Bert Hellinger kitaplarından Sevginin Saklı Simetrisi kitap alıntıları sizlerle…
Sevginin Saklı Simetrisi Kitap Alıntıları
Ebeveyn ve Çocuklar
Ana baba ile çocuklar arasındaki sevgi, diğer ilişkilerde
de olduğu gibi bağ, alma verme ve işlevlerin gereğince pay-
laştırılması zorunluluğu altındadır. Diğer sevgilerden fark-
lı olarak ebeveyn-çocuk arasındaki sevgi, alma verme ara-
sındaki eşitsizliğin korunmasıyla başarıya ulaşır. Ana baba
ile çocuklar arasındaki ilk sistemik sevgi düzeni, ebeveynin
vermesi, çocukların da almasıdır.
Çocukların ana babalarından -onların kim oldukları ve
yapmış olabileceklerinden bağımsız olarak- aldıkları en de
ğerli şey, yaşam fırsatıdır. Yaşamı ebeveynden alırken ço-
cuklar ana babalarını ve onların kendileri için olası yegâne
ebeveyn olan ana babalarını da alırlar. Çocuklar ebeveynin
kendilerine verdiği yaşama hiçbir şey ekleyemez, çıkara-
maz ya da geri çeviremez. Kendilerini ana baba olarak ço-
cuklarına verdiklerinde ebeveynin de buna bir şey ekleme-
si ya da bundan bir şey esirgemesi mümkün değildir.
Ebeveyn ile çocuk arasındaki ilk alma verme, armağan
ya da ayrıcalıkların alınıp verilmesinden farklıdır. Çocuklar
ebeveynden yaşamı aldıklarında, ebeveynin daha önce ken-
di ana babasından aldığını alırlar. Bir anlamda çocuklar,
ana babaları ve onların ana babalarıdır.
Erkek ve Kadın: Ailenin Temeli
Ailenin temeli bir erkekle kadın arasındaki cinsel çekim-
dir. Bir erkek bir kadını arzuladığında, bir erkeğin gereksinip
de sahip olmadığını arzular. Bir kadın bir erkeği arzuladığında
da kadın olarak kendinde eksik olanı arzular. Erkek ve dişi
birbirlerini karşılıklı belirleyen ve bütünleyen tamamlayıcı bir
çift oluştururlar. Her biri diğerinin gereksindiğidir, her biri di
ğerinin öyle oluşuna gereksinir. Sevgi başarıya ulaşacaksa ol-
duğumuzu vermek, eşimizden de gereksindiğimizi almak zo-
rundayız. Kendimizi vererek, alarak ve eşimize sahip olarak
erkek ya da kadın olur ve onunla bir çift oluştururuz.
Cinsel yakınlıkta sevginin ifadesi ve kimi zaman tek ba
şına cinsel ilişki çoğunlukla eşleri istesinler istemesinler
onları birbirine bağlar. Bağı kuran niyet ya da seçim değil,
bedensel eylemin kendisidir. Bu dinamik, bazı tecavüz ve
ensest kurbanlarının suçlulara karşı takındıkları koruyucu-
lukta gözlemlenebilir ve bu rasgele cinsel karşılaşmalar
ömür boyu sürecek izler bırakır.
Tanrı’ya Layık Minnet
Adamın biri, tehlikeli bir durumda hayatı kurtulduğu için
kendini Tanrı’ya çok borçlu hissediyormuş. Bir dostuna, ne yap-
sa da minnetini Tann’ya yaraşır bir biçimde ifade etse diye sor-
muş. Dostu ona bir öykü anlatmış:
Bir kadım bütün kalbiyle seven bir adam varmış, ona evlenme
teklif etmiş. Kadınsa başka planlan olduğunu, evlenemeyeceğini
söylemiş. Günün birinde, birlikte yolda yürürlerken kadın adımı
nı bir arabanın önüne atmış, adam tutup çekmese ezilip gidecek-
miş. Kadın dönmüş ona ve “Şimdi seninle evlenirim!” demiş.
Sence bu adam kendini nasıl hissetmiştir, diye sormuş dostu.
Diğeri yüzünü buruşturmuş ama yanıt vermemiş. “Görüyor mu-
sun” demiş dostu, “Belki Tanrı da sana karşı böyle hissediyordur”.
Kendi edinimimiz olmayan iyi talihi tehdit edici, kaygı
verici bir şey olarak algılama eğilimimiz vardır; gizliden
gizliye, mutluluğum uzun başkalarının ya da kaderin düş
manlığını uyandıracağına inanırız. Hepimiz m utluluğun bir
tabuyu yıktığını ve sanki mutlu olmak kendimizi tehlikeye
atmakmış gibi bizi suçlu duruma düşürdüğünü hissetme
eğilimi içindeyizdir. İçten şükran bu kaygıyı azaltır. Bu-
nunla birlikte, başka birinin talihsizliği karşısında talihli ol-
duğumuzun onayı tevazu kadar cesaret de gerektirir.
Farklı okullardan terapistler yakın ilişkiler sisteminde
işbaşında olan saklı dinamikleri gün ışığına çıkarmada aile
dizimlerini otuz yılı aşkın bir süredir kullanıyor. Yöntemi
Bert Hellinger keşfetmedi ama yıkıcı dinamikleri görünür
hale getirmenin ötesinde nasıl genişletilebileceğini o ortaya
çıkarmıştır. Hellinger, aynı yöntemin, insanların ne yapıla-
bileceğini görmelerine yardımcı olacak şekilde nasıl kulla-
nılacağını ve aile dinamiklerini sevginin gerektirdiği saklı
sistemik düzenlerin sevginin serbestçe akışını sağlayacak
şekilde yeniden kurulacağı biçimde değiştirmede temsilci-
lerin tepkilerinin nasıl kullanılabileceğini bulmuştur. Buna
da inanmak güçtür fakat bir aile diziminin iyi bir çözüm ge-
tirmesinin ardından bazen orada bile bulunmamış aile bi-
reylerinin davranışları iyiye doğru değişir.
Ampirik olarak gözlemlenmiş olguların1 sunumu olmakla
birlikte bu kitap bilimsel literatürün alışılmış yöntemlerinin
ötesine geçiyor. Bilim dili kesinlik gerektirir ancak bu ruhu ik-
na etmez. Öte yandan metaforlarla yüklenmiş şiir ve hikâyeler
ruhu anlam araştırmasına teşvik eder fakat pek çok farklı yo-
ruma açıktırlar.
Bu kitabın içeriğinin yanlış anlaşılma ve septik ya da öf-
keli kişiler tarafından reddedilme olasığı vardır. Kolay etki-
lenen kişiler okuduklarını evrensel gerçekler olarak yo-
rumlama eğilimi gösterecektir. Hellinger söylediklerini her
zaman bunlar ebedi ya da mutlak gerçeklermiş gibi ifade
eder, ancak dikkatli bir gözlemin ortaya koyacağı gibi tera-
pötik müdahaleleri belirli bir terapi bağlamı dahilinde be-
lirli bir bireye yöneliktir.
Her an pek çok şeye bağımlı olduğumuzu herkes görebilir; soluduğumuz havaya, yemeğimiz olacak besinin tohumlarını eken çiftçiye, dostlarımız ve ailemize. Hepimiz daha büyük bir bütünün parçalarıyız ve onun bize bağımlı olduğu gibi biz de ona bağımlıyız. Olanı görmeyi reddetmek ve şeylerin olduklarından farklı olduğu hayaliyle yaşamaya mahkum olmak nasıl bir özgürlüktür ki? Benim sevdiğim özgürlük, gerçeği her nasılsa öyleyse kabul etmekten ve buna da rıza göstermekten gelendir. İşte o zaman borçlu olduğumu tamamen ödeyebilir, borcumdan kurtulabilir, bana verileni bütünüyle alabilir ve ihtiyaç duymada özgür olurum.
Yumuşacık suyun, zamanla güçlü kayaları nasıl mağlup ettiği bilgisini edinmişti o. Güçlünün zayıf olduğunu anlıyorsun değil mi?
Yetenekleri onca mütevazı, bulduğu doyum onca büyükmüş, ama dünya tanımamış onu. Ben hariç
Hâlâ zafer peşindesin. Ama şişirilmiş bir göğüs yalnızca havayla doludur.
İnatçılığa her zaman güvenebilirsiniz. Üç tür insan vardır. Birinciler önce “evet” der, sonra düşünür; İkinciler önce “hayır” der, sonra düşünür; üçüncüler de önce düşünür.
Gözlerini yeniden kapa. Kendini içinden yükselen harekete bırak, seni götürmek istediği yere git.
İyileştiren ritüeller sevgiden doğarak sevginin hizmetinde gerçekleştirilir. Gerçeği başka bir nedenle değiştirmeyi hedefleyen ritüeller iyileştirmez.
Mütevazı bir kibir içinde olabilirsin. Tevazunun ta kendisidir bu. Kişi tevazudaki cesareti unutmamalıdır. Her büyük karar korku, huşu ve tevazu içinde alınmalıdır.
Bir yorum ancak yerinde olduğunda işe yarar, yüreğe de dokunmak zorundadır.
Acı ve suçluluk toplulukları bir arada tutan kuvvetli güçlerdir.
Patrona gidip zam pazarlığı yapmak yerine eve gidip karısına, çocuklarına öfkelenir.
“Neye ihtiyacım olduğunun hiç farkında olmadın zaten.”
İnsanlar problemlerini tasvir ettiklerinde sizi dünya görüşlerine ikna etmek isterler. Dünya görüşleri problemlerini doğrulamaktadır.
İnsanlar acı çektiğinde yardım etmek çok önemli benim için.
Asıl gönderici ile asıl hedefi bulmamız gerek
gözyaşlarını gördükçe nasıl huzur bulabiliriz?
Bütün büyük kötülükler, başkalarından bir şekilde daha iyi olduklarını sananlar tarafından işlenmiştir ve onları yargılayanlar da kendilerinin daha iyi olduklarını düşündüklerinden, onlar da kötülük yapma tehlikesi altındadır.
Hareketlerini özgürce seçmemiş bile olsan sonuçlarının sistemik sorumluluğunu taşırsın.
Çok kederli ve sarsılmış ama o hayatta olduğu için çok da mutlu ve hoşnut.
Bir insanı ancak kendimden ayrı algıladığımda sevebilirim. Birini kendimden ayrı olarak sevdiğimde de sevgim, bende olabilecek herhangi bir özdeşleşmeyi çözüp ortadan kaldırır.
Yüreğinde her büyükanne torunlarının huzur içinde yaşamasını ister. Daha önce gitmiş ölülerin daha sonra gelenler üzerinde o zaman iyi bir etkisi olacaktır. Daha büyük sevgidir bu.
sevgi gün yüzüne çıktığında nasıl bir iyileştirici enerjinin serbest kaldığını, sevginin de gün ışığına çıkarılmasının ne kadar kolay olabildiğini gördünüz.
sevgi sorunsuzca akar.
Eşler sorumsuzca ayrılırsa sonuçları her zaman yıkıcı olur.
İlişki derinleştikçe ve ömrü uzadıkça ölüm de o kadar işin içine girer ve bir parçası haline gelir.
Çoğu kişi sevginin tek başına yeterli olduğu ya da ilişkide eksik olan her şeyin yerini doldurabileceği gibi yanlış bir inanca sahiptir. Sevginin tek başına yeterli olduğu hayali bizi yapabileceklerimizle yapamayacaklarımızın sınırlarını görebilmekten alıkoyar.
“Önce sev, sonra istediğini yaparsın” önermesi başarısızlığa mahkumdur.
Karanlıkta yolumuzu hissetmek zorundayız.
Kaderin ellerindeki acımızı taşınması bu kadar güç kılan masumiyetimizdir. Kendi eylemlerimizden ötürü suçluysak ve cezalandırılmışsak ya da yapılan haksızlık karşısında masumsak ve kurtarılmışsak bu durumun ahlakî bir düzenin, adalet kurallarının ve adil bir oyunun sonucu olduğunu düşünürüz.
Kimileri yaşama katılımlarım en aza indirerek masumiyet hayaline dört elle sarılır. İhtiyaç duyduklarını tümüyle almak ve şükran duymak yerine içlerine kapanarak kendilerini hayattan geri çekerler. İhtiyaçlardan ve mecburiyetlerden bağımsız olduklarını hisseder ve ihtiyaç duymadıkları için de alma gereği duymazlar.
Birinden bir şey aldığımızda masumiyetimizi ve bağımsızlığımızı yitiririz. Aldığımızda kendimizi verene karşı borçlu ve minnettar hissederiz. Bu borçluluğu rahatsızlık ve baskı olarak algılar, karşılığında bir şeyler vererek aşmaya çalışırız. Verme ihtiyacı duymaksızın gerçekten alabilmemiz mümkün değildir. Almak suçluluğun bir biçimidir.
Afrika’daki bir misyoner yeni bir bölgeye tayin edilir. Ayrılacağı sabah, küçük bir miktar parayı ayrılık hediyesi olarak kendine sunmak isteyen bir adam, saatlerce yürüyerek ziyaretine gelir. Para 30 sent kadardır. Adamın kendisine teşekkür ettiği ortadadır; hastalandığında misyoner onunla ilgilenmiş, birkaç kez ziyaret etmiştir. 30 sentin bu adam için çok büyük bir miktar olduğunu bilir, içinden, parayı, belki üstüne biraz daha koyarak iade etmek geçtiyse de bu düşüncesinden hemen vazgeçer, adama teşekkür ederek parayı kabul eder. Sevgiyle vermiştir, şimdi yine sevgiyle almak zorundadır.
Çocuk bahçeye çıkar, hayretle bakar büyüyen şeylere. Annesi, “Bak” der, “Ne kadar güzel”. Çocuk artık sözcüklere dikkat etmek zorundadır; bakmak ve işitmek kesintiye uğramıştır, var olanla doğrudan ilişkisinin yerini değer yargıları almıştır. Çocuk, olan ile büyülenme deneyimine güvenemez olur, artık iyi ve güzeli tanımlayan dışsal bir otoriteye boyun eğmek zorundadır.
Atın burnuna uzatılan havuç ile binicinin elindeki kamçı gibi çalışan suçluluk ve masumiyet aynı hedefe hizmet eder.
Meşe ağacı yetişeceği zemini seçemese de çevresinden etkilenir ve açık bir arazide, bir ormanın derinlikleri, korunaklı bir vadi ya da yüksek ve rüzgârlı bir tepede bambaşka şekillerde gelişir.
Masumiyet evinde bir oda kiralayan, çok geçmeden suçluluğun da devren kiralanmak zorunda olduğunu anlar. Vicdanımızı izlemeye ne kadar çalışırsak çalışalım, hem suçluluk hem de masumiyeti birlikte hissederiz -bir ihtiyaç açısından masumken başka bir ihtiyaç açısından suçlu olduğumuzu duyumsarız. Suçluluğun olmadığı bir masumiyet hayalden ibarettir.
Anne, ailenin bir kuralını çiğneyen oğlunun gidip bir saat yalnız başına oynamasını söyler. Ona bir saat boyunca kendi odasında kalmasını söylemiş olsaydı, sosyal düzen ihtiyacını karşılamakla beraber çocuk sevgi ve aidiyet açısından ihmal edilmiş olacağından kendini haklı olarak yalnız hissederdi. Bu nedenle çoğu ebeveyn gibi bu anne de çocuğunu cezanın bir kısmından bağışlar. Anne sosyal düzenin gereklerini bütünüyle yerine getirmemiş olsa ve bundan ötürü suçlu olsa da masumiyet ile sevgiye hizmet etmiştir.
… suçluluk ve masumiyet hislerimiz bizi hayatta kalmamız için gerekli topluluklara bağlarken çoğu kez iyi ve kötüye de körleştirirler.
… suçluluk ve masumiyet hislerimiz özünde, bizi daha yüksek ahlakî değerlere yönlendirmeleri şart olmayan toplumsal olgulardır.
Hareketlerimiz ilişkilerimizi tehlikeye attığı ya da zarar verdiğinde suçluluk, onlara hizmet ettiğinde ise masumiyet hissederiz.
Çeşitli ilişkilerimizde temel ihtiyaçlar karmaşık bir etkileşim içindedir:
1. Ait olma, yani bağlanma ihtiyacı.
2. Alma verme dengesini koruma, yani denge ihtiyacı.
3. Toplumsal uzlaşma ve öngörülebilirlikle gelen güven, yani düzen ihtiyacı.
“İlk özgürlük ahmaklıktır. Binicisini kişneyerek üstünden atan soylu beygire benzer. Ama ardından daha da gerilir dizginleri.
İkinci özgürlük pişmanlıktır. Gemi karaya oturduktan sonra tahliye sandalına bineceği yerde enkazda kalan dümenciye benzer.
Üçüncü özgürlük anlamaktır. Ahmaklık ve pişmanlığın ardından gelir. Rüzgârda salınan başağa benzer, zayıf olduğunda eğilmeyi bildiği için ayakta kalır.”
Ruh ışık huzmeleri altında uyurken, bir gecede yok olmak üzere bir gecede doğmuş bir Göz’den bakmaz isek, kapılır gideriz bir yalana.
Genç bir adam, ırmağın kıyısında oturmuş, dalgacıkları, girdapları seyretmekteymiş. Akıntının çekimini zihninde hissederek “Nereden geliyor ırmak?” diye sormuş. Irmağın kaynağını bulmak üzere yola koyulmuş.
Irmağı, kollarından birinin diğerlerinden daha geniş olduğu yere kadar izlemiş. Keşfini kutlamaya zaman bulamadan yağmur başlamış, her yanı küçük derecikler almış. Genç adam oraya buraya koşturmuş, sonunda diğerlerinden daha uzun olan küçük ırmağı bulmuş.
Tam kutlamak üzereymiş ki bir ağaca tünemiş, gagasıyla kuyruğundan sular damlayan bir kuş görmüş. Genç adam durmuş, geri dönüp büyük bir dikkatle bakmış; kuşun gagası kuyruğundan birazcık daha yüksekteymiş. Adam, bu son keşfini anlatmak üzere geri dönmek için acele etmiş.
Eve geldiğinde herkes döne döne yolculuğunu ve keşfini anlatmasını istemiş, her anlatışında başarısını hayret ve hayranlıkla karşılıyorlarmış. Zamanla hikâyesini anlatmanın çekimine öylesine kapılmış ki ırmağa gitmez olmuş.
Onu seven yaşlı bir adam gencin içinde bulunduğu tehlikeyi görerek yardımına koşmuş. Berrak ve tatlı bir sesle, “Soruyorum da kendime” demiş, “yağmur nereden geliyor acaba?”
Genç adam umutsuzluğa kapılmış: “Göğe tırmanıp onca yağmur damlasını sayacağım merdiveni nerden bulmalı, ya bulutlar? Nasıl izlemeli onları?” Geri dönmüş, utancını saklamak için ırmağa atladığı gibi kendini akıntısına bırakmış.
“İyi bir karşılık bu oğlum” diye düşünmüş yaşlı adam. “İçine dal. Akıntıyı hisset, bırak ırmak seni taşısın. Yuvaya dönüş özlemi bu, kaynağına doğru akış.”
Hunter Beaumont
“Sevgi düzenlerinin iç görüsünü kazanmak bilgeliktir. Düzenleri sevgiyle izlemek ise tevazu.”
“Erkek olmanın bütün amacı dişiye hizmet etmektir.”
“En iyisi söylenemez. Onun bir altındaki de yanlış anlaşılır.”
“Ruh rüzgâr gibi hareket eder.”
“Erkek olmanın bütün amacı dişiye hizmet etmektir.”