İçeriğe geç

Tu Kitap Alıntıları – Mehmed Uzun

Mehmed Uzun kitaplarından Tu kitap alıntıları sizlerle…

Tu Kitap Alıntıları

&“&”

Bu hikayeyi ben yaşamadım, ama zamanın çilekeşleri yaşamış.
Her şeyin en kötüsünü düşünmek,olabilecek kötülüklere karşı en iyi tedbirdir.
Yitirdik yolu, ah bilmem ne yana gitsem
Allahım! Irmakta susuzluktanmı ölsem…
Benim kalbimin zindanı kara gözlerindir senin
Varlığımın yuvası kirpiklerinin gölgesinde saklı…
Benim kalbimin zindanı kara gözlerindir senin
Varlığımın yuvası kirpiklerinin gölgesinde saklı…
Yollarımız yolcusuz, yolcularımız yolsuz kalmış "
Ama hiçbir anı zamanın, hiçbir acı da ölümün karşısında duramaz.
Kitap. Eşsiz sevgili. Dilsiz dost. Bilginin yol arkadaşı."
Ve bu bay Kürt yok diyordu. Kürt yok! Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi. Bir halk nasıl inkar ediliyordu?.."
Cennet!.. asıl büyük tuhaflık bu sözcükteydi. Cennet!.. Ne cenneti! Baylar, ağzına kadar adilik, şerefsizlik, çılgınlık ve eziyetle dolu olan işkencehanenin adını cennet koymuşlardı. Belki de “Dayak cennetten çıkmadır” atasözünü düşünerek bu adı vermişlerdi."
…Ve fakat bugünden sonra daha güçlü olmalıyım. Bunun için de hep BİLGİ’mi artırmalı, UMUT’u örmeli, canlandırmalıyım."
Biliyorsun cezaevleri toplumsal üniversitelerdir. İnsan isterse cezaevinde kendini geliştirebilir. Bizleri üniversitelerden aldılar, getirip cezaevine koydular. Neden? Dünyayla, aynı şekilde üniversiteyle ilişkimizin kesilmesini istediler tabii. Bizi cezaevinin yalıtılmışlığı içinde dondurmak istediler. Ama zorbalar cezaevlerinin de üniversite oldugunu anlayamazlar."
Yaralıların yaralıdır yaraları, soğuğa, ayaza tutmayın."
Çaresizlere sığınak olan ve onlara cankurtaranlık yapan şey, onların umutlarıydı."
Komisere yasaklanmış kitaplar listesini hatırlatmana gerek yoktu. Onların nezdinde kitap zaten yasak demekti."
Benim kalbimin zindanı kara gözlerindir senin
Varlığımın yuvası kirpiklerinin gölgesinde saklı"
Yaralıların yaralıdır yaraları, soğuğa, ayaza tutmayın.
Yollarımız yolcusuz, yolcularımız yolsuz kalmış".
İnsanların güzelliği, dillerinin güzelliğiyle ölçülür.
Kalbinizi açmak için, kendinizi değişime açmalısınız. Görü- nürde sağlam dünyada yaşayın, onunla dans edin, meşgul olun, eksiksiz yaşayın, bütünüyle sevin ama yine de bunun geçici ol- duğunu ve sonuçta tüm formların çözülüp değiştiğini bilin.
Hay lo dılo!..

Gurbet ele gitti güzel insanlarım bu sabah
Evlerde kimse yok ki avunayım onlarla,
Gönlümün dertleri çoğalır, uzundur aralık geceleri
Kalkıp oğlanı beşiğe yatıracak, gönlümün dertleri için ninni okuyacağım, ninni okuyacağım, ninni okuyacağım

Evet, şu yüz karası hal gelecekte masal olacaktır. Ama bizi bugün perişan ediyor. Yarının masalı, bugün ocağımızı söndürüyor.
Adettendi, şehrinizde hayat horozların ötmesiyle başlardı.
Buralara nasıl düştün bilmiyorum ama buradan çıkmak ne benim elimden gelir, ne senin, ne de Rüstem-i Zal’ın.
Ellerim şehrimizin kalesinin duvarları, burçları değil ki dört bir yanını sarabilsin.
&‘Batı’ ya elektirik, yol
Doğu’ya jandarma, karakol &‘
Bilgilerin öğütleri sebepsiz değildi. Ne de olsa saçlarını Mirza Muhammed’in döneminde ağırtmış değillerdi. Yas, inleme, medet ve kıyımlar içinde bilgi olmuşlardı.
İletişim çatışmalarının bir başka kaynağının ise “İlişki Tükenmişliği” olduğu düşünülmektedir. Uzun süre devam eden çatışmalardan sonra karşınızdaki kişiyle anlaşamadığınızı fark edersiniz. İlk tanıştığınızda ilişkiniz ne kadar renkli ve eğlenceliydi. Daha sonra eleştiriler, küçümsemeler arttıkça ilişki tükenmişliği ortaya çıkar. İlişkiden dolayı kişi kendisini yorgun, tükenmiş, çaresiz, yalnız hisseder. Bu durum aile ya da romantik ilişkilerde sıkça rastlanır. Sorunlu ebeveyni ile uzun süre iletişim kuran kişiler bir zaman sonra tükenmeye başlar. Romantik ilişkilerde ise tükenmişlik ayrılıklarla sonuçlanır.
Kendilerini çaresiz, gamlı hissettiklerinde strandan çok ayet ve hadis okurlar, ağır ağır, bir ninni gibi.
İnsan neden böyle? Neden çabuk alışıyor bir şeylere?
Ama birbirimize konuşamayız. Birbirimize bir şeyler soramayız. Birbirimize hikâyemizi anlatamaz, hal û ahvalimizi dile getiremeyiz. Tabii tabii, seni anlıyorum, sen konuşamazsın. Ama bir şey olmaz. Ben konuşabilirim, sen de dinleyebilirsin.
Böcek böcek hatun böceği
Şıpıdak terliklerinle
Simli elbiselerinle
Nereye gidersin böyle
Delikanlı! Ulusunun tarihinden bir işi üstlenmişsin. Ağır bir iştir bu. Zaten ağır işte yiğide düşer, yiğide düşen ağır iştir. Bunu yüklenip gittikçe yükselen, yalçınlaşan dağlara doğru gidiyorsun. Yükseldiğin, ovadan uzaklaştığın, yorulduğunu ölçüde sağlamlaştırıyor, güçleniyorsun. Etraf değişiyor, tanıdık olmayan şeyler görüyorsun.

Celadet Alî Bedirxan

Gönlünün maviliği gitmesin gökyüzünden,
Kuşların gülücüğü eksilmesin yüzünden,
Kar yağsa da bu sessiz vadiye; gün bitmesin
Yapraklar üşüsede; çiçekler üşümesin..
Tüm yaşamı boyunca sevgiye hasret kalmıştı. Doğası sevgiye açtı. Varlığının en temel arzusuydu bu. Buna rağmen hayatını onsuz sürdürmüş, sonucunda da katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu bilmezdi. Şimdi de bunu bilmiyordu. Bildiği şey sadece, sevgiyle hareket eden insanların onda bir heyecan uyandırdığıydı. Sevginin inceliklerini, yüce ve olağanüstü olduğunu düşündü.
Yorgun değilim ama önüme çıkan merdivenlere iki kere bakıyorum artık..
Mecalim yok..
Sen gittin gideli çok yorgunum.
Her koşulda, her yerde ve her durumda aslolan umutlu olmaktı.
Kutsal bir metne dokunmak her şeyden önce bir risktir. Ona inanmayı değil onu samimi olarak anlamayı istediğimizde karşımızda koca bir tari- hin yükünü buluruz. Tarih boyunca insanların kitabı taşıdığı gibi, kitap da insanı taşıdığından, bu yük hem kitabın kendisine hem de onu anlamak isteyene aittir.
Uzağa gitmene gerek yoktu, zavallı annen bir kelime Türkçe bilmiyordu.
Ve bu bay Kürt yok diyordu. Kürt yok!
Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi.
Bir halk nasıl inkâr ediliyordu?..
Zaman en önemli anıyı, ölüm de en büyük acıyı unutturur. Bu yüzden yazmak iyidir…
Zaman en önemli anıyı, ölüm de en büyük acıyı unutturur. Bu yüzden yazmak iyidir…
Dil, varlığımızın iskeletidir.
Bize lazım olan esas kitaplar yasak.
Ama bir kadının nasıl sevileceğini çok iyi bilirim.
Bilmiyorum, biz mi hayatla oynuyoruz yoksa hayat mı bizimle oynuyor?
Siz, küçük yaratıklar; siz erkekler, kadınlar, yaşlılar, çocuklar, atlar, davarlar, koyunlar ve diğer küçük yaratıklar;nedendir bu kavga dövüş? Ve birbirinizden ne istiyorsunuz, neyi paylaşamıyorsunuz? Neden anlaşamıyorsunuz?
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Aman gönül!..
Kalkın da yüzünüzü çevirin Kürdistan ülkesine
Varın viran Diyarbakır’a, o kıraç diyara gidin
Bu sabah kalkıp bir taş koparacağım kanayanlar hapishanesinin duvarından
Alıp o taşı bağrıma basacağım
O narin boylunun ardından, gurbette, avunacağım onunla
De sür hadi, yüreğimin eşlik ettiği aman
Sür hadi uzak yolun yolcusu, sür ey efkârlı…
yaralıların yaralıdır yaraları, soğuğa, ayaza tutmayın"
İnsanların güzelliği, dillerinin güzelliğiyle ölçülür.
Gözbebeklerin hep gülsün inşallah!
Benim kalbimin zindanı kara gözlerindir senin
Varlığımın yuvası kirpiklerinin gölgesinde saklı…
Neydi bu hayat? Mecburen okunan bomboş bir roman gibi olan bu hayat neydi? İnsanın yüreği hayatın örsündeydi, öfke ve güzelliğin çekiçleri, balyozları güzellik ve kötülüğü çalıyorlardı üstüne.
Uzağa gitmeye gerek yoktu, zavallı annen bir kelime Türkçe bilmiyordu. Ve bu bay Kürt yok diyordu. Kürt yok! Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi. Bir halk nasıl inkar ediliyordu?..
Şevek tarî ya hebû ya tunebû nîv
Deşt di xew de, çiya digirî, nehilat hîv
Û hûn ji bo hev û ev der ji bo we ye.
Û hûn ji alîyên xwe yên cihê metirsin û bila alîyên we yên cihê we netisîne û dema alîyên we yên cihê bi hev re yek bin, dê behîştekê biafirîne û hûn ê bihêz, deşt ê jî şên bibe.
Hêvî û xwezîya dilê merivan pir caran merivan dixapîne…
Lawo xîret, lawo…
Ne hewce bû te lîsta kitêbên qedexekirî bianîya bîra komîsêr. Her çi kitêb in, li ba wan qedexe bûn
Vurdular oğul. Saatlerce vurdular…
Önce tokat, diz, tekme, cop, ve yumrukla vurdular oğlum…
Kürt yok diyordu.Kürt yok!
Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi. Bir halk nasıl inkar ediliyordu?..
Zaman en önemli anıyı, ölüm de en büyük acıyı unutturur.
Burada düşüncelerini, görüşlerini yazmak yasaktır.
Cezaevi, nazlı bir kız gibidir. Onu süslediğin zaman, ona baktığın, onu sevdiğin zaman ancak onu anlayabilir, ona yaklaşabilirsin.
Bir kadının nasıl sevileceğini çok iyi bilirim.
Böcek, bu Diyarbakır var ya bu Diyarbakır, yurdumuzun güzelliğidir, yürek ağrımızdır.
Burası Diyarbakır böcek.Diyarbakır toprağının altında, yabancıların zindanındayız.
Yaralıların yaralıdır yaraları, soğuğa, ayaza tutmayın.
Ahh kadın… ahh tarih… vatan… kadın… annem bacım…
Evlerin anahtarı, kilidi olan o zarif kadınlar, her toplulukta zavallı ve cahil idiler.
İnsan neden böyle? Neden çabuk alışıyor bir şeylere?
Geçen ömür geri gelmiyordu, giden rızık yerine gelmiyordu.
Ama bir kadınının nasıl sevileceğini çok iyi bilirim.
Şimdi buradayız. Yalnız, kimsesiz, çaresiz.
Bilmiyorum, biz mi hayatla oynuyoruz yoksa hayat mı bizimle oynuyor?
En büyük derdi özgürlük ve kendisi olarak yaşamaktır.
Batı’ya elektrik, yol
Doğu’ya jandarma, karakol"
Etiketler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir