İçeriğe geç

Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında Kitap Alıntıları – John Steinbeck

John Steinbeck kitaplarından Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında kitap alıntıları sizlerle…

Köpeğim Charley ile Amerika Yollarında Kitap Alıntıları

&“&”

En becerikli canlı türü olan insan şimdiye kadar olduğu gibi şimdiden sonra da hayatta kalmak için savaşırsa, sadece kendini değil bütün canlıları da ortadan kaldırabilir.
Önemli olan aşı değil karneydi. Hükümetler söz konusu olduğunda hep böyledir- olayın kendisi değil küçük bir kağıt parçası önemlidir.
İspanyolcada bir kelime var ki tam karşılığını bulamıyorum. Vacilar" fiili, şimdiki zamanı "vacilando". Birisi vacilando yapıyorsa bir yerlere gidiyor, belli bir hedefe doğru ilerliyor ama oraya ulaşıp ulaşamayacağını pek de kafaya takmıyor demektir.
Yeniyetmelikte sürekli başka yerlerde olmayı istediğim zamanlarda, yaşını başını almış insanlar, içimdeki bu kıpırtıyı yılların tedavi edeceğini söylerdi. Yıllar geçip de olgunlaştığımda bu sefer reçeteyi orta yaşa kestiler. Orta yaşa geldiğimde ise yaşlanınca bu ateşin düşeceğini söylendi ama artık elli sekizi bulduğuma göre bu işi olsa olsa bunaklık halledecek galiba.
“Her yerde çılgın bir büyüme, kansersi bir büyüme vardı. Buldozerler yeşil ormanları dümdüz ediyor, ağaçları odun olarak kenara istifliyordu. Yıkılmış beton binaların beyaz artıkları gri duvarlar önüne yığılıyordu. Kalkınma neden yıkıma bu kadar benziyor acaba?”
İnsanlar sizin hakkınızda iyi olsun, kötü olsun herhangi bir şey biliyorlarsa size karşı tavırları değişir; utangaçlıktan ya da tanınmış biri karşısında devreye giren başka duygular yüzünden normalde olmadıkları gibi davranırlar.
Hayvan sevmeyen bir veteriner olduğunu sanmıyorum. Sanırım adam kendisini sevmiyordu; durum böyle olduğunda da şahıs genelde kendi dışında sevmeyecek bir şey arar. Yoksa kendinden tiksindiğini kabul etmek zorunda kalır.
İnsan eve geri dönemez çünkü ev, sadece hafızanın naftalinlerinde var olur.
Zenginler başı çeker, fakirler de onları takip eder, tabii ellerinden geliyorsa.
Gamlı bir ruh, insanı bir mikroptan çok daha hızlı öldürür.
Her yolculuk başlı başına bir şahıstır; hiçbir yolculuk birbirinin aynı olmaz. Bütün planlar, ihtiyatlar, zapturapt ve zor lamalar beyhudedir. Senelerce mücadele verdikten sonra anlarız ki biz seyahate gitmeyiz, seyahat bize gelir
“Zenciler insan olmak istiyor. Buna karşı mısınız?”
“Hiç öyle şey olur mu, beyefendi. Ama insan olmak için, insan olmakla yetinmeyenlerle savaşmaları gerekiyor…”
İnsanın kim olduğuna, nerede bulunduğuna ve ne hissettiğine göre değişiyor;
düşünmek demiyorum, hissetmek diyorum…
İtiraf etmeliyim, zayıfa karşı uygulanan zulüm ve şiddet beni öfkeden çıldırtıyor ama her zayıf ve her güçlü karşısında böyle hissederdim…
İnsan uzun süre denizde kaldı mı, karanın kokusu iyice açıklara gelip insanı karşılar.
İnsan uzun süre karada kalınca da aynı şey oluyor.
Kayaların, kelpin ve köpük köpük deniz suyundaki heyecanın, keskin iyotun, kıyıya vurup parçalanan kireçli kabukların kokusunu aldım sanki…
Gerçekten New York’tan mı geliyorsunuz?”
“Hı hı.”
“Ben de günün 1inde oraya gitmek istiyorum.”
“Oradakiler de buralara gelmek istiyor.”
“Niçin? Burada hiç1şey yok. Burada insan çürür.”

“İnsanın çürüyeceği varsa her yerde çürür.”

Ben kendi adıma, anlayamadığım ya da açıklayamadığım şeylere de açık olmaya çalışıyorum
ama insan korktu mu zor oluyor…
Yalnızlığın yalnız kalmaktan başka çaresi yok…
Sanırım hükümetlerden ama bütün hükümetlerden nefret etmemin sebebi bu.
Hep 1kural var, küçük harflerle sayfa sonlarına yazılmış ve bu yazıları okuyan adamlar tarafından uygulanan 1kural.
Savaşacak 1şey, insanın yumruklarıyla döveceği 1duvar yok…

Hükümetler söz konusu olduğunda hep böyledir -olayın kendisi değil küçük 1kâğıt parçası önemlidir…
Joe’yle Amerika’ya aynı uçakta döndük ve yolda bana Prag’ı anlattı ama onun anlattığı Prag’ın benim gördüğüm ve işittiğim şehirle hiç alakası yoktu. :-))))
Bu 2şehir kesinlikle aynı değildi, yine de 2miz de dürüsttük, yalan söylemiyorduk, her anlamda iyi gözlemcilerdik ve geri dönerken yanımızda 2farklı şehir, 2farklı hakikat götürüyorduk.

Bu yüzden de gezmeye kalkarsanız benim bu anlattığım Amerika’yı bulacağınızı garanti edemem…

İnsan ne dehşetler umar karanlıktan,
bizim gibi ölçmediği, tartmadığı hiç1şeye inanmayan kendini bilgili sanan insanlar bile…
“İnsanlara yanlış yol tarifi vermek bize komik gelir ama bunu yaparken açıktan değil içimizden güleriz. Tabiatımızda var.”

Bu doğru mu merak ediyorum.
Sınama şansı bulamadım çünkü başkasının katkısı olmadan kendi gayretlerimle de habire kayboluyorum…

…Bu klozet kapağı sizi korumak için ultraviole ışıkla sterilize edilmiştir.”

Herkes beni koruyordu ve bu korkunçtu.

Bardakların poşetlerini söküp aldım, klozet kapağını üzerine basarak kirlettim.

ve kendimi acayip sefil hissettim, bütün dünyada tek 1güzel şey yokmuş gibi…

Mutlu görünmüyordu ama mutsuz da görünmüyordu.
Hiç1şey gibi görünmüyordu.
Ama kimse hiç1şey değildir.
Sırf derisinin içeri göçmesini engellemek için bile olsa içinde 1şey vardır.
Bu boş gözlerin, kayıtsız ellerin, plastik allıkla bir çörek gibi pudralanmış olan yanakların bile 1anısı ya da 1hayali vardır…
insanın düşünceye 1az yaklaşabilmesi için önce duyguları, sonra da sözleri olması gerekir…
Gamlı bir ruh, insanı bir mikroptan çok daha hızlı öldürür.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Sanırım okumayı sevmeyen çocuklarımıza edebiyatımızın güzelim ürünlerini yasaklasak, gizlice çalıp keyifle okuyacaklardır.
İnsanın kendini kandırma kapasitesi sınırsız.
.
Erdeme değer veririz ama onu tartışmayız.

Dürüst muhasebeci, sadık eş, ciddi bilgin, zimmetine para geçirene, serseriye, dolandırıcıya kıyasla çok az dikkatimizi çeker.

.

.
Görülecek çok şey var, ama sabah gözlerimiz öğleden sonraki gözlerimizden farklı bir dünyayı tasvir ediyor ve kesinlikle yorgun akşam gözlerimiz yalnızca yorgun bir akşam dünyasını bildirebilir."

.

Hep böyle olmaz mı zaten? Dürüst muhasebeci, sadık eş ve hakiki bilimadamı, zimmetine para geçirene, sürtüğe ve şarlatana göre daha az ilgi görür.
İnsanın kendini kandırma kapasitesi sınırsız.
İnsanın kendini kandırma kapasitesi sınırsız.
Gamlı bir ruh, insanı mikroptan çok daha hızlı öldürür.
…Gözlem yapmak üzere çıktığım yolculuğumda mümkün olduğunca, görecek, işitecek, koklayacak çok daha fazla şeyin olduğu arka yollardan gittim ve gündüz düşlerini besleyerek insanın benliğini şişiren o geniş, trafik yarıklarından uzak durdum.
Tom Wolfe haklıydı. İnsan eve geri dönemez çünkü ev, sadece hafızanın naftalinlerinde var olur.
Gamlı bir ruh, insanı bir mikroptan çok daha hızlı öldürür.
Amerika şehirleri, porsuk ini gibi etrafları çöple kuşatılmış -hepsi- çepeçevre paslı, hurda araba yığınları dolu ve çöpten boğulmalarına ramak kalmış.
Kendi hayatımda nicelik uğruna nitelikten vazgeçmek niyetinde değilim.
“…insanın senin gibi paspal giyinmek için çok zengin olması lazım…”
İyi bir adamın yerini hiçbir şey dolduramaz.
“Öldü, hepsi öldü,” dedi Jhonny.
“Sanki hayaletlerle dolu bir kovanın içindeyiz,” dedi Jhonny.
“Hayır. Asıl hayalet onlar değil. Biziz.
Dışarıdaki şey yeni, belki iyidir de ama bildiğimiz şey değil.
Kendimizi kandırmayalım. Bizim bildiğimiz şey öldü, hatta belki bizi biz yapan şeyinde büyük bölümü öldü.
Hayır, inatçı dostum. Burası benim evim olsa içinde kaybolur muydum? Burası benim evim olsa sokaklarında tek kişiyle selamlaşmadan dolaşır mıydım?
Bırak kalbin kulak versin.
“New York’u sevmiyorum, dedi Johnny.
“ Hiç gitmedin ki.”
“Biliyorum. Onun için sevmiyorum zaten. Geri gelmek zorundasın. Sen buraya aitsin.
O tatlı, duygusal vahşet, altına bez bağlanmamış zihinlerin bilmediği ve kirletmediği bilge masumiyet.
Yıllar deliklerine döndü.
Yine hatırladığım “şehir”di, nezaketi elden bırakmayacak kadar büyüklüğünden emin. Yoksulluk zamanlarımda bana iyi davranmıştı, elimin şimdiki bolluğunu da yüzüme vurmadı.
Akşam sisi, altın şehirde gecelemeye gelen koyun sürüleri gibi.
Tepeler üzerine kurulu bir şehir, düzlüğe kurulu şehirden daha güzeldir.
İkindi güneşi onu beyaz ve altın rengine boyamıştı, mutlu rüya gören asil bir şehir gibi yükseliyordu tepeleri üzerinde.
İnsanın değişime nası baktığını kendisindeki bir değişim belirler..
Kendimiz dışında bütün düşmanları yendik.
Hızla giden arabaların yırttığı bu sekiz şeritli yolu, sağlam katırların çektiği arabalarıyla oduncuların kullandığı, dar ve kıvrımlı bir dağ yolu olarak hatırlıyorum.
… ona bakınca tek bir şey değil pek çok şey görüyorum, okunmaz hale gelene kadar birbiri üzerine yazılmış yazılar gibi.
Kalkınma neden yıkıma bu kadar benziyor acaba?
Kalkınmanın sarı dumanı her şeyin üzerine çökmüş, onu dağıtmaya çalışan deniz rüzgarlarına direniyordu.
Geçmişteki olaysız bşr zamanın daha hızlı geçmiş gibi hatırlandığı doğru değildir.
Mavi restoran tabelası iyice eskimiş, geçmiş yazların sinekleri üzerinde imzalarını bırakmışlardı.
Yere göğe sığdıramadığımız bir şey vardı. Adına “halk” derdik bir bak bakalım “halk” nereye kaybolmuş.
Kasabalar asabi kovanlardan ziyade gerçekten içinde yaşamaya değer yerlere benziyordu.
Bu insanların tat hücreleri tatsız yiyecekleri sadece kabul edilebilir değil arzulanır bulacak kadar dumura uğramışsa, acaba milletin duygusal hayatı ne alemdeydi?
… açlığın yerini şişmanlığın aldığı ve her ikisinide bizi öldürebileceği doğru.
İnsanın nereye gideceğini anlaması için nerede olduğunu bilmesi gerekir önce, ben bilmiyordum.
Tıpkı eyaletlerde ve kasabalarda olduğu gibi tek tek Amerikalılarda da maziyle iftihar edebilecek bir bağ Sahibi olmaya karşı büyük açlık var.
Öyle anlar vardır ki insan hayatı boyunca kıymetini bilir ve böylesi anlar mutlaka hatırlamanın kumaşı üzerine tam bir netlik ve keskinlikle bağlanır.
Dünyada her şeyin bir hedefi olmalı, yoksa insansan beyni onu rededer.
Ağlayan gecenin altında yatağımda yatarken kitap okumak, zihnimi bu sefaletten uzaklaştırmak için elimden geleni yaptım.
İnsan ne dehşetler umar karanlıktan, bizim gibi ölçmediği, tartmadığı hiçbir şeye inanmayan kendini bilgili sanan insanlar bile.
Karanlık indi, ağaçlar yanaştı. Yağmurun çaldığı davulun ardında, sahne arkasında mırıldanan bir kalabalığın sesine benzeyen sesler duyuyordum.
…sonsuz bir yağmur yağıyor, ormanlar ağlıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir