İçeriğe geç

Vişnenin Cinsiyeti Kitap Alıntıları – Jeanette Winterson

Jeanette Winterson kitaplarından Vişnenin Cinsiyeti kitap alıntıları sizlerle…

Vişnenin Cinsiyeti Kitap Alıntıları

Onu aşk konusunda eğitemem, çünkü o konuda tümden tecrübesizim ama aşksızlık konusunda eğitebilirim onu, dünyada yalnızlıktan daha kötü şeyler olduğuna da inandırabilirim.
Belirsizlikten, karmaşadan, her şeyden çok da kendimden kaçıyordum.
Hiç tutar yanı olmayan hayaller nereden gelip yerleşir insanın kafasına?
Aşk dedikleri şey bizi doğruca cennetin kapılarına götüren, aynı anda o kapıların sonsuza dek kapalı olduğunu gösteren zulümmüş meğer.
Her erkek kadınlar konusunda bilinecek her şeyi bildiğini sanır, bu da sizin onlara karşı en büyük gücünüzü oluşturur.
Bu sevmek konusu kafamı kurcalıyor çünkü vaize bakarsanız bizi ancak Tanrı gerçekten sevebilirmiş, gerisi şehvet ve bencillikmiş.
Rüzgardan savrulan ağaçlar gene de güneşe doğru dönerler; o da yaşamını bana doğru döndürse olmaz mıydı?
Kafasının içinde yeterli sayıda deniz ve kent varmış.
Öz yaşamımın görünmez mürekkeple yazıldığını keşfettim,olgular arasında sıkışmış,bensiz uçmakta olduğunu
Her yolculuk kendi çizgileri içinde bir başka yolculuk gizler;sapılmayan dönemeç,unutulan açı.
İç yaşamımız, bize tek değil çok olduğumuzu, tek varlığımızın aslında el ele tutuşmuş sayısız varlık olduğunu açıklıyor. Aynı kağıttan oyulmuş birbirine bitişik bebekler gibiyiz, ama bitimsisiz. “Ben daha önce burada bulunmuştum,” dediğimizde belki de asıl dediğimiz “ Ben şimdi buradayım”dır, ama başka bir zamanda, başka bir şey yaparak. Çeşitli yaşamlarımız bir garsonun elindeki tabaklar gibi üst üste duruyor olabilir. Görünen yalnızca en üstteki tabaktır ama, ötekiler de oradadır ve bir yanlışlık sonucu onları da fark ederiz.
“Bırak tüm dünya istediği gibi çiftleşsin, yoksa hiç çiftleşmesin.”
“Ama bana hiçbir zaman dokunmadı. Bir oğlan çocuğunu seviyordu. Birbirlerine dolanmış yatarlarken tek bir okla deldim ikisini de.
Bunun şiirsel bir şey olduğunu düşünüyorum hala.”
Onu aşk konusunda eğitemem, çünkü o konuda tümden tecrübesizim ama aşksızlık konusunda eğitebilirim onu, dünyada yalnızlıktan daha kötü şeyler olduğuna da inandırabilirim.
Birbirini seven iki erkek kardeşin tragedyasından söz açtım. Birbirlerine duydukları sevgi doğa dışı sayılabilirdi, çünkü biri öldürüldüğünde öteki öylesine derin bir kedere düşmüştü ki, kardeşinin yaşamının bağışlanması için yakardığında, yılın bir yarısında birinin, öteki yarısında ötekinin yaşaması koşuluna boyun eğmişti, ikisinin hiçbir zaman bir arada yaşayamayacağını kabullenmişti.
Yüreğinizin en derininde yatanı güvenip de erkeklere sakın açıklamayın. Yüreğinizin en derininde yatan onlar ise, bunu kendilerine söylemeyin.
Jorden küçükken kağıttan kayıklar yapar, ırmakta yüzdürürdü. Bu yolla rüzgarın bir yelkeni nasıl etkilediğini öğrendi ama, aşkın bir yüreği nasıl etkilediğini öğrenemedi.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Akışı olmayan bir su birikintisinin adını vermeliydim ona. O zaman onu elimde tutabilirdim. Ama ona bir ırmağın adını verdim ve seller geldiğinde beni bırakıp gitti.
Ben Tanrı’yı değil,kendimi arıyorum ki bu çok daha karmaşık.Tanrı hakkında pek çok şey yazılıp çizilmiş,ama benim için tek bir satır yazılmamış.
Herkes aynı fikirde olunca hayatın keyfi kaçıyor.
onu burada kimin hapis tuttuğunu sordum. Kendim, dedi. Kendimden başkası değil.
O kadının yüzü,göze almaya cesaret edemeyeğim bir deniz yolculuğuydu.
Bir yerin haritada olmaması ne farkeder ben orayı tarif edebildiğim sürece?
Budistlerin dediğine göre Tanrı’yı bulmanın 149 yolu varmış. Ben Tanrı’yı değil, kendimi arıyorum ki bu çok daha karmaşık. Tanrı hakkında pek çok şey yazılıp çizilmiş, ama benim için bir tek satır yazılmamış.
Aşırılığın yol açtığı günahlarla yaşamak, nefsi köreltmekten doğan günahlarla yaşamaktan daha iyidir.
Gelecek, parıltılı bir kent gibi uzanır önümüzde, ama çöldeki kentler gibi, yaklaştığımızda gözden yok olur. Belirli bir ışıkta kuleleri, kubbeleri, hatta oraya buraya koşuşturan insanları görmek kolaylaşır. Hep özenle, sevgiyle ederiz sözünü. Gelecek. Oysa sahtedir o kent.
Anıtlar da kentler de onları yapan kişiler gibi eriyip gideceklerdi. Hiçbir mezar ya da saray ileriki işık yıllarından sağlam çıkmayacaktı. Yeniden yazılamayacak hiçbir tarih yoktu, en eski günlerse zaten görülemeyecek kadar uzakta kalmışlardı.
Bir gecede 200.000 yıl geçebilir, zaman yalnızca kafamızda ilerleyerek. Mevsimlerin düzenli ilerlemesi, çok sevdiğimiz toprağın her an değişmesi dışarıda sürüp gider, içimizde ise ışık yılları farklı gökyüzleri altında döndürürler bizi.
Ruhum varsa ya da hayaletim, adı her neyse işte, o varsa tekil değil çoğuldur. Boyutları kendi üstüne kapalı değil, uzama açıktır. Geçmişte ve gelecekte pek çok değişen ve çürüyen bedeni mesken tutabilir.
İnsanlar her şeye inanır.
Galiba doğru olandan başka her şeye.
İşin kötü yanı şu: Çoğunluk edilgen ve bananeci oldu mu, benim gibi sıradan kişiler dertlerini anlatabilmek için çok ileri gitmek, hayatlarını kaydırmak, alay konusu olmak zorunda kalıyorlar.
-belki başka birini ararken, hiç beklemediği anda bir bahçede ya da bir dağın tepesinde, yağmur altında kendi kendisiyle karşılaşır insan.
Diyorum ki, Sizin kendi istatistikleriniz gösteriyor ki, savunma bütçesinin yüzde üçü, önümüzdeki on yıl boyunca ABD’deki yoksulluk sorununa harcansa, sorun falan kalmayacak, yoksulluk ortadan kalkacak.
Üstüne bir insan ayağı değdi diye ayın büyüsünün yok olduğunu söyleyenler var. Ben aynı kanıda değilim. Bir insanın ayağı ayı çalmaya yetmez.
Hepimiz böyle mi yaşıyoruz? İki yaşam: dışavuran ideal yaşam, bir de imgelemin egemen olduğu, gizlerimizi sakladığımız içsel yaşam.
Gitme, kal, demesini istedim, şimdi de aynı şeyi Fortunata’nın söylemesini istiyorum.
Neden yapmazlar bunu?
Dünyayı görmek için bu adadan ayrılmanıza gerek yokmuş, kafasının içinde yeterli sayıda deniz ve kent varmış.
Okumak bize okumamaktan daha çok zaman kazandırır.
Ölü doğa, dans eden yaşamdır. Işığın dans eden yaşamı
Oysa biz zamanın içinde hareket etmiyoruz, zaman bizim içimizde hareket ediyor.
Günlük zamanın kuralları dışına çıkıldığında, olmamak olmak kadar kesindir. Evrenin içerdiği her şeyden söz edemeyiz, çünkü öyle bir şey dediğimizde evrenin bitimli olduğunu benimsememiz gerekir ki, ispat edemesek de biliyoruz: Evren bitimsizdir. Bir an gelecek (tabii bir tek an olmayacak) bileceğiz (ama bilmek, varolmaktan farklı olmayacak artık) ki biz bütün karşılaştıklarımızın bir parçasıyız ve bütün karşılaştıklarımız zaten bizim bir parçamızmış.
Zaman hakkında düşünmek, birbirine karşıt iki kesin bilgiyi doğrulamaktır: Dış yaşamımızı mevsimler ve saat belirler; iç yaşamımızı belirleyen ise çok daha düzensiz bir şeydir – günlük zamanın buyruklarını kesip atan imgelem gücü, şimdinin ve buranın sınırlarını yok sayma özgürlüğünü tanır bize; saf zaman sarmalı içinde, yani, içerdiği ve içermediği her şeyle evrenin halkası boyunca bir şimşek gibi uçmamızı sağlar.
Şimdilerde, minik böcek gövdelerimizle dünyanın her yanına yayılarak, oraya buraya bayraklar, binalar dikerek, sanki tüm yolculukları tükettik.
Zamanın hiçbir anlamı yok bu yolculukta; uzamın, mekânın anlamı yok. Tüm zamanlarda varolunabilir, her mekânda bulunulabilir. İnsan aklı tek bir günde okyanusları sığ havuzlara dönüştürebilir. Doğduğu topraktan bir adım öteye gitmemiş kimi kişiler tüm dünyayı dolaşmışlardır. Düz çizgi üstünde sürdürülen bir yolculuk değildir bu, bir ileri bir geri gider, takvim tanımaz, gövdenin kırışıklıklarını, buruşukluklarını görmez. Benlik belli bir anda, belli bir mekânda kıstırılamaz; ama kimi kez, bir an ile bir mekânın kesiştiği bir noktada ve yalnızca orada, belki bir an için, benliğin bir kapıdan çıktığı görülebilir. Ve anında yok olur.
Benim kalbim de bu vahşi belde gibi, hiç geleni gideni olmadı, canlı bir varlığı yaşatıp yaşatamayacağını bilmiyorum.
Annem bir matematik denklemi gibi; hep var ve olmadığını kanıtlamak imkansız
Rüzgârdan savrulan ağaçlar yine de güneşe doğru dönerler
İnsan gövdesi kendi kendinden bu kadar çok mu tiksiniyor ki, her ne pahasına olursa olsun kurtulmak istiyor?
“‘Bense şöyle düşünüyorum: Dünyada iki tür insan var: Bir şeyler yapanlar ve işe yaramayanlar.’”
“İnsanlar her şeye inanır. Galiba doğru olandan başka her şeye.”
Bir kere âşık oldum – aşk dedikleri şey bizi doğruca cennetin kapılarına götüren, aynı anda o kapıların sonsuza dek kapalı oldu ğunu gösteren zulümmüş meğer.
1. Erkekleri memnun etmek kolaydır, ama uzun süre memnun kalmazlar, kendilerini coşturacak yenilikler ararlar.
2. Erkekleri şehvete düşürmek kolaydır ama bu duygularını uzun süre ayakta tutamazlar.
3. Erkekler hep yumuşak kadın ararlar, ama başlarında güçlü bir kadın bulunmadıkça hayatları perişan olur.
4. Erkekler her an bir şeyle meşgul olmalıdırlar yoksa başlarını belaya sokarlar.
5. Erkekler kendilerini ağırlık, kadınları ise hafif görürler. Dolayısıyla, fazla can sıktıklarında boyunlarına bir taş bağlayıp onları suda boğmak kolaydır.
6. Erkekleri kendi aralarında gruplar hâlinde tutmak en iyisidir. Böylece birbirleriyle yarışmaktan ve sarhoşluktan bitkin düşerler. Bunlar olurken kadın kendi yaşamını istediği gibi sürdürebilir.
7. Yüreğinizin en derininde yatanı güvenip de erkeklere sakın açıklamayın. Yüreğinizin en derininde yatan onlar ise bunu kendilerine söylemeyin.
8. Bir erkek sizden para isterse vermeyin.
9. Siz bir erkekten para isterseniz, o da vermezse onun en değerli malını satın ve hemen onu terkedin.
10. Her erkek kadınlar konusunda bilinecek her şeyi bildiğini sanır; bu da sizin onlara karşı en büyük gücünüzü oluşturur.
Bir erkek sorumluluklar yüklenmek zorunda, dedi, “ama bunlar ille de kendi seçtiği şeyler olmuyor çoğu kez.
Çok doğru, dedim. Şeytanın bir kadının omzuna yüklediği yükler ise iki kat daha ağırdır.
O kadının yüzü, göze almaya cesaret edemeyeceğim bir deniz yolculuğuydu.
Her yolculuk kendi çizgileri içinde bir başka yolculuk gizler: sapılmayan dönemeç, unutulan açı.
Jordan küçükken kâğıttan kayıklar yapar, ırmakta yüzdürürdü. Bu yolla rüzgârın bir yelkeni nasıl etkilediğini öğrendi ama aşkın bir yüreği nasıl etkilediğini öğrenemedi. Sabrını aşan tek şey umuduydu.
Bir yerin haritada olmaması ne farkeder ben orayı tarif edebildiğim sürece?
Çünkü kader bir âna bağlıdır ve o an da değiştirilebilir.
Her yolculuk kendi çizgileri içinde bir başka yolculuk gizler: sapılmayan dönemeç, unutulan açı.
İnsanlar her şeye inanır.Galiba doğru olandan başka herşeye ..
Risk olmadan güvence olmaz ve göze aldığın şey, neye değer verdiğini açıklar.
Anıtlar da kentler de onları yapan kişiler gi eriyip gideceklerdi. Hiçbir mezar ya da saray ileriki ışık yıllarından sağlam çıkmayacaktı. Yeniden yazılamayacak hiçbir tarih yoktu, en eski günlerse zaten görülemeyecek kadar uzakta kalmışlardı.
Ben ne istiyordum?
Hayal kurmaya koyulduğumda bir yuva, bir sevgili, birkaç çocuk istiyorum, ama olacak bir şey değil. Kim bir canavarla yaşamak ister? Görünüşüm artık bir canavarı andırmıyor ama içimdekini uzun süre saklayamam. Bir yerden patlar, entarimin dikişlerini attırır, sütçü sulu sulu sırıtıp Nassın şekerim, dediğinde herifin kafasına kap kacak fırlatır. Doğrusunu isterseniz, bu ikiyüzlü, kokmuş dünyaya artık dayanamıyorum. Sabrım kalmadı. İltifat etmek, yalan söylemek, yaltaklanmak ve hatta gülümsemek bile zor geliyor. Neye gülümseyecekmişiz ki?
Hiç çaba göstermiyorsun ki dedi annem. Her şey o kadar kötü değil.
İnsanlar her şeye inanır. Galiba doğru olandan başka her şeye.
Herkes, hiç olmamış şeyler hatırlar. Olmuş şeyleri unuttukları ise herkesin bildiği bir şeydir. Ya hepimiz hayalci ve yalancıyız ya da geçmişin hiçbir kesin yanı yok. Bizleri biçimlendiren çocukluğumuzdur, diyenleri çok duydum. Ama hangisi?
En maddiyatçı kişi bile ben yerine bedenim dediği anda, iç yaşamın varlığına inandığını ele veriyor. Bedenimizi kesinlikle bir parçamız olarak duyumsuyoruz ama benliğimizin bir parçası olarak değil. Dil hep ihanet ediyor bize, yalan atmak istediğimizde doğruyu söylüyor, kendimizi en kesin biçimde ifade etmek istediğimizde biçem eriyip yok oluyor.
Bir vakitler uçmayı bilen, düşmüş yaratıklar olduğumuza inanır o. Der ki, içimizde bir ateş yanmaktadır ve bu ateş bizi her an eritebilir. Yoksa birdenbire ortadan kaybolan onca insan nasıl açıklanabilir?
Bana sorarsanız, aşırılığın yol açtığı günahlarla yaşamak, nefsi köreltmekten doğan günahlarla yaşamaktan daha iyidir.
Herkes aynı fikirde olunca hayatın keyfi kaçıyor.
Hiçbir tutar yanı olmayan bu hayaller nereden gelip yerleşir insanın kafasına?
Bir kere aşık oldum -aşk dedikleri şey bizi doğruca cennete götüren, aynı anda o kapıların sonsuza dek kapalı olduğunu gösteren zulümmüş meğer.
Bu sevmek konusu kafamı kurcalıyor çünkü vaize bakarsanız bizi ancak Tanrı gerçekten sevebilirmiş, gerisi şehvet ve bencillikmiş.
İnsanların ağzından çıkan sözler yükselerek kentin üstünde kalın bir bulut oluşturuyor, bunların belirli aralıklarla süpürülmesi gerekiyor ki kent aşırı dilden tamamen temizlensin.
Kendi kendimden sıvışıp bu dünyada gölge gibi yürüyordum. Kendimden kaçtıkça içimdeki yakalanma duygusu daha büyük bir tutkuya dönüşüyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir