Fernando Pessoa kitaplarından Huzursuzluğun Kitabı kitap alıntıları sizlerle…
Huzursuzluğun Kitabı Kitap Alıntıları
Keşke kalabilsem. Bildiğim, bana ait olan, sevdiğim şeylerden kaçabilsem.
gözlerim ağlamayı düşünmekten yanıyor. Hayat fısır fısır, yudum yudum, dura dura canımı yakıyor. Tüm bunlar, cildi şimdiden dağılmaya yüz tutmuş bir kitaba küçücük harflerle basılmış.
Ruhum hayatımdan yoruldu
Dipsiz bir bunalımdayım bugün – hepsi bu.
Ruhum hayatımdan yoruldu.
Hayatım acıyor.
Bulunduğum yer acıyor,
kendimi bulabileceğimi düşündüğüm yer çoktandır acıyor.
Bulunduğum yer acıyor,
kendimi bulabileceğimi düşündüğüm yer çoktandır acıyor.
Öyleyse kim kurtaracak beni var olmaktan?
Hayatımı toprağa veriyorum.
Hayatımı toprağa veriyorum.
Güneş zihinde batar.
Hayatta daima yalnız bir adamın düşü ol, bir âşığın sığınağı olma sakın.
Yalnızlıktan çok yoruldum, çok bitkinim.
Düşlerim saçma bir yer sığınak, yıldırıma karşı şemsiye açmaktan farkı yok.
Ruhum hayatımdan yoruldu!
Durgunluk martıların uçuşunda bile hissediliyordu: Gökyüzüne birileri tarafından bırakılmış, havadan hafif şeylere benziyordu martılar.
Güneş zihinde batar.
Gerçek bilge, kasları yükseklere çıkmaya yatkın olan, buna karşılık, dünyaya dair bildiklerinden dolayı, çıkmayı reddeden kişidir.
Her ruh halinin bir manzara olduğunu söyleyebiliriz.
Belirsiz bir meltem, günün sıcaklığından gelen bir serinlik her şeyi unutturuyor.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Özgürlük, yalnız kalabilmeye denir.İnsanlardan uzaklaşabiliyorsan, onlara hiçbir muhtaçlığın, paraya ihtiyacın, sürüye uyma içgüdün, aşka, şana şöhrete hevesin ya da merakın yoksa özgürsündür, bunların hepsi sadece yalnızlıktan ve sessizlikten beslenir.Yalnız yaşayamıyorsan, doğuştan kölesin demektir.
en çok sevdiğimiz –ya da sevdiğimizi sandığımız– şeyin ancak hayalini kurduğumuzda tam, eksiksiz değerine kavuştuğudur.
Duyarlılığı gereksiz yere artırılmış bir fotoğraf camıyım ben. Bütün ayrıntılar, dışımdaki şeylere kıyasla ölçüsüzce kazınıyor üzerime.
Geçmişe bütün saygısını, geleceğe ise bütün inancını ya da umudunu yitirmiş bir kuşağa, daha doğrusu bu kuşağın bir parçasına aidim. Dolayısıyla şimdiki zamanı, gidecek başka yeri kalmamış insanların iştahıyla yaşıyoruz. Ve duyumlarımız, hele de hayallerimiz (gereksiz, basit duygular) geçmişi de, geleceği de hatırlatmayan bir bugüne kavuşabildiğimiz yegâne mekân olduğundan, iç hayatımıza gülümsüyor, kibirli bir uyuşukluk içinde, varlıkların nicel gerçekliğiyle bağımızı koparıyoruz.
Öteki insanlarla aramda daima, derin bir uyuşmazlık olduğunu hissetmemin nedeni, sanırım onların çoğunun duyduklarıyla düşünmesi, benimse düşüncelerimle hissetmem.
Araştırmalar yapmanın tek iyi tarafı, başkalarının söylememiş olduğu bir yığın şeyin ağır ağır tadına varmaktır.
Birine güzel tavsiyelerde bulunmak, Tanrı’nın başkalarına bahşettiği hata yapma yeteneğine bir tecavüzdür.
Sık sık yüzeyselliğin ve bülerin oyuncağı olur, kendimi gerçekten insan gibi hissederim. Böyle durumlarda sevinç içinde benzerlerimle görüşür, apaçık var olurum. Su yüzünde kalırım. Maaşımı aldığıma, evime döndüğüme sevinirim. Zamanı görmeden hissederim ve organik her olay benim için bir zevk kaynağıdır.
Ruhun hazinelerinin ve şölenlerinin bekçisi olan o tanrısal, o Şanlı çekingenlik.
Otuzbir çekmeden yapamayanlar iğrenç insanlardır, ama iyi düşünüldüğünde, aşkın mantığını kusursuzca ortaya koymaktadırlar. Ne bir başkasını, ne kendini; hiç kimseyi aldatmayan bir onlar vardır.
Biz aslında insanları sevmeyiz. Sevdiğimiz, bir insan hakkında oluşturduğumuz fikirdir. Kısacası kendi uydurduğumuz bir kavramı – ve sonuç olarak kendimizi sevmekteyizdir.
Bol düşlerle uyuduğum zamanlarda, fal taşı gibi açılmış gözlerle sokağa çıkarım, ama düşlerin izinde, gerçekliklerinde gezinmeye devam etmekteyimdir aslında. Başkalarının ben yokmuşum gibi davranmalarını sağlayan otomatizmime şaşarım. Çünkü, astral dadımın elini hiç bırakmadan kat ederim günlük hayatı, sokaklarda attığım adımlar, yarı uykulu imgelemimin belirsiz amaçlarına uygundur, uyumludur. Bununla birlikte gayet normal yürürüm; ne tökezlediğimi gören olur, ne de sorulara yanlış yanıtlar verdiğimi; varımdır.
“ Ne yapmalı? Anı bir nesne gibi tecrit edip şimdi, mutluluğu hissettiğimiz anda, hissettiğimizden başka hiçbir şey düşünmeksizin mutlu olmalı, geri kalanı, geri kalan her şeyi dışlamalı.”
Hiçbir şey kitaplar kadar zevk vermez.
Oscar Wilde, İnsanların çoğu aslında başka insanlardır, demiş ve haklıymış
Bu insanlar ruhlarını cehennem halkından, bitkinlige ve alçaklığa aç birtakım şeytanlara satmışlardı. Gurur ve tembelliğin zehriyle yaşar, vıcır vıcır kaynaşan tüküren akreplerin arasında, kelimelerden minderlerle sere serpe yatarken ölürlerdi
Şu küçücük dünyada herkes incitilmiş, isimsiz, herkes yanlış yerde
Yazılacak bir romanın kahramanıyım, beni tamama erdirmeyi başaramamış bir varlığın düşleri arasında, hiç var olmadığım halde bin parçaya ayrılmış, havaya karışmış, salınıyorum
Hayata sırt çevirelim , kendimize sırt çevirmemek için.
Hiçbir gerçek mutluluk o yaşlarla ağlatmayacaktı beni ve hayatın hiçbir ıstırabı o yaşları taklit ettiremeyecekti
Kelimelerin beni bir çocukmuşum gibi sevip okşamasını bekliyorum
Kelimeler, benim için elle tutulur bedenler, gözle gürünür denizkızları, ete kemiğe bürünmüş duyarlılıklardır
Bu kitap , hiç hayatı olmamış bir adamın biyografisidir.
İnsan ruhu karanlık, vıcık vıcık bir uçurum, dünya yüzünde kesinlikle kullanılmayan bir kuyudur. Gerçekten tanısa kimse kendini sevemezdi; ve kendini beğenmişlik denen şey manevi hayatın kanı canıdır bu olmasa, hepimiz ruh anemisinden ölür giderdik
Ben ki hayatın ne olduğunu bile bilmezken , ben mi onu yaşıyorum yoksa o mu beni..
Hepimiz kendi dışımızdaki koşulların tutsağıyız.
Kalp düşünebilseydi atmaktan vazgecerdi.
Hayat nihayetinde upuzun bir uykusuzluktur, düşündüğümüz ve yaptığımız her şey, onu bölen, ayıltıcı sıçramalardır
İstemeden varım, istemeden öleceğim. Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.
Olduğum yerde olmayana, asla olmadığım şeye ait oldum hep. Ne kadar değersiz olursa olsun, ben olmamak kaydıyla her şeyi şiirsel buldum. Ben, bir hiçlik’ i sevdim. Düşünü bile kuramayacaklarımı arzuladım sadece. Hayat akıp gittiğini hissettirmeksizin, bana şöyle bir değip geçsin istedim.
Hafifçe aralanmış olan iç panjurlardan, diklemesine uzanan o yarıktan, görünürdeki tek ağacın duruşu, abartılı bir umutla bekleyişi görülüyordu. Yeşili farklıydı, sessizliği içmiş bir yeşildi
Dünyada yalnızım.
yaşamak başlı başına kendini kaybetmek demektir.
Hayattan çok az şey istedim-ama o, o kadarını bile esirgedi benden. Azıcık güneş kırlar, bir lokma ekmek bir lokma huzur, canımı fazla yakmayacak bir yaşama bilincim olsun ve bir de ne kimseye muhtaç olayım ne de el alem bana muhtaç olsun.
Her şeyden bıkarız, demişti şârih, anlamak hariç; öyleyse anlayalım, hiç durmadan anlayalım, bir taraftanda er ya da geç solup gidecek kolyeler, çelenkler yapmaya uğraşalım kurnazca, anlama yetimizin hayalet çiçekleriyle
“ Hayat ağır geliyor Heyecanların şiddetini kaldıramıyorum. Yüreğim Tanrı’nın bir ayrıcalığı ”
Göğü seyrederken hayat daha az yakar canımızı.
Kalbimde sıkıntılı bir huzur var ve dinginliğim tamamen kaderime razı olmamdan kaynaklanıyor.
Ah, düşlerim kaç kez, elle tutulur şeyler gibi dikilmiştir karşıma; gerçekliğin yerini almak değil, kendilerinin de gerçekliğe ne kadar benzediğini bana anlatmaktır dertleri
Gündüz, bir hiçim; gece, kendim olurum.
Tek derdimiz kendimizi oyalamak, bu doğru;ne var ki yazgısını unutmak için boş işlerle uğraşan tutuklular gibi değil, vakit geçirmek için yastık kenarı işleyen genç kızlar gibiyiz, hepsi bu.
Yaşamayı bilmeden yaşayan bizlere, herşeyi reddetmekten başka hayat tarzı, dünyayı seyretmekten başka yazgı kalıyor muydu?
Başkalarına hükmetmeye ihtiyaç duymak, onlara ihtiyaç duymak anlamına gelir
Çöküş, bilinçaltının tamamen yitirilmesi demektir, çünkü bilinçaltı yaşamım temelidir. Kalp düşünebilseydi atmaktan vazgeçerdi.
Ve insan ruhu düşünmek yerine hissettiğinden, bundan dolayı da doğal olarak eleştiriye yöneldiğinden, bu gençlerin çoğu Tanrı’nın yerine insanlığı koydu
Bazen düşünüyorum da, düşlerimi birleştirerek kendime kesintisizce akacak ikinci bir hayat kursam ne hoş olurdu acısını da keyfini de yaşayacağım, ikinci bir hayat. Öyle bir dünyada başıma felaketler gelir, büyük sevinçler üzerimde erirdi. Ve bana dair hiçbir şey gerçek olmazdı. Ama her şeyin kendine has, muhteşem bir mantığı olurdu, her şey haz verici bir yalanın ritmiyle akıp giderdi, her şey ruhumdan yapılmış bir şehirde olup biterdi, ruhum ise sakin bir trenle içimde çok uzaklara, çok uzaklardaki bir perona gidip kaybolurdu.
Keşke gülüp geçebilsem bütün bunlara, ama içimde derin bir rahatsızlık esiyor. Yüreğimde, beni gafil avlamış bir hastalığın soğukluğunu hissediyorum . Bu saçmalığa baş kaldıramayacak kadar güçsüzüm.
En çok anlamak yoruyor bizi. Yaşamak, düşünmemektir.
Kimileri dünyayı yönetir , kimileri de yönetilen o dünyanın ta kendisidir
Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi.
Kendimi ilerliyorum, sokaklarda değil, acımın içinde. Sıra sıra dizilmiş evler, ruhumu kuşatan anlayışsızlardır..
Bütün bunlar gelip geçiyor ve hiçbiri bana hiçbir şey ifade etmiyor, hepsi yazgıma yabancı-hatta kendi yazgılarına bile yabancı: bilinçdışına ait şeylerden, insanın başına tuğla düşünce rasgele salladığı küfürlerden, bilinmeyen seslerin uzaklardaki yankılarından oluşan bir karışım- kolektif varoluş salatası.
Tinsel olarak doğumum kısa bir kış gününe isabet etmiş olabilir. Gece, varlığıma çok erken çökmüştür belki de. Hayatım mahrumiyet ve hüzünle yaşanmaya mahkûmdur.
Kalbimde sıkıntılı bir huzur var ve dinginliğim tamamen kaderime razı olmamdan kaynaklanıyor.
karşımda, yalnızca sıkıntı duvarıyla kuşatılmış, taş kesilmiş bir şimdi var.
Sürgüne gidip de geri dönmüş gibi hissediyorum kendimi, hem hancıymışım hem de ebedi göçebe, gördüğüm, duyduğum her şeyin yabancısıymışım, kendimden yaşlanmışım.
Kendimle ilgili net bir fikrim yok; hatta, fikir sahibi olmama fikrinden bile yoksunum. Kendime dair bilincimin bir göçebesiyim. Uykudan ilk uyandığım gün, içimdeki servetin bir parçası olan sürüler dağılıp gitti.