İçeriğe geç

Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur Kitap Alıntıları – Faruk Duman

Faruk Duman kitaplarından Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur kitap alıntıları sizlerle…

Ve Bir Pars, Hüzünle Kaybolur Kitap Alıntıları

Hayat çok büyük bir hayal kırıklığıdır.
Kalp güçsüz bir şeydir. Bize yaşam veren şey, evet, bence, güçsüz bir şeydir. Bu nedenle yaşamımız da aslında bizim bu güçsüzlüğümüzden kaynaklanır.
Yapayalnız bir insandım ben; hele bu korkunç, bu yalnızlıkla inleyen ormanda iyice yalnız değil miydim?
Şirazlı Bedreddin, ölümün, salt biz dış dünyayı algıladığımız için var olduğunu savunurmuş. Yoksa, biz kendimize, içinde yaşadığımız insanlık alemine dışarıdan, sözgelimi bir ağacın gözünden baksaymışız, ölümümüzün bir değeri olmadığını, ne ki ancak bir yaprağın toprağa düşmesi değerinde hüzün gerektirdiğini görmemiz işten bile değilmiş.
Ölüm diye bir şey yoktur.
Hava kapalıydı. Bulutlar kararıp kararıp dağılıyor, yağmur sanırsın bir evsiz; yağacak yer aranıyordu. İnsan nasıl da bağımlıdır böyle şeylere. Ruh halimiz, bana kalırsa, kapanan havanın, huzursuz yaprağın peşinde yürür.
“Hayat çok büyük bir hayal kırıklığıdır.”
“Fakat herkes kendi saçmasını yaratır.”
“ gitmemi istediği açıktı. Ben de öyle yaptım.”
“Yine söz elbette çoktur; insanın kederle dilini kırıp susmak zorunda kaldığı.”
“Oysa insan yeryüzünün bunca korkuyu nasıl olup da taşıyabildiğini asla anlayamaz.”
Güzellik, elinden asla kurtulamayacağımız bir şeydir.
Gökyüzü, insanı inan bana, günaha sürükler. Sonra tüfeğini kaldırırsın. Hani zaten mermi de patlayacağım, diye kıvranıp duruyordu ya. Öfkesinden şişip duruyordu ya. Kaldırırsın. Yukarıya, Allah’a ateş edersin. Bu gökyüzü buysa Allah da oradadır, diye düşünürsün.
İnsanın şu dünyada bir düşmanı olmalıdır. Düşmanı olmayanın vay haline!
Cennet’te ağrı yoktur, derdi, Cehennemde de bedenimiz değil, ruhumuz acı çeker. Ancak, elbette bu Cehennem ağrısı, dünyanın verdiği acıdan daha fazla değildir.
İnsan yeryüzünün bunca korkuyu nasıl olup da taşıyabildiğini asla anlayamaz. Elbette, bu korkunun yükselişini, böylece vücudunun bir yerinde, bir uzuv gibi aklınca yaşamaya başladığını
Neden bilmem, dönüp anneme uzun uzun baktım. Saçları çoktan ağarmıştı. Tuhaf bir biçimde, yıllardan sonra onu ilk kez görüyormuş gibiydim. Yüzüne sanki hiç bu kadar dikkatle bakmamıştım. İnsan annesine neden hiç bakmaz? Oysa insan annesine uzun uzun bakmalıdır. Sonra, aradan bunca yıl geçtikten sonra bunca şeyin nasıl olup da değiştiğine. Yüzündeki çizgilerin ne vakit bunca çoğaldığına şaşırdım. Ansızın boğazımda bir tıkanma hissettim. Gözlerim seğirmeye, yüreğim burkulmaya başladı. Bu, ne kadar da zor bir şey.
“Herhalde, çürüyen bir şey, çok geçmeden hayat bulacaktır. Ölüm diye bir şey yoktur. Bunu, sevdiğim bir Doğulu düşünürden öğrenmiştim. Şirazlı bedrettin, ölümün, salt biz dış dünyayı algıladığımız için var olduğunu savunurmuş. Yoksa, biz kendimize, içinde yaşadığımız insanlık âlemine dışarıdan, sözgelimi bir ağacın gözünden baksaymışız, ölümümüzün bir değeri olmadığını, ne ki ancak bir yaprağın toprağa düşmesi değerinde hüzün gerektirdiğini görmemiz işten bile değilmiş.”
“Çocukluğumda, kokunun görünmez bir nesne olduğunu düşünemezdim. Bu meyvenin, ağacın, hayvanların ruhu. Bu ruhun havada taşındığını, böylece kimde burun varsa ona armağan edildiğini zannederdim.”
“1974’te, Beypazarı’nda vurulan son Anadolu Parsına adanmıştır.”
Hayat çok büyük bir hayal kırıklığıdır.
Yüzüne sanki hiç bu kadar dikkatle bakmamıştım. İnsan annesine neden hiç bakmaz? Oysa insan annesine uzun uzun bakmalıdır.
Hayat çok büyük bir hayal kırıklığıdır.
Yine söz elbette çoktur;insanın,kederle dilini kırıp susmak zorunda kaldığı.
Oysa insan annesine uzun uzun bakmalıdır.
Bu dünyada, yalnızlığımızın mutlak bir yalnızlık olduğunu anlayamadığımız için acı çekeriz. Ölüm korkumuzun nedeni de herhalde budur.
İnsan nasıl da bağımlıdır böyle şeylere. Ruh halimiz, bana kalırsa, kapanan havanın, huzursuz yaprağın peşinde yürür. Toprağa sinmiş nem kokusuna, çürüyen bitkinin yaydığı yeniden doğma arzusuna
Bu dünyada, yalnızlığımızın mutlak bir yalnızlık olduğunu anlayamadığımız için acı çekeriz.
İnsan annesine neden hiç bakmaz? Oysa insan annesine uzun uzun bakmalıdır. Sonra, aradan bunca yıl geçtikten sonra bunca şeyin nasıl olup da değiştiğine.
Hayatta her şey ansızın değişebiliyor. Böyle durumlarda insan hemen başka bir yerde olmak isteyebiliyor.
Ruh halimiz, bana kalırsa, kapanan havanın, huzursuz yaprağın peşinde yürür.
İnsan annesine neden hiç bakmaz? Oysa insan annesine uzun uzun bakmalıdır. Sonra, aradan bunca yıl geçtikten sonra bunca şeyin nasıl olup da değiştiğine.
İnsan annesine neden hiç bakmaz ? Oysa insan annesine uzun uzun bakmalıdır. Sonra , aradan bunca yıl geçtikten sonra bunca şeyin nasıl olup da değiştiğine. Yüzündeki çizgilerin ne vakit bunca çoğaldığına
Bu dünyada, yalnızlığımızın mutlak bir yalnızlık olduğunu anlayamadığımız için acı çekeriz. Ölüm korkumuzun nedeni de heralde budur.
Neden bilmem,dönüp anneme uzun uzun baktım.Tuhaf bir biçimde ,yıllardan sonra onu ilk kez görüyormuş gibiydim.Yüzüne sanki hiç bu kadar dikkatli bakmamıştım.İnsan annesine neden hiç bakmaz?Oysa insan annesine uzun uzun bakmalıdır.Sonra,aradan bunca yıl geçtikten sonra bunca şeyin nasıl olup da değiştiğine.Yüzündeki çizgilerin bunca çoğaldığına şaşırdım.Ansızın boğazımda bir tıkanma hissettim.Gözlerim seğirmeye ,yüreğim burkulmaya başladı.Bu ne kadar da zor bir şey.
Hayatta her şey ansızın değişebiliyor.Böyle durumlarda insan hemen başka bir yerde olmak isteyebiliyor.Yer değiştirmek .
Bir yürek gürültüsü,bir korku işareti.Oysa insan yeryüzünün bunca korkuyu nasıl olup da taşıyabildiğini asla anlayamaz.Elbette,bu korkunun yükselişini ,böylece vücudunun bir yerinde ,bir uzuv gibi aklınca yaşamaya başladığını
Bu dünyada,yalnızlığımızın mutlak bir yalnızlık olduğunu anlayamadığımız için acı çekeriz.
Hayat çok büyük bir hayal kırıklığıdır.
Bu dünyada, yalnızlığımızın mutlak bir yalnızlık olduğunu anlayamadığımız için acı çekeriz.
Hem ben sana bir şey söyleyeyim mi, avcı efendi! İnsanın şu dünyada bir düşmanı olmalıdır.
Cehennem ağrısı, dünyanın verdiği acıdan daha fazla değildir.
İnsanın kendisine dışarıdan, sözgelimi bir yaprağın gözünden bakması nasıl mümkün?
Çürüyen bir şey çok geçmeden hayat bulacaktır
Böyle, köprünün ötesinde, göze ve parsa ait ormanda kaç zaman dolaştığımı bilmiyordum. Arada bir ağacın altına oturup dinlenmiş, sonra bir ara yerde bulduğum bir dalı çakımla yontmuş, böylece kendime güçlü bir silah edinmiştim. Bu silahla -bir ucu çatallı ve sivriydi, böylece bunu, zorda kalırsam, parsın boğazına sokacaktım-biraz daha söz sahibi hissediyordum kendimi.
İnsanın şu dünyada bir düşmanı olmalıdır. Düşmanı olmayanın vay haline.
‘Ormanda bir şey gördüm,’ dedim.
Korkuyla baktı bana.
‘Orman uğursuz, sanki bilmiyorsun.’
‘Uğursuz falan değil, bir kaplan var ya da bir pars Çok sis vardı, iyice göremedim, ama ‘
Başımı çevirip pencereden dışarıya baktım; sis dağılmıştı. Dut ağacının iri yeşil yaprakları usul usul eğilip kalkıyordu. Tatlı bir ışık doluyordu içeriye.
( ) Uzakta öten tarlakuşlarının sesini duyuyordum. Bunlar uykunun bir yanını temsil ediyordu sanki. Evin içinde toz bulutu gibi dolaşıyor, eşyanın üzerine konuyorlardı. Eski radyonun (bunu babamın Ankara’dan getirdiği söylenirdi; o zamanlar için büyük bir olay olduğunu, yaşlıların telaşlanmasına -zira onu canlı bir kişi zannediyorlardı, tahmin edebileceğiniz gibi- gençlerin ferahlamasına -çünkü radyonun değil de, Ankara’nın ayaklarına geldiğini zannediyorlardı, tahmin edebileceğiniz gibi- yaradığını anlatırlardı. Babam, radyonun bozulmasından korkardı. Bu nedenle cebinde taşıdığı bir toz beziyle silerdi onu her gün. Sanırsın başka hiçbir şey değil, toz bozacaktı onu) balıklı bibloların, ceviz sandığın, dev cam sürahinin üstüne konup kalkıyor, ne ki cıvıldaşmaları dışarıdan geliyordu
Cennet’te ağrı yoktur, derdi. Cehennem’de de bedenimiz değil, ruhumuz acı çeker
 “Kapı kapanır, bu sessizlik kapısı bir zaman sonra usul usul genleşir, sonunda açıkça bir kalp gibi atmaya başlardı. Böylece burası evimizin kalbi idi. Sabah soğuklarında yakılacak kömürün, ocakta ısınacak çorbanın, birer uzuv gibi zonklayıp duran odaların kalbi.” 
“… ormanda dolanan gözdü; bu göz iri, kara bir dolunay gibi havada asılı durur, durdukça büyür, büyüdükçe bütün dikkatini bizim o zavallı, titrek pencerelerimize vererek. Böylece korkusuz. Belki dışarıya bir adım olsun atmamızı beklerdi.”
Bu dünyada, yalnızlığımızın mutlak bir yalnızlık olduğunu anlayamadığımız için acı çekeriz. Ölüm korkumuzun nedeni de herhalde budur.
Bana göre, güzellik, elinden asla kurtulamayacağımız bir şeydir. Dahası, güzellik kapısından girer, ölüm kapısından çıkarız. Bu nedenle, her şeyden önce, insan bu kapının önünde sessizce durabilmeyi öğrenmelidir. Sonunda, işte böyle olur: Güzel, boyanır. Bir eşsiz kapıya dönüşür. Ve siste hüzünlü bir pars, ansızın kaybolur.
Yüzünde ağır bir kaygı vardı. Söyleyecek çok şeyi olduğunu sezen, ancak bunları zihninde asla bulamayan insanlara özgü o kaygı.
Bir yürek gürültüsü, bir korku işareti. Oysa insan yeryüzünün bunca korkuyu nasıl olup da taşıyabildigini asla anlayamaz. Elbette, bu korkunun yükselişini, böylece vücudunun bir yerinde, bir uzuv gibi aklınca yaşamaya başladığını
Hayat çok büyük bir hayal kırıklığıdır
Bu dünyada, yalnızlığımızın mutlak bir yalnızlık olduğunu anlayamadığımız için acı çekeriz. Ölüm korkumuzun nedeni de herhalde budur.
Bana göre,güzellik,elinden asla kurtulamayacağımız bir şeydir.Dahası,güzellik kapısından girer,ölüm kapısından çıkarız.Bu nedenle,her şeyden önce,insan bu kapının önünde sessizce durabilmeyi öğrenmelidir.Sonunda işte böyle olur.
Güzel,boyanır.Bir eşsiz kapıya dönüşür.Ve siste hüzünlü bir pars,ansızın kaybolur.
İnsan annesine neden hiç bakmaz?Oysa insan annesine uzun uzun bakmalıdır.
Ormanda göz dolanır.
Dönüp yoğun sisin içine doğru hızla yürümeye başladık. Orman kulaklarımızda gümbürdüyor, sis adeta köpükler saçarak koyulaşıyordu. Çalı diplerinde salyangozlar çıtırtılar çıkararak eziliyordu. Yükselip alçalan patikada; alçaldıkça ayaklarımız suya değerek. Yükseldikçe kuşların kanatları saçlarımızı tarayarak. Ceren, sanırsın sisi o yaratmış, yolu asla şaşırmıyor, asla kararsızlık göstermiyordu. Onun böyle aksayarak gerçek bir orman ustası gibi yürümesini hayranlıkla izliyordum. Memelerinin kokusu genzimi yakıyordu. Durup durup alnıma bir yaprak düşüyordu. Ama elbette her yerden sesler geliyordu.
Sonra ardımızda ilk sesi, sonra ikincisini duyduk. Yanaklarımda çiy birikmişti.
Neden bilmem, dönüp anneme uzun uzun baktım. Saçları çoktan ağarmıştı. Tuhaf bir biçimde, yıllardan sonra onu ilk kez görüyormuş gibiydim. Yüzüne sanki hiç bu kadar dikkatle bakmamıştım. İnsan annesine neden hiç bakmaz? Oysa insan annesine uzun uzun bakmalıdır. Sonra, aradan bunca yıl geçtikten sonra bunca şeyin nasıl olup da değiştiğine. Yüzündeki çizgilerin ne vakit bunca çoğaldığına şaşırdım. Ansızın boğazımda bir tıkanma hissettim. Gözlerim seğirmeye, yüreğim burkulmaya başladı. Bu, ne kadar da zor bir şey.
Sonunda, kalp güçsüz bir şeydir. Bize yaşam veren şey, evet bence, güçsüz bir şeydir. Bu nedenle yaşamımız da aslında bizim bu güçsüzlüğümüzden kaynaklanır .
..yine de, diyordum kendi kendime, böyle güçsüz bir kalpten kaynaklanmayı bildiği için, yaşam, güçlü bir şey sayılmaz mı?
Bu dünyada, yalnızlığımızın mutlak bir yalnızlık olduğunu anlayamadığımız için acı çekeriz.
Ruh halimiz bana kalırsa, kapanan havanın, huzursuz yaprağın peşinde yürür.
Bu dünyada, yalnızlığımızın mutlak bir yalnızlık olduğunu anlayamadığımız için acı çekeriz. Ölüm korkumuzun nedeni de herhalde budur.
Sonunda, kalp güçsüz bir şeydir. Bize yaşam veren şey, evet, bence, güçsüz bir şeydir. Bu nedenle yaşamımız da aslında bizim bu güçsüzlüğümüzden kaynaklanır. Böyle şeyler düşünüyordum. Yine de diyordum kendi kendime, böyle güçsüz bir kalpten kaynaklanmayı bildiği için, yaşam, güçlü bir şey sayılmaz mı ?
İnsanın saçlarını ağartan, ama onu yaşamın sonsuz bilgisiyle donatan bir gece; daha önce kimsenin erişemediği sırları insanın gözüne nakşeden bir uyku
Oysa insan yeryüzünün bunca korkuyu nasıl olup da taşıyabildiğini asla anlayamaz. Elbette, bu korkunun yükselişini, böylece vücudunun bir yerinde, bir uzuv gibi aklınca yaşamaya başladığını
Elbette, bir tüfeğin patlaması, ölüme yol açmıyorsa eğer, acı verir.
Insanın şu dünyadada bir düşmanı olmalıdır. Düşmanı olmayanın vay haline! Madem ki bir düşmanın olmayacak o zaman elindeki tüfeğin ne anlamı kalır.
Hayatta her şey ansızın değişebiliyor.
Ölüm diye bir şey yoktur. Bunu, sevdiğim bir doğulu düşünürden öğrenmiştim. Şirazlı Bedreddin, ölümün, salt biz dış dünyayı algıladığımız için var olduğunu savunurmuş. Yoksa, biz kendimize, içinde yaşadığımız insanlık alemine dışarıdan, sözgelimi bir ağacın gözünden baksaymışız, ölümümüzün bir değeri olmadığını, ne ki ancak bir yaprağın toprağa düşmesi değerinde hüzün gerektirdiğini görmemiz işten bile değilmiş.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir