Sabahattin Ali kitaplarından Esirler kitap alıntıları sizlerle…
Esirler Kitap Alıntıları
&“&”
Evet… Ben âşığım… Hem adamakıllı…
Aşk muhakkak ki bir hastalık… Âşık olduğumuzu ilk zamanlarda kendimizden bile saklamak istememiz zaten bunun bir hastalık olduğunu gösteriyor… Biz mütemadiyen: Değilim, değilim!.. diyoruz. Ve onu ancak, kolumuzu kımıldatamayacak kadar bize hâkim olduğu zaman kabul ediyoruz.
İnsan asıl birisini sevdiğini anlayınca, içinin de kainatı alacak kadar genişlediğini görüyor."
İçlerinde ve dışlarında güzelliğin en ufak bir eserini bile taşımayanlar ve güzel bir şey yapmaya asla muktedir olmayanlardır.
İnsan asıl birisini sevdiğini anlayınca içinin de kainatı alacak kadar genişlediğini görüyor.
Sevgi bizi saadete, zevke götürecek bir vasıtaysa diğer birisine ihtiyaç vardır. Fakat muhabbeti böyle adi bir vasıta değil de, büyük ve temiz bir gaye, hatta hayatımızın sebebi olan bir mevcudiyet diye kabul edersek başka birisinin lüzumu yoktur. İnsan tek başına da sevebilir. Böylece hiç kimseye hasredilmeyen bir aşk bütün kainatı içine alabilir. Halbuki bir şahısta toplanabilen ve teskin edilebilen bir aşkın, düşün, ne kadar kuvvetsiz ve dar olması lazımdır!
Genç kızlar ilk aşklarında pek o kadar titiz değildirler; tesadüfün önlerine ilk çıkardığı adama çabucak minimini kalplerini verirler. Seveceği insanları seçmek ve onlar üzerinde düşünmek, ancak, bu işlerde tecrübeli olduktan sonra başlar.
Dostlarım, eğer arzularımızı imkanların terazisinde tartmazsak her giriştiğimiz işte karımız bir muvaffakiyetsizlik olur.
Dünyada kuvvetlinin ve zayıfın, akıllının ve budalanın, faziletli olanın ve sefilin aynı derecede malik oldukları bir hak vardır: Yaşamak hakkı!.. Hiçbir meziyet, hiçbir kuvvet bu hakkı birisinden alıp diğerine vermek salahiyetinde değildir.
Ben başkalarına taze hayat ve taze kuvvet vermeye kalkarken bunlara herkesten çok kendimin muhtaç olduğumu unutmuşum."
SİYAOHİ: İnsanların böyle akıllı, böyle cesaretli ve sahiden insan olabilmeleri için muhakkak ölüme bu kadar yaklaşmaları mı lazım acaba?
Bütün hayatını bir şey istemekle geçirmek fakat istediği şeyin ne olduğunu kendisi de bilmemek ne kadar tahammül edilemez şey bilseniz…
KÜRŞAD: Zaten insan en tatlı, en bahtiyar anlarını bile ilerde geleceğini tasavvur ettiği felaketli ve karanlık günleri düşünerek karartmaktan kendini alamaz.
Şimdi artık vaktin hiç geçmemesini, durmasını istiyorum. İstiyorum ki, her şey bu dakikada bitsin ve bundan sonra hiçbir şey devam etmesin; çünkü geçen her dakika bu anları benden biraz daha uzaklaştıracak.
SİYAOHİ: Ne münasebet?.. Sevgi bizi saadete, zevke götürecek bir vasıtaysa diğer birisine ihtiyaç vardır. Fakat muhabbeti böyle adi bir vasıta değil de, büyük ve temiz bir gaye, hatta hayatımızın sebebi olan bir mevcudiyet diye kabul edersek başka birisinin lüzumu yoktur. İnsan tek başına da sevebilir. Böylece hiç kimseye hasredilmeyen bir aşk bütün kâinatı içine alabilir. Hâlbuki bir şahısta toplanabilen ve teskin edilen bir aşkın, düşün, ne kadar kuvvetsiz ve dar olması lazımdır!
KÜRŞAD: Dostlarım, eğer arzularımızı imkânların terazisinde tartmazsak her giriştiğimiz işte kârımız muvaffakiyetsizlik olur.
Çinliler bize yaşamak hakkını bile vermiyorlar.
1. HİZMETKÂR: Her şey ölümden daha korkunçtur. (Sükût) Bazı gece uyuyamazsın, içinden uykuyu alıp götüren büyük bir derdin vardır. Yarın karşılaşacağını ve önünde ezileceğini bildiğin birçok müşkülat yakıcı bir güneşin ışığı gibi gözlerine vurur, seni uyutmaz. Sen yorgun, bitkin, bir dakika kendini unutabilmek için çareler ararsın.
1. HİZMETKÂR: Ne fena şey değil mi?
2. HİZMETKÂR: Ne?
1. HİZMETKÂR: Ölmek. Etrafında dolaşan, konuşan ve yürüyen adamlara iştirak edememek, artık onlardan büsbütün ayrı olmak…
Mademki size olan sadakatimi göstermek imkanları yok, derhal cellatlara emrediniz… Yaşamak bana pek azaplı geliyor…
Aşk muhakkak ki bir hastalık…
Güzelliğe hücum edenler içlerinde ve dışlarında güzelliğin en ufak bir eserini bile taşımayanlar ve güzel bir şey yapmaya asla muktedir olmayanlardır.
Felsefenin ve ilahi düşüncelerin bana verdiği ağırlığa ve kemale rağmen bu adamın bulunduğu yerde kendimi bir tuzakta zannediyorum. İçimi sebepsiz bir endişe kaplıyor… Bu da etrafına avuç avuç emniyetsizlik saçan adamlardan biri… Ben gidiyorum…
,bunun üzerine düşündüklerini başkalarına söylemekten de vazgeçti. Hatta zannediyorum ki, düşünmekten de vazgeçti…
Genç kızlar ilk aşklarında pek o kadar titiz değildirler; tesadüfün önlerine ilk çıkardığı adama çabucak minimini kalplerini verirler. Seveceği insanları seçmek ve onlar üzerinde düşünmek, ancak, bu işlerde tecrübeli olduktan sonra başlar.
Mahirane tertip edilecek ve kahramanca yapılacak olan bir isyan, bizi pek de uzakta olmayan vatanımıza götürecektir.
…Ne o? Kapı mı?
2’İNCİ HİZMETKAR: Hayır, fakat gelmeleri yakındır… Biliyor musun, başımı pek emniyette hissetmiyorum…
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Hiçbir şey ölümden daha korkunç değildir!
1’İNCİ HİZMETKAR: Si-Gan-Fu şehrinin mehtabı ne kadar donuk; hiç bizim bozkırlarınkine benzemiyor!
2’İNCİ HİZMETKAR: Evet, benzemiyor. Fakat bunu da seyredebilmek, hiç seyredememekten herhalde iyidir.
1’İNCİ HİZMETKAR: Yani?
2’İNCİ HİZMETKAR: Yani, gözlerimin donuk bir mehtaba bakabilmesine razıyım, tek büsbütün kapanmasınlar.
Esirleri daha kuvvetli bir adam kurtaracaktır. Bugün olmazsa yarın kurtaracaktır. Çünkü ancak esareti isteyenler esir olurlar! Ve bizimkiler artık bunu istemiyorlar. Onları kurtaracak birisi herhalde çıkacaktır…
Hakiki vazifelerimizin ne olduğunu pek kati bilmediğimiz bu dünyada ben vazifem olduğunu zannettiğim bir şeyi yapmak istemiştim.
Halbuki sen benim vazifeme hıyanet ettiğimi iddia edeceksin… Belki ikimiz de haklı, belki ikimiz de haksızız, belki de ikimizden biri haklıdır. Ve bu anda üzerinde en az durulacak bir mesele varsa, o da budur.
Ben zannediyorum ki, olan şeylerin karşısında şu anda duyduğumuz elem ve ızdırap, bunların niçin böyle olduğunu düşünmekten bizi menedecek kadar kuvvetlidir…
Öyle bir uyku ki, ne çarpıntısı vardır, ne de yarını… Yorgun vücudun boylu boyunca yatıp dinlenecek ve hiçbir düşünce, hiçbir dert sana gelmeye yol bulamayacaktır. İşte ölüm bu uykudur… Geceleri gözlerini kapayamayanların aradıkları uzun ve rüyasız uyku…
Ne fena şey değil mi? Ölmek; etrafında dolaşan, konuşan, yürüyen adamlara iştirak edememek. Artık onlardan büsbütün ayrı olmak…
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Sevgi bizi saadete, zevke götürecek bir vasıtaysa diğer birisine ihtiyaç vardır. Fakat muhabbeti böyle adi bir vasıta değil de, büyük ve temiz bir gaye, hatta hayatımızın sebebi olan bir mevcudiyet diye kabul edersek başka birisinin lüzumu yoktur. İnsan tek başına da sevebilir. Böylece hiç kimseye hasredilmeyen bir aşk bütün kainatı içine alabilir.
İnsan asıl birini sevdiğini anlayınca içinin de kainatı alacak kadar genişlediğini görüyor.
ben başkalarına taze hayat ve taze kuvvet vermeye kalkarken bunlara herkesten çok kendimin muhtaç olduğumu unutmuştum."
-Size dimağımı, vücudumu ve kılıcımı veriyorum, bu kadarı yeter mi?
-Yeter!
-Fakat kalbim…
-Onun bize lüzumu yok…
-Kalbim bir başkası ile beraberdir.
-Bir başkası ile beraber olan kalbini burada bırak ve bize onsuz iltihak et…
Dağdaki küçük bir derenin nehire doğru koşan suları gibi bütün hislerim ona koşuyorlar. Ben kendimi bu selin önüne geçecek kadar kuvvetli hissetmiyorum.
-Dünyada kuvvetlinin ve zayıfın, akıllının ve budalanın, faziletli olanın ve sefilin aynı derecede malik oldukları bir hak vardır: Yaşamak hakkı! Hiçbir meziyet, hiçbir kuvvet bu hakkı birisinden alıp diğerine vermek salahiyetinde değildir. Çinliler bize yaşama hakkını bile vermiyorlar.
Yorgun vücudun boylu boyunca yatıp dinlenecek ve hiçbir düşünce, hiçbir dert sana gelmeye yol bulamayacaktır. İşte ölüm bu uykudur… Geceleri gözlerini kapayamayanların aradıkları uzun ve rüyasız uyku.
-Dün benden su istemişti, getirdiğim zaman elini uzattı… Bu elini işte. Parmaklarını şöyle kıvırarak kupayı yakaladı ve ağzına götürdü. Bak, şu ağzına… Halbuki şimdi.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
“Niçin yüzün şimdi bu kadar ciddi? Kim bilir ölüm seni ne kadar kolay almıştır. Haylaz bir çocuğun sapanıyla vurulan minimini bir saka kuşu gibi çabucak, hiç çırpınmadan ruhunu ölümün ellerine teslim etmişsindir. Ve ölüm sana bu kuşa geldiği kadar habersiz gelmiştir.”
“Kendi kalbini bir aşkın elinden kurtaramayan adam nasıl milyonlarca insanı kurtarmaya kalkar.”
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
“Zaten insan en tatlı, en bahtiyar anlarını bile ilerde geleceğini tasavvur ettiği felaketli ve karanlık günleri düşünerek karartmaktan kendini alamaz, ilahlar lekesiz ve tam bir saadeti insanlara vermek istememeişlerdir.”
“Güzelliğe hücum edenler içlerinde ve dışlarında güzelliğin en ufak bir eserini bile taşımayanlar ve güzel bir şey yapmaya asla muktedir olmayanlardır.”
“Mamafih… Aşk siz yaştaki çocuklar arasında pek o kadar da tehlikeli olmayan bir oyundur. Belki biraz da hoş bir oyun. Fakat ciddiye almamak şartıyla
“Bir millete taze hayat vereceklerin ihtiyar olmamaları lazımdır.”
“Yani, gözlerimin donuk bir mehtaba bakabilmesine razıyım, tek büsbütün kapanmasınlar.”
Aşk muhakkak ki bir hastalıktır… Aşık olduğumuzu ilk zamanlarda kendimizden bile saklamak istememiz zaten bunun bir hastalık olduğunu gösteriyor… Biz mütemadiyen: Değilim, değilim!…diyoruz. Ve onu ancak, kolumuzu kımıldatamayacak kadar bize hakim olduğu zaman kabul ediyoruz.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
İşte ölüm bu uykudur… Geceleri gözlerini kapayamayanların aradıkları uzun ve rüyasız uyku.
İnsanlarin böyle akıllı, böyle cesaretli ve sahiden insan olabilmeleri için muhakkak ölüme bu kadar yaklaşmaları mı lazım acaba?
Genç kızlar ilk aşklarında pek o kadar titiz
değildirler, tesadüfün önlerine ilk çıkardığı
adama çabucak minimini kalplerini verirler.
Seveceği insanları seçmek ve onlar üzerinde
düşünmek, ancak, bu işlerden tecrübeli olduktan sonra başlar.
Esas mesele yaşadığını bilmek değil yaşamaktır.
İnsanın etrafı kendisinden bir şey bekleyenler veya kendisine hiç sebepsiz fenalık etmek isteyenlerle doludur ve böyle bir yerde insan kendisine korkmadan koşabileceği birisini o kadar arıyor ki..
Ben aşığım… Hem adamakıllı… Aşk , muhakkak ki bir hastalık…
Hastalığını, hastalık olarak bilen hasta değildir.
İnsan tek başınada sevebilir.
Her şey ölümden daha korkunçtur.(Süküt) Bazı gece uyuyamazsın, içinden uykuyu alıp götüren büyük bir derdin vardır. Yarın karşılaşacağını ve önünde ezileceğini bildiğin birçok müşkülat yakıcı bir güneşin ışığı gibi gözlerine vurur ve seni uyutmaz. Sen yorgun, bitkin, bir dakika kendini unutmak için çareler ararsın. Kalbinin etrafında gürültü yaparak sana uykuyu haram eden bu düşünceleri bir an olsun kafandan çıkarmaya karar verir, yüze kadar sayar yahut gözlerini sabit bir noktaya dikerek hiçbir şey düşünmezsin. Yavaş yavaş tatlı bir dalgınlık vücuduna yayılmaya başlar, adeta her tarafının yumuşadığını duyarsın.
Fakat bu anda kafandan zorla çıkarıp attığın düşünceleri dışarda tutan eller de yumuşar. Ve bir sandalın altındaki deliği kapayan tıkaç oradan alındığı zaman sular nasıl deli gibi içeri dolarsa, bu düşünceler de tekrar kafana hücum ederler. Sen, kalbin şiddetle çarparak uyanırsın. Aynı azap yeniden başlar. Seni asıl harap eden, şimdi uyusan bile yarın akşam işkencenin gene tekrar edeceğini, hiç bitmeyeceğini bilmektir. O zaman gözlerinde bir uyku tüter. Öyle bir uyku ki, ne çarpıntısı vardır, ne de yarını. Yorgun vücudun boylu boyunca yatıp dinlenecek ve hiçbir düşünce, hiçbir dert sana gelmeye yol bulmayacaktır. İşte ölüm bu uykudur. Geceleri gözlerini kapayamayanların aradıkları uzun ve rüyasız uyku.
– Hiçbir şey ölümden daha korkunç değildir!
+ Her şey ölümden daha korkunçtur.
Aşk,muhakkak bir hastalıktır. Aşık olduğumuzu ilk zamanlarda kendimizden bile saklamak istememiz zaten bunun bir hastalık olduğunu gösteriyor. Biz daima “değilim,değilim!” diyoruz ve onu ancak , kolumuzu kımıldatamayacak kadar bize hakim olduğu zaman kabul ediyoruz.
Bu alışverişte asıl feda ettiğim şey onun kalbi değil, benim kendi aşkım…İşte bunun için bu fedakarlık bana bu kadar ağır geliyor.
Eğer ilahlar ,dimağların sözüne bu kadar az itaat edebileceğini bilselerdi onu vücutlarımızın en yüksek yerine koymaktan vazgeçerlerdi.
Güzelliğe hücum edenler içlerinde, dışlarında güzelliğin en ufak bir eserini bile taşımayanlar ve güzel bir şey yapmaya gücü yetmeyenlerdir.
İnsan asıl birisini sevdiğini anlayınca içinin de kainatı alacak kadar genişlediğini görüyor.