İçeriğe geç

The Aeneid Kitap Alıntıları – Vergilius

Vergilius kitaplarından The Aeneid kitap alıntıları sizlerle…

The Aeneid Kitap Alıntıları

&“&”

Oysa, kim kandırabilir seveni?
Hangi yeller, hangi yazgıdır seni buraya sürükleyen?
Yaşıyorum acılar, sıkıntılarla, yaşamı sürüklüyorum.
“Yolunu şaşırmak için nereye gidiyorsun?“
Yerleş boynumun üstüne sevgili baba, taşırım
Omuzlarımda seni, ağır gelmezsin bana.
Mutsuzluğu bildiğim için, sefillere yardım etmesini de bilirim.
Aeneis Andromache’ye:
Mutlu olun, varmışsınız yazgınızın sonuna madem. Bizlerse çağrılmaktayız yeni kaderlere. Siz ulaşmışsınız artık huzura:
Ne küreklerinizle tarayacak deniziniz ne de arayacak Ausonia ovaları var,
Sizler aradıkça önünüzden kaçıp giden.
Bir yaban zeytini vardı orada, yaprakları acı,
Faunus’a adanmış, gemicilerce kutsal sayılan, eskiden,
Bu ağaca bağlarmış, fırtınadan kurtulanlar, Laurentum
Tanrısına sunulan adaklarını, eski giysilerini gelenek uyarınca.
Töreye göre, dağınık saçlı, ağıtçı İlion kadınları.
Girince yüksek kapılardan Aeneas yükseldi göğe
Çığlıkları göğüslerini döven, haykıran kadınların,
İnledi bu gürültüyle Aeneas’in konağı.
başını çevreleyen oniki dilimli,
Altın işlemeli başlık, atası güneşin simgesi
Bu arada, yaklaşıyordu Troya ordusu,
Etrüsk önderleri, buyruklarında atlı, yaya birlikleri,
Savaş düzeninde alaylar. Oynayan, kişneyen atlat
Ovayı çınlatan, koşumları titreten, yerleri eşen.
Neden bütün mutsuz yurttaşları, savaşlara, sakıncalara
Sürükleyisin, Latium’a acılar, üzüntüler çektirisin?
Halkın mutluluğudur konu, yazgısıdır, esenliğidir.
Çekinirler söylemeye, yapılması gereken işleri saymaya.
Bıraksın büyüklenmeyi, versin konuşma yetkisi bize de,
Öldürme alışkanlığını, uğursuz kıyımları, kan dökmeyi
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa, boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki."
Savaşılmaz yenilmiş, soluğu bitmiş ölülerle.
Acıyordu tanrılar, Jupiter’in konağında anlamsız savaşına
Boşuna birbirlerinin kanına girmelerine, kaygılarına
Ölümlülerin.
Birden sarar gövdesini sevginin sıcaklığı, işler
İliklerine, kemiklerine yalım, sarsılır sevişme tutkusuyla.
Böyledir şimşek çaktığında gürleyen bulutları yararak
Kıvılcımlanan ışıkların, hızla uçtan uça geçişi de.
Bilirdi kadın güzelliğinin etkisini, yürek oynatışını.
Aslan postuna oturmuş Aeneas, gençlerle
Rahipler, getirdiler sunaklardan kavrulmuş boğa
Ciğerleri, yerleştirdiler sepetlere Ceres’in özenle
Yapılmış armağanı ekmeği, Bacchus içkisini.
Aeneas’la Troyalı gençler yediler bir boğanın
Sırt etlerini, kutsanmış, yıkanmış barsaklarini.
Acımasız sevgi, yapmadığın kalmadı, ölümlü gönüllere.
Yine gözyaşı, yine yakarma başlıyor, bir daha girmek
İstiyor, Dido, sevginin boyunduruğu altına,
“Demek, açmadan ağzını, gizleyerek böyle bir yıkımı
Gücün yeter mi sandın ülkemden gitmeye, ne umdun?
Nerde kaldı sevgimiz, sana uzattığım elim,
Ölüme giden Dido, durduramıyor bir acımasızı?”
Söylenti, tüm yıkımların en hızlı yayılanı.
Yazık! Boş bir iş.
Neye yarar adak, öfkeli sunak? Yakarken ince
Bir yalım iliklerini, gönlünde de sinsi bir yara.
Yanar mutsuz Dido, dolaşır kenti baştan başa,
Şaşkın, kendinden geçik.
Şimdi yatmaktadır kıyıda, koskoca bir gövde, omuzdan yoksun bir baş, adsız bir beden sadece!
Sesler duyuluyor, gürleyen, yalımlar püsküren Aetna’dan,
Arada kara bulutlar yükseliyor, kızgın küller,
Koyu dumanlar saçıyor, korlasan dalgalar yuvarlıyor,
Kaldırdı Anchises baba şarapla dolu büyük
Süslü bardağı, dikildi yüksek pupasinda geminin
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
“Çocuktur diye üzülmez mi, anasının yokluğundan, acımaz mi?
Atalarının, baba Aeneas’in, yeğeni Hector’un yiğitliğine,
Geçmişin erdemlerine özenmek isteği duymaz mi?”
Ağlıyorum ayrılırken yurt kıyılarından, koylarından,
Troya toprağından, gidiyorum açık denizde oğlumla,
Lucifer, Danaoslar kentin kapılarını tutmuşlar, kalmamış
Kimseye yardım umudu daha, şaşkınlık ortalıkta.
Ne mutsuzluktu bu, yitirdim karım Creusa’yi.
Bilmem nerde şimdi, öldü mü kaldı mi?
Suçlamadığım insan, tanrı kaldı mi? bilmem.
Ne var kentin yıkıntılarında, görmediğin, bundan acı?
Fırlar öne Pyrrhus, dağıtır iki ağızlı baltayla
Kapının eşliğini, söker tunç menteşeleri hızla,
Buraya gelenler için mutluluk günü olsun,
Anılsın torunlarımızca. Tut elimizden sevecen Bacchus.
Açtı ağzını bu arada bildirmek için yazgımızı
Cassandra. Tanrı istemedi inanmasını Troyalıların.
Yunan önderleri, savaş yorgunları,
Yazgı vurgunları, nice yıllar sonra çarpışmadan,
Bir at yaptılar Pallas’in tanrısal becerisiyle,
Örttüler iki böğrünü geçmeli çam tahtalarıyla.
Geri dönüşün sözde bir sungusu, bir adak.
Sonra, gizlice, seçkin savaşçılar yerleştirdiler
Yontunun içine, doldurdular bütün görünmeyen yerleri,
Savaş için donatılmış, seçilmiş erleri.
Kraliçe Dido:
“Kimdir bilmeyen Aeneas soyunu, Troya ilini, uğradığı
Yıkımları, ünlü yiğitlerini, o büyük savaşı, yangını?”
Yükselir sulardan insan çığlıkları, halat gıcırtıları.
Kaçırır bulutlar güneşi, göğü Troyalıların
Gözlerinden, örter denizi koyu karanlık birden.
Doldurur uzayı gökgürültüleri, şimşekler, yıldırımlar
Parlar boşluk, ölüm görünür yiğitlere.
karşılık görmeyen sevdalıların
acısıyla ilgilenen, adil ve affetmeyen
bir ululuk varsa eğer, ona yalvarıyordu.
Ah haşin Aşk! Neler yaptırmazsın sen insanlara ! Denenmedik hiçbir şey koymasın diye ölmeden, mutsuz Dido’nun tek çaresi gözyaşları yine, yalvarıp yakaracak yine, ya dize gelerek gururunu sevdası uğrunda feda edecek.
Ama kim kandırabilir ki seven bir kadını?
Kraliçeyse aşk derdine düşmüş, çoktan sevdalı, damarlarında besliyor sızlayan yarasını,
gizli bir kor yüreğinde, eriyor için için.
Hiç aklından çıkmıyor sayısız kahramanlığı, ulu, şerefli soyu o yiğidin; asil yüzü,
sözleri yüreğine saplanmış kalmış sanki; aşk derdiyle ne huzuru kalmış ne de sükunu !
Peki, veriyorum istediğini, yenilsem de,
seve seve uyanın sana: Anadillerini,
adetlerini koruyacak Auson’lar, adlan da
neyse bugüne dek, öyle olacak
Ne küreklerinizle tarayacak deniziniz,
ne de arayacak Ausonia ovalan var,
sizler aradıkça önünüzden kaçıp giden !
Öyleyse sen anlat," dedi, Pyrrhus, "var git
sen, babam Peleus’oğlunun habercisi olarak,
anlat ona bunları, berbat işlerimi benim!
Yozdu, de, oğlun Neoptolemusl, unutma sakın!
Geber şimdi!
Siz tanık olun bana, dedi sönmeyen ışıklar,
tanık olun bana, karşı gelinmez istenceniz,
kaçtığım sunak, lanetli bıçak, kurban olarak
taşıdığım kurdeleler, bana tanık olun ki,
bütün kutsal bağlarımı Greklerden koparmak da,
onlardan nefret etmek de mubahtır benim için,
gizli saklı ne varsa ortaya koymak da mubah!
Bağlı değilim artık yurduma hiçbir yasayla,
yeter ki gerçeği söyleyip yararlı olursam,
sözünde dur sen, koru seni koruyanı Troia!
Güvenmeyin bu ata, Troia’lılar, aldanmayın!
Ne olursa olsun, bir armağan verse bile ben,
Yunan milletinden korkarım!
! Irmaklar denizlere
aktıkça, gölgeler dolandıkça koyaklarını
dağların ve gökler ışık verdikçe yıldızlara 1
ünün, adın, övgülerin yaşayacak her zaman,
kaderin beni çağırdığını her yerde!
Seni yaratan
çağa ne mutlu
! Mars’tan gebe kalıp
kral sarayından bir rahibe, İlia, ikiz oğlan
doğuruncaya dek! Sonra da sütanasının,
kurdun boz gölgesinde, nur topu gibi Romulus,
gelişip başına gececek soyunun, kentini,
Mars surlarını kuracak, adıyla anılacak,
Romalı diye
Yolunu şaşırmak için nereye gidiyorsun?..
Yurdunu satmış altınla, vermiş yönetimi tirana
Acı çekmektense yürürüm üstüne ölümün
Ne kaldı bana yapacak, ne gösterdi bana yazgı.
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa, boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki."
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa, boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki."
Nasıl duru gökte kimi zaman kuyruklu yıldız
ya da yakıcı Sirius kana, yasa bularsa
gökleri, tıpkı öyleydi: Mutsuz ölümlülere
bu yıldızın doğuşu susuzluğu, hastalığı
getirir; acıya boğar uğursuz ışığıyla
Düşündüm, bekledim geleceğini günün birinde,
Nice gün saydım, umudum kesilmedi, daralmadım,
Nice karalar, denizler dolaştım, nereye gittimse
Sendin gönlümün aradığı, beklediği, kaygısı.
Yüreğinde sessiz bir yarayla yaşamakta."
Böylesi bir acı vereceğini düşünemedim bu ayrılığın. Dur şurada, kaçırma hayalini gözümün önünden.
Circe etkili otlarıyla, insanken bir hayvan
kılığına sokmuştur, aynı vahşi hayvanların
yüzünü de bedenini de vermiştir onlara.
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa, boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki."
Korkudur açığa vuran alçak ruhları. Ah, yazık!
Boynuna sarılmak için uzattım kollarımı üç defa,
boş yere kucakladığım hayal sıyrıldı gitti kollarımın arasından üç defa, ince esen
bir esinti, uçup giden bir düş gibiydi sanki.
Anlattı o zaman: ‘Ey İlium Kaderlerinin
elinde hırpalanmış oğul! Yalnız Cassandra’ydı
şu başımıza gelenleri açıklayan bana;
şimdi anımsıyorum: ‘Bu acılar soyumuzun boynuna borçtur,’ derdi.
Üççatallı yabasıyla suları köklerinden söken
Neptunus, temellerini oynatıyor yerinden,
devirip atıyor doruğundan koskoca kenti!
Şimdi yatmaktadır kıyıda, koskoca bir gövde,
omuzdan yoksun bir baş, adsız bir beden sadece!
Boğazı kurumuş yavrular arkada gözlerken
açlıktan gözü dönmüş analarının yolunu,
nasıl saldırgan olursa kurtlar, biz de öyleydik; kargılarla düşmanın içinden ilerliyorduk
kaçınılmaz ölüme doğru, kentin ortasına
varan yolu tutmuştuk.
‘Ey Troialıların ışığı, sönmez umudu Troia’nın!
Niçin bu kadar geciktin? Hangi kıyılardan
geliyorsun yollarını gözlediğimiz Hector!’
Nice yıllar geçince,
bir at yaptılar Pallas’ın tanrısal sanatıyla,
dağ gibi bir at; örttüler ki iki yanını atın
iç içe geçmiş hepsi çam ağacından kalaslarla.
Bir söylenti yayıldı, dönüş için adak diye.
Meğer karanlık böğürlerine atın gizlice,
kurayla seçilmiş yiğitlerini saklamışlar,
derin, geniş karnını doldurmuşlar tıkabasa,
silahlı erlerle iki yandan, dibine kadar.
Yüreğinde sessiz bir yarayla yaşamakta.
Gece geç vakte kadar Aeneas’la uzun uzun konuşur mutsuz Dido, yudum yudum içer aşkı.
Gününü bekler kişi. Kısadır kişinin yaşamı. Dönmez geri geçen süre…
Belki mutsuzları da bekleyen iyi günler vardır.
Cesurlara yardım eder her daim talih…
Yetmez mi bir kere ölmek?
Zaman, kötü günlerin kaypak gidişini mutluluğa,
Döndürüverir çok defa. Kader adımlarını
Almaşalı atarak oyun eder insanlara,
Oturtur yeni baştan sağlam bir yere onları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir