Hasan Ali Toptaş kitaplarından Kuşlar Yasına Gider kitap alıntıları sizlerle…
Kuşlar Yasına Gider Kitap Alıntıları
&“&”
Kendini anlatmak için hayat bazen beklediğimizden hızlı davranıyor.
Kitaplığımda açılan boşluk sadece gözüme değil, hemen her gün kalbime de batıyordu.
Yeryüzünün bu saatinde iyi olmak mümkün mü? Bok gibiyim.
Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.”
Öyledir, dedi Zübeyir; bazı canlıları yara öldürmüyor, muhatapsız kalmak öldürüyor.
Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.
Bir vakit ,ikimiz de sustuk. Neden sustuğumuzu bilmiyorum ama o an telefondaki sessizlik ikimizden doğmuyormuş gibi geldi bana. Sessizlik kılığına bürünmüş başka bir şey vardı sanki, aramızda, öylece duruyordu.
Bir vakit ikimiz de sustuk. Neden sustuğumuzu bilmiyorum ama o an telefondaki sessizlik ikimizden doğmuyormuş gibi geldi bana. Sessizlik kılığına bürünmüş başka bir şey vardı sanki, aramızda, öylece duruyordu.
Bazı canlıları yara öldürmüyor, muhatapsız kalmak öldürüyor.
Yeryüzünün bu saatinde iyi olmak mümkün mü, bok gibiyim anne, hatta boktan bile beterim diyemedim tabii ona; güçlü görünmeye çalıştıkça zayıflayan kuru bir sesle, iyiyim anne, iyiyim, siz nasılsınız, dedim.
Velhasıl, acı biberdir el kapısı.
Ayperi; adımlarıyla, ağzıyla, yanaklarıyla, elleriyle, en çok da gözleriyle sustu.
Dünya gözyaşlarımın içindeydi artık, dünya bulanıktı, dünya ıslaktı ve dünya kalın uğultular eşliğinde, etrafa buğular saçarak, hafif hafif titriyordu.
Boş laf ağız kurutur yahu, dedi sonra, başka bir b*ka yaramaz!
“Çünkü,diye devam etti babam;hırs atına binenler,çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar.”
Bazı canlıları yara öldürmüyor, muhatapsız kalmak öldürüyor.
Dünya gözyaşlarımın içindeydi artık, dünya bulanıktı, dünya ıslaktı ve dünya kalın uğultular eşliğinde, etrafa buğular saçarak, hafif hafif titriyordu.
Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.
Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam,kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi ve az evvel dediğim gibi,gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü."
Zaten o yıllarda burnumuzun ucunda gezinen bir mazot kokusuydu babam, kulağımızda çınlayan uzak bir motor sesiydi ve az evvel dediğim gibi, gitti mi gelmek bilmezdi bir türlü.
İnsanı yaralı olmak değil muhatapsız kalmak öldürüyor."
Nihat’la birlikte onun gösterdiği yere giderek iki adım arayla yan yana durduk. Mezarın başındaki insanlar da sıraya geçip teker teker başsağlığı dilemeye başladılar biz öyle durunca. Benim gözyaşlarım yine boşandı tabii, kendime bir türlü hakim olamadım. Birisi önümde durup hüküm Allah’ın başın sağ olsun, dediğinde babam yeniden ölüyordu çünkü. Sonra bir başkası geliyor yeniden, yeniden, yeniden ölüyordu.
Eşek deyince doğrudan eşek mi geliyor aklına? Eşek diye eşeğin parasını hazır tutarsın yastığın altında, o senden ekmek aş istemez. korkma. Kafanı da her gece üstüne koyarsın, oh el kapısı mel kapısı düşünmeden rahatça uyursun. Para eşektir zaten, başka nedir ki?
Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır." dedi bir ses o sırada çıtırtıların arasından; bu cümle senin kitaplarından birinde yer alıyor öyle değil mi?
Oğlum, dedi benim öyle baktığımı görünce; ay hilalken yapılmaz böyle şeyler. Tarhana karılmaz mesela, erişte kesilmez, pekmez kaynatılmaz. Ay hilalken yapılırsa bunlar ya kurtlanır ya da bozulur. Kurtlanıp bozulmasa bile, beti bereketi olmaz. Uzun ömürlü ve bereketli olması için bu tür şeyleri illaki dolunay varken yapmak lazım. Biz atalarımızdan böyle gördük çünkü.
Hırs atına binenler çoğu kez ne vakit düştüklerini bilemezler, Allah vere de o şahıs çoluk çocuğunun üzerine düşmese.
Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.
Bazı canlıları yara öldürmüyor, muhatapsız kalmak öldürüyor.
Konuşmak iyi gelmişti aslında,dağılmamış olsa bile ruhumdaki bulutların rengi biraz değişmişti."
Öyledir, dedi Zübeyir; bazı canlıları yara öldürmüyor, muhatapsız kalmak öldürüyor.
Dünya gözyaşlarımın içindeydi artık, dünya bulanıktı, dünya ıslaktı ve dünya kalın uğultular eşliğinde, etrafa buğular saçarak, hafif hafif titriyordu.
Bazı canlıları yara öldürmüyor, muhatapsız olmak öldürüyor.
Dünya gözyaşlarımın içindeydi artık, dünya bulanıktı, dünya ıslaktı ve dünya kalın uğultular eşliğinde, etrafa buğular saçarak, hafif hafif titriyordu.
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Hırs atına binenler, çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar.
Ruhu yaptığı işin içinde birazcık yol alsın da zihni rahatlasın…
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Kimi zaman iç kanamalı bir şilep gibi rakıya demirlerler yüreklerini… #babalaradair
Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır…
…,tipi Mercedes,motoru Thames,ruhsattaki markası Saurer olan,yamalı bohça misali, bir de yarım dünya gibi alâmet kıyamet bir kamyon aldı.
Dünya gözyaşlarımın içindeydi artık, dünya bulanıktı, dünya ıslaktı ve dünya kalın uğultular eşliğinde, etrafa buğular saçarak hafif hafif titriyordu.
Ortalığı, kaybolan şeylerin varlığını hatırlatan derin bir sessizlik kapladı.
İnsanı kederlendiren, mendil kadar, daracık bir gökyüzü vardı bu tepenin üstünde.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
İnsanı kederlendiren, mendil kadar, daracık bir gökyüzü vardı bu tepenin üstünde.
Ben sigaramı söndürüp yenisini yakarken eriği kesmeye başladı…..sarsıldı, sarsıldı ve yanının üstüne küt diye devrildi.
Erik değil de &‘babam’ devrilmiş gibi oldu o sırada, canım acıdı.
Erik değil de &‘babam’ devrilmiş gibi oldu o sırada, canım acıdı.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Siz, dedi titrek bir sesle; Azrail’i ak urbalar içinde gezen, aksakallı biri mi sanıyorsunuz? Elinde ecel defteriyle bulutların arasından süzüle süzüle çıkıp gelir mi sanıyorsunuz? Ne vakit, hangi kılıkta geleceğini kimse bilemez onun. Türlü türlü yerlerden, türlü türlü kılıklara bürünerek çıkar gelir çünkü. Geliyorum meliyorum demeden, havsızca çıkar gelir."
Yaşlılık, kısa mesafelerin haddizâtında ne kadar uzun olduğunu görme vakti."
Ortalığı kaybolan şeylerin varlığını hatırlatan derin bir sessizlik kapladı.
Dünya gözyaşlarımın içindeydi artık, dünya bulanıktı, dünya ıslaktı ve dünya kalın uğultular eşliğinde, etrafa buğular saçarak hafif hafif titriyordu.
Velhasıl, acı biberdir el kapısı.
Böylece ben türkülerin içinde ilerledim saatlerce, türküleri tırmanıp türkülerden indim, türkülerden geçtim, türkülerde Mola verip türkülerden hareket ettim…
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Yaşlılık, kısa mesafelerin haddizâtında ne kadar uzun olduğunu görme vakti.
Dilimin ucuna geliveren kelimelerin hepsini yuttum.
Sesi sıcacıktı.
Bazı canlıları yara öldürmüyor, muhatapsız kalmak öldürüyor.
Gül şurubuna benzeyen o tatlı sesi, o masum yüzü, o cıvıl cıvıl gülüşü…
O an, birbirimize bakışlarımızla sarıldık sanki.
Demek seni gözünün içine baka baka aldattı ha, dedi bana dönerek yeniden; bir şey söyleyeyim mi, sana da zaten aldatılmak yakışırdı oğlum.
Hırs atına binenler, çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar.
En münasip zamanda, en isabetli silleyi Allah’tan başka kim vurabilir?
Çünkü diye devam etti babam,
“Hırs atına binenler, çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar.”
“Hırs atına binenler, çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar.”
Eskiden yürüdüğünde, bastığın yer titrerdi senin.
Ee, dedi öteki.
E’si var mı bizim oğlan, bastığın yer titremiyor artık, sen titriyorsun!
Ee, dedi öteki.
E’si var mı bizim oğlan, bastığın yer titremiyor artık, sen titriyorsun!
İnsan dediğin bir tek yapraktır.
Direksiyonun başında dikkatim dağılıp gitmesin diye ben de arabanın radyosunu açmış, o an karşıma çıkıveren Seyit Çevik’ten, Avluda bağlıdır yiğidin atı" türküsünü dinliyordum. Kemandaki tavrından ve genizden geliyormuş gibi görünen o şişkin avurtlu, esmer sesinden ötürü seviyordum Seyit Çevik’i. Hiç kuşkusuz, Bulduk Usta’nın, Muharrem Ertaş’ın, Çekiç Ali’nin ve Hacı Taşan’ın genişlettiği topraklardan çeşitli rüzgârlar getirdiği ve bu rüzgarları sesinin avlusunda gezdirdiği için de seviyordum.
Bir yandan ilaç, bir yandan ter, bir yandan da çaresizlik kokan upuzun koridorlarda, bulanık bir insan seliyle birlikte saatlerce sağa sola koşuşturduk.
Sessizlik kılığına bürünmüş başka bir şey vardı sanki, aramızda, öylece duruyordu.
Bu dünyanın işine aklım ermiyor benim.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.