Italo Calvino kitaplarından Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu kitap alıntıları sizlerle…
Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu Kitap Alıntıları
“…okumak, olmak üzere olan ve şimdilik kimsenin olacağını bilmediği bir şeye doğru ilerlemektir…“
“Okumak”, diyor, “her zaman şudur: şurada yazıdan oluşmuş, nesnel ve maddesel, değiştirilemeyen bir şey vardır, bu şey aracılığıyla var olmayan, manevi dünyayı ait, görünmeyen, sadece düşünülebilen, hayal edilebilen ya da bir zamanlar olmuş ama artık olmayan, geçmiş, yitmiş, ulaşılamayan, ölüler dünyasında bulunan başka bir şeyle karşılaştırma yapmak mümkündür.”
Mesleki olarak kitaplarla uğraşanların dünyası her zaman daha kalabalıktır ve okurların dünyası ile özdeşleşir. Elbette okur sayısı da gittikçe artıyor, ama kitapları, başka kitap üretmek için kullananlar, kitapları yalnızca okumayı sevenlerden daha hızlı çoğalıyorlar.
Sen, insanın içine gireceği en iyi beklentinin, en kötüden sakınmak olduğunu biliyorsun.
Sen, ‘Dünyanın tanığı olunamaz (ya da dünya üzerine vaaz verilemez); bireysel ya da ortaklaşa her çeşit himayeden kurtulmuş ve kendi indirgenemezliğine iade edilmiş dünya, sadece tanımazdan gelinir,’ diyorsun.
Her vazgeçilen seçenekte, geriye kalan da kendi içinde çatallanır.
Olası olan sayıya gelmez, hiçbir zaman bir toplamın sonucu olmamıştır ve olası, daha çok içinde her noktanın bütünün sonsuz niteliğine katkıda bulunduğu, gözden yiten bir tür çizgidir.
Sanırım bir yerlerde şöyle diyorum: ‘Başlayan, ama bitmeyen öyküler dünyasında yaşıyoruz.’
Kitap okuyorum. Rahatsız edilmek istemiyorum!
Hangi liman büyük bir kütüphaneden daha güvenli bir biçimde açar sana kollarını?
Öyle günler var ki, gördüğüm her şey bana onlarca yüklüymüş gibi geliyor.
ama sen kitabın sadece başlığını biliyordun,
oysa cümleler belirsizlik, bozluk, en küçük ortak paydaya indirgenmiş deneyimin kimseye ait olmayan topraklarında akıp gitmeyi sürdürüyor.
..
olmamış olması gereken bir şeyin öncesindeki âna döneceğiz diye saatleri ve takvimleri geri döndürme takıntısına kafa yormanın manası yok.
..sahibinin peşinden gidişini gözleyen sahipsiz köpeklere özgü bocalayan bakışlarıyla sana bakanlar raflardaki kitaplardı)..
Yalnızca senin olduğunu hissettiğin şeyler senin oluyor.
Sen, insanın içine gireceği en iyi beklentinin, en kötüsünden sakınmak olduğunu biliyorsun
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Seni çevreleyen dünya bırak belirsizlik içinde yok oluversin.
Evimin alışıldık kokuları ve sesleri o sabah bana elveda dercesine sarıyordu çevremi: O ana dek bildiğim her şeyi uzun bir süre için yitirmek üzereydim -bana öyle geliyordu- ve geri döndüğümde ben dahil olmak üzere artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Zamanın akışını tersine yüzmek istiyorum derken söylemek istediğim buydu: Bazı olayların sonuçlarını silmek ve en başa dönmek. Ama hayatımın her ânı yeni olaylar birikimiyle yüklü ve bu yeni olayların her biri kendi sonuçlarını beraber getiriyor; öyle ki ben yola çıktığım sıfır noktasına dönmek istedikçe ondan daha çok uzaklaşıyorum..
Her ne kadar bu istasyona hayatımda ilk kez bu akşam inmiş olsam da, sanki ömrümü burada bu büfeye girip çıkarak, aslında bekleyişe ait olan ve birbirine karışmış olan sundurma kokusundan tuvaletlerin ıslak talaş kokusuna geçerek, aranan numara asla yanıt vermediği için attığınız jetonu geri almaktan başka bir şey yapamadığınız telefon kulübelerinin kokusunu içime çekerek geçirmişim gibi geliyor.
Yüksek sesle okuyan birini dinlemek, sessizlik içinde okumaktan çok farklıdır. Kendin okurken cümleler üzerinde durabilir ya da atlayabilirsin: Tempoyu ayarlayan sensindir. Oysa okuyan bir başkası olduğunda dikkatini onun okuma hızına uydurman zordur: Ses ya çok hızlı ya da çok yavaş ilerler.
Artık taşra kenti diye bir şey kalmadığına ve belki de asla var olmamış olduğuna ilişkin bir kanaatim var. Bütün yerleşimler, ötekilerle anında haberleşebiliyor; bu yalıtılmışlık duygusu yalnızca bir yerden ötekine giderken, yani hiçbir yerdeyken hissediliyor.
“Bir sınır çizgisi var: Bir yanda kitapları yapanlar var, öte yanda da onları okuyanlar. Ben okuyanlardan biri olarak kalmak istiyorum, bu nedenle kendimi hep çizginin öte tarafında tutmaya özen gösteriyorum. Yoksa çıkarsızca okuma hazzı sona erer ya da en azından başka bir şeye dönüşür; bu da benim istediğim bir şey değil.”
Işığı, görüşünü yormayacak biçimde ayarla. Bunu hemen şimdi yap, çünkü okumaya daldığında bir daha yerinden kimildamak istemeyeceksin. Öyle ayarla ki, okuduğun sayfa gölgede kalmasın, kurşun fon üzerindeki kara harfler birbirine dolanmasın, fare sürüsü gibi birbirine yamanmasın; öte yandan kâğıdin üzerine pek güçlü bir ışık gelmemesine ve acımasız beyazlığın Güney ülkesinde öğle güneşi vurmuşçasına harflerin gölgelerini kemirerek yansıtmamasına özen göster Okuma eylemini yarıda kesmesi olası her ne varsa, hepsini engellemeye çalış. Tir yakiysen, sigaran elinin altında olsun, küllüğün de öyle. Daha ne kaldı? Çişin var mi? Tamam, sen bilirsin.
Özellikle bu kitaptan, özel bir şey beklediğinden değil. Sen, ilke olarak artık hiçbir şeyden hiçbir anlam çıkarmayan birisin. Senden daha genç ya da çok daha genç olan ve kitaplardan, insanlardan, yolculuklardan, olaylardan, yarının bilinmezliğinden olağanüstü deneyimler bekleyerek yaşayan pek çok kişi var. Sen öyle değilsin. Sen, insanın içine gireceği en iyi beklentinin, en kötüden sakınmak olduğunu biliyorsun. Genel, hatta bütün dünyaya ilişkin konularda olduğu gibi kişisel yaşantında da vardığın sonuç budur. Ya söz konusu kitaplar olunca? işte, bu tün alanlarda beklentisizliği seçtiğin halde, kitap gibi çerçevesi iyice belirlenmiş bir konuda bu gençlik hazzına hála ayrıcalık tanıyabileceğini düşünüyorsun; evet bu alanda şansın yaver gitmeyebilir, ama yaşayabileceğin hayal kırıklığı çok da büyük olmayacaktır.
Bu, roman okumanın keyfine ilişkin bir romandır, kahraman Erkek Okurdur ve on kez bir roman okumaya başlar, ama kendi iradesi dışında gelişen olaylar yüzünden bu romanları sona erdiremez Bu nedenle hayali yazarlara ait olan on roman başlangıcı yazdım hepsi benden ve birbirlerinden farklıydılar.
*
Calvino
“Günümüzde yazılan uzun romanlar belki de bir saçmalık: Zamanın boyutu un ufak oldu, her biri kendi çizgisinde uzaklaşıp ânında gözden yiten zaman parçacıkları içinde düşünmek veya yaşamak durumundayız. Zamanın sürekliliğini sadece aşağı yukarı yüz yıl sürmüş olan, zamanın artık durağan olmadığı ve henüz patlamadığı bir döneme ait romanlarda bulabiliyoruz, işte o kadar.”
“Olmasaydım , ne güzel yazardım! (…)
Yalnızca bir el , kalem tutan ve yazan kopuk bir el olsaydım…”
“Bu kitabın devamının nerede olduğunu sormayın !” Raflar arasında belirsiz bir noktadan tiz bir çığlık geliyor . “Bütün kitaplar ötede devam eder …”
Gerekli olduğunu düşündüğünüz bir şeyden bir kez vazgeçtiniz mi, bir başka şeyden de, başka pek çok şeyden de vazgeçebileceğinizi anlarsınız..
“İtalo Calvino’nun Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu adlı yeni romanını okumaya başlamak üzeresin . Rahatla . Toparlan . Zihnindeki tüm düşünceleri kov gitsin . Seni çevreleyen dünya bırak belirsizlik içinde yok oluversin .”
( ilginç ve güzel bir giriş cümlesi ???? )
“Dünyanın tanığı olunmaz (ya da dünya üzerine vaaz verilmez ) ; bireysel ya da ortaklaşa her çeşit himayeden kurtulmuş ve kendi indirgenemezliğine iade edilmiş dünya , sadece tanımazdan gelinir ..”
“Başlayan , ama bitmeyen öyküler dünyasında yaşıyoruz…”
Kendimi başkalarının, kendimin ve dünyanın uyumsuzluğuyla uyum içinde hissediyordum
Farkına varmak istemediğim boşluğu örten ayrıntılar bolluğu içinde kendime yol açıyorum ve hızla ilerliyorum
Hangi liman büyük bir kütüphaneden daha güvenli bir biçimde açar sana kollarını?
… gün içinde karşıma çıkan olayların birbirlerini izleyişinde dünyanın benden yana niyetlerini çözmeye çalışıyorum ve nesnelerde gizlenen karanlık imaların ağırlığını sözcüklere dökecek bir sözlük olmadığını bilerek el yordamıyla ilerliyorum
Demek ki benden istenen gençliğin olanaklarından vazgeçmem değildi; bir an için mola vermem, düşünmem,içimdeki karanlığa sonda indirerek yoklamam gerekiyordu
Dünya parçalanıyor ve beni de kendi çözülmesinin içine çekmeye çalışıyor
Bizi dört bir yanımızdan kuşatmış olan yazı dolu bu dünyanın okumamayı öğrenmiş birine nasıl görünebileceğini anlamaya çalışıyorsun
Kusursuzluğun ayrıntısal ve rastlantısal olarak üretildiğine,bu nedenle ilgi görmeyi hak etmediğine,nesnelerin gerçek doğasının yalnızca çöküntü durumunda ortaya çıktığına inanır oldum
Bütün öykülerin ana fikrinin iki çehresi vardır: hayatın devamı, ölümün kaçınılmazlığı.
Dünya öylesine karmaşık, dolaşık ve fazlasıyla yüklü ki, biraz aydınlık bakabilmek için seyreltmek gerekiyor, seyreltmek.
Çünkü iktidar, etki edebileceği bir nesne, kollarını uzatabileceği bir yer arar.
Belleğinde sakladığın gibi, kitapları birer nesne olarak hemen elinin altında tutmaktan hoşlanıyorsun.
İstasyonların bir zamanlar dünyanın geri kalanıyla iletişim kurulabildiği tek nokta olduğunu anımsayanlar kalmış olmalı.
Bütün öykülerin ana fikrinin iki çehresi vardır: hayatın devamı; ölümün kaçınılmazlığı.
Dünya öylesine karmaşık, dolaşık ve fazlasıyla yüklü ki, biraz aydınlık bakabilmek için seyreltmek gerekiyor, seyreltmek.
Dikkate almamaya karar verdiğim konuları zihnimden siliyorum.
Kitaplarınızı yalnızca sizin ikna olduğunuz şeyleri bulmak için mi okumam gerekirdi?
Tatminsizliğimin sınırsız hırsımı ortaya koyduğunu, bunun belki de kendimi büyük görme hastalığı olduğunu neden kabul etmeyeyim?
Nesnelerden vazgeçmek sanıldığından daha kolay: İş başlamakta. Onsuz yapamayacağınız bir şeyi bir kenara bırakmayı bir kere başardığında, bir başka şey olmadan da yapabildiğini, sonra bir başka şeyden de sıyrılabildiğini göreceksin.
Dünya öylesine karmaşık,dolaşık ve fazlasıyla yüklü ki biraz aydınlık bakabilmek için seyreltmek gerekiyor,seyreltmek.
Her zaman, sizin tünel kazan, karınca yuvası oyan, petek yapan hayvanlar gibi yazdığınızı düşünmüşümdür.
Hayallerinin düzmece ziyaretçisini çözümlüyor ama bu kişi sen değilsin.
İki kişi bir arada olunduğunda bile insan yalnız başına okur. O halde ne arıyorsun burada? Okumakta olduğun kitap sayfalarına nüfus ederek, kabuğunun içine sızmak mı istiyorsun?
Zihninde durulacak ya da koşulacak zamanları birbirinden ayırmaya yarayan içsel duvarlar var; böylece parelel yollarda seçenekler yaratarak bunlara yoğunlaşabiliyorsun. Aynı anda birkaç hayat yaşamak istediğin anlamına gelebilir mi bu?
Dünya öylesine karmaşık, dolaşık ve fazlasıyla yüklü ki, biraz aydınlık bakabilmek için seyreltmek gerekiyor, seyreltmek.
Dünya parçalanıyor ve beni de kendi çözülmesinin içine çekmeye çalışıyor.
Erkek Okur tekrar Kadın Okurun yanına döndüğüne bir şey anlamıştı: Hayat kısaydı ve anın tadını yaşamak lazımdı. Bu yüzden hemen evlenmişlerdi.
“Hayır, Ludmilla her zaman saklanacak yer peşindedir.”
“Kimden saklanmak istiyor?”
“Herkesten”
Bütün öykülerin vardığı sonuç şudur: İnsan tek bir hayat yaşar, tek bir tane
Evren, birisi Okuyorum, öyleyse o yazıyor, dediği zaman kendini ifade edecektir.
Sık bir ormana dalmışçasına okumanın içinde ilerliyorsun.
Bir yabancı benim yerimi almak üzereydi, o ben oluyordu. Yanımda götüremediğim her şey ona kalıyordu…
Şu anda okumayı en çok isteyeceğim kitabın tek itici gücü, anlatmak, öykü üzerine öykü biriktirmek, belli bir dünya görüşü dayatmadan, sadece bir bitkinin dallarının, yapraklarının birbirine sarınarak büyümesi gibi öz gelişmene tanıklık etmeni sağlamak olmalı
Okumak, olmak üzere olan ve şimdilik kimsenin olacağını bilmediği bir şeye doğru ilerlemektir
Elbette, insan kitap okumak için en ideal duruşunu asla bulamaz.
Seni çevreleyen dünya bırak belirsizlik içinde yok oluversin.
ben ise bir süredir, bunun tam tersine kusursuzluğun ayrıntısal ve rastlantısal olarak üretildiğine, bu nedenle ilgi görmeyi hak etmediğine, nesnelerin gerçek doğasının yalnızca çöküntü durumunda ortaya çıktığına inanır oldum