İçeriğe geç

Osmanlı Tarihi Kitap Alıntıları – İsmail Hakkı Uzunçarşılı

İsmail Hakkı Uzunçarşılı kitaplarından Osmanlı Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Osmanlı Tarihi Kitap Alıntıları

&“&”

II.Bayezid’in hem yay yapıcısı, hem de kemankeş (ok atıcı) olduğu bilinmekte olup kendi ismini taşıyan yaylar Topkapı Sarayı Müzesi silâh dairesinde bulunmaktadır."
Bütün İslâm âleminde yazıyı en güzel yazan ve işleyen ve ona bir tavr-ı mahsus vererek muhtelif mektepler halinde onu kemale eriştiren Osmanlı Türkleridir."
Sultan II.Bayezid’in oğlu âlim ve şâir bir şehzâde olan Korkud, mûsikîde de üstad imiş ve kendisi her nevi sazı çaldığı gibi gıdây-ı ruh isimli bir saz da îcat etmiştir."
Osmanlıların ilk devirlerinde en yüksek ilmiye derecesi kazaskerlik idi. Fatih Sultan Mehmed zamanındaki kanunnâmeye göre şeyhü’l-islâm diye isim verilen müftü ulemânın reisi yani müderrislerin arasında en yüksek derecede idi."
En yüksek beylerbeyilik Rumeli ve sonra Anadolu beylerbeyliği idi; Rumeli beylerbeyisi terfi ederse küçük vezir yani divan-ı hümâyunda sonuncu vezir olurdu; Anadolu beylerbeyisi terfi ederse Rumeli beylerbeyisi olurdu."
Deli askerî sınıfı XVI.yüzyıldan evvel görülmeyip ancak bu asırda kısmen Türk ve kısmen de Boşnak, Sırp, Hırvat gibi Müslüman olmuş cengâver sınıflardan teşekkül etmişti. Tamamiyle Rumeli halkındandı."
Tımarlı sipahiler muharebede yarım hilâl şeklindeki Osmanlı ordusunun sağ ve sol kanatlarını teşkil ederek ordu merkezini yandan gelecek taarruzlara karşı muhafaza ederlerdi."
Pâdişah tahta cülûs ettiği zaman Sultan Yıldırım Bayezid tarafından ihdas edilen kanun mûcibince Kapıkulu ocaklarına cülûs bahşişi ismiyle para dağıtılırdı."
Yeniçerilerin XV.yüzyıl ortalarına kadar mevcudu ortalama on bin kadar olup bundan sonra Kanuni’nin vefatına kadar bu miktarın on iki bini aşmadığını görmekteyiz."
Yeniçerilerin yemekleri her ortanın matbahında pişerdi; yemek pişen kazan oda halkı tarafından mukaddes addolunur ve bir isyan vukuunda bu kazanlar meydanlara çıkarılırdı ki buna tarihlerde kazan kaldırma denilmektedir."
Acemi ocağı devşirmeleri Hristiyanlardan alınırken müstesna olarak Bosna’nın zaptından sonra İslâmiyet’i kabul etmiş olan Patoren denilen Müslümanların çocuklarından da alındı ki Osmanlı vesikalarında bunlara Potur oğulları denilmektedir."
Müneccimbaşılar pâdişah cülûslarında, sefere çıkışlarda, donanma hareketlerinde, vezir-i âzama mühür verilişinde ve sair buna benzer hususlarda bir uğurlu saat intihap ederler ve bu gibi şeyler onların gösterdikleri uğurlu saatlerde yapılırdı."
Osmanlı sarayının Bâbü’s-saâde denilen beyaz hadım ağaları muhafaza ederlerdi; XV.asırla XVI.asrın sonlarına yakın zamana kadar Osmanlı sarayının en büyük, en nüfuzlu ağası Bâbü’s-saâde veya Kapı ağası idi."
Hasoda, hazine koğuşunun üstünde olup pâdişaha en yakın olanlar burada olup hizmet ederlerdi; asıl Enderun ağaları denilen sınıf bu hasodalılardı; bu odanın en büyük zabiti Hasoda başı ile silâhdar, çuhadar, rikâbdar’dı."
Boğdan voyvodaları Osmanlı hazinesinden başka Kırım hanlarına da vergi veriyorlardı; eğer Kırım hanı bir tecavüz vukuunda Boğdan beyine yardım edecek oluraa bu vergi o zaman iki kat alınırdı."
Yavuz Sultan Selim zamanında, Kırım hanı olanların oğul veya kardeşlerinden birini rehin olarak İstanbul’a yollamaları kanun oldu ve ilk defa Mengli Giray’ın oğlu Saâdet Giray rehin olarak İstanbul’a gönderildi."
Osmanlı nüfuzu altında bulunan Kırım hanları içişlerinde müstakil olup hutbelerde Osmanlı hükümdarından sonra hanların adları zikredilir ve namlarına para basılırdı."
Ordusu üzerinde hiçbir Osmanlı hükümdarı Sultan Süleyman kadar sevgi ve saygı uyandırmamıştır."
Belgrad Seferi esnasında Osmanlı ordusunda fil de vardı. Kanuni’nin bu ilk seferine Edirne, Filibe ve Sofya medreseleri talebeleri (softalar) iştirak etmişlerdi. Belgrad bu tarihten itibaren Avrupa seferlerinde Osmanlı ordusunun en mühim üslerinden biri olmuş ve Dârü’l-cihad adını almıştır."
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Sultan Süleyman İstanbul’a gelerek yirmi altı yaşında ve 17 Şevval 926 (30 Eylül 1520)’da hükümdar olduğu zaman saltanatta kendisine rakip olacak kardeşleri bulunmadığından dolayı kardeş cesedi üzerine basarak tahta çıkmamıştır."
Yavuz Sultan Selim, tab’an ihtişam ve debdebeye ehemmiyet vermez, sâdeliği sever ve sâde giyinirdi. Kendisi için fazla para sarfiyle köşk ve lüks şeyler yapılmasını istemezdi, bütün emeli devlet hazinesini her ihtimale karşı dolu bırakmaktı."
Yavuz şâir, filozof ve mutasavvıf bir hükümdardı. Osmanlı hükümdarları arasında ilim itibariyle en yükseği Yavuz’dur."
Yavuz’un hususî meclislerinde ilmî, edebî mübahaseler olur ve değerli âlim ve şâirler bu meclise iştirak ederlerdi. Yavuz müsait zamanlarını mütalâa ile geçirirdi; mütalâalarını gözlükle yapardı."
Yavuz Sultan Selim zamanında devlet merkezinde kurulan Haliç tersanesi Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna kadar devam etti ve Gelibolu’daki büyük tersane ikinci dereceye inmekle beraber XVI.asır sonlarına kadar önemini kaybetmedi."
Şah İsmail, teşkil ettiği askerlerine kırmızı çuhadan taclar giydirdiğinden dolayı onun taraftarlarına Sürhser yani Kızılbaş denilmiş ve bu isim taammüm etmiştir."
Cem’in ölümü hakkında muhtelif tefsirler varsa da bunlardan kabule şayan olanı Fransa kralına teslim edilmeden evvel Papa Aleksandr Borjiya tarafından zehirlettirilmiş olmasıdır. Esaret hayatı onüç sene sürmüştür."
Fâtih’in sarayında biri Lâtince diğeri Yunanca bilen iki kâtip bulunuyor ve bunlar Pâdişaha eski çağlar tarihini öğretiyorlardı."
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Osmanlı Devleti bunun zamanında saltanat usûlünü kabul etmiş, divana riyaset etme usulü vezir-i âzama verilip Arz odası yapılmış; o tarihe kadar pâdişahlar vezirleriyle yemek yedikleri halde Fatih bunu da kaldırmıştır."
Fatih’in ölümü ancak onbir gün askerden saklanabilmiştir. Fatih’in ölümünün saklanması ve heyecanlı durum nedeniyle cesedin ihmal edilerek kokduğu ve İstanbul muhafızı İshak Paşa’nın emriyle üzerine mum yakılarak cesedin tahnit edildiğine dair mühim bir vesika görülmektedir."
Fatih Sultan Mehmed 1481 ilkbaharında (886 H.) Anadolu tarafına sefere çıktı; o devri yaşayan Tarih-i Ebû’l-feth müellifi Dursun Bey’in kaydına göre bu hareket Memlûk devleti üzerine idi."
On üç ay Türklerin elinde bulunan Otranto 10 Eylül 1481’de düştü ve diğer kalelerde olduğu gibi bütün muhafızları öldürüldü. İtalya fütuhatının akim kalmasında Cem hâdisesinin de tesiri vardır."
Her esnafın,her yerde yani şehirde ve kazada miktarı ve dükkân adedi muayyendi. Ondan fazla dükkân açılması ihtiyaç üzerine hükümetin müsaadesine mütevakkıftı;keza usta ve kalfa adedi de öyle idi. Bir çırağın kalfa ve bir kalfanın usta olması merasime tabi olup derece ve adları deftere kaydedilirdi;yani önüne gelen dükkân açamaz ve usta olamaz;gizli olarak açılan dükkânlar derhal kapatılırdı.
Esnafın alacağı ve satacağı eşyanın fiyatı muayyen olup defterde kayıtlı idi. Bunun haricine çıkıp ihtikâr yapanlar ele geçerse şiddetli ceza görürlerdi.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Sulh zamanlarında memleket dışına çıkarılmasına müsaade edilmeyen eşyanın miktarı azdı ve bunların en önemlileri her nevi Zahire ve bakliyat, at,silah,barut, kurşun, bakır,kükürt,sahtiyan ve gön’dü. Bilhassa ilk beşinin her ne olursa olsun çıkmasına müsaade edilmez.
Serbest düşünceli,rind-meşrep ve her türlü taassuptan uzak olan ve mütalâasını açık söylüyerek muârız olan dar zihniyetli âlimlerle alay eden Molla Lütfi bu halleriyle kendisine ulema arasında epey düşman peyda etmiş ve nihayet bunların kurbanı olmuştur.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Hoca-zâdeyi ömrü müddetince sadede Hayalî Şemseddin Ahmed yenmiş, hoca-zâde bunu kendisine rakip addederek ifrat-ı zekâ ve ihatasından dolayı kendisinde çekinirmiş. Hayalî’nin vefatını duyan Hoca-zâde Ancak şimdi müsterih olarak yatar uyurum" demiştir.
Bir düğün cemiyetinde Fatih Sultan Mehmed , Molla Güranî’yi sağına, Molla Hüsrev’i ise soluna oturacağını haber alan molla Hüsrev,bu hale gücenip İstanbul’u terk ile Bursa’ya gitmiş ve orada bir medrese yaparak ders okutmağa başlamıştı. Yaptığı hatayı tamir etmek isteyen Sultan Mehmed,Molla Hüsrev’i İstanbul’a getirerek müftü yani şeyhü’l-islâm tâyin eyledi.
Osmanlı Türkleri mimarisi Anadolu Selçuklulariyle onun muakkiplerinden olan Karaman , Eşref ve Aydın oğulları mimarisinden farklı olarak ayrı bir üslup ile yükselmiştir; Osmanlı mimarisinde süs ve gösterişten ziyade metanet ve sadelik esas olmuştur.
XVI. Yüzyılda Rumeli kıtası (Balkan yarımadası) artık kültürel olarak tamamen Türkleşmiş ve bu kıtada (bilhassa Üsküp) birçok Türk âlim ve şair yetişmişti; Osmanlı Türkçesi ve şiiri Azerbaycan ile Kırım’da da kendisini göstermiş ve tesirini yapmıştır; Doğu Anadolu’daki kürtler arasında Türkçe taammüm etmişti;hulâsa Osmanlı devleti sahasını nerelere kadar genişletti ise bir müddet sonra harsını da oralara götürmüştür.
Deliler ocaklarını Hazreti Ömer’e addeder ve fevkalâde cesaret ve atılganlıkları ve korkunç kıyafetleri ile hasımlarına karşı daimi surette galip gelirlerdi;bunlarda esas akide ve iman , başa yazılanın mutlaka zuhura geleceği kanaati olduğu için hiçbir tehlikeden kaçınmaz lardı.
Akıncılar Türkoğlu Türk olup ilk fütühat devrinde Rumeli’deki muhtelif gayrimüslim unsurlar göz önüne alınacak olursa bunların Rumeli’ye yerleştirilmelerinin ne kadar isabetli olduğu görülür.
Bunların yiyecek işleri de kendileri gibi hafifti; adlarının yerini asla da birer küçük kuşhane ile işlerini görürlerdi, çok zaman bu tencerede pirinç,kavurma veya koyun pastırmasını kavurarak yerlerdi.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Yeniçerilere verilecek etin fiyatı muayyen olup et fiyatı ne kadar yüksek olursa olsun yeniçerilere o fiyattan fazlaya verilmezdi.
Yeniçerilerin yemekleri her ortanın matbahında pişerdi;yemek pişen kazan oda halkı tarafından mukaddes addolunur ve bir isyan vukuunda bu kazanlar meydanlara çıkarılırdı ki buna tarihte kazan kaldırma denilmektedir.
Karamanî Mehmed Paşa,Karaman valisi Şehzade Cem taraftarlarından olmakla Fatih Sultan Mehmet’in vefatında Bayezid taraftarı olan yeniçerilerin ayaklanması ile öldürülmüştür. Değerli ve alim bir vezir olup Fatih Sultan Mehmet zamanında tedvin edilmiş olan Kanunnâme-i Âl-i Osman bunun sadaretinde kaleme alınmıştır.
Gedik Ahmed Paşa,II.Bayezid zamanında Cem taraftarı olmakla zan altında bulunmuş ve nihayet pâdişah’ın huzuriyle Edirne sarayı’nda tertip edilen bir işret meclisini müteakip ölüm alameti olan siyah kaftan giydirildikten sonra idam edilmiştir.
Rum Mehmed Paşa’nın,yeni fethedilen İstanbul’a Anadolu’dan naklen Türkler’in iskânına mâni olmak için çok çalışmış olduğunu o devri çok iyi bilen Âşık Paşa-zâde kaydetmektedir.
Kırım hanları Cengiz’in oğlu Cuci Han evlâdından olup Kiray veya Giray denilen bir aileden idiler. Kiray veyahut Giray,kuvvetli mahluk ve dev mânasına gelmektedir.
Sultan Süleyman birgün mahremleriyle görüşürken onlara velinimet-i âlem kimdir diye sormuş,onlar da padişah hazretleridir demeleri üzerine : Hayır velinimet-i âlem reâyâ yani köylüdür ki ziraat ve haraset emrinde huzur ve rahatı terk ile iktisab ettikleri nimetle bizleri it’am ederler" demiştir.
Âlem içre mûteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi

Kanuni Sultan Süleyman

Ordusu üzerinde hiçbir Osmanlı hükümdarı Sultan Süleyman kadar sevgi ve saygı uyandırmamıştır; ordusunun intizamına,askerin terkkisine daha dair esaslı kanunlar koymuş olması itibarıyla yapılan hürmet ve tazim tam mahalline masruf olmuştur;orduya genç yaşında girmiş olan askerler kırk,elli yaşlarına geldikleri halde başlarında hep bu Gazi hükümdarı görmekle ona ne kadar bağlı iseler ondan ayrılıkları da aynı kuvvette acıklı olmuş ve Zafer sevinci ile dönen Ordu birdenbire donakalmış ve bir adım ileri atamamıştır.
Kanuni Sultan Süleyman son seferi olan Zigetvar seferine giderken Edirnekapı’sından çıkacağı sırada bir pir yol kenarında dua edip padişahımız biz senden razı idik,Hak teâlâ senden razı ola" demiş padişah bu sözden seferde öleceğini anlamıştı.
Pirî Reis Basra’da bulunduğu sırada Portekizlilerin Basra körfezini kapamak istediklerini duyunca içeride mahsur kalmak istemeyerek alelacele kendisine tâbi olan üç kadırga ile denize açıldı;gerek asker ve gerek diğer gemiler Basra’dan çıkamamışlardı.
Bu suretle yola çıkan, Pirî Reis bir gemisini de yolda zayi ettikten sonra önce Süveyş’e ve oradan da Mısır’a geldi; kendisinin bu hareketi İstanbul’a yazıldı. Hürmüz muhasarasını kaldırması ve diğer gemilerle askeri Basra’da bırakarak gelmesi sebebiyle suçlu görülerek Mısır divanında başı kesildi ve malları müsadere olundu.
Turgut reis gibi büyük bir amiralin şehadeti Malta adasının zaptına imkân bırakmadığı için boş dönüldü;bu muvaffakiyetsizlik üzerine Serdar Mustafa paşa vezirlikten azlolundu.
Nis’in iç kalesi’nin muhasarası esnasında Fransızlar Barbaros’an müracaat ederek barutları bittiğinden barut istemişlerdi;buna hayret eden Osmanlı amirali, müttefik amirali Dük Dankiyen’e :
Ne güzel muharipler! Gemilerini şarap fıçılarıyla doldurup baruttan başka birşey unutmuyorlar" demiştir.
Barbaros Hayrettin Paşa’nın meşhur Preveze muharebesinden sonra Akdeniz hakimiyeti Türklerin eline geçmiştir.
Osmanlı ordusunun muhasarası Eylül sonuna rastladığı için mevsimsizdi;bundan başka ortalığa bir göz dağı verilmek istendiğinden büyük muhasara topları getirilmemiş ve Tuna nehri yoluyla getirilmekte olan top ve mühimmat ise bir Alman çetesinin taarruzuna uğrayıp batırılmıştı.
Sultan Süleyman,Viyana’nın teslimini istediysede red cevabı aldı; bu muhasara Avrupa’da dini galeyanı ve Almanya’da milli hissiyatı heyecana getirdi; hatta Protestan mezhebinin müessisi Luther,bu münasebetle Türkler aleyhindeki meşhur askeri nutkunu neşretti.
İskender Çelebi zenginliğiyle ve kölelerinin çokluğu ile meşhurdu. İskender Çelebi’nin kölelerinden olup vezir-i âzam Rüstem Paşa’ya damad olan Ahmed paşa müverrih Âli’ye : Şimdi divanda yedi veziriz. Hepimizin mecmu-ı serveti merhum efendi kadar değildir" demiştir. İskender Çelebi öldüğü zaman kul defterinde 6200 köle satın almış olduğu görülmüştür. Köle ve cariyeleri için her sene Trabzon’dan bir gemi yükü bez gelir ve bununla kölelerine don ve gömlek yapılırmış.
İskender Çelebi asıldığı günün gecesinde Sultan Süleyman’ın rüyasına girerek bir ip ile üzerine hücum ederek Bire zâlim,ben günahsızı bir müfsidin(Pargalı) telkini ile niçin astın?" diye boğmak ister. Pâdişah korku ile uyanır ve İskender Çelebi’yi astırdığından dolayı müteessir olur.
Osmanlı döneminde, Sahn-ı Seman medreselerinde vakfın mecbur kılması nedeniyle, tüm müderrisler derslerine başlamadan önce Sahih-i Buhari’den bir hadis okur ve onu şerh ederlerdi.
Yavuz Sultan Selim’in asıl amacı Safevi devletini ortadan kaldırmak ve Orta-Asya’ya kadar gidip oralardaki Sünnileri nüfuzu altına almaktı.
Devlet işlerinde katî programla hareket eden bir Osmanlı hükümdarıydı veya herhangi bir devlet işini kesin olarak meydana koymadan evvel muhtelif yollarla onun hakkında vezirlerin ve sair alakadarların mütealâalarından istifade eder ve günlerce düşünür nihayet son kararını verdikten sonra ondan dönmez ve bu kararın aleyhinde söz söyleyenleri öldürürdü;bundan dolayı hususi meclislerinde ki güleryüzlülüğü ve müsamahasına veya yaptığı hizmet dolayısı ile teveccühüne mağrur olup padişahın kararı haricinde mütala beyan edenlere ne surette idam edildikleri İran ve Mısır seferlerinde görülmektedir;irade ve azim kudreti,derin görüşlü ve yüksek dehasiyle babası zamanında uyuşuk ve durgun bir hale gelmiş olan idareyi pek kısa bir zamanda cevval bir hale getirmiş ve buna mâni olmak isteyenleri tepelemiştir. Kendisinin muazzam bir casus teşkilatı vardı;bu sayede gerek memleket dışında ve gerek içeriden malûmat alırdı;pek mühim işlerde bizzat tahkikat yapardı;hudutlardan uygunsuz haberler aldığı vakit Siz işlere bakmıyorsunuz" diye vezir-i âzamları hem döver hem de hapsettirirdi;Hersek-zâde Ahmed paşa ile Pirî Mehmed Paşa bu vartaya uğramışlardır.
Yavuz Mısır’dan ayrıldıktan sonra Salihiye’den itibaren vezir-i âzam Yunus Paşa ile musahabe ederek gitmekte idi. Yunus Paşa, Mısır beylerbegiliğinin kendisinden alınarak Hâyır Bey’e verilmesinden dolayı müteessirdi. Yolda musahabe esnasında pâdişah ,Mısır’ı arkada bıraktık",demiş bunu fırsat bilen Yunus Paşa’nın teessürünü izhar ederek şu kadar zahmet çekilip külliyetli telefat verilerek kazanılan Mısır’ın yine bir Çerkese verilmiş olmasını tenkit ile sarfedilen emeğin boşuna gittiğini beyan etmesi üzerine at başını çekip duran Selim , atının yanında yürüyen solaklar kethüdasına emrederek vezir-i âzam’ın derhal boynunu vurdurmuş ve bir kapıcı vasıtasıyla başını gövdesinden ayırdıktan sonra hiddetinden üç gün beraberinde götürüp sonra Katye’ye gömdürmüştür.
Yunus paşa yeniçeri kuvvetleri ile Kahire’ye girdi; üç gün üç gece Kahire sokaklarında muharebe oldu; bütün şehir halkı Tomanbay’a yardım ediyor, kadınlar bile iş görüyorlardı. Osmanlılar nihayet tehlikeli durumu düzeltmeye muvaffak oldularsada kadın kıyafetine kaçmaya muvaffak olan Tomanbay’ı elde edemediler.
Yavuz Sultan Selim, Memlûklere gönderdiği elçilerin hapsedildiğini duyunca,Kansu’nun göndermiş olduğu elçi Moğolbay’ı derhal zincire vurdurdu ve zavallı elçi ölümden zor kurtuldu. Memlûk hükümdarının gönderdiği Kertbay,yolda Moğolbay’ın başına geleni ve sakalı tıraş ettirilerek geri gönderildiğini duyunca derhal geri döndü. Sultan Selim Moğolbay’ı geri gönderirken : Efendine söyle ,Merc-i Dâbık’ta karşıma çıksın demişti.
Yavuz Sultan Selim İran seferinden avdet edip İskender paşa ile Osman ağayı getirterek ibtida onları isticvab etti ve sonra Kazasker Tâcizâde Cafer Çelebi’yi davet etti. Cafer Çelebi geldiği vakit ona;
İslam askerini itaatsizliğe ve isyana tahrik edenin cezası nedir" diye fetva istedi;o da:
"Eğer sabit olunursa idamdır" deyince :
"senin fesadın bence gerek lahikan ve gerek sabıkan sabittir ve kendi hakkındaki fetvayı kendin verdin" diyerek diban-ı hümâyun önünde evvela İskender Paşa’nın ve sonra Tâcizâde ve en son sekbanbaşı Balyemez’in boyunlarını vurdurdu.
Yavuz Sultan Selim bu suretle Amasya’da oturduğu sırada Dukakin oğlu Ahmed Paşa’yı vezir-i âzam ve başdefterdar Pirî Mehmed Efendi’yi de üçüncü vezir tayin etmişti.Dukakin oğlunun vezir-i âzam olmasından 2 ay sonra padişahı İran seferinden alıkoymak için yine devlet erkanının tahriki ile bir yeniçeri ayaklanması vukua gelmiş ve yeniçeriler Amasya’da divanı hümayun ittihaz edilen yere gelerek ileri-geri lakırdı etmişlerdi. Bu hale karşı canı sıkılan Yavuz bu hadise’den 10 gün sonra Dukakin oğlu Ahmed Paşa’nın hadisede muharrik ve müşevvik olduğunu e aynı zamanda vezir-i âzamın,Dulkadır oğlu ile ittifaka olup mektup baştan anladıktan sonra Ahmet Paşa’yı huzuruna çağırıp bizzat kendi hançeriyle yaraladıktan sonra içoğlanlarına başını kestirmiş ve bir müddet vezir-i âzamlığa kimseyi tâyin etmemiştir.
Osmanlı ordusu Rumeli’de yani Avrupa’da harp ederse kanun üzere ordunun sağ cenahına Rumeli beylerbeyi ve harp Anadolu’da veya Asya’da olursa sağ cenahta Anadolu beylerbeğisi bulunurdu.
Tarihi olayları vesikalara dayanarak incelemeden hüküm verenler Yavuz Sultan Selim’in hükümdar olduktan sonra ve şehzadeler meselesini hallettikten sonra Şah İsmail ile muharebeden evvel Anadolu’daki azılı kırkbin kızılbaşın idam veya hapis olmalarını sebepsiz bulurlar ve Sultan Selim’i muaheze ederler.Vesikalarda gösterilen olaylar göz önüne alınacak olursa padişahın ne kadar isabetli hareket ettiğini ve bütün bu işlerde baş rolü olan Şah İsmail üzerine giderken gerisindeki tehlikeyi bertaraf etmek istediği görülür
Hükümetin ,mevzii bir isyan zanniyle ehemmiyet vermediği hadise büyümüş, Şah Kulu’nun cüreti artmış,Burdur, Keçiborlu,Korkuteli, Isparta,Gölhisar,Sandıklı tarafları bunların yağma ve katliâmlarına uğramış , bunlara karşı Anadolu valisi Karagöz Ahmed paşa gönderilmiş ise de Kütahya önünde o da mağlup ve maktul düşmüş ve Şahkulu tarafından kazığa vurulmuştur.
Tarihlerde Şah Kulu denilen Hasan Halife oğlu (ismi malûm değildir) Korkuteli tarafından Yalınlıköy halkındandı. Bu şahıs kendi köyü civarında bir mağarada oturup ibadetle meşgul olur görünüp kendisini ziyarete gelenler vasıtasıyla Veli olarak şöhreti artmıştır. Hatta Sultan II.Bayezid bile kendisine para göndermiştir.
Yavuz yanındaki devlet adamları lisanından Şehzade Ahmed’e mektuplar yazdırarak şehzadelerin ve vezir-i âzam Koca Mustafa Paşa’nın katledilmelerinden ve kendilerinin zor durumundan şikayet edilerek gelecek olursa ilk çarpışmada kendisine iltihak edecekleri hususunda" şehzade Ahmedi inandırmıştı.
İki taraf Yenişehir ovası’nda karşılaştılar.
Şehzade Ahmet çarpışmalarda mektupların yalan olup aldatıldığını anladı ise de çekilmeye imkan olmadığını görerek harp etti; nihayet atından düşerek yakalandı ve askeri bozuldu;o da Sinan Ağa tarafından boğuldu ve bu suretle Şehzadeler gailesi tamamen sona erdi.
Şehzade Ahmed itidali ve hilmiyeti cihetiyle bütün devlet ricalinin hürmetini celbettiği halde onun zıddı olan Selim ise şiddeti ve cevvaliyeti ve amansız hareketi cihetiyle etrafına korku bırakmıştı.
Faik kuvvetlere karşı müthiş harp eden Burak reis mevcudunun azaldığını görünce kurtulmak ümitleri kalmadığını anladı; soğukkanlılıkla son çareye başvurdu;neft ile düşman gemilerini tutuşturdu,yangın az zamanda yayılarak üç gemiyi birden sardı ve üçüde yanarak battı, Türk denizcisi Burak ve Kara Hasan reislerle Yenişehir sancakbeyi Kemal Bey ve Venedik kaptanı Loredano ile Armeniyo da gemileri ile beraber yandılar.
Bayezid, Manastır’dan Pirlepe’ye giderken yolda hacca gideceğinden bahisle sadaka istemek bahanesiyle padişahın yanına sokulan kalender(babai) kıyafetinde bir şahsın, yolun dar bir yerinde taarruzuna uğramış, padişahın yanındaki solaklar kaçmışlar ve bu sırada İskender paşa yetişerek herifin kafasına bir kılıç vurmuş ve diğerleri de yetişip parça parça etmişlerdir. Solakların padişahı muhafaza edemeyerek dağılmaları bunların vazifelerinden tard edilmelerini mûcib olmuş ve Bayezid,memleket dahilinde seyahat eden bu gibi Işık,Torlak ve Abdalların hudut dışı edilmelerini emreylemiştir. Bu hâdiseden sonra sefer esnasında divan kurulduğu vakit hükümdar kapıcılarının kılıç takmaları emrolunmuştu.
Memlûk sultanının müracaatı üzerine Osmanlı hükümdarı (II.Bayezid) bedeli mukabilinde derhal istenilen donanma levazımının verilmesini emrettiği gibi kendisi de ayrıca hediye olarak birçok Levazım hazırlatmış ve bunların Şehzade Korkut’u mısır’a götüren gemilerle nakli emrolunmuştu. Bu gemi ile levazımından bedeli mukabilinde gönderilecek olanlar yüklenip tam gidecekleri sırada Rodos şövalyeleri gemileri,Alâiye taraflarında baskın yaparak alıp gitmişlerdi.
Bu vak’a haber alınır alınmaz Rodos şövalyelerinden intikam almak üzere Kemal reis sefere memur oldu. Rivayete göre kendisinin şöhretini çekemeyen Kaptan paşa tarafından verilen reis gemisi işe yaramaz bir şeydi. Deniz açıldıktan sonra nihayet şiddetli bir fırtınada Kemal reis’in gemisi battı ve kendisi de kurtulamayarak boğuldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir