gibi yaptığı şeyin olduğunun kanıtı sırtındaydı."
Benzersiz bir sevgi olduğunu da kabul etmek lazım çünkü temelinde fiziksel çekim, zevk, mantık yok, korku var. İnsan çocuğu olmadan korku nedir bilmezmiş ve belki bu korku nedeniyle daha muhteşem bir şey sanıyoruz çocuk sevgisini, çünkü korkunun kendisi de muhteşem. Her gün ilk aklına gelen “Onu seviyorum” değil “acaba nasıl?” oluyor. Dünya bir gecede korku tüneli halini alıyor.
Fakat mutluluk denen şey de göterişten, sürdürülmesi imkânsız bir durumdan başka neydi, hele ki dile getirmesi bile bu kadar zorken?
Hiçbiri başkasının hikâyesini dinlemek istemiyordu zaten, kendilerininkini anlatmak istiyorlardı.
Bence tek sorunu…" Mutsuzluk diyecekti az daha. Fakat mutluluk denen şey de gösterişten, sürdürülmesi imkansız bir durumdan başka neydi, hele ki dile getirmesi bile bu kadar zorken?
Hayatın bir hayal kırıklığından ibaret, kendisinin de çevresindekiler için hayal kırıklığı olacağını çözmüşçesine bezginlik içindeydi.
İçinde bulunduğumuz kendini gerçekleştirme çağında, insanın hayatındaki birinci tercihten başkasıyla yetinmesi iradesizlik olarak görülüyor, ayıplanıyordu. Kaderin sandığın şeye boyun eğmek, onurlu bir hareket olmaktan çıkıp korkaklığa dönüşmüştü bir yerlerde. Mutluluğa ulaşma baskısı bazen zulüm şeklini alıyordu, mutluluk herkesin ulaşabileceği ve ulaşması gereken bir şeymiş de, bu uğurda verilecek en küçük bir taviz dahi bireyin kendi
kabahatiymiş gibi.
O akşamüstü Willem’in karşısında bir Thom Gunn şiiri var: Var mı yok mu diye tartışmayı / İlişki sandılar da yaşadılar." Biri altına siyah keçelikalemle "Takma birader, ben de abazayım" yazmış.
Sıklıkla yaşadığını değil, sadece var olduğunu hissediyor; kendisi günleri geçirmiyor da günler onun üstünden geçiyor.
fakat içinde bulunduğumuz kendini gerçekleştirme çağında, insanın hayatındaki birinci tercihten başkasıyla yetinmesi iradesizlik olarak görülüyor, ayıplanıyordu. kaderin sandığın şeye boyun eğmek, onurlu bir hareket olmaktan çıkıp korkaklığa dönüşmüştü bir yerlerde. mutluluğa ulaşma baskısı bazen zulüm şeklini alıyordu, mutluluk herkesin ulaşabileceği ve ulaşması gereken bir şeymiş de, bu uğurda verilecek en küçük bir taviz dahi bireyin kendi kabahatiymiş gibi.
…yapayalnız sefilleriz."
Ömrüm, diyecek içinden, ömrüm. Ama bundan ilerisini düşünemeyecek ve bu sözcüğü zikir gibi, lanet gibi, telkin gi­bi tekrarlarken, büyük acılarda yolu düştüğü, hiç uzakta ol­madığını bildiği fakat sonrasında hiç hatırlayamadığı dün­yaya dalacak: Ömrüm.
Bir takım şeyler kırılır, bazen kırılanlar onarılır, fakat çoğu durumda fark edersin ki kırılan ne olursa olsun hayat o kaybı telafi etmek için yeniden şekillenir, bazen de muhteşem olur bu şekilleniş.”
Hiçbiri başkasının hikayesini dinlemek istemiyordu zaten, kendilerininkini anlatmak istiyorlardı.
Onlar arkadaşları, hem de ilk arkadaş­larıydı ve dostluk denen şeyin sevgi, zaman, bazen para, her zaman bilgi alışverişi gerektirdiğini biliyordu
“sen kimsin?” adamın bu soruya da verecek bir cevabı var. “ben willem ragnarsson.” diyor. “ve yanından hiç ayrılmayacağım.”
Sen gittikten sonra mutlu anlar, mutlu günler olmadığını düşünmeni istemem. Daha azdı elbette. Daha zor bulunuyor, zor yaratılıyordu. Ama vardı.
“Bu kadar değersiz biri olduğum için üzgünüm.”
Bir ilişki içinde olmak arkadaşlıktan daha hafif bir bağımlılık değildi. Neden bu yirmi yedi yaşında normaldi de, otuz yedi yaşında tuhaflaşıyordu? Neden bir arkadaşlık, ilişki kadar muteber değildi? Daha bile iyi bir şey olmasının önündeki engel neydi? İki insan ömürleri boyunca yan yana durmayı cinsellik, fiziksel çekim, para, çocuk, mal mülk bağları olmadan, sadece karşılıklı olarak istedikleri ve hiçbir kitapta yazmayacak bir birlikteliğe gönül verdikleri için tercih ediyorlardı.
Korku ve nefret; korku ve nefret… Bazen hayatında bir tek bu ikisi varmış gibi geliyordu. Kendinden başka herkesten korku, kendindense nefret.
Başka bir çağa aitmiş gibi hissediyordu. Ne kadar çok şeyden haberi olmadığına, bildiklerinin ise ne kadar faydasız ve lüzumsuz göründüğüne bakılırsa çocukluğunu yirmi birinci değil, on dokuzuncu yüzyılda geçirmiş olması mümkündü.
Jude ile arkadaşlığının hatırı sayılır bir kısmını, sorması gerektiğini bildiği bazı soruları, cevaplarından korktuğu için sormaması oluşturuyordu.
Herhangi bir ilişki gibi sürekli bakım, bağlılık ve dikkat gerektiriyordu; tarafların ikisi de buna gö­nüllü değilse neden solup gitmesindi?
Mutluluğa ulaşma baskısı ba­zen zulüm şeklini alıyordu, mutluluk herkesin ulaşabileceği ve ulaşması gereken bir şey miş de, bu uğurda verilecek en kü­çük bir taviz dahi bireyin kendi kabahatiymiş gibi.
Kaderin sandığın şeye boyun eğmek, onurlu bir hareket olmaktan çıkıp korkak­lığa dönüşmüştü bir yerlerde.
Yaşamış olduğu hayata dair gerçekten kafa yorduğunda kapıldığı hislere kapılmıştı tekrar: Üzüntü diyebilirdi ama acıyarak üzülmek değildi onun ki, hayatla cebelleşen tanımadığı milyarlarca insanı kapsayan geniş bir kederdi; insanların en berbat şartlara, en zor yaşantılara rağmen her yerde hayata tutunmalarına duyduğu hayretle karışık bir keder. Hayat çok hazin gelirdi o anlarda. Bunu bile bile hepimiz yaşıyoruz. Bile bile dört elle sarılıyoruz, bize avuntu olacak bir şeyler arıyoruz.
Sen kimsin?"
Adamın bu soruya da bir cevabı var: "Ben Willem Ragnarsson" diyor. "Ve yanından hiç ayrılmayacağım."
Bir kere kararını verdikten sonra kapıldığı umut kendisini bile şaşırtmıştı: Kendisini kurtaracak olan yine kendisiydi. Zorla yaşayacaksın diye bir kanun yoktu, hayatını dilediği gibi kullanmakta özgürdü. Nasıl fark etmemişti bunu yıllarca? Yapılacak şey belliydi; tek anlamadığı, idrak etmesinin neden bu kadar uzun sürdüğüydü."
Uğraşmıştı, hayatı boyunca hep uğraşmıştı. Başka biri olmaya, daha iyi biri olmaya, kendini arındırmaya çalışmıştı. Ama olmamıştı."
Sen kendini çekici olmadığına, kimsenin seni sevmeyeceğine şartlandırmışsın, bazı şeyleri yaşamanın mümkün olmayacağına kararını vermişsin gibi…"
Unutmaya çok uğraşıyor, her gün uğraşıyordu ama her ne kadar çabalarsa çabalasın, olmamış gibi yaptığı şeyin olduğunun kanıtı sırtındaydı."
Endişeliydi çünkü hayatta olmak endişelenmek demekti.
Hayat korkutucuydu, bilinmezlerle doluydu.
Birtakım şeyler kırılır, bazen kırılanlar onarılır, fakat çoğu durumda fark edersin ki kırılan ne olursa olsun hayat o kaybı telafi etmek için yeniden şekillenir, bazen de muhteşem olur bu şekilleniş."
Korku ve nefret; korku ve nefret… Bazen hayatında bir tek bu ikisi varmış gibi geliyordu. Kendinden başka herkesten korku, kendindense nefret."
Beni endişelendiren…" diye lafa girdi ,durdu, baştan aldı. "Harold benim gerçekte ne olduğumu öğrenirse vazgeçer mi . "Sustu… "Hangisi daha kötü onu da bilmiyorum ; önce öğrenip bütün hazırlıkların suya düşmesi mi , sonra öğrenip onu aldattığımı fark etmesi mi ? "
Bazen bir şeyi daha az , bir şeyi daha çok hissediyorsun; bazen hislerinin sıralaması değişiyor; bazen daha uzun, bazen daha kısa sürüyor . Ama duygulanımlar hep aynı .
Bir gün, onun bana göre olduğunu ne zaman anladığımı sordun , ben de hep biliyordum dedim. Ama doğru değildi bu, daha ağzımdan çıkarken biliyordum ; söyledim çünkü kulağıma hoş geldi ,bir roman veya film karekterinin diyeceği bir laftı ,üstelik ikimiz de alabildiğince bezgin ve çaresizdik, bir de böyle söylersem karşımızdaki duruma , belki engelleyebilecegimiz belki engelleyemeyecegimiz ama her halükarda engel olamadığımız duruma karşı hislerimizi düzeltirdi.
İyimserdi o.
Her ay , her hafta , gözlerini bu dünyada bir gün daha yaşamak için açardı. Acının her şeyi, hatta unutmak için bunca çabaladığı geçmişini bile bulandırdığı , sildiği günlerde dahi yapıyordu bunu . Anıları bütün düşüncelerini kovaladiginda , mevcut hayatına tutunmak, çaresizlik ve utançla öfke krizine kapılmamak için olağanüstü gayret ve konsantrasyon sarf ettiği günlerde dahi . Çabalamaktan yorulduğu, uyanık ve canlı kalmanın muazzm enerji gerektirmesi yüzünden yattığı yerde kalkıp bir daha denemek için sebepler aradığı, tuvalete gidip lavabonun altında zulaladığı kilitli naylon poşetten pamuğunu, jiletlerini, alkollü mendillerini, sargı bezini alıp teslim olmanın çok daha kolay geldiği günlerde bile …
Kişiliğin ne kadarı, yapamadıkları ile ayrılmaz bir bütündü ¿
İnsanın vücudunda kapanmayan, kapatılamayan bir yarayla dolaşması korku filmlerine , mitlere konu olacak kadar doğa-üstü bir şeydi halbuki…
Birtakım şeyler kırılır, bazen kırılanlar onarılır, fakat çoğu durumda fark edersin ki kırılan ne olursa olsun hayat o kaybı telafi etmek için yeniden şekillenir,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir