Sait Faik Abasıyanık kitaplarından Havuz Başı kitap alıntıları sizlerle…
Havuz Başı Kitap Alıntıları
&“&”
Yaşını almış bir adamın yirmi yaşındaki çocuk kederlerini, sevinçlerini yaşaması ne demektir, diye düşünüyorum: Belki bir geç olma hadisesi. Belki de bir çeşit hazları, kederleri, çocuklukları uzatma temayülü.
Kollarıma uykusuzluğumun hırkasını geçiriyorum."
Dünyayı yeniden kederlerle kuracağım."
Sevgi her şeyi maruz gösterir değil mi efendim?
Gün olur dost, sevgili, arkadaş, baba,ana oğul, kardeş hep elimizi bırakıverir.
Müşterek kederler, müşterek sevinçler ne kadar azdır. Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi?
Bitişik doğmadığımıza göre içimizdeki sevinçleri, kederleri başkalarıyla her an paylaşmamıza imkan mı vardır?
“O üzüntü birdenbire gelir. Hava yağmurludur. Bir sonu gelmeyecek başlangıç. Böyle sürüp gidecek gibidir her şey. Öyle ki, çocuklar bile çirkindir.”
Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine sinme günleri doludur.
Biz artık yazının canına okuduk. Onu nelere alet etmedik.
Günler böylece geçti. Yaz da başını alıp gitti. Gitmese canımızı sıkacaktı.
Milyonluk şehirlerde de yaşasa, insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme, sinme günleri doludur. Bitişik doğmadığımıza göre sevinçleri, kederleri başkalarıyla her an paylaşmamıza imkan mı vardır? En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız, derdimizi kimselere söyleyemediğimiz günlerimiz olmaz mı?"
Konuşurken düşünmüyor muyduk? Düşünüyorduk ama hatalara düşüyor, bir türlü onaramayacağımız haltlar karıştırıyorduk. Sonradan ne kadar pişman oluyor, söylediğimiz, hırsla söylediğimiz bir sözden ne kadar utanıyorduk."
Sonra en iyisini yaptı: Aldırış etmedi.
Şehir, en küçüğünden en büyüğüne kadar haksız para kazanmayı ayıp saymıyordu.
Bir kara dumandır kaplar içimizi.
Evet, bir yağmur yağsın istiyorum. Camlardan düşüncelerimizin resmini, haritasını çizerek aksın, şakır şakır dökülsün. Ayakkabılarımı elime alayım, paçalarımı sıvayayım.
Müşterek kederler, müşterek sevinçler ne kadar azdır."
İlkönce beyefendiciğim kadınlar: “ Eh yeter artık,” diyorlar. Tarihten sabittir beyefendi…
“O üzüntü birdenbire gelir. Hava yağmurludur. Bir sonu gelmeyecek başlangıç. Böyle sürüp gidecek gibidir her şey. Öyle ki, çocuklar bile çirkindir.”
Evet, bu dünyada hiçbir iş yapmadan göçüp gitmek de fena bir şey!"
Senin bu topraktan yapılmış çirkinler kafilesinde yerin yok! Kuş ol! dedi.
Kuş ol, güzel insan…
Sen bizim göklerimizin muhacir kuşu…
Nedir bu kuş, bilmem ki?
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Canım bir yağmur yağmasını istiyor. Gözümü, gönlümü ıslatacak bir yağmur. (…) Evet, bir yağmur yağsın istiyorum. Camlardan düşüncelerimizin resmini, haritasını çizerek aksın, şakır şakır dökülsün. Ayakkabılarımı elime alayım, paçalarımı sıvayayım. Sokaklardan:
Yağmur yağıyor
Seller akıyor
Arap kızı
Camdan bakıyor
Şarkısını söyleyerek…
Ah! Şakır şakır, gönlüme bir yağmur yağsın da bak!
İşte yalnız iki umut vardır: Akşam ve lamba.
O üzüntü birdenbire gelir. Hava yağmurludur. Bir sonu gelmeyecek başlangıç. Böyle sürüp gidecek gibidir her şey. Öyle ki çocuklar bile çirkindir.
Müşterek kederler, müşterek sevinçler ne kadar azdır. Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi? Gün olur dost, sevgili, arkadaş, baba, ana, oğul, kardeş hep elimizi bırakıverir. Hem yapayalnız doğup kendi başımıza ölmüyor muyuz?
Bir türlü Seviyorum!" diyemedik.
Demek, söylemekten usandığımız, konuşmak istemediğimiz bir gün, gizlice; – (…) – kendimiz hitap ettiğimizin yanında bulunmadan, sesimiz işitilmeden söylemek zorunda kalmışız.
Rıhtımın kırık taşına oturmuştuk. Bulutlar yıldızlara bir şeyler götürürdü. Beklerdik. Masalımıza aydan çocuklar gelecekti.
En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız, derdimizi kimselere söyleyemediğimiz günlerimiz olmaz mı?
Baharda çalışmak ne tatlıdır evlat. Baharda çalışmak bir, baharda sevişmek iki. Birincisini bilmezsin ama ikincisini tatmayan var mı?
– Asıl büyük kötülük hak yemektir hak
– Biz hak yiyenleri de…
– Başınıza taç ediyorsunuz. Siz yankesicileri, hırsızları bile hafiften seversiniz.
– Biz hak yiyenleri de…
– Başınıza taç ediyorsunuz. Siz yankesicileri, hırsızları bile hafiften seversiniz.
O benim olsun, dünyadan başka bir isteğim yok" diyen sen değil miydin? İşte, senin oldu da ne oldu? Bıktın bile!
Aşikar bir ilanı aşka karşı her kadın derhal gerilemelidir.
Senin bu topraktan yapılmış çirkinler kafilesinde yerin yok! Kuş ol!
Bana bakın! Beni dinleyin, n’olur? Bırakın da bir gün samimi olayım. Söyleyeceklerimi söyletmiyorsunuz. Dinleyeceklerimi dinletmiyorsunuz. Bırakın anlatayım…
Herkesler geçti, siz geçmediniz. Yüzünüzü göremedim. Bayramım, çocukluk bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş doldu.
Kimseler aşık değil mi bu şehirde? Kimseler, bir meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi, yüzünü bir dakika görmek için kimsenin?
o kenarda tek başına oturan ihtiyar sakallı var ya? İşte asıl hikaye o be.."
Olmaz ilaç sîne-i sadpâreme"
Zaten kuşlar da pek gelmiyorlar artık
— (…) Sevgi her şeyi mazur gösterir değil mi efendim?
— Böyle laflar söylemek için sevgi bir mazeret olamaz.
— Böyle laflar söylemek için sevgi bir mazeret olamaz.
Kuş ol, güzel insan! (…) Senin bu topraktan yapılmış çirkinler kafilesinde yerin yok! Kuş ol!
Birbirimizi ite dürte yaşıyoruz.
Mahallede itibarım yoktu ama anamın nezdinde muteberdim.
Yalnız başına olan insan kadar büyük adam yoktur ama insanlarla beraber olan insan hakikî kıymetini ölçer, biçer.
O üzüntü birdenbire gelir. Hava yağmurludur. Bir sonu gelmeyecek başlangıç. Böyle sürüp gidecek gibidir her şey. Öyle ki, çocuklar bile çirkindir.
Seni görememenin sıkıntısı dağılıyor, seviniyorum.
Ben senin gelmen ihtimali olan yola gözlerimi dikmişim.
Kızamıyorum size…
Kimseler âşık değil mi bu şehirde? Kimseler, bir meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi, yüzünü bir dakika görmek için kimsenin?
Herkesler geçti, siz geçmediniz.
Sizi bekliyorum. Sizi göreceğim; içimde bir şey koşacak. Siz görmeden geçeceksiniz. Ben kederle sevinci duyup dalacağım istediğim âleme. Dünyayı yeniden kederlerle kuracağım. Sonra çarşılardan çarşılara, insan sesleri arasında, her şeyi sizinle kurulmuş bir şehirde dolaşacağım.
&‘..Yalnız simitten, sabahın o leziz, insan icadı yemişinden söz açmalıydım. Ama ne yaparsın, çaya kıyamadım. Simidin yanında o da ikinci planda kalıyor ama dostlukları da samimi bir dostluktur.’
<3
&‘Kendi kendimiz kadar kim paylaşır derdimizi?’
“O benim olsun, dünyada başka isteğim yok Diyen sen değil miydin? İşte, senin oldu da ne oldu? Bıktın bile!
Sevgi her şeyi mazur gösterir değil mi efendim?
Mahallede itibarım yoktu ama anamın nezdinde muteberdim.
Kadın kısmının yalnız kendisinin bildiği sır, dünya yüzünde yoktur.
“Bana bakın! Beni dinleyin, n’olur? Bırakın da bir gün samimi olayım. Söyleyeceklerimi söyletmiyorsunuz. Dinleyeceklerimi dinletmiyorsunuz. Bırakın anlatayım…”
Sizi göreceğim; içimde bir şey koşacak.
Ben kederle sevinci duyup dalacağım istediğim âleme. Dünyayı yeniden kederlerle kuracağım.
Bayramım, çocukluk bayramım salıncaksız geçmiş gibi gözüme yaş doldu.
Ümitlerin en müptezelinde , ümitlerin en korkuncunda zamanının parıltısını küreyen bizlerse ümitsizliğimizin karanlığından mahzunuzdur adeta.
Milyonluk şehirlerde de yaşasa , insanoğlunun içinde yalnızlık, kendi içine çekilme, sinme günleri doludur. Bitişik doğmadığımıza göre içimizdeki sevinçleri , kederleri başkalarıyla her an paylaşmamıza imkan mı vardır ? En yakınlarımızdan bile bucak bucak kaçtığımız , derdimizi kimselere söyleyemediğimiz günlerimiz olmaz mı ?
Bu ölüm ve doğum rüyası içinde şafak atıyor . Kalkıyorum. Kollarıma uykusuzluğumun hırkasını geçiriyorum. Dar geliyor. Şafak söküyor, aynadaki yüzüme saldırıyorum, bakıyorum.
Burnuma yıldızlardan , çamurdan, tohumdan , yosundan, denizden, albümin ve asit parçalarından güzel diyebileceğim bir koku ; taze balıkların taze kokusu, daha meme emmemiş , yıkanmamış çocuk kokusu , süt kokusu , bir genç saç kokusu geliyor.
Kimseler aşık değil mi aşık değil mi bu şehirde ? Kimseler bir meydanın kanepesinde kimseyi beklemeyecek mi, yüzünü bir dakika görmek için kimsenin ?
Bana öyle gelir ki, dünya yüzündeki asıl dostlar,asıl kardeşlerimiz aynı saniyede doğup, aynı saniyede ölen kişilerdir.Onlara da ömrümüz oldukça rastlayamayacağız.
Bitişik doğmadığımıza göre içimizdeki sevinçleri, kederleri başkalarıyla her an paylaşmamıza imkan mı vardır?