İçeriğe geç

Turfanda mı Yoksa Turfa mı ? Kitap Alıntıları – Mizancı Mehmed Murad

Mizancı Mehmed Murad kitaplarından Turfanda mı Yoksa Turfa mı ? kitap alıntıları sizlerle…

Turfanda mı Yoksa Turfa mı ? Kitap Alıntıları

&“&”

Medeni olduğu iddiasıyla mağrur olan Avrupa, hâlâ cehalet devrine mahsus olan garaz ve taassubu bir türlü elden bırakamıyor! Acaba kasıt mı var yoksa sade gaflet mi?"
Toprağın her bir karışı birer tarih sayfasıdır. Gayret ve vatanseverlik kanıyla yoğrulmuş hayat ve kuvvet macunudur.
…Günün iyisi de kötüsü de bulunabilir. Hüner katlanabilmektir."
Bir kadının marifetleri, yalnız kocasının zevk ve hoşnutluğunu arttırmaktan başka bir işe yaramayacaksa, yine “kadın” demek, erkeklerin ihtiyaç ve hizmetlerini yerine getirecek ev eşyasından biri demek değil mi ?..
Ayakta yürümeye güç kazandığı günden itibaren ebedi istirahat gününe kadar vakıa insanoğlu için vazifeden uzak bir gün bulunmaz.
Belki gözlerinden ziyade gönlüyle görüyordu.
Mesela geçen günkü fırtınada komşunun bahçesindeki ağaçtan şuraya yirmi kadar armut düşmüştü. Helal maldan saymadığınız için toplatıp sahibine yolladınız. Pekala! Fakat bu kadar ince düşünen zât-ı âliniz, her vakit meclisinizde dönen yolsuzluklardan, satın almalardaki hırsızlıklardan bahsedersiniz. Ehemmiyetsizce gülerek şunu bunu ayıplarsınız. Sonra devlet hazinesinin zararına olarak yapılan o sözleşmeleri imzaladığınızı mı saklamıyorsunuz!

Komşunun birkaç armudu hakkında bu kadar ince düşünürken niçin kul hakkı ile devlet hazinesini düşünmezsiniz? Halbuki bununla dünya ve ahirette makbul olacağınızdan başka, en birinci, en tabii vazifenizi yapmış olacaksınız. Sessiz seyirci sıfatında kaldıkça maddi, manevi mesuliyet yükünden vicdanınızı kurtaramazsınız."

İsmail – Canım kardeşim, sen hiç yorulmaz mısın? Bu ne olacak? Gündüz yaz, gece yaz… Biraz da nefes almalı, dolaşmalı değil misin?

Mansur – Ne yapalım kardeşim? İşlerim çoktur.

İsmail – Adam sen de! Bu işleri sana bir kimse yüklemiyor ya! Sen kendin çıkarıyorsun.

Mansur – Vicdanım, vazifem yüklüyor, kardeşim. Elde değil.

Bir aralık ‘’Medeni olduğu iddiasıyla mağrur olan Avrupa, hâlâ cehalet devrine mahsus olan garaz ve taassubu bir türlü elden bırakamıyor! Acaba kasıt mı var yoksa sade gaflet mi? ‘’ dedi.
Uzunca ela gözleri, kömür gibi uzun kirpiklerinin arasından vicdan temizliğine mahsus bir safiyeti, azim ve zekâyı gösterir bir metabetle ta kalbe nüfuz edercesine pırıl pırıl parlıyordu. "
uygar olduğu savıyla gururlanan avrupa, hala cehalet zamanına özgü kin ve tutuculuğu bir türlü elden bırakmıyor!
Çağımız eğitim çağıdır. Bilgisizler için kuru ekmek bile güç bulunacaktır.
İnsan halidir. Günün iyisi de kötüsü de bulunabilir. Hüner katlanabilmektir.
Salkıma yetişemeyen tilki üzümün henüz ekşi olduğunu iddia etmiş.
Allah kerimdir, amenna. Lakin o kerim olan Ulu Allah Allah kerimdir" diyerek kendinizi kuyuya atınız buyurmuyor.
Bir kadının marifetleri, yanlız kocasının zevk ve hoşnutluğunu arttırmaktan başka bir işe yaramayacaksa, yine kadın" demek, erkeklerin ihtiyaç ve hizmetlerini yerine getirecek ev eşyasından biri demek değil mi?
Kadın evin döşemesi, süsü olan şeylerden biri mi? Yoksa aile ve cemiyetin lüzumlu bir uzvu mu?
İnsanların neye dayandıklarını görseydin üzülürdün.
İçi dolmuştu. Lâkin ne çare? Derdini paylaşacak kimsesi yoktu.
Olgun insanlar için yarını düşünmek gerekir.
Bunaltıcı Ağustosun içindeyiz. Şeyh Salih Efendi’nin ailesi yalının havuz başında toplanmış. Burada ana binadan bağımsız selâmlık ve harem dairelerinden başka dağ tarafında ayrıca korusu, bağı, bahçesi vardır. Bu koruda yüksek bir set üzerinde ulu ıhlamur ve akasya ağaçlarının içinde kaybolmuş küçük bir köşk daha olup, yalı halkınca yeşil köşk adıyla bilinir.
Burası makam-ı resmidir. Şikâyetiniz varsa mercimize müracaat etmeye muhtarsınız.

Yoksa burada haysiyet kırıcı söz söylemeye hakkınız yoktur, haddiniz değildir!

Mansur Bey’in dedesi bulunan İbn Galib’in dört oğlu olup Ebu’l-Mansur üçüncüsüydü. Mansur Bey’in en küçük amcası Muhammed el-Muzaffer dahi iki sene sonra babası gibi şehitlik mertebesine yükselmişti. Ondan da Mansur Bey’den bir sene sonra doğmuş Zehra namında bir kızdan başka zürriyet kalmamıştı.
Hava hafif poyraz, gökyüzü açıktı. Güneşin kuzeye özgü parlaklığıyla manzaranın sadece İstanbul’da görülen letafet ve tazeliği acı tecrübelerle yeni yaralanmış bulunan Mansur Bey’in temiz yüreği ile bir uyum oluşturmaktaydı.
Bahar mevsiminin en güzel ayı nisandayız, ayların en güzeli, gün ise müslümanların mübarek günü cuma. Ama bundan yirmi, yirmibeş yıl önceki bir zaman dilimindeyiz.
“O kalp benimkini de içinde eritip, sensiz, benliğime ihtimal bırakmadı.”
Başka bir kimsenin canını yakmadım, lakin yüreğimi ezdim."
Az kaldı, “O kalp benimkini de içinde eritip, sensiz, benliğime ihtimal bırakmadı” diyerek bağıracaktı.
Günün iyisi de kötüsü de bulunabilir. Hüner katlanabilmektir.
Yüreğimizde açılan üzüntü yaraları, ancak sevginizin merhemiyle iyileşecektir.
Mansur Bey gibi adamlar iki kere âşık olmazlar. Bir kere hissettikleri aşkı ölünceye kadar unutamazlar.
Her şey Cenab-ı Hakk’ın taktir ettiğine varır.
Kabuğu parlak ise de, sanırım içi koftur."
Hareketlerimi şunun bunun bileceğine, diyeceğine göre ayarlamıyorum; vicdanımın hükmü onu gerektiriyor."
Medeni olduğu iddiasıyla mağrur olan Avrupa, hâlâ cehalet devrine mahsus olan garaz ve taassubu bir türlü elden bırakamıyor! Acaba kasıt mı var yoksa sade gaflet mi?
Yaşı ilerledikçe kitap okumaya merakı sonsuzcasına artmıştı."
İlkbaharı müjdeleyen ve sakınmaya yönelten kıştır. Bahar bilgi ve kültürün çiçek açmasıyla, yeniden kendini gösterecektir."
Belki gözlerinden çok, gönlüyle görüyordu."
Zehir, zehirlemek maksadıyla hazırlanmıştı.
Şu politikanızın neticesi bulunacak felaketten dolayı, gelecek nesillerin lanetlerine uğrayacağınızı hatırınıza getirince rahatsız olmaz mısınız? (…) Ben ihanetin her türlüsü hakkında tarihte çok şeyler gördüm. Lakin böylesine hiç rast gelmedim.
Diyelim ki bu adamlar cahildir. Bir şeyden haberleri yoktur. Müslüman bir cemiyette bile bile din ve devlete hıyanet edecek alçak güç bulunur.
Zehra kitap okumak sayesinde dünyanın iyi ve kötü taraflarını öğrenmiş bir hanımdı.
En büyük canileri hakkettikleri cezayı buldularsa da bazıları henüz iktidardadır.
Şatomuzun içi boştur, cansız, ruhsuzdur.
Dış borçların faizleri dış borçla mı veriliyor?
Durmak caiz değildir.
Cahilliğin yok edilmesi hakkında uzun uzadıya düşünceler yazılmıştı.
İslam birliğinin oluşumunu sağlayacak şey kılıç değildir, eğitimidir.
-Mansur: Haydi hatrınız için öyle olsun. Arapça konuşalım. İyisiniz inşallah beyefendi!
-Ahmet: Beyefendi değilim.
-Mansur: Gerçekten, paşa mı oldunuz?
-Ahmet: Hayır.
-Mansur: O halde ne diyeceğiz?
-Ahmet: Adım Ahmet", mahlasım "Şunudi".
-Mansur: Ahmet Şunudi Bey.
-Ahmet: Bey değilim.
-Mansur: Ahmet Şunudi Efendi.
-Ahmet: Efendi değilim. Adım Ahmet Şunudi.
Bir kadının yetenekleri yalnız kocasının zevk ve hoşnutluğunu arttırmayla sınırlı kalacaksa, yine kadın" demek erkeklerin ihtiyaçlarını ve gereksinimlerini tamamlayacak "ev eşyasından" biri demek değil mi?
Halbuki efendilerinin yirmi yedisi tamamen görevsiz, sorumluksuz maaşlı müdavimlerdi".
Günün iyisi de kötüsü de bulunabilir. Hüner katlanabilmektir.
Ah, güzelim! Bir kere görsen! İnsanların neler yapabileceklerini görerek kahrolursun.
Günahkârlar günah işlemekle yetinmeyip günahları günahsız masumlara yüklemek kastında bulunuyorlar!
Düşünmeksizin, sadece bugünü gözeterek hissi davranmaktan tahmin edilemeyecek neticeler çıkabilir. Olgun insan için yarını düşünmek lazımdır.
Sözlerimin işine gelmeyenini bırakıp, işine geleniyle kendini savunmaya kalkmak mantık usulüne uygun olmaz.
Kazanılmış bilgilerin kullanılacağı yer olmadıktan sonra onları edinmenin ne luzüm ve faydası var?
Kitap okumak sayesinde dünyanın iyi ve kötü taraflarını öğrenmiş bir hanımdı.
Büyük ile büyük, küçük ile küçük, herkes için iyi, alçakgönüllü bir adamdı. Herkesin işini görmek, kim olursa olsun birine iyilik etmek için can atardı. O da takdir beklediği için değildi, bilakis bununla vicdani bir zevk duyardı.
Tam insan olmak arzusunda bulunanlar yaşamak denilen mücadelenin acı ve tatlı tecrübelerinden hisselerini almalıdırlar.
Mehmet Efendi akşamları bir iki tek rakı atmaktan geri kalmadığı için tepsi de bahçeye gelirdi.
Hareketimi şunun bunun bileceğine, diyeceğine göre ayarlamıyorum. Vicdanımın hükmü onu icap ettiriyor.
Doktor, her memleket, her cemiyet için yararlı bir insan olabilir.
Zamanımız maarif zamanıdır. Kültürsüzler için kuru ekmek bile güç bulunacaktır. Sen bir kere tahsilini bitir, adam ol. O vakit dünyanın her bir kapısı senin için açık olur.
Gözleri açıktı. Fakat beyni, içinden gelen duygular ve üzüntülerle dopdoluydu.
Çağımız eğitim çağıdır. Bilgisizler için kuru ekmek bile güç bulunacaktır.
“Artık bu defa bana sevgisi olup olmadığını anlamaya çalışacağım. Varsa, ah, kendimi ne kadar bahtiyar sayacağım! Ya yoksa… Yoksa, bundan sonra hayatımın yarısı, baharsız bir kış altında geçecektir.”
Sevgisinden mustarip olan kendini en bahtsız sayarmış.
Günahkârlar günah işlemekle yetinmeyip günahları günahsız masumlara yüklemek kastında bulunuyorlar!
Aman Ya Rab! Bu ne kadar alçaklık?
Gevşeklik zaman değil, metanet ve gayret zamanıdır. Devlet kendisine hizmet edeceklere muhtaçtır. Bunlar hizmet erbabı değil, memleketin kanını emmekle meşgul sülüklerdir.
–Cemiyetimizin düzeltilmesi için ben çok şey lazım zannederdim. Cemiyetteki bozuklukları zannettiğimin iki misli buldumsa da, onların düzeltilmesi çarelerinin de tahminimden pek az olduğunu anladım.
–(Alayını gizlemeksizin) Acaba bulduğunuz çareler nedir?
–Size iki kelimeyle arz edeyim mi? Herkesi okutmak ve eğitmek! Vakıa bunlar mühim işler demektir. Vatan çocuklarına kültür vermeli ve bu kültürün iyi kullanılması çarelerini göstermeli.
Hakikaten ortalık acayip, hizmet etmek güç, takdir olunmuyor. Birtakım ehliyetsizler, ehliyetli ve liyakatlilere meydan bırakmıyorlar.
— İşte şu karşınızdaki genç efendi, üç ay evvel memur olmuştur. Maaşı bin iki yüzdür. Hemen sâniye rütbesini almıştır. Kendisi tercüman beyin yeğenidir, diyordu.
Mansur da:
– Hangi mektepten çıkmıştır? diye sordu.
Muhatabı şaşkınlık ve tebessümle:
Hangi mektepten mi buyurdunuz? Mahalle mektebine bile uğradığı şüphelidir.
Tam insan olmak arzusunda bulunanlar yaşamak denilen mücadelenin acı ve tatlı tecrübelerinden hisselerini almalıdırlar. Açlık ve çıplaklık âlemini öğrensinler ki tokluklarının da kadrini bilsinler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir