Ahmet Ümit kitaplarından Çıplak Ayaklıydı Gece kitap alıntıları sizlerle…
Çıplak Ayaklıydı Gece Kitap Alıntıları
&“&”
Ah evladım, ah!" derdi. "Neler çekti bu millet. Her evden bir kaç kurban çıktı. Benim iki tane dağ gibi kardeşim gitti. Onlar öldü, Şehitlik mertebesine erdi. Ya biz? Evde çocuklar ekmek diye ağlaşırken, pişirmek için ot bile bulamadık. İşin tuhafı, işgal zamanında düşman subaylarına konaklarını açıp kuzular keserek, boğma rakıları su gibi akıtan Aktaroğulları, Vakkas ağa gibileri, kurtuluştan sonra da ağalıklarına, beyliklerine devam ederken, Rasim ve arkadaşları hain ilan edilip prangaya vuruldu."
Daha kaç gün böyle yaşayacağım. Artık dayanamıyorum. Biliyorum, soğukkanlı olmam gerekli. Ama insan etrafı böyle görünmeyen düşmanlarla çevriliyken nasıl soğukkanlı olabilir?
.
❝Karanlıkta antik bir ihtiyar,
güneşi siliyor yapraklarla;
tarihin gövdesi delik deşik…❞
.
❝Kitabın yanında defter
Defterin yanında bardak
Bardağın yanında çocuk
Çocuğun yanında kedi
Ve uzakta yıldızlar yıldızlar.❞
Oktay Rifat/
Yaşayıp Ölmek Aşk Ve Avarelik Üzerine şiirler
.
❝Karaya yürüyen denizler, topraktan yükselen belirsiz buğu, rüzgârın yavaş yavaş ama büyük bir sabırla yonttuğu yalçın kayalar, sabahleyin güneşle birlikte acemi bir sevinç içinde açılmaya hazırlanan yabanıl tomurcuklar, dev rahimlerde kıpırdanan dev yaratıklar, yani beni yaratan koşulların içinde huzurla yatıyordum.❞
❝Karaya yürüyen denizler, topraktan yükselen belirsiz buğu, rüzgârın yavaş yavaş ama büyük bir sabırla yonttuğu yalçın ksyalar, sabahleyin güneşle birlikte acemi bir sevinç içinde açılmaya hazırlanan yabanıl tomurcuklar, dev rahimlerde kıpırdanan dev yaratıklar, yani beni yaratan koşulların içinde huzurla yatıyordum.❞
❝Anlatmak istediğim, ortamın ruh halime çok uygun olması değil, ruh halinin de benliğinin de yok olmasıydı.❞
❝İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının tepelerinin dumanlı eğimine ❞
Edip Cansever / Mendilimde Kan Sesleri.
❝Anlatılanlar her ne kadar doğru, ne kadar güzel olursa olsun can kulağıyla dinlenmesi için, anlatıcının elinin de, sesinin de, yüreğinin de titremesi gerekiyordu.❞
❝Derler ki; Emekle, bilgiyle, sevgiyle yaratılmış ne varsa, tümünde onların düşünce aydınlığı, alın teri, kanı vardır. Yine derler ki: Bizi mutluluğa götürecek yolu ısıtan yüreklerdeki ateş solmaya başlayınca, onlar mum gibi eriyip tükenmez, gökyüzüne çekilip sevgili dünyalarını oradan aydınlatmaya devam ederlermiş.❞
❝Keşke şu kaldırımlarda dertsiz tasasız yürüyen bir insan olsam. Sahi bu insanlar dertsiz tasasız mı?❞
Bir zamanlar uçsuz bucaksız doğanın görkemli gücü karşısında bacakları titreyen insanın burnu bir anda Kaf dağına ulaşmış. "
❝Şüphe; çıplak ayaklı bir gece gibi ilerliyor içimde.❞
Nazım Hikmet
❝Haykırmaz olsa da kulaklarında martılar
Gümbürdemez olsa da dalgalar kıyılarda;
Çiçeklerin fşkırdığı yerde bir çiçek daha
Kaldıramaz olsa başını çarpan yağmura;
Deli de olsalar, ölü de çiviler gibi
Baş verecektir kişilikleri kır çiçeğinden sürer gibi;
Çıkacaklardır güneşe, tükeninceye dek güneş,
Ölüme kalmayacaktır bu dünya.❞
Dylan Thomas/ Bülent Ecevit
❝Bir türlü uyku tutmuyordu. Yattığım yerde gökyüzünü görüyordum. Yıldızlar tek tek sönüyor, ayın rengi soluyordu.❞
❝Nereden gelip nereye gider bu trenler? Binsem beni götürür mü düşler ülkesine? Düşler ülkesi nerede acaba ?❞
❝Yarın denize, benim en eski, en sadık dostuma gideceğim.❞
❝Bu hiç olmayan şey öyle apansız
geldi ki, kalakaldım orada
bilmeden ve kimse beni bilmeden
bir koltuğun altında saklanmıştır.
Geceleyin yolunu yitirmiş gibi.❝
Pablo Merida/Sait Maden
❝Düşte mi yaşıyorduk, gerçekte mi? Bilmiyorum belki hem düş hem gerçekti. Öyle hızla akıyordu ki günler, herşey birbirine karışıyordu. Ayrı ayrı ülkelerden gelmiştik buraya ama topraklarımız komşuydu birbirine . Ege’nin ılık suları, bizi karşılaşmadan çok önce ıslatmıştı çıplak ayaklarımızı.❞
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
❝Göklere inanırdım eskiden, ama sen
Denizlerin derinliğini gösterdin bana.❞
Yannis Ritsos/ Cevat Çapan
.
❝Kaç arkadaş bıraktık,
Bu kentin kırmızı topraklarına?
Kaç gülüş söndü yüzümüzde?❞
.
Keşke şu kaldırımlarda dertsiz tasasız yürüyen insanlardan biri olsam. Sahi bu insanlar dertsiz tasasız mı?
Ölüme kalmayacaktır bu dünya."
Yüreğinizin tüm dünyayı içine alacak kadar büyüdüğünü ve aynı anda bir toz zerresi kadar küçüldüğünü hissettiniz mi hiç?"
Karanlıkta antik bir ihtiyar,
güneşi siliyor yapraklarla;
taribin gövdesi delik deşik.
Kitabın yanında defter
Defterin yanında bardak
Bardağın yanında çocuk
Çocuğun yanında kedi
Ve uzakta yıldızlar yıldızlar
Bu yıldızları böyle
her gece
niçin yakarlar?
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
En ufak bir kuşkuda insanları defterimizden silersek saflarımız bomboş kalmaz mı?
Şüphe: çıplak ayaklı bir gece gibi ilerliyor içimde."
Karamsarlık en koyu tonuyla dalga dalga çoğalarak iyimserliğin kum tanelerinden oluşan son direnme noktalarını bir bir yıkıyordu.
Ama ölmeye hazırlanmak başka şeydi, ölmek başka."
Haykırmaz olsa da kulaklarında martılar
Gümbürdemez olsa da dalgalar kıyılarda;
Çiçeklerin fışkırdığı yerde bir çiçek bile
Kaldırmaz olsa başını çarpan yağmura;
Deli de olsalar, ölü de çiviler gibi
Boş verecektir kişilikleri kır çiçeğinden sürer gibi;
Çıkacaklardır güneşe, tükeninceye dek güneş,
Ölüme kalmayacaktır bu dünya.
Biliyor musunuz, ben devrimin hep tren istasyonlarından, daha doğrusu raylardan başlayacağına inanırdım.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Bütün gün evde bir başımaydım, konuşacak kimsem yoktu. Duvarlarla konuşurdum, resimlerle, çiçeklerle, en iyisi roman kahramanlarıyla konuşmaktı. Yıldım monologlardan, tüm büyük ve derin konuları çözümledik roman kahramanlarıyla. Ben artık sıradan insanlarla, sıradan konuları konuşmak istiyordum.
Uyuyarak, uyanarak, yemek yiyerek, kitap okuyarak, umut adına içinde kalan son kırıntılara sımsıkı sarılarak onu bekliyordu yine.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Bu hiç olmayan şey öyle apansız
geldi ki, hep kalakaldım orada
bilmeden ve kimse beni bilmeden,
bir koltuğun altına saklanmışım.
Geceleyin yolunu yitirmişim gibi.
İdeallerimizin gerçekleşmemiş halini görebilmek. Nasıl ilginç olurdu, kim bilir?
Yaşadığımız gün, arkadaşlarımızın uzatıldığı mezarlar kadar soğuktu. Ya gelecek?
Bunca dökülen kanın, bunca çekilen acının ardından, hiç yaşanmamış güzel günlerin geleceğine inanıyorduk.
Bıçak bıçağa girdiğimiz bir arbedeydi yaşam."
Uzaklarda bıraktığımız güneşin izlerini boşuna arıyorduk bu yabancı binaların soğuk yüzlerinde.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Göklere inanırdım eskiden, ama sen
denizlerin derinliğini gösterdin bana."
Devrimci olan bizdik; bir avuç inanmış, idealist insan. Bizi güzel kılan yanımız muhalif olmamızdı. Kaybeden taraf olmamız. Bana kalırsa devrimciler hep muhalefette kalmalı, hep aykırı olmalı. İktidar kirletiyor, iktidar bize göre bir şey değil.
Kaç arkadaş bıraktık,
bu kentin kırmızı topraklarına?
Kaç gülüş söndü yüzümüzde?
Ama daha o söze başladığında, bu hikâyede kendisini anlattığını anlamıştım. Nereden anladın?" diye sormayın. Anlamıştım. Sözleri söyleyişinden, adımını atışından, iç çekişinden, ellerinin titreyişinden anlamıştım. Anlamıştım işte.
Anlatılanlar ne kadar doğru, ne kadar güzel olursa olsun can kulağıyla dinlenmesi için, anlatıcının, elinin de, sesinin de, yüreğinin de titremesi gerekiyordu.
Derler ki: emekle, bilgiyle, sevgiyle yaratılmış ne varsa, tümünde onların düşünce aydınlığı, alın teri, kam vardır. Yine derler ki: bizi mutluluğa götürecek yolu ısıtan yüreklerindeki ateş solmaya başlayınca, onlar mum gibi eriyip tükenmez, gökyüzüne çekilip, sevgili dünyalarını oradan aydınlatmaya devam ederlermiş.
İnsanın bu yıkıcılığına yine insanlar karşı çıkmışlar. &‘Böyle olmaması gerekir’ demişler. &‘Biz insanız, vahşetin yasalarına göre yaşamamalıyız. Geçmişte olduğu gibi hepimizin birlikte mutlu olacağı bir toplum kuralım.’ Gelgelelim, tiranların hükmettiği bir dünyada bunu başarmak, çakıl taşlarıyla kale kurmaktan çok daha zormuş.
Ninem savaş yıllarını derin derin iç geçirerek anardı:
Ah evladım, ah!" derdi. "Neler çekti bu millet. Her evden birkaç kurban çıktı. Benim iki tane dağ gibi kardeşim gitti. Onlar öldü, şehitlik mertebesine erdi. Ya biz? Evde çocuklar ekmek diye ağlaşırken, pişirmek için ot bile bulamadık. İşin tuhafı, işgal zamanında düşman subaylarına konaklarını açıp kuzular keserek, boğma rakıları su gibi akıtan Aktaroğulları, Vakkas Ağa gibileri, kurtuluştan sonra da ağalıklarına, beyliklerine devam ederken, Rasim ve arkadaşları hain ilan edilip prangaya vuruldu."
Yalnız bir kusuru varmış: çok inatçıymış. Söylediğinden öyle kolay kolay dönmez.
Altı yaşında bir çocuğun düş dünyası ne kadar geniştir? Biz büyükler de aynı yoldan geçtiğimiz halde neden çocuklarımızı anlamakta güçlük çekeriz?
Şüphe: Çıplak ayaklı bir gece gibi ilerliyor içimde.
Nâzım Hikmet
Yaşamayı istemenin bedeli bu kadar ağır mıydı?
Ama ölmeye hazırlanmak başka şeydi, ölmek başka.
Hani çok güzel kızlar vardır. Onları daha önceden de defalarca görmüşsünüzdür. Yine de her karşılaştığınızda bakışlarınızın yüz çizgilerine, gözlerine takılıp kalmasını engelleyemezsiniz. Denize bakarken, kendimi böyle bir kızın karşısındaymışım gibi hissediyorum. Belki de onun hiçbir zaman keşfedilemeyecek bu güzelliği karşısında şaşkınlığa varan bir hayranlık duyuyorum… Ama neden dinginleşmiyor gönlüm? O yapışkan keder neden bırakmıyor yakamı?
Yarın denize, benim en eski, en sadık dostuma gideceğim. Deniz ne zaman girdi yaşamıma? Sanki o hep vardı.
O, boğucu günlerin birinde çıkageldi. Oysa Geleceğim" dediği güne çok vardı.
Eskiden ne kadar sık görüşürlerdi. Haftada bir mi? Yapılacak işlere göre belki daha sık. Uzun uzun konuşurlardı. Soruların tümü yanıtlandıktan sonra ayrılırlardı. Artık tüm konuşmaları yarım saate sığıyor, üstelerse bir veya iki saat.
Yaşanmamış olanın bilinmezliklerle dolu çekiciliği sinmişti eşyaların üzerine. Aynı çekicilikle güzelleşiyordu arkadaşlarımın yüzleri.
Bazen günler öyle ağır, öyle yavaş akardı ki, canım hiçbir şey yapmayı istemez, gözlerimi bir noktaya dikerek saatlerce otururdum.
İnsan nasıl da hızla yaşlanıyor. Ama annem belleğimde hep genç kalacak, tıpkı fotoğraflarındaki gibi. Ne kadar çok üzdüm ben bu kadını.
Peki bana ne oluyor, boğazımda düğümlenen bu yumruk da ne?
Düşüncelerde yaşamak ne demektir bilir misiniz? Sokağa çıktığınızda Peşimde biri var mı?" diye düşünmeden yürümeyi, her köşesine anılarınızın sindiği mahallenize korkusuzca girmeyi, evinizin kapısını çekinmeden çalmayı, geceleri merdivenlerden gelen seslere aldırmadan bir çocuk gibi mışıl mışıl uyumayı yalnızca düşüncelerinizde canlandırmanın korkunçluğunu bilir misiniz? Yüreğinizin tüm dünyayı içine alacak kadar büyüdüğünü ve aynı anda bir toz zerresi kadar küçüldüğünü hissettiniz mi hiç? Mutluluk bu kadar mı uzak?
günde yüzlerce kez üstüne üstüne yürüyen sıkıntıları elinin tersiyle kovarak, umut adına içinde kalan son kırıntılara sımsıkı sarılarak onu bekliyordu yine.
Bu hiç olmayan şey öyle apansız
geldi ki, hep kalakaldım orada
bilmeden ve kimse beni bilmeden,
bir koltuğun altına saklanmışım.
Geceleyin yolumu yitirmişim gibi.
İstanbul’a dönmüştüm; iyiyle kötünün, güzelle çirkinin bir arada yaşandığı, kalın surlarından çok karmaşık olaylarıyla ünlü İstanbul’a.
Bıçak bıçağa girdiğimiz bir arbedeydi yaşam.
Arkadaşım güzel konuşurdu, cesurdu, sevimliydi. Kızlar hep ona âşık olurdu. Bir insanın yaşamını belirlemesi için bunlar yeterli mi sence? O da benim gibi yeterince okumamış, düşünmemiş, yaşamamıştı.
Sıcacık, dost bir evin özlemi en çok böyle zamanlarda çöker insanın içine.
Che’yi bilirsin", dedim. "Hepimizin yüreğinde bir Che vardır."
Onda ne aradığımı, ne bulduğumu bilmiyorsa? Anlatmalıydım. Bu onun hakkıydı. Yıllardır onun için yaşamış, bir ömrü ona adamıştım. Varsın sormasındı, varsın bilmiş olsundu, yine de anlatmalıydım. Ama nasıl? İnsanların hâlâ ortak bir dil yaratamadıkları bu zavallı, bu geri çağda nasıl anlatacaktım?
Aşk tüm güzelliğine karşın insanı sınırlayan bir yan taşır. Bizim yüreklerimizde sınır yoktu. Aşk yaşamı belirleyen çizgilerden yalnızca bir tanesidir. Bizim soluduğumuz ise yaşamın kendisiydi.
Ansızın bir sıcaklık doğdu aramızda demeyeceğim", bu zaten vardı. Yüzümüzdeki ışık, konuşmadan anlaşabilmenin mutluluğuydu. Donmuş nehirler boyunca yürüyor, kalın buz tabakalarının altından akan suların fısıltılarını dinliyorduk.
Yaşadıklarımı ve yaşayacaklarımı gözlerindeki o iki damla aydınlığa sığdıran kız, karşımda gülümsüyordu.