José Saramago kitaplarından Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl kitap alıntıları sizlerle…
Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl Kitap Alıntıları
&“&”
ama anlamsızlık her zaman mantığın önünde boyun eğmez.
Yalnızlık yalnız yaşamak değildir, içimizdeki birine ya da bir şeye yoldaşlık edememektir.
Yaşadığım şeyle yaşam arasında, göründüğüm insanla olduğum insan arasında, bir yokuşun ortasında uyukluyorum, asla inmeyeceğim bir yokuşta…
Yaşamak da böyle, doğuyoruz, başkalarının yaşadığını görüyoruz, sonra, nedenini ya da amacını bilmeksizin biz de yaşamaya, ötekileri taklit etmeye koyuluyoruz.
Hayal gücü imdada yetişmezse varılan sonuçlar insanda hayal kırıklığı yaratır, bin yıllardır vaktimizi duyguları, asitlerle bazları, erkeklerle kadınları karıştırıp durmakla geçiriyoruz.
İnsan dediğin, her şeyden biraz okumalı, elinden geldiği kadar, kimseden daha fazlası istenemez, ne de olsa hayat kısa, dünyanın lafı bol.
+Neye yarayacak peki?
-Umudu yaşatmaya,
+Hangi umudu,
-Umudu, daha ötesi yok, bazen bize tek kalan odur, ama umudumuz varsa her şeyimiz var demektir.
-Umudu yaşatmaya,
+Hangi umudu,
-Umudu, daha ötesi yok, bazen bize tek kalan odur, ama umudumuz varsa her şeyimiz var demektir.
Tanrım, nasıl da kuvvetli, nasıl da hızlı atıyor, korkudandır, hayır, bu hep böyledir, ömrü kısa yürekler daha hızlı çarpar.
Başlangıçtan önceki hiçliğe geri dönmek mümkün değildir, oysa hiçlik var, bizden önce var, biz ondan çıkarız, hiçliğe ölümden sonra girmez insan, ondan doğarız.
insan ruhunun karmaşasını anlayamıyorsak yazıklar olsun bize, düşmanımın berbat bir halde olduğunu keşfetmek beni mutlu edebilir, ama bu, onu o duruma getireni ille de alkışladığım anlamına gelmez, elmalarla armutları karıştırmayalım.
Ricardo Reis içindeki bu çatışmayı derinleştirmeyecek, tabiri mazur görün ama hissettiği rahatsızlıkla yetinecek, tavşanın derisini yüzecek cesaretten yoksun olup bunu başkasından isteyen, hatta kendi alçaklığından utanarak işlemi seyreden biri gibi, o kadar yakındır ki ılık kokuyu hissedebilir, yüzülmüş deriden yayılan hafif buharı içlerine çekebilirler, o sırada deriyi yüzen zalime karşı bir hınç doldurur yüreklerini ya da bu tür hislere yataklık eden herhangi bir organlarını, bu kişiyle biz aynı insanlığın parçası nasıl olabiliriz,cellatların sevilmemesinin, ayrıca günah keçisinin etinin yenmemesinin altında da bu tür nedenler yatıyor olabilir.
Ricardo Reis içindeki bu çatışmayı derinleştirmeyecek, tabiri mazur görün ama hissettiği rahatsızlıkla yetinecek, tavşanın derisini yüzecek cesaretten yoksun olup bunu başkasından isteyen, hatta kendi alçaklığından utanarak işlemi seyreden biri gibi, o kadar yakındır ki ılık kokuyu hissedebilir, yüzülmüş deriden yayılan hafif buharı içlerine çekebilirler, o sırada deriyi yüzen zalime karşı bir hınç doldurur yüreklerini ya da bu tür hislere yataklık eden herhangi bir organlarını, bu kişiyle biz aynı insanlığın parçası nasıl olabiliriz,cellatların sevilmemesinin, ayrıca günah keçisinin etinin yenmemesinin altında da bu tür nedenler yatıyor olabilir.
Biliyor musunuz, rüyamda hayatta olduğumu gördüm, Bu bir yanılsamaydı, Elbette öyleydi, bütün rüyalar gibi, ama ilginç olan, bir ölünün rüyasında hayatta olduğunu görmesi değil, sonuç olarak o tanımıştır hayatı, gördüğü rüyayı gayet iyi biliyordur, asıl önemlisi, hayatta olan birinin, ölümün ne olduğunu bilmezken kendini ölmüş görmesidir,
Kimilerinde vardır bu saplantı, aliterasyonlar, aritmetik tekrarlar böylelerini heyecanlandırır, bu sayede dünyadaki kaosa düzen getirebileceklerini sanırlar, Eleştirmeyelim, bütün simetri hastaları gibi sıkıntılı insanlardır bunlar, Sevgili Fernando, simetri zevki, hayati bir denge ihtiyacına cevap vermektedir, düşüşe karşı bir savunma bu, İp cambazının elindeki sırık gibi,
Bütün saniyeler ve dakikalar saatlerin gösterdiği gibi birbirine eşit olsaydı, bu süreler boyunca ne olup bittiğini, içlerindeki en kritik anı izah etmemize her zaman vakit kalmazdı, ne mutlu bize ki en anlamlı epizotlar en uzun saniyelerde, en bitmek bilmez dakikalarda yaşanır, bu sayede bazı durumları ince elekten geçirmek mümkün olur, hem de tiyatrodaki üç birlik kuralının en ince öğesi olan zamanı ihlal etmeksizin.
bütün eylemlerim, bütün sözlerim yaşamaya, sırtımı yasladığım duvarın ötesine geçip ilerlemeye devam ediyor, bırakıp gidemediğim o yerde arkalarından bakıyor, eylemleri ve sözleri görüyorum, yanlış bile olsalar onları ne düzeltebilir ne anlatabilirim, ne de kendimi tek bir eylemle, tek bir kelimeyle özetleyebilirim, yapacak olsam da kuşkunun yerine inkâr, alacakaranlığın yerine zifiri karanlık, evetin yerine hayır koyardım ki hepsi aynı anlama gelirdi, fakat telaffuz ettiğim sözler, yaptığım eylemler, kuşkusuz en kötüsü bunlar değil, en kötüsü, en umarsızı yapılmamış hareket, söylenmemiş sözdür, bunlar yapılmışa, söylenmişe bir yön verebilirdi, Ölmüş biri kendi kendini böyle sorguluyorsa ölünce bile huzur yok demektir,
Dünya yüzünde huzur yok, ne ölülere ne dirilere, Öyleyse aralarındaki fark ne, Tek bir fark var, dirilerin hâlâ sözü söylemek, hareketi yapmak için vakti vardır, ama günleri sayılıdır, Hangi söz, hangi hareket, Bilmiyorum, sözü söylemediğimizden, hareketi yapmadığımızdan ölürüz, bundan ölür insan hastalıktan değil ve işte bu yüzden ölülere öldüklerini kabul etmek bu kadar zor gelir,
Söze dökülmemiş bir sorunun dudaklarla dişler arasında asılı kaldığı, sonunda telaffuz edildiğinde neredeyse duyulamayacak bir şekilde çıktığı olur, incecik ses evete ya da hayıra dönüşerek salonun loşluğuna karışır, tıpkı denizin şeffaflığında yitip giden bir damla kan gibi, orada olduğunu herkes bilir de kimse göremez.
yazılan ile yazıyı doğuran şey arasında genellikle fark vardır ve bu fark yaşanmışlıktır. Dolayısıyla şaire ne düşündüğünü ya da hissettiğini sormak boşuna, çünkü o tam da bunları dile getirmek zorunda kalmamak için dizeler kaleme alır. Aksi hiçbir tavır hayatta kendine yer bulamaz.
Hangi alanda doktorluk yapsam, nerede ve kimin için, böyle sorulara yalnızca yanıtların gerektiğini sanırsanız aldanırsınız, çünkü yanıtlarımızı hep eylemlerle veririz, tıpkı eylemlerle sorguladığımız gibi.
gazetelerin ne olduğu ortada, onlar olup bitmiş olandan söz etmeyi bilir yalnızca, yanlışların, tehlikelerin ve hataların artık çaresi kalmadığında konuşurlar, iyi bir gazete, örneğin bir ocak bin dokuz yüz on dört tarihli nüshasında, yirmi dört temmuzda savaşın patlak vereceğini haber vermeliydi, böylece bizim de tehlikeyi savuşturmak için yaklaşık yedi ayımız olurdu önümüzde, hem kim bilir, o kadar zamanda belki bunu başarırdık da, ya da daha iyisi, öleceklerin listesini gazetede görebilseydik, sabahleyin sütlü kahvelerini yudumlarken gazetede kendi ölüm ilanlarını okusaydı milyonlarca kadın ve erkek, çoktan çizilmiş ve yaşanması gereken kaderi, günü, saati, yeri ve düpedüz kendi adlarını okuyan insanlar, Ne yaparlardı öldürüleceklerini bilseler
Fizyolojik olaylar karmaşıktır, bu işlerden anlayanlara bırakalım onları, hele de gözyaşı bezlerinin içinde duygunun simyasının peşine düşmek, örneğin bir üzüntü gözyaşıyla sevinç gözyaşı arasındaki kimyasal farkları araştırmak gerektiğinde, üzüntüden akan yaşlar kesinlikle daha tuzlu olur, bu yüzden gözlerimiz o kadar yanar.
Bir zamanlar özlem duyardım, özlemin ne olduğunu bildiğim zamanın özlemi hâlâ içimde.
Yalanların en sahte olanı kendi ahlaksızlıklarını tatmin etmek ve aklamak için gerçekleri kullanan değil midir.
Bir gün yirmi dört saat ve günün sonuna gelince yaşadığınıza değmediğini anlıyorsunuz.
İnsan mucizelere bel bagladıysa umut tükenmiş demektir.
yalnızlık yalnız yaşamak değildir, içimizdeki birine ya da bir şeye yoldaşlık edememektetir…
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Yaşadığım şeyle yaşam arasında, göründüğüm insanla olduğum insan arasında, bir yokuşun ortasında uyukluyorum…
İnsan bazen kimseye, hele kendisine hiç açıklayamayacağı biçimde kabuğuna çekilir, alabildiğine zayıf düşer.
hissettiği şey büyük bir yorgunluk, ruhunda bir çöküş, umutsuzluktu…
Cehennem varsa eğer, dökülen bunca yaştan sonra cehennem hâlâ varsa, bundan daha kötü olamaz.
Ölüsünün peşinden yürüyenlerin hiçbiri yaşarken yanında değildi.
Tanrılardan tek dileğim, beni kendilerine muhtaç etmesinler.
Hemen hep böyle olur. İnsan üzüntüden kıvranır, kaygılanır, en kötü ihtimali düşünür. Dünya hesap soracak, kanıtlar isteyecek sanır. Oysa hayat alıp yürümüş, başka telden çalmaya başlamıştır bile.
hangi yaşlardır akıtacağımız,peki neden vaktinde ağlamamışız,belki o an şaşkınlık acıya baskındı,acı sonradan geldi…..
çiçeklerden başka demetler de tabutu süslüyordu,çiçeklerin bile yazgısı bir olmuyor
Oysa aslında tufan devam ediyor, zaman üzerimize yağıyor, zaman bizi boğuyor.
Belki o an şaşkınlık acıya baskındı, acı sonradan geldi, sinsice, beden içten içe alabildiğine çürümüş yekpare bir et parçası gibi, üzerimizde, yas yerini gösterecek kara bir leke yok.
İnsan, burada ne işim var, diye düşünüyor, hangi yaşlardır akıtacağımız, peki neden vaktinde ağlamamışız.
Neyse ki Hamlet bize şunları söylediğinden beri hâlâ hayatın kurallarında istisnalar oluyor, Geriye sessizlik kalır, nihayetinde deha üstlenir ne kaldıysa ve bir deha bunu yapabildiyse bir başkası da yapabilir.
hemen hep böyle olur, insan üzüntüden kıvranır, kaygılanır, en kötü ihtimali düşünür, dünya hesap soracak, kanıtlar isteyecek sanır, oysa hayat alıp yürümüş, başka telden çalmaya başlamıştır bile.
Huzur içinde terk edeceğiz yaşamı, yaşadığımıza pişmanlık duymadan.
İnsan yapmadığı şeylerden yorulur…
Öyle durumlar vardı ki susmak yalan söylemek demektir.
ister yalan olsunlar ister doğru, kelimeler her şeyi açığa çıkarma gücünden yoksundur, ya da tam tersine ikiyüzlülük içlerine işlemiştir, aynı kelime hem yalan söyleyip hem de gerçeği dile getirebilir, biz söylediklerimiz değiliz, başkalarında uyandırdığımız güveniniz
Gereksiz haftaların üzerinden atlayıp dolu dolu bir saat, tek bir yoğun dakika yaşayabilsek.
Ancak unutulmamalıdır ki ilk mısır tanesi serçelere hasadın hası ise hak edene düşer.
Ölümle hayat birdir.
Dünya her şeyi unutur.
Bir bilseydiniz bir daha asla sağ olamayacak olmanın ne demek olduğunu
Dirileri birbirinden ayıran duvar ölüleri dirilerden ayırandan daha şeffaf değildir.
Bildiğimiz tek şey varsa o da başkalarının öldüğüdür.
Derler ki, bir erkekle bir kadının beraber bulunduğu yerde Tanrı da vardır. Bu sözde bize gösteriyor ki, cennet sonuçta bize söylendiği yerde değil şu fani dünyadadır ve Tanrı cenneti her canı çektiğinde buraya gelir.
insana konuşma yetisinin, düşüncelerini saklayabilsin diye bahşedildiğini söyleyen Fransız haklıymış…
Yalnız olmak, bayım yalnızım demekten ve demiş olmaktan bambaşkadır.
Cümleler ağızdan çıktıkları anda açık bırakılmış kapılara benzer.
Ayağını sıcak tut başını serin". Bilim kabul etmese de deneyimlerle kazanılmış bu vecizeye kulak vermenin ne sakıncası olur.
Ömrü kısa yürekler daha hızlı çarpar.
Düşlemin yüce çıplaklığı üzerinde gerçekliğin yarı saydam tülü." işte bu düşündürücü, çünkü düşlemi yoğun ve çıplak, gerçekliği yarı saydam olarak akılda canlandirabilmek ne büyük mutluluk.
Dil söyleyebilecek herşeyi söyleyip de sustuğunda hayatın neye benzeyeceğini görmek isterdim.
ironiyi icat etmiş olan, ironiyi icat ettiğinde, onu ifade edecek bir gülümseme de icat etmek zorundaydı ve bu çok daha da zordu.
sanıyoruz ki herkesin kendine göre bir uyuma ve ölme şekli var
ruhumun kapısında bir anlığına duran önemsiz , küçük bir acı yalnızca ve nedensizce gülümseyip yüzüme bakarak uzaklaşıyor
Tanrılar da unuturlar ölümü ve bunda şaşılacak bir şey yok, kendileri ölümsüz ne de olsa.
Biz kendi kendimizi unutarak kendimizi okurken, bizi kim okuyor biliyor muyuz?
Bir insan sonsuza kadar yürüyemez, yürüdükleri zemini yoklamak üzere bir bastona ya da tehlikelerin kokusunu alacak bir köpeğe ihtiyaç duyanlar yalnız körler değildir. Gözleri gayet iyi gören bir adamın da önünden gidecek bir ışığa, inanacağı, en azından özleyeceği bir ışığa, hiç olmazsa şüphelere ihtiyacı vardır.
-Öleyim bari
-Siz zaten ölüsünüz.
-Zavallı ben, bu fırsattan bile yoksunum demek.
-Siz zaten ölüsünüz.
-Zavallı ben, bu fırsattan bile yoksunum demek.
Kendimize değil de başkalarına acırız..
Göksel adaletin timsalidir yağmur, insan ayırt etmez yağarken.
Hayat buysa, buyurunuz sizin olsun..
Hepimiz istediğimiz kadar konuşalım, hep bir sözcük eksik kalacak.
İçinde olmadığımız o gemi, işte o gemi götürecektir bizi.
Gördüğü ufka erişememek, budur insanın katlanamadığı..
İnsan kendi kendinin labirenti..
Bu tufan iki aydır dinmedi, demişti şoför dün, güzel günlerden ümidini kesmiş gibiydi bunu söylerken.
Ölüm, reddettiğimiz bir özgürlük..