İçeriğe geç

Homo Ludens Kitap Alıntıları – Johan Huizinga

Johan Huizinga kitaplarından Homo Ludens kitap alıntıları sizlerle…

Homo Ludens Kitap Alıntıları

Oyun ruhu yoksa uygarlık mümkün değildir.
Komik, aptallıkla sıkı bir ilişki içindedir.
Oyun kültürden daha eskidir.
Kuşkusuz, şunu hiç çekinmeden ifade edebiliriz: İnsan uygarlığı genel oyun kavramına hiçbir temel özellik katmamıştır. Hayvanlar aynen insanlar gibi oyun oynarlar. Oyunun bütün temel çizgileri, hayvan oyunlarında çoktan gerçekleştirilmiş durumdadır.
Kültür ne oyun olarak, ne de oyundan doğmaktadır, o, oyunun içindedir.
Kibarlık göstermenin temeli, kişisel şeref bilincinde yatar.
Herkes kendi yeteneğine uygun düşen saygıyı arar, iyi yapmış olmanın tatminini duymak ister.
Oyun, bireyin veya grubun hayat düzeyini yükseltmeye ne kadar yatkınsa, o ölçüde hakikaten kültür haline dönüşür.
Profesör Buytendijk, bütün oyunsal özellikleri en açık biçimde gösterdiğinden aşk oyununu bütün oyunların en saf örneği saymaktadır.
Zihnin, müziği oyun alanı içinde düşünme eğiliminde olduğu açıkça ortadadır.
Bütün halklar oyun oynar ve bu işi birbirlerine oldukça benzeyen biçimler altında yaparlar
Oyun, bu hayattan kaçarak, kendine özgü eğilimleri olan geçici bir faaliyet alanına girme bahanesi sunmaktadır.
Oyun bir görev değildir. Boş zaman içinde gerçekleştirilmektedir. Oyun kültürel bir işlev haline geldiği zaman zorunluluk, görev ve ödev kavramları oyuna dahil olmaktadır.
“Kültür belli kurallara uyulması yönündeki karşılıklı bir anlaşmanın varlığı nedeniyle her zaman bir ölçüde oynanmış olacaktır. Gerçek uygarlık, her zaman ve bütün açılardan fair play’i talep etmektedir ve fair play de, iyi niyetin oyunsal terimlerle çevrilmiş halinden başka bir şey değildir.
“Oyunsal rekabet, toplumsal hayat güdüsü olarak bizzat kültürden de eskidir ve arkaik kültür biçimlerinin gelişmesinde bir maya gibi etki etmektedir. İbadet, kutsal oyun içinde serpilmektedir. Şiir oyundan doğmuştur ve oyunsal biçimler sayesinde yaşamaya devam etmektedir. Müzik ve dans ortaya saf oyun olarak çıkmışlardır. Bilgelik ve bilim ifadelerini kutsal yarışma oyunlarında bulmuşlardır. Hukuk, toplumsal oyundan sıyrılarak ortaya çıkmak zorunda kalmıştır. Silahlı çatışmaların kurala bağlanması, aristokratik hayatın kuralları oyunsal biçimler üzerinde temellenmiştir. Sonuç olarak, kültür ilkel aşamalarında oyun olarak oynanmıştır; ana bitkiden ayrılan canlı bir meyve gibi oyundan doğmamış, oyunun içinde ve oyun olarak serpilmiştir.
“İlkel insana göre, bir şeye kalkışabilmek ve onu yapabilmek, bir güce denk düşer, fakat bir şey bilmek, büyülü bir güce sahip olmak anlamına gelir. Her bilgi, ilkel insan açısından, aslında kutsal bir bilimdir, büyücülük gücüne ulaştıran bir sırdır. Çünkü ona göre, her bilgi aslında dünyanın düzeniyle ilişki içindedir.
Çok sayıda başka gösterge de şiirin bilmeceyle olan bağlantısını ortaya koymaktadır. Skaldlarda, aşırı anlaşılırlık teknik bir hata sayılmaktaydı. Şiirsel sözün kapalı olması gerektiği, Yunanlılar tarafından da paylaşılan eski bir inançtır. Sanatları her şeyden daha çok birden fazla kişinin katıldığı oyun işlevinin ifadesi olan trouba- dour’larda (trobar clus, kelime anlamı olarak: anlamı gizli şiir), gizli anlamla yüklü olan şiir özel bir itibar görmekteydi.
Tanrı doğası gereği, en yüce ciddiyete layıktır. Ancak, insan Tanrı’nın oyuncağı olmak üzere yaratılmıştır ve bu aslında onun payına düşen en iyi şeydir.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Hayvanlar oyun oynayabilirler: demek ki sadece mekamik şeyler olmanın çok ötesindedirler. Biz de oyun oynuyoruz ve oynadığımızın bilincindeyiz. Demek ki bizde sadece akıllı varlıklar olmanın ötesindeyiz; çünkü oyun irrasyoneldir.
Platon’a göre, ciddi olanı ciddiyet içinde ele almak gerekir ve kutsal ciddiyete yalnızca Tanrı layıktır, oysa insan Tanrı’nın oyuncağı olmak üzere yaratılmıştır ve ona düşen en iyi pay budur. Böylece kadın veya erkek herkes, tüm hayatı boyunca bu ilkeye uygun olarak o anki eğilimlerine cevap veren en güzel oyunları oynamalıdır. Çünkü insanlar savaşı ciddi bir şey sayarlar, oysa savaş ne oyun ne de eğitim içerir, yani tam da bizim en ciddi saydığımız şeylere [sahip değildir]. Herkes elinden geldiğince barışçı yaşamalıdır. Öyleyse bunun doğru biçimi nedir? Tanrıların lütfunu kazanmak ve düşmanları püskürterek savaştan galip çıkmak için, hayatı bazı oyunları oynayarak, kurban törenleri yaparak, şarkı söyleyerek ve dans ederek geçirmek gerekir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
içgüdüler, gerçeklerin anlamı karşısındaki yetersizliğimizin icadıdır
Kültür bilimi açısından önemli olan, yaşanmış deneyin başka bir düzleme aktarılmasının bir değer oluşturduğu halkların zihninde bu simgesel temsillerin ne anlama geldiklerini anlamaktır.
Eski bir Çin doktrinine göre, dans ile müziğin amacı evreni kendi yolunda tutmak ve doğayı insana yararlı olmaya zorlamaktır. O yılın refahı, mevsimleri karşılayan şenliklerde düzenlenen müsabakalara bağlıdır. Eğer bu toplantılar yapılmazsa, ürünler olgunlaşamayacaklardır.
Bir oyunun kurallarından kuşku duymak asla mümkün değildir. Çünkü onları belirleyen ilke tartışmasız niteliktedir. Kurallar ihlal edilir edilmez, oyun evreni çöker, oyun diye bir şey ortada kalmaz. Hakemin düdüğü büyüyü bozar ve ‘bildik dünya’nın mekanizmasını bir an için geri getirir.
Efsane ile ibadetin kaynaklarından kültür hayatının büyük faaliyetleri doğmaktadır: düzen ve hukuk, ticaret ve endüstri, sanat ve zanaat, şiir, bilgelik ve bilim. Demek ki bunların köklerinin bir kısmı da oyunsal eylem alanındadır.
İnsanın iletişim kurabilmek, öğrenebilmek ve emredebilmek amacıyla kendisi için yarattığı şu ilk ye yüce araç olan dili bir düşünelim. İnsan, dili sayesinde nesneleri ayırmakta, tanımlamakta, fark etmekte; tek kelimeyle, adlandırmaktadır, başka bir ifadeyle, şeyleri zihin alanına kadar yükseltmektedir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Hayvanlar oyun oynayabilirler: Demek ki sadece mekanik şeyler olmanın çok ötesindedirler. Biz de oynuyoruz ve oynadığımızın bilincindeyiz: Demek ki biz de sadece akıllı varlıklar olmanın ötesindeyiz; çünkü oyun irrasyoneldir.
Oyun kültürden daha eskidir. Nitekim, kültür kavramını ne kadar daraltsak da, bu kavram her halükarda bir insanın toplumunun varlığını gerektirir ve hayvanlar kendilerine oynamalarını öğretmesi için insanın gelmesini beklememişlerdir.
Yüzyıllık oyun-ciddiyet dönüşümünün karşısında başı dönen kimse, mantığın ona sağlamayı reddettiği destek noktasını etikte bulur. Başlangıçta da dediğimiz gibi, oyun kendi içinde ahlâki ölçüler alanının dışında yer almaktadır. Bizatihi ne iyidir ne de kötü. Fakat insan, iradesinin kendisini yönelttiği bir eylemin ciddi mi, yoksa oyun mu olduğuna karar vermek zorunda kaldığında, ahlâki bilinci ona hemen mihenk taşım sunar. Eylem kararıyla birlikte, doğruluk ve adalet, acıma ve affetme duyguları işe karıştığında sorunun bir anlamı kalmamaktadır. Minicik bir acıma duygusu, eylemlerimizi entelektüel ayrımların üzerine çıkartmaya yeter. Adalet ve merhametin tanınmasına dayandırılmış her ahlâki bilinçte, o zamana dek çözümsüz kalmış oyun-ciddiyet ikilemi ebediyen gündemden düşer.
İnsan oyunun sihirli çemberinden ancak gözlerini yüce varlığa doğru yönelterek kurtulabilir. Şeylerin mantıksal kavranışıyla pek uzağa gidemez. İnsan düşüncesi zihnin bütün hazinelerine egemen olduğunda ve yeteneklerinin tüm görkemini hissettiğinde bile, bütün ciddi akıl yürütmelerin dibinde hâlâ problemli bir tortu kalır. Kesin bir yargının ilam, kişisel bilinç tarafından tamamen ikna edici olarak kabul edilmez. Yargının sendelediği bu noktada mutlak ciddiyet duygusu yok olur. Belki de bu durumda, bin yıllık her şey boşuna sözünün yerine, her şey oyun sözü kendini dayatır ve bu yeni sözün vurgusu daha olumlu olur.
Çağdaş devletlerin iç siyasetleri yeterli miktarda oyunsal faktör göstergesi içerse de, uluslararası siyasetlerinde ilk bakışta oyun alanını düşündürtecek hiçbir unsur yoktur. Ancak, devletler arasındaki siyasal hayatm inanılmaz boyutlara yükselen aşırı şiddet ve tehlike tarafından yozlaştınlması, oyun kavramının bu alandan elenmesi konusunda yeterli bir neden değildir. Oyunun gaddar ve kanlı olabileceğini ve çoğu zaman hile de içerdiğini yeteri kadar gördük. Her hukuksal veya siyasal topluluk, doğası gereği kendini bir oyun topluluğuyla ortak kılan özellikler taşır.
Fransa’da siyaset oyunu, daha basit bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Çoğu, kişilerin ve grupların çıkarlarını temsil eden ve bakan devirme taktikleriyle, devletin kesin aleyhine olmak üzere, ülkeyi sürekli olarak tehlikeli siyasal bunalımlara maruz bırakan çok sayıdaki siyasal partinin tutumlarını oyunsal görünüş altında ele almak için bu ülkede de nedenler vardır. Ancak, partilerin fazlasıyla göze batan kolektif veya bireysel tutkuları, oyunun gerçek özüne pek uymamaktadır.
İngiliz parlamenter hayatı içinde oyunsal unsurun kendini yalnızca geleneksel genel kurul biçimleri ve tartışmalar içinde değil de, aynı zamanda tüm seçim sistemine ortak olarak ifade ettiğini göstermeye hiç ihtiyaç yoktur.
Oyunsal unsur, İngiliz parlamentosunda olduğundan daha da aşikâr bir şekilde Amerikan siyasal alışkanlıklarında görülmektedir.
Güzellik faktörü ve cinsel çekiciliğin rolü kadın kıyafetinde o kadar öncelikli (hayvanlarda olduğundan farklı bir şekilde!) olmuştur ki, bu alandaki evrim tamamen başka bir nitelik kazanmıştır. Kadın modasının XVIII. yüzyılın sonundan itibaren, erkek modasından farklı bir yol izlemiş olmasmda şaşılacak bir yan yoksa da, başka bir olgu dikkati çekmektedir. Dönemin üslubu içinde söz veya görüntüyle yapılan tüm taşlama ve kinayelere rağmen kadın modası ortaçağın başından itibaren erkek modasma nazaran daha az değişim ve sapmaya uğramıştır. Bu tespit, örneğin 1500-1700 dönemi düşünüldüğünde çarpıcı hale gelmektedir: erkek kıyafetinde derin ve sürekli değişmeler, kadmlannkinde önemli bir istikrar düzeyi. Bu durum belli bir noktaya kadar açıklanabilir niteliktedir. Kadın kıyafetinin başlıca biçimleri olan topuklara kadar inen entari ve beli saran üst bölüm, hoşgörüde ve âdetlerde çok daha katı olunduğuna bakılırsa, erkek kıyafetinde olduğundan daha az değişmeye izin vermektedir. Kadm kıyafeti ancak XVIII. yüzyılın sonuna doğru oynayacak tır. Rokoko ilhamlı, anıtsal saç biçimleri ortaya çıkarken, romantizm âşıkane bakışları, uçuşan saçları ve (daha ortaçağda hoşgörü gösterilen açık göğüslerden çok daha geç ortaya çıkabilmiş olan) çıplak kollarıyla, yarı unutulmuşluk içinde sona ermektedir. Direktuvar döneminden beri kadın kıyafeti değişme ve tuhaflık alanında erkeklerinkini çok gerilerde bırakmıştır. 1860’lara doğru çıkan balinalarla tutturulan kabarık eteklikler ve 1880’lerdeki eteklik altına konulan elastik kabartıcı parça gibi tuhaflıklar daha önceki yüzyılların kadm modasının asla tanık olmadığı şeylerdi. Kadın modasını 1300 Terden beri tanık olmadığı bir basitlik ve doğallığa geri götürme yönündeki önemli bir eğilim ancak yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkmaya başlamıştır.
Roma devletindeki oyunsal unsur, en açık olarak şu sloganda ortaya çıkmaktadır: Panem et circenses’, bu, halkın devletten beklediklerinin ifadesidir. Günümüzün inşam, bu terimlerin içinde yalnızca, yiyecek ve sinema bileti isteyen işsizlerin taleplerinden başka bir şey görmeyecektir: Geçinmek ve eğlenmek. Roma formülü bundan fazlasını ifade etmekteydi. Roma toplumu oyun olmadan yaşayamazdı. Bu oyunlar, bu toplum için en az ekmek kadar gerekliydi. Nitekim, bunlar kutsal oyunlardı ve halk da bu oyunlar konusunda gene kutsal olan bir hakka sahipti.
Oyun çemberinde sıradan hayatın kanunları ve gelenekleri artık geçmez.
İyi güzel, ama aslında oyunun eğlencesi ne? Bebek neden keyif çığlıkları atar? Kumarbaz neden kendi tutkusunda yiter? Dev bir kalabalık ne diye bir futbol maçında çılgına döner?
Hayvanlar aynen insanlar gibi oyun oynarlar. İnsan oyununun bütün temellerinin mutlu mesut sıçrayışlarında bulunduğunu görmek için sadece yavru köpekleri izlememiz yeterlidir.
The spectacle of a society rapidly goose-stepping into helotry is, for some, the dawn of the millennium. We believe them to be in error.
Oyun, en basit biçimlerinde ve hayvan hayatının içinde bile tamamen fizyolojik bir olgudan veya fizyolojik olarak belirlenen psişik bir tepkiden daha fazla bir şeydir.
Oyun kültürden daha eskidir.
mutlak determinizmi devre dışı bırakan tinsel soluk oyunun mevcudiyetini mümkün kavranabilir ve anlaşılabilir kılmaktadır. Oyunun varlığı, bizim evren içindeki konumumuzun mantıküstü karakterini sürekli ve en yüksek anlamıyla ortaya koymaktadır. Hayvanlar oyun oynayabilirler:Demek ki sadece mekanik şeyler olmanın çok ötesindedirler. Biz de oynuyoruz ve oynadığımızın bilincindeyiz: Demek ki biz de sadece akıllı varlıklar olmanın ötesindeyiz; çünkü oyun irrasyoneldir.
Oyun anlam bakımından zengin bir işlevdir. Oyunda, yaşamın doğrudan gereksinimlerini aşan ve eyleme anlam
katan bağımsız bir unsur oynamaktadır . Her oyun bir anlam taşır. Eğer oyuna bir öz yükleyen bu faal ilkeye zihin dersek aşırıya kaçmış oluruz; eğer ona içgüdü dersek hiçbir şey söylememiş oluruz.
Hangi açıdan ele alınırsa alınsın, oyunun bu kasıtlı karakteri, bizatihi özünün içinde yer alan maddi olmayan bir unsurun varlığını açık etmektedir.
Sadece Tanrı en yüksek ciddiyete layıktır, ama insan , Tanrı’nın eğlencesi olarak yaratılmıştır ve bu onun en iyi kısmıdır.
“Hayat nedir ?”:
“ Mutlu’nun sevinci, mutsuzun felaketi, ölümü bekleyiş.”
“İnsan nedir?”:
“Ölümün kölesi, bir yerin misafiri, geçip giden bir yolcu.”
“Şiiri anlayabilmek için, tıpkı sihirli bir pelerin giyer gibi, çocuk ruhuna bürünmek ve çocuksu bilgeliğin yetişkininkinden üstün olduğunu kabul etmek gerekir “.
Aşk oyunu, bütün oyunların en mükemmeli
“Animal ridens (gülen hayvan) insanı hayvandan ayırt etmede homo sapiensi kesinlikle gölgede bırakan bir kavramdır”.
“Her soyut ifadenin arkasında en çarpıcı metafor ve her metaforun arkasında da bir kelime oyunu yatar.Böylece insan hayata ifadeler katarak doğal dünyanın yanısıra ikinci bir şiirsel dünya yaratır”.
Şiir, felsefî bir doktrinin düşü gibidir.
Sofistler, haksız bir davayı haklı gösterme sanatını para karşılığında öğretmekteydiler
Oyunun varlığı inkâr edilemez niteliktedir. Hemen hemen bütün soyut bizatihilikleri – adalet, güzellik, hakikat, zihin, Tanrı- inkâr etmek mümkündür. Ciddiyet de inkâr edilebilir ama oyun asla.
Soyutun her ifadesinde bir simge vardır ve her simge de bir kelime oyunu içermektedir. Böylece insanlık, doğa evreninin yanındaki hayal edilmiş ikinci evren olan varoluş ifadesini hep yeniden yaratmaktadır.
Oyunun varlığı, bizim evren içindeki konumumuzun mantık üstü karakterini sürekli ve en yüksek anlamıyla ortaya koymaktadır.
Oyun kültürden daha eskidir.
Oyunsal rekabet, toplumsal hayat güdüsü olarak, bizzat kültürden de eskidir ve arkaik kültür biçimlerinin gelişmesinde bir maya gibi etki etmektedir.
Platon’un Sokrates’e söylettirdiği tanıma göre, gerçek şair hem trajik hem de komik olmalıdır; insan hayatının tümü aynı anda hem trajedi hem de komedi olarak kabul edilmelidir.
Bir bilmecenin cevabı ne düşünerek, ne de mantıksal bir akıl yürütmeyle bulunmaktadır. Bu cevap aniden gelir ve sorulan soru yüzünden eli kolu bağlanan kişi aniden kurtulur. İşte bu nedenden ötürü, doğru çözüm soru soranı aniden güçsüz bırakmaktadır. İlke olarak, her sorunun yalnızca bir cevabı vardır. Bu cevap ancak oyunun kuralları biliniyorsa bulunabilir.
Birinci olmaya yönelik tutkulu istek, toplumun bu arzuya sunduğu tatmin olanakları kadar çok sayıda biçime bürünmektedir. Bu alandaki mücadele biçimi de, yarışmanın ödülü ve bu mücadele esnasında gerçekleştirilen eylem kadar çeşitlidir. Karar; şansa, güce, beceriye veya kanlı çarpışmaya bırakılmaktadır. Cesaret veya dayanıklılık, beceri veya bilgi, böbürlenme veya hile yarıştırılır. Bir güç sınaması veya bir şaheser yaratılması önerilmektedir; ya bir kılıç yapılacak, ya da mısra döktürülecektir. Cevabı aranacak sorular sorulacaktır. Yarışma bir hakaret, bir bahis, adli bir duruşma, bir adak veya bir bilmece biçimine bürünebilmekte, bütün bu görüntülerin altında, özü itibariyle bir oyun olarak kalmaktadır.
Haklı dava uğruna verilen şerefli kavga, her zaman bir insanlık ideali olmuştur. Bu ideal, daha başlangıçtan itibaren, kaba gerçeğin içinde sakatlanmıştır. Yenme arzusu, şeref duygusunun dayattığı ılımlılıktan her zaman daha güçlü olmuştur. İnsan uygarlığı şiddete, cemaatlerin kendilerini itilmiş hissedecekleri sınırlar koyabilir, ancak kazanma ihtiyacı çarpışanlara öyle kaçınılmaz bir şekilde egemen olmaktadır ki, insanlığın kötü yanı hep serbest alan bulmakta ve düşünülebilecek her türlü hileyi kullanmaya kendini yetkili görmektedir.
Bebek neden keyif cigliklari atar? Kumarbaz neden kendi tutkusunda yiter? Dev bir kalabalik neden bit futbol macinda cilgina done?
Kültürün oyunsal unsurundan söz ederken, oyunların kültürel hayatın çeşitli faaliyetleri içinde önemli bir yeri olduğunu kastetmiyoruz; kültürün bir evrim süreciyle oyundan kaynaklandığını, yani başlangıçta oyun olan şeyin başka bir şeye dönüşebildiğim ve buna artık kültür denildiğini de iddia etmiyoruz. Bizim kavrayışımız şöyledir: Kültür oyun biçiminde doğar, kültür başlangıçtan itibaren oynanan bir şeydir.
Oyun-ciddiyet zıtlaşmalı grubu, dilsel sorunu ayrı tutarak, daha yakından incelenecek olursa, bu iki terimin eşdeğerli olmadıkları ortaya çıkar. Oyun burada pozitif terim olarak gözükmekte, ciddiyet ise oyunun inkârı noktasında kalmakta ve tükenmektedir: Ciddiyet, oyun-olmayan’dır ve başka hiçbir şey değildir. Buna karşılık, oyun’un anlamsal ağırlığı ciddi-olmayan kavramıyla asla tanımlanamaz ve tüketilemez. Oyun bizatihi bir kavramdır. Bu kavram, olduğu haliyle, ciddiyet kavramından daha üst bir düzlemde yer almaktadır. Çünkü ciddiyet, oyun’u dışlamaya yöneliktir, oysa oyun, ciddiyet’i rahatlıkla içerebilir.
Oyun, özgürce razı olunan, ama tamamen emredici kurallara uygun olarak belirli zaman ve mekân sınırları içinde gerçekleştirilen, bizatihi bir amaca sahip olan, bir gerilim ve sevinç duygusu ile alışılmış hayaf’tan başka türlü olmak bilincinin eşlik ettiği, iradi bir eylem veya faaliyettir. Böylece tanımlanan kavram, hayvanlar, çocuklar ve yetişkin insanlara ilişkin olarak oyun adım verdiğimiz her şeyi kapsamaya yatkın hale gelmiştir: beceri, güç, zekâ ve şans gösterileri.
Oyun alanının sınırları içinde kendine özgü ve mutlak bir düzen hüküm sürer. İşte oyunun daha da pozitif yeni bir çizgisi: Oyun düzen yaratır, oyun düzenin ta kendisidir. Dünyanın kusurluluğu ve hayatın karışıklığı içinde geçici ve sınırlı bir mükemmellik yaratır. Oyun mutlak bir düzen gerektirir. Bu düzenin en küçük ihlali oyunu bozar, oyun niteliğini ve değerini yok eder.
Her ne olursa olsun oyun, insan ve sorumlu yetişkin için, isterse ihmal edebileceği bir işlevdir. Oyun keyfe kederdir. Oyundan alınan zevk oyunu ihtiyaç olarak hissettirdiği ölçüde oyunun gerekliliği emredici hale gelmektedir. Oyun her an ertelenebilir veya iptal edilebilir. Oyun, fiziksel bir ivedilik veya ahlâki bir ödev tarafından dayatılmış hiç değildir. Oyun bir görev değildir. Boş zaman içinde gerçekleştirilmektedir. Ancak oyun kültürel bir işlev haline geldiği zaman zorunluluk, görev ve ödev kavramları ona dahil olmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir