İçeriğe geç

Herkes İçin Siyer Kitap Alıntıları – Muhammed Emin Yıldırım

Muhammed Emin Yıldırım kitaplarından Herkes İçin Siyer kitap alıntıları sizlerle…

Herkes İçin Siyer Kitap Alıntıları

&“&”

Unutmayalım, bazen galibiyetin veremediği dersleri mağlubiyet verebilir.
Hayatında da güzeldin, ölümünde de güzelsin ya Resûlallah!
Üstünlüğün alameti, işareti asla ırk, cinsiyet, toprak, renk, dil, yaş, mensubiyet değildir. Üstünlük sadece ve sadece takvadadır.
Muhakkak ki kadınlarınızın sizin üzerinizde hakları vardır ; sizlerin de kadınlarınızın üzerinde hakları vardır. Onlar size Allah’ın birer emanetidir.
Mesele başkalarının kusurlarıyla, eksikleriyle uğraşmak değil, kendi doğrularımızı çoğaltmaktır…
Mekke’nin Fethinden sonra nüfuslu kabilelerden biri olan Mahzûmoğullarından bir kadın hırsızlık yapar. İslam şeriatına göre bu suçun cezası elinin kesilmesidir.

Aile nüfuslu ve zengin olduğu için hemen harekete geçer. Peygamber efendimiz için çok kıymetli olan bir sahabe bulunur. Bu peygamberimizin manevi oğlu Zeyd’in oğlu Üsame’dir. Üsame o zaman diliminde 16-17 yaşlarında bir delikanlı ve efendimiz kendisine gerçekten büyük bir muhabbet besliyor.

Üsame, efendimizin evine gider, müsade isteyip içerir girer. Efendimiz, Üsame’yi görünce büyük mutluluk yaşar. Ellerini, ellerinin içine alır ve ona hayır duada bulunur.

Ardından Üsame meramını anlatmaya başlar. O anlattıkça efendimiz öfkelenir ve nihayet “Ey Üsame! Sen Allah’ın emirleri uygulanmasın diye aracı olmaya mı geldin?” diye sorar. Bu cümle, Üsame’nin idrakine şok etkisi yaratır ve Üsame’nin yaptığı hatanın farkına varıp uzun süre tevbe etmesine sebep olur.

Bu olayın ardından efendimiz hemen “Biz davamızı, Üsame’ye bile anlatamamışsak, kime anlatabilmişizdir?” diyerek ashabı toplar ve onlara tarihin sayfalarına altın harflerle yazılması gereken şu hutbeyi irat eder: -Hutbeyi aynen aktarıyorum-

“Sizden önceki insanların helâk olmalarının sebebi, aralarında ileri gelen (zengin) kimseler hırsızlık yapınca suçun cezasını vermeyip zayıf (ve fakir) kimseler hırsızlık yapınca ceza uygulamalarıdır. Bu canı bu tende tutan (Allah)a yemin ederim ki Muhammedin kızı Fâtıma hırsızlık yapsa, onun da elini keserdim!” (Müslim, Hudûd, 9)

Nübüvvet veya imamet, değerleri yüceltir; saltanat ise şahısları yüceltir.
Bir insanın hidayete erişmesini, dünyanın fethine denk gören zihniyetin adıdır islam…
“Unutmayalım ki bu dünya Resûlallah’ı (s.a.v) bile güldürmedi, bizi mi güldürecek ? Yaşadığımız dünya imtihan dünyasıdır. Bizler cefa yurdundayız, sefa yurdunda değiliz.”
Kadınlar size emanettir."

Emanet, sahip değil şahitsin demektir ve o şahitlikten birer birer hesaba çekileceksin demektir.

Asabiyetçilik ve ırkçılık dediğimizde, yani bir başkasına üstünlük taslamak dediğimizde biraz dar düşünüyor ve meseleyi sadece kavmiyetçilik olarak anlıyoruz. O, işin en önemli ayağıdır ama asabiyetçiliğin daha birçok ayağı vardır.

Hemşehricilik gibi bir boyutu vardır. Ya da yaş gibi bir boyutu vardır; mesela kişi yaşlıysa gençleri, genç ise yaşlıları küçümser. Cinsiyet gibi bir boyutu vardır; erkektir kadını, kadındır erkeği küçümser. Mensubiyet gibi bir boyutu vardır; kişi neye mensupsa -bir partiye, bir cemaate, bir tarikata her neyse- kendini seçilmiş ve üstün görür, diğerlerine tepeden bakar. İşte bütün bunların hepsi Cahiliye adetlerindendir ve üstünlüğü takvada gören bir din bunları asla kabul etmez!

Üstünlük takvadadır demek ise kişinin dindarlığını reklam etmesi değil, sorumluluğunun gereğini yerine getirmesidir.

Sahabe, takvayı; “Gördüğün her mümini kendinden hayırlı zannetmendir” olarak anlıyordu.

Efendimizin karşısında mücadele etmek zorunda olduğu üç cephe vardı.: Küfür cephesi, Nifak cephesi, Cehalet cephesi.
Bugünün müslümanları karşısında da bu üç cephe vardır.
Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık yolunda kavga veren bizden değildir. Irkçılık yolunda ölen bizden değildir.
Hz. Muhammed (asm)
Her şeyin bir zamanı vardı; zamanı tayin eden ise elbette zamanın mutlak manada sahibi olan Allah’tı.
Ey Uhud! Eğer bugün bize inen hüzün sana inseydi, sen de o hüznün altında paramparça olurdun.
Gönül mahzun olur göz yaşarır ama bu dilden Allah’ı memnun etmeyecek tek bir cümle çıkmaz. Ey İbrahim! Biz senin firakınla / ayrılığınla çok mahzunuz!
Mesele başkalarının kusurlarıyla, eksikleriyle uğraşmak değil, kendi doğrularımızı çoğaltılmaktır.
Siyer bize şunu öğretti: Herkes her işi yapamaz ama herkesin yapacağı bir iş vardır.
Duruşunu bilmeyen ve öğrenmeyen bir insan, asla yürüyüşü öğrenemez.
Hedefler büyürse himmet de büyür; hedefler büyürse adımlar da büyür.
Yaptığın iş eğer Allah Resulü’nün yoluna uyuyorsa, sen o yol birlikteliğinden dolayı ehl-i beytinden sayılırsın. Yani mesele soy meselesi değil, yol meselesidir.
Acıdan daha güzel bir muallim yoktur aslında. Acı; adamı yoğurur, pişirir, kıvama getirir ve eğer acıyı iyi yönetirse bir insan, o acı onun hocası muallimi olur.
Irkçılık bir Cahiliye âdetidir. Irkçılık, kişinin başkasına kendi gayretiyle elde edemeyeceği özelliklerinden dolayı üstünlük taslamasıdır ve bu, şeytanın davranışıdır
Dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım, orayı Medine kılmak için niyet etmeli ve gayret göstermeliyiz
De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkumdur.

*İsrâ 81

Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Adalet
Yani güçsüzken adil olmaya çalışmak, evet olabilir; fakat güçlüyken adil olmak, işte asıl mesele o.
&‘Allah’ın hükmü dururken bir başkasının hükmünü kabul etmek ve bunu o hükmün üzerine koymak, onu rab edinmektir.’
Vallahi hırsızlık yapan kızım Fâtıma dahi olsa, onun elini keserim."
Nübüvvet veya imamet, değerleri yüceltir; saltanat ise şahısları yüceltir.
Mekke’nin fethi nedir?
İnsanlık tarihinin en kansız fethidir.
Karanlığın en şiddetli olduğu anlar, aydınlığın müjdecisidir.
Mağlubiyet eğer iyi yönetilirse aslında bir zaferdir.
Acıdan daha güzel bir muallim yoktur aslında. Acı ; adamı yoğurur, pişirir, kıvama getirir ve eğer acıyı iyi yönetebilirse bir insan, o acı onun hocası, muallimi olur.
Bazen galibiyetin veremediği dersleri mağlubiyet verebilir.
Aslolan isim değil, karakterdir.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Gönül mahzun olur göz yaşarır.
İlim bir okyanustur, derya gibidir;
Biz o deryadan ancak katreler alabiliyoruz.
Unutmayalım ki bu dünya Resûlullah’ı (s.a.v) bile güldürmedi, bizi mi güldürecek ?
Mesele başkalarının kusurlarıyla, eksiklikleriyle uğraşmak değil, kendi doğrularımızı çoğaltmaktır.
Biz iki dünyalıyız,
tek dünyalılara meydan okuyoruz.
Gönüller fethedilmedikten sonra
topraklar feth edilse ne yazar ?
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Kaside-i Bürde Türkçeye de çevrilmiştir. Yapılan bir çalışmada ufak bir kısmı şöyle Türkçeleştirilmiştir:

Gün olur bir olay gelirse başa,
Kesip ümidi düşme telaşa…
Kereminden mahrum eder mi haşa…
Resûl’ün yaktığı meşale sönmez,
O kapıyı çalan eli boş dönmez.

Bir kişinin hidayete ermesi, üzerinde güneşin doğup battığı bütün toprakların fethinden daha hayırlıdır.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Biz iki dünyalıyız, tek dünyalılara meydan okuyoruz.
Bizim için iki şey vardır:
Ya ŞEHADET Ya ZAFER!
Yahudi alim Nu’man n. Funhus:
“Eğer Ebû’l-Kâsım (Muhammed) gerçekten bir peygamber ise, bu üç isim de bir daha Medine’ye dönemezler. Çünkü İsrailoğulları’ndan bir peygamber, arka arkaya üç komutanın ismini söylemişse, bu onların o savaşta öldürüleceğine işaret ederdi. Eğer Muhammed gerçek bir peygamberse yine böyle olacaktır.”
“Muhammed’in adamları hiçbirinin adamlarına benzemiyor.
Onlar Muhammed’in etrafında dört dönüyorlar.
Vallahi her biri ölmeye dünden razıdır ve hepsi ölümü öldürmüş vaziyettedir.”
Dilinden İslam’ı düşürmeyip hayatında İslam namına bir şeyler yoksa yan hâline!
Efendimiz (s.a.v.) “Ayağımın altındadır” demiştir.

Onun ayağının altında olanı başımızın üzerine koyduğumuzda, başımızı da onun ayağının altına koymuş oluruz.

Münafığın zaten ikiyüzlü hatta üç yüzlü, dört yüzlü yapısı vardır.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Boş kaldığında hemen başka işe koyul!"

İnşirah 94/7

Arifin biri şöyle diyor:
“Bardak değil, sürahi eğilir doldurmak için.”
Yani doldurmak isteyen eğileceği yeri bilmeli, değil mi hocam?
Hz. Ömer’in tavrı çok manidardır.
O, şahsa değil küfre düşmandır. Günahkâra değil günaha düşmandır.
Biraz önce öldürmeye meyilli olduğu insana şimdi kardeşim" diyerek sarılmasının anlamı işte budur.

İslâm da budur zaten.

Bu dünya Resûlullah’ı (s.a.v.) bile güldürmedi, bizi mi güldürecek?
Biz Peygamber (s.a.v.) hakkında,
“Onun elinde kılıç vardı!” dediğimiz zaman hemen arkasına bir cümle daha eklemeliyiz:

“Evet, onun elinde kılıç vardı ama kılıcının üstünde hiçbir beşerin kanı yoktu.”

Yani güçsüzken adil olmaya çalışmak, evet olabilir;
Fakat güçlüyken adil olmak, işte asıl mesele o.
“Eğer yaptığımız iş Yahudileri kızdırdıysa, demek ki biz çok doğru bir iş yapmışız.”
Acıdan daha güzel bir muallim yoktur…
Merhamet hem acımak hem acıtmamaktır, ancak acıtmamak önce gelir..
Emirlerin yani idare sahiplerinin, güç sahiplerinin, bir yerlerde görevli olanların, kadıların, hakimlerin hediye alması rüşvettir.
Efendimiz (s.a.v.) dinlenmenin yatmakta değil, Kur’ân’ın kendisine öğrettiği şu hakikatte olduğunu biliyordu: Boş kaldığında hemen başka işe koyul!" (İnşirah 94/7)
Gönüller fethedilmedikten sonra topraklar fethedilse ne yazar? Önce yüreklerin fethedilmesi gerekir.
Fıkhı olmayan bir alan yoktur. İslam, hayatın her alanına dokunur ve dokunduğu her alanın kural ve kaidelerini ortaya koyar. İşte bu kural ve kaidelerin bütününe fıkıh denir.
Mesele soy meselesi değil, yol meselesidir.
Sahâbe takvayı nasıl anlıyordu biliyor musunuz? Onlara göre takva, Gördüğün her mümini kendinden hayırlı zannetmendir." Bakışımız böyle olduğunda, takvayı böyle anladığımızda bu aziz dini de doğru anlamış olacağız.
Cehalet cephesine karşı verilecek mücadele merhamet üzerinedir. Nifak cephesine karşı verilecek mücadele tedbir üzerinedir. Küfür cephesine karşı verilecek mücadele ise strateji üzerinedir.
Elimize bir dünya haritası alsak ve Müslümanların yaşadığı ülkelere şöyle bir baksak, birçok yerde savaşların sorunların, kavgaların olduğunu görürüz. Bu sorunların büyük bir kısmının altında yatan hususun ise ırkçılık belası
olduğuna şahit oluruz.
Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık yolunda kavga veren bizden değildir. Irkçılık yolunda ölen bizden değildir!" demiştir. "Bizden değildir" ifadesinin ne anlama geldiğini anlıyoruz değil mi? Yani ırkçılık yapanlar islâm dairesinin dışındadır. Çünkü İslam bunu kabul etmez.
Unutmayalım ki bu dünya Resulallah’ı(s.a.v) bile güldürmedi, bizi mi güldürecek? Yaşadığımız dünya imtihan dünyasıdır. Bizler cefa yurdundayız, sefa yurdunda değiliz. Bunları unutmazsak imtihanlarımız ve dertlerimizle barışık hale gelir ve en zorlu anlarda sahabenin yaptığı gibi Resulullah’ ın(s.a.v) çektiklerini hatırlayıp sükun buluruz.
(Efendimizin) “Kadınlar size emanettir.” cümlesini sanki kadının değersizleştirilmesi, metalaştırılması gibi anlıyorlar. Ancak emanet kavramı asla böyle anlaşılmaz…
Emanet, sahip değil şahitsin demektir ve o şahitlikten birer birer hesaba çekileceksin demektir.
Öndeki insanın, en arkadaki insanın halinden anlayabilmesi için o seviyede olması gerekir.
Enes b. Malik (r.a) o anları bize şu cümleyle aktarır: Resûllullah’ın (s.a.v.) Bi’ri Maûne’de şehit olan sahabeye yanıp üzüldüğü kadar hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim."
Ey Uhud şehitleri! Ne kadar isterdim o gün sizinle beraber burada şehit olayım ve burada bu dağın eteklerinde sizinle beraber defnolayım!
Allah Resûlü (s.a.v.) sadık dostu Ebu Bekir’e dönüp, Ebu Bekir, görüyor musun? Hamza’nın ağlayanı bile yok…" dedi.
Ahh Mus’ab! Mekke’nin zengin delikanlısı… Sen Mekke’nin sokaklarında gezerken perdeler senin için hareket ederdi. Yürüdüğün yollar senin özel kokundan tanınırdı. Senin herşeyin özeldi. Ama şuan da sen, Allah yolunda şehitsin ve üzerinde ki elbise sana kefen olarak bile yetmiyor…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir