İçeriğe geç

Büyülü Dağ (2 Cilt Takım) Kitap Alıntıları – Thomas Mann

Thomas Mann kitaplarından Büyülü Dağ (2 Cilt Takım) kitap alıntıları sizlerle…

Büyülü Dağ (2 Cilt Takım) Kitap Alıntıları

yeteneklerine uygun düşecek bir yaşam biçimine ve yaşamın daha arı bir soluğuna özlem duyuyordu..
Çark döndü, akreple yelkovan ilerledi ve salepotuyla hasekiküpesi, yaban karanfilleriyle birlikte, açmaktan vazgeçtiler.
Bir katilin kurbanından daha uzun yaşaması saçmalıktır.
Evet, zaman şaşırtıcı bir şeydir; açıklaması zor bir şeyler vardır onda.
Kızmak ama gene de sevmek öyle hoş bir duygu ki
Yürüyoruz – ne kadar zamandır acaba? Ne kadar mesafe kat ettik? Hiç önemi yok. Her adımda değişen bir şey yok ki – ‘orası’ ‘burası’dır, ‘daha önce’ de, ‘şimdiye ve sonraya’ dönüşmüştür. Zaman evrenin ölçülemez tekdüzeliğinde boğulur ve tekdüzeliğin olduğu yerde, bir noktadan başka bir noktaya hareket etmek hareket olma niteliğini yitirir; hareket hareket olmaktan çıktığında da zaman olmaz.
Derler ki ancak acı çeken acı çekene yol gösterebilir ve onu iyileştirebilir. Oysa, insan kendisinin tutsağı olduğu düşünsel bir güce tümüyle egemen olabilir mi?
Bastırılmış aşk ölmez, karanlıkta, gizli derinliklerde yaşamını sürdürür, doyuma ulaşmak için uğraşır ve erdem engelini yıkıp tanınmayacak denli biçim değiştirerek yeniden ortaya çıkarmış.
Özgürlüğüme düşkünümdür; tabii insan olarak ne kadar özgürlüğümüz ve onurumuz kaldıysa.
Zaman duygumuz, yaşam duygumuzla öylesine bağlantılı ve iç içedir ki bu duygulardan birinin zayıflaması demek öbürünün de acı ve yıpratıcı bir deneyimden geçmesi demektir.
Masaya beraber oturduğunuz insanları seçemiyorsunuz. Zaten seçseniz kimbilir ne olur!
Anlamanın aracı inançtır; düşünsel olan ikincildir.
Hans Castorp’un ruhunda olup bitenleri tanımlayacak tek bir sözcük vardı. O da: meydan okumak. Sözcük mecazi anlamda kullanılsa bile tekin olmayan bir macera duygusu gerçek bir korkuyla birleştiğinde ya da özellikle bir araya geldiğinde, biraz düşünürsek, yıllardır bu genç adam gibi yaşamış birinin ruhunda birçok şeyin birikmiş olduğunu ya da mühendis Hans Castorp’un diyeceği gibi, ruhunun ‘şarj olduğunu’ açıkça görebiliriz. Sonra gün gelir, sabır taşar ve içinde şiddetli bir patlama olur, önlemler değerini yitirir, meydan okunur ve iş, Adam sen de! ve Ne olmuş yani? ye dönüşür.
Gecirdiğin :
bedensel ve ruhsal deneyimler sıradanlığını yüceltti ve bedeninin dayanamam yacağına, ruhununun
dayanmasını sağladı
Sıcak ama;
zayıf bir sesle konusuyor, ve toplumsal reformların insanlığın kendini kusursuzlaştırmasına çok büyük katkısı olacağı konusunda soyleyeceği çok sey oluyordu.
Tanrı ve doğa,
her ikisi de adil değildiler, gözdeleri vardı; iyiliklerini rasgele dağıtıyorlar, kimini tehlikeli bir biçimde taltif ederken kimine de sıradan bir kader hazırlıyorlardı.
Kendini inandırdığı şey neydi?
Onu bundan dünyada vazgeciremediniz Karanlığın sonuçları ;karanlık sonuçlar. İşkencenin harekete geçmesi- İspanyol siyahına bürünmüş fırfır yakalı insan düşmanlığı, sevginin yerine şehvet. Tutarlı dindarlığı sonucu
Dünya geniştir:
vatanında sınırsız, dertleri dert edinme, iradendır en büyük güç..
Kuşkusuz, kendimi doğru dürüst ifade edemedim
Dedi Bir çap sorunu
Çapı yüksek olanhiç bir şeye kötü denemez.
Kötülüğün çapı yoktur. Aşırı incelemiş zevklerin çapı olmaz
Yürür yürür ve bir türlü eve zamanında geri dönemezsiniz,
çünkü siz zamanda kaybolmuşsunuzdur
Edebiyatın arındırıcı ve iyileştirici bir etkisi vardı, bilgi ve “söz” sayesinde tutkuları yerle bir ediyor, anlayışın, bağışlamanın ve sevginin yolunu açıyordu; dilin kurtarıcı bir gücü vardı ve insanın ruhunun en soylu göstergesi edebiyat ruhuydu – edebiyatçı kusursuz bir insandı, bir azizdi…
Dil uygarlık demektir,en çelişkili ‘söz’ bile bizi birleştirir,
Apolitik olmak diye bir şey yoktur, her şey politikadır.
Herkes;
kendine göre görse de düşlerimiz ortak.
Kanatlanmış özgürlüğüyle amaçsız dolaşmak ona büyük mutluluk veriyordu. Ne önünde izlemesi gereken bir yol ne de arkasında onu geldiği yere götürecek olanı vardı.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
İlerleme ancak zaman içinde olurdu;sonsuzlukta ne ilerleme, ne politika ne de belagat vardı
Elia Naphta derin düşüncelere dalmayı seven içe kapanık biriydi Tevrat’ı derinlemesine bilmekle kalmıyor, kutsal kitabın metni üzerinde de hamamla sık, sık tartışmalara girip eleştiriyordu..
Dereceyi ağzından, başhemsirenin ona bu zarif aleti, sattığı gün
Dışında yapmadığı kadar şiddetle çekip cıkardı .
Merkür hızla yükselmişti, otuz yedi, sekizi, hatta dokuzu gösteriyordu
Görüşler savaş ortamı bulamazlarsa,
Yaşayamazlar
Karşıtlar pekala ulaşabilir
Ama orta kararlar ve, gecici olanlar, hiç. Bir zaman uzlasamaz.
Ruhun kendini ifade edebildiği bir dünyadan olan yapıtların çirkinlikleri her zaman güzellik boyutunda, güzellikleri de çirkinlik boyutundadır
Yüzündeki azimli cehaletten entelektüel potlar kırabileceğini hemen anlayabiliyordunuz.
İnsan savaştan yeterince nefret etmezse onun kaçınılamaz olduğuna inanmaya başlar.
Sizin gibi böyle ciddi olmayan amaçlar uğruna abartılı sözcükler kullanan birinin beni demagog olmakla suçlaması şaşılacak bir şey.”
Mektup yazmayacağına ya da onun yazmasına izin vermeyeceğine göre, zaman ve mekan onları ayırdığı sürece, ondan bir haber alması olanaksızdı.
Mekan, zaman gibi bir unutkanlık getirir ve bunu bir insanı tüm ilişkilerinden koparıp onu özgür ve aslına dönebilecek bir duruma getirerek yapar ve gerçekten de bir anda ayrıntılara meraklı ya da ilkelerine bağlı birini bir serseriye dönüştürebilir.
“ Özgürlük her zaman kardeşçe bir sevginin yasası olmuştur, nihilizmin ve kötülüğün değil. “
“Sizin gibi böyle ciddi olmayan amaçlar uğruna abartılı sözcükler kullanan birinin beni demagog olmakla suçlaması şaşılacak bir şey.”
“Ama yine de ruhlarımızı doğaya aktarmalıyız çünkü buna gereksinimi var.”
Arentino’dan bir alıntı yaparak o gün ‘neşenin gönlünde taht kurduğunu’ ve bunun baharın işi olduğunu iddia etti. Bahara övgü yağdırmaktan öte bir şey yapamazdı..
“ Dolap beygiri gibi dönüp duruyoruz; aslında döngüde başka bir dönüm noktası olan bir şey olacak diye oyalanıp duruyoruz çünkü döngü esnek dönüm noktalarından öte bir şey değil, bu yüzden de eğri ölçülemiyor, belirli bir yönü yok ve böylece sonsuzluk dosdoğru ve dümdüz ilerde değil, daha çok bir dönme dolap. “
Kar sessizce yağar, her şey giderek çizgisini yitirir, pamuk gibi bir yokluğa bakan gözler kolayca kapanır ve uykuya sürüklenir ve tam o anda bir titreme alırdı bedeni. Ama buz gibi soğuktaki uykudan daha arısı düşünülemezdi – organik yaşamın bilinçli yükünün kalktığı ve boş ve pussuz bir havada soluk almanın bir ölünün soluk almaması kadar kolay olduğu düşsüz bir uykuydu bu. Uyandığınızda da dağların yok olduğunu, yalnızca orada burada bir doruğun ya da sarp bir kayanın bir anlığına belirip yok olduğunu görürdünüz. Bu sessiz hayaletler oyununu izlemek çok eğlenceliydi. Sisler içindeki aldatmaca oyununun gizemli değişimlerini kaçırmamak için çok dikkatli olmanız gerekiyordu. Ne üstü ne de altı olan dev gibi ilkel bir kaya parçası bulutlardan kurtulup ansızın gözünüzün önünde belirir ve bir an bile bakmazsanız yok oluverirdi.
Peki, biri insan soyuna düşman akıldışı güçlerle giriştiği şehvet deneyimlerinde mahvolursa bu tür şeytanlığa ne demeli? Bunda bir onur var mı? Böyle bir şey onurlu bir davranış olur mu?
Hayır; ahlakı mantıkta ve erdemde arayan birinin gözünde büyük bir olasılıkla kayıp biriydi artık.
Mektup yazmayacağına ya da onun yazmasına izin vermeyeceğine göre, zaman ve mekan onları ayırdığı sürece, ondan bir haber alması olanaksızdı.
Dünyadaki bu ölüm şenliğinden ve yağmurlu akşam gökyüzünü kızgın alevlere boğan bu çirkin ateşten de günün birinde sevgi doğar mı dersin?
Biz erkekler, eğer insanlığımızdan uzaklaşmamışsak, yaşamamızın belirli bir anında, saçma da olsa, büyük bir olasılıkla, yeri olmadığı için kimsenin onaylamadığı, dayanılmaz bir acıma duygusuyla sarsılmış, yeterli olmadığını, olmak istemediğini ve olamayacağını, öyle ya da böyle bitene dek süreceğini bile bile bağrımızdan kopan ‘yeter’ i öfkeyle bastırmaya çalışmışızdır
Sizi uyarıyorum: Özsaygınızı, onurunuzu düşünün. Yabancı bir dünyada kaybolmayın. Bu bataklıktan, bu Kirke Adası’ndan uzak durun – burada zarar görmeden kalacak denli bir Odysseus değilsiniz. Dizlerinizin üzerinde emekleyeceksiniz, öne doğru eğilmeye başladınız bile, yakında hırlamaya başlayacaksınız; dikkatli olun!
Zaman, kullanmaları için tanrıların insanlara verdiği bir armağandır; onu, mühendis bey, insanlığın ilerlemesi için kullanınız.
Beklemek ileriye doğru acele etmek, zamanı ve bu ânı bir armağan yerine bir engel gibi görmek, değerlerini yadsıyıp yok ederek zihninde üzerlerinden atlayıp geçmek demektir.
Beklemek sıkıcıdır denir, oysa, büyük bir oranda zamanı kullanmadan ve deneyimlerinden geçmeden tüketmek eğlencelidir de. Hiçbir şey yapmadan bekleyen bir kişi, hiçbir yararı olmadan bir sürü şeyi sindirim sistemine yığan bir obura benzer diyebiliriz. Daha da ileriye giderek hazmedilmemiş gıdaların bir insanı daha güçlü yapmadığı gibi beklemekle geçen zamanın insanı yaşlandırmadığını söyleyebiliriz. Zaten ari ve tam bekleme diye bir şey de yoktur.
Peki, biri insan soyuna düşman akıldışı güçlerle giriştiği şehvet deneyimlerinde mahvolursa bu tür şeytanlığa ne demeli? Bunda bir onur var mı? Böyle bir şey onurlu bir davranış olur mu?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir