Stephen Prince kitaplarından Savaşçının Kamerası kitap alıntıları sizlerle…
Savaşçının Kamerası Kitap Alıntıları
Eğer etrafınızdaki dünyanın durumuna bakarsanız Birgül bugün ve bu çağda iyimser olmanın imkansız olduğunu düşünüyorum. Bu son yıllardaki bütün teknolojik gelişmeler insanlara birbirlerini daha fazla, daha hızlı nasıl öldürebileceklerini öğrettiği sadece. Bu koşullar altında hayata dair iyimser Bir bakışı korumak benim için çok zor.
Kıtlığın hakim olduğu bir dünyada, diyor Sartre, her insan mecburen diğer herkesin düşmanıdır zira yetersiz kaynaklar üzerinde hak iddia edecek diğerlerini yok olma tehdidi ile baş başa bırakır. Sınıf bu çekişme ve husumeti şekillendirmenin ve kimin üstün çıkacağına karar vermenin bir aracı haline gelir.
İnsanlar kendileri hakkında kendilerine karşı dürüst olamıyorlar. Kendileri hakkında süsleyip süslemeden konuşamıyorlar. Bu senaryo bu tür insanları betimliyor: kendilerini aslında olduklarından daha iyi birer insan gibi hissetmelerini sağlayan yalanlar olmaksızın hayatta kalamayan insanları. Olayları olduğundan daha güzel gösteren yalanlara duyulan bu günahkar ihtiyacın mezarın ötesinde bile sürdüğünü gösteriyor: ölen karakter bile medyum aracılığıyla canlılarla konuştuğunda yalandan vazgeçemiyor. Bencillik insanların doğuştan itibaren taşıdıkları ve kurtulması en zor olan günahtır.
Hayatınız bu dünyadaki hiçbir şeyin çok önemli olmayacağı kadar kısa ve belirsiz.
Aydınlanmış zihin gerçek anlamda doğal zihindir, bütün yanılgı ya da arzulardan uzakta, kendisi olmasına izin verilen zihindir.
İnsan, düşmanca bir toplumsal çevre karşısında nasıl davranabilir?
maalesef herhangi bir olumlu anlamda direnme cesaretine sahip olmadığımı ve gerektiğinde yağcılık yapıp diğer durumlarda sansürden kaçınarak sadece durumu idare ettiğimi kabul etmek zorundayım Savaş zamanında sağır-dilsiz gibiydik.
İnsanlar kendilerini kararlı bir şekilde efendi olarak görmesi ve egolarını ortaya koymaları çatışmadan ve insanların birbirine düşmesinden başka hiçbir şeye yol açmaz.
Hakikat şeylerin doğasına dair doğru ya da yanlış bir görüş değildir; bu bir akıl/kalp durumudur. Hakikat saflık ve duygusal hassasiyet içerisinde yaşadığı sürece hakikattir.
Aile, klan, köy ve imparatoru merkez alan grup kaynaklı normlar bireyi yutmaktadır..
Şiddet, huzursuzluk ve mutsuzluk her yerde modernleşme sürecine eşlik etmiştir. değerlerin yitirildiği, yeni gruplar ile yeniden bütünleşme arayışına girdiği yönünde bir bilinçlilik var her yerde.
Kurosawa’nin filmleri, insan davranışlarındaki aşırılıkları kutsayislari, kurgularındaki kesik kesik, inişli çıkışlı ritim, istikrarlı bir görsel dünyanın altını merkezsizleştirmiş, kompozisyonlarla boşaltışları ve karakter ve kamera hareketlerini ön plana çıkartişları bakımından, dört dörtlük bir hümanizm ile uyum içerisinde olmaktan çok diyonizyak bir niteliğe sahiptir.
vahşi bir şekilde çalışan biriyim, kendimi işimin içine atarım. ayrıca sıcak yazları, soğuk kışları, şiddetli yağmur ve yoğun karları severim ve sanırım filmlerin bunu gösteriyor. Aşırılıklara severim çünkü bence son derece canlıdırlar.
İnsanlar kendileri hakkında kendilerine karşı dürüst olamıyorlar. Kendileri hakkında süsleyip süslemeden konuşamıyorlar. Bu senaryo bu tür insanları betimliyor: kendilerini aslında olduklarından daha iyi birer insan gibi hissetmelerini sağlayan yalanlar olmaksızın hayatta kalamayan insanları. Olayları olduğundan daha güzel gösteren yalanlara duyulan bu günahkar ihtiyacın mezarın ötesinde bile sürdüğünü gösteriyor: ölen karakter bile medyum aracılığıyla canlılarla konuştuğunda yalandan vazgeçemiyor. Bencillik insanların doğuştan itibaren taşıdıkları ve kurtulması en zor olan günahtır.