Patti Smith kitaplarından Adanmışlık kitap alıntıları sizlerle…
Adanmışlık Kitap Alıntıları
İnsan neden yazma mecburiyeti duyar? Başkalarının isteklerini rağmen neden kendini ayrı tutar, üzerine bir kuzu Öner, yalnızlığa dalar? Virginia Woolf’un odası vardı. Proust’un kaplı pencereleri. Marguerite Duras’ın sessiz evi. Dolan Thomas’ın mütevazı kulübesi. Hepsi de kelimelerle dolacak bir boşluk peşinde. Bakir topraklara nüfuz edecek, sahipsiz şifreleri kıracak sonsuz olanı ifade edecek kelimelerle. Lolita’yı, sevgiliyi, çiçeklerin Meryem anasını oluşturan kelimelerle.
İnsan bir suçlunun izini sürerek ve onu bir güzel yakalayarak suçlu zihniyetini anlayabilir mi gerçekten?
Ve aşkın yüzü nedir ki kışın renksiz göklerinin deliklerinden düşüp ağaçların dallarını örten beyazlığından başka
Neden yazıyoruz? Hep bir ağızdan haykırıyor koro: Çünkü öylece yaşayıp gidemeyiz.
Neden yazıyorum? Parmağım, bir pikap iğnesi misali, boş havada izini sürüyor bu sorunun. Gençliğimden beri var olan, eğlenceyi, dostları ve aşk vadisini terk ettiren, kelimeler kuşanmış bir muamma, dışarıdan gelen bir ritim.
Düş ne? İyi bir şey yazmak, benden daha iyi olacak, girişimlerimi ve münasebetsizliklerimi haklı çıkaracak bir şey yazmak. Karman çorman kelimeler aracılığıyla Tanrı’nın varlığına dair kanıt sunmak.
Görev ne? Meselde olduğu gibi tıpkı, meramını farklı farklı düzeylerde anlatmayı başaran, akıllılığın lekesinden yoksun bir eser ortaya koymak.
Önümdeki kelimeler kusursuz, keskindi. Ellerim titredi. Güvenle donatılmış bir şekilde oradan kaçma, merdivenleri çıkma, onun evinin kapısı olan o ağır kapıyı kapama, kendi dosya kâğıdı yığınımın önüne oturma ve kendi başlangıcıma başlama dürtüsüne kapıldım.
Müstesna bir eserin mutlak gücü budur işte: O eser, bir eylem çağrısıdır. Ve ben, tekrar tekrar, bu çağrıya yanıt verebileceğime inanma kibrini gösteriyorum.
Beyhude çabalarla geçen yıllardan, sönüp giden neşeden, amansız bir tempoyla akıp giden sahnelerden bahseden bir yığın defter var. Söz dinlemez bir sıpayı evcilleştiriyormuşçasına, bin bir mücadeleye girerek yazmalıyız. Yazmalıyız ama biteviye bir çabayla ve bir miktar fedakârlıkla yazmalıyız: Geleceğe yön vermek, çocukluğa geri dönmek ve heyecan verici bir okur kitlesi için imgelemin deliliklerini ve korkularını dizginleyebilmek maksadıyla yazmalıyız.
Bize kim olduğumuzu söyleyen işaretler yok. Ne bir yıldız ne bir haç ne de bileğimize kazılı bir numara var. Hepimiz kendimiziz. Senin yeteneğinin kaynağı sensin sadece.
Geçmişten yoksun insanlar olarak sadece şimdimiz ve geleceğimiz var bizim. Hepimiz kökenimizin salt kendimize dayandığına, tüm jest ve hareketlerimizin yalnızca bize ait olduğuna inanmak isteriz. Ama sonra muhtemelen tıpkı bizim gibi özgür olmayı dilemiş olan canlıların uzayıp giden şeceresinden geldiğimizi, onların geçmişini ve kaderini paylaştığımızı öğreniriz.
İmkânsız olan hüküm sürüyordu zihninin şiirinde. Hiç kimsenin yapmadığını yapmak, uzamı yeni baştan keşfetmek, insanların gözyaşlarına boğulmasına sebep olmak.
Dışarıdaki dünya yeniden inşa ediliyordu fakat biz bir fanusun içinde yaşıyorduk ve ben böyle şeyleri idrak edemeyecek kadar küçüktüm.
Dil satranç gibidir.
Kelimeler de hamleler gibi öyleyse?
Kelimeler de hamleler gibi öyleyse?
Yazamadığım için hayıflanıyorum ama insanın kendisini Modiano evreninin canlı durgunluğunda kaybetmesinin yazmakla hemen hemen eşdeğer olduğu sonucuna varıyorum. Belli belirsiz bir paranoya içinde olan ve önemsiz teferruatları dert edinen anlatıcının kimliğine bürünüyorsunuz ve bulunduğunuz mekân değişiveriyor.
Öngörülemeyen niceliktir ilham, esrarengiz bir vakitte taarruz eden esin perisidir. Oklar uçuşur ve kişi vurulduğunu, bir dolu farklı farklı katalizörün kendi sistemini oluşturmak için gizlice birleştiğini, aynı andan hem melun hem de kutsal olan onulmaz bir hastalığın –şiddetli bir hayal gücü- titreşimleriyle sarıldığını anlamaz bile.
Adamın dönüşünü, doymak bilmez gecelerini bekliyordu umutla. Gezegenler alçakta asılıydı, baş döndürecek kadar yakınlardı. Her şey bir cam parçası üzerine yazılıydı sanki. Aşkın parıltısı değildi kızın sahip olduğu, harap olmuş bir kuşun yüzüydü.
Yabancısı olduğum bir dilin ahengi en hüzünlü melodileri barındırıyor içinde.
Açık bir pencere, beyazlık imgeleri ve fısıldanan cümlelerin arasından beliren huş ağaçları, bir tren, rüzgar ve boşluk..
Açık bir pencere, beyazlık imgeleri ve fısıldanan cümlelerin arasından beliren huş ağaçları, bir tren, rüzgar ve boşluk..
İnsan neden yazma mecburiyeti duyar?
Başkalarının isteklerine rağmen neden kendini ayrı tutar, üzerine bir koza örer, yalnızlığa dalar?..
Başkalarının isteklerine rağmen neden kendini ayrı tutar, üzerine bir koza örer, yalnızlığa dalar?..
Neden yazıyoruz? Hep bir ağızdan haykırıyor koro.
Çünkü öylece yaşayıp gidemeyiz.
Çünkü öylece yaşayıp gidemeyiz.
Bir çocuk neden siyasetin, soyunun yükünü omuzlarında taşımak zorunda olsun ki?
Kalbi serseme çeviren bir başkasıdır.
“Her düşünce duyguya dönüşür.”
“Dil satranç gibidir.”
“Kelimeler de hamleler gibi öyleyse?”
“Kelimeler de hamleler gibi öyleyse?”
Her yıldız kendi rolünü oynar, her birinin kendine ait bir yeri vardır.
Ve aşkın yüzü nedir ki kışın renksiz göklerinin deliklerinden düşüp ağaçların dallarını örten beyazlığından başka.
Evet, Philadelphia, özgürlük yuvası, dedi kız tetiği çekerek.
Yazdıklarımı neden değil ama nasıl yazdığımı veya esas yolumdan niçin bütünüyle saptığımı irdeleyebilirim. İnsan bir suçlunun izini sürerek ve onu bir güzel yakalayarak suçlu zihniyetini anlayabilir mi gerçekten? Ara ara kendimi sorguladıktan sonra yazdıklarımın ardından çok tuhaf bir vicdan azabı duyduğumu kabul etmek durumunda kaldım. Karakterlerimin ardından, zira onlara hayat veren bendim, yas tutup tutmadığımı düşündüm.
“beni öldürüyorsun,” dedi adam
“beni öldürüyorsun,” diye karşılık verdi kız.
“beni öldürüyorsun,” diye karşılık verdi kız.
her şey uçtu gitti
ve işte bitmiyor özlemimiz
iki kara göz
öne eğilmiş bir baş
düşmüş bir taç.
ve işte bitmiyor özlemimiz
iki kara göz
öne eğilmiş bir baş
düşmüş bir taç.
Bazı şeyler anıya dönüşmeden önce dağılıp gidiyor.
bir ışık hüzmesi vuruyor kapakçığa
kuzunun sütü dökülüyor kenardan
ve korkunç bir sis yükseliyor yerden
kar beyazdın sen pamuk prenses misali
ve ben yedinci cüce
emrine amade
kuzunun sütü dökülüyor kenardan
ve korkunç bir sis yükseliyor yerden
kar beyazdın sen pamuk prenses misali
ve ben yedinci cüce
emrine amade
güzel havanın verdiği sevinç, kolayca teslim olduğum dostane bir aydınlık.
ve aşkın yüzü nedir ki kışın renksiz göklerinin derinliklerinden düşüp ağaçların dallarını örten beyazlığından başka.
doğru kitap bir tür rehber görevi görebilir, yolculuğun gidişatını belirleyebilir, hatta seyrini değiştirebilir.
öngörülemeyen niceliktir ilham, esrarengiz bir vakitte taarruz eden esin perisidir. oklar uçuşur ve kişi vurulduğunu, bir dolu farklı farklı katalizörün kendi sistemini oluşturmak için gizlice birleştiğini, aynı anda hem melun hem de kutsal olan onulmaz bir hastalığın -şiddetli hayal gücü- titreşimleriyle sarıldığını anlamaz bile.
farkedilmez uyum, uyumsuzluk olmadan.
Aşkın parıltısı değildi kızın sahip olduğu, harap olmuş bir kuşun yüzüydü.
İnsan neden yazma mecburiyeti duyar? Başkalarının isteklerine rağmen neden kendini ayrı tutar, üzerine bir koza örer, yalnızlığa dalar?
“Güzel bir kadınım deyivermişti, “neden çirkin bir hayatım olsun ki.”
“Ve aşkın yüzü nedir ki, kışın renksiz göklerinin deliklerinden düşüp ağaçların dallarını örten beyazlığından başka.”
Kalbi serseme çeviren bir başkasıdır.
Her düşünce duyguya dönüşür.
Doğru kitap bir tür rehber görevi görebilir, yolculuğun gidişatını belirleyebilir, hatta seyrini değiştirebilir.
Buzdan yanardağın kenarına tırmanıyorum; ısı, kadın kalbi olan adanmışlık kuyusundan ediniliyor.
Artık meraklı olmayan kuşlar bırakıyor kanat çırpmayı. Bitiyor dans; hem aşkın yüzü nedir ki kışın eteğinden ve cilalı ökçelerinden başka
Öngörülmeyen niceliktir ilham, esrarengiz bir vakitte taarruz eden esin perisidir.
+Dil satranç gibidir.
-Kelimeler de hamleler gibi öyleyse?
-Kelimeler de hamleler gibi öyleyse?
Tüketiyor bizi geçip giden saatler
Belirsiz sokaklar , bölük pörçük adresler , artık konuyla bir bağlantısı olmayan yollar ve bir hiçlik döngüsüne eklenen olaylar.
Artık meraklı olmayan kuşlar bırakıyor kanat çırpmayı. Bitiyor dans ; hem aşkın yüzü nedir ki kışın eteğinden ve cilalı ökçelerinden başka.
Sahip olduklarımız çok acı çekmemize yol açıyor.
Bazı şeyler anıya dönüşmeden önce dağılıp gidiyor.
İnsan neden yazma mecburiyeti duyar ?Başkalarının isteklerine rağmen neden kendini ayrı tutar, üzerine bir koza örer, yalnızlığa dalar ?
Günah çıkarma hücresi günahlarımı alabilecek kadar geniş değil.Korkunç bir denizin ortasındaki küçücük bir tekne orasi sadece.
Her yıldız kendi rolünü oynar,her birinin kendine ait bir yeri vardır.Sahip olduğum her şey,diye düşünüyordu,doğuştan verildi bana.
İnsan bir suçlunun izini sürerek ve onu bir güzel yakalayarak suçlu zihniyetini anlayabilir mi gerçekten?Nasıl ile nedeni birbirinden ayırabilir miyiz gerçekten?
Güzel havanın verdiği sevinç,kolayca teslim olduğum dostane bir aydınlık.
Doğru kitap bir tür rehber görevi görebilir,yolculuğun gidişatını belirleyebilir,hatta seyrini değiştirebilir.
– (…) Her düşünce duyguya dönüşür
Dışarıdaki dünya yeniden inşâ ediliyordu fakat biz bir fânusun içinde yaşıyorduk.
İnsan neden yazma mecburiyeti duyar? Başkalarının isteklerine rağmen neden kendini ayrı tutar,üzerine bir koza örer,yalnızlığa dalar? Virginia Woolf’un odası vardı. Prous’un kapalı pencereleri. Marguerite Duras’nın sessiz evi. Dylan Thomas’ın mütevazı kulübesi. Hepsi de kelimelerle dolacak bir boşluk peşinde. Bakir topraklara nüfuz edecek,sahipsiz şifreleri kıracak,sonsuz olanı ifade edecek kelimelerle.
“Neden yazıyoruz?
Çünkü öylece yaşayıp gidemeyiz.”
Çünkü öylece yaşayıp gidemeyiz.”
“İnsan başkalarının isteklerine rağmen neden kendini ayrı tutar, üzerine bir koza örer, yalnızlığa dalar?”
“Sahip olduklarımız çok acı çekmemize yol açıyor.”
“Paris insanın haritaya ihtiyaç duymadığı bir şehir.”
“Fark edilmez uyum, uyumsuzluk olmadan.”
İnsan neden yazma mecburiyeti duyar? Başkalarının isteklerine rağmen neden kendini ayrı tutar, üzerine bir koza örer, yalnızlığa dalar? Virginia Woolf ’un odası vardı. Proust’un kapalı pencereleri. Marguerite Duras’ın sessiz evi. Dylan Thomas’ın mütevazı kulübesi. Hepsi de kelimelerle dolacak bir boşluk peşinde. Bakir topraklara nüfuz edecek, sahipsiz şifreleri kıracak, sonsuz olanı ifade edecek kelimelerle.
Bazı şeyler anıya dönüşmeden önce dağılıp gidiyor.
Dil satranç gibidir.
Kelimeler de hamleler gibi öyleyse?
Kelimeler de hamleler gibi öyleyse?
Sessizlik. Geçip giden arabalar. Metronun gürültüsü. Seher vaktini çağıran kuşlar . Eve gitmek istiyorum diye sızlandım. Oysa evdeydim zaten.
Uyumsuzluk olmadan, diye yazar, fark edilmez uyum, uyumsuzluk olmadan, diye devam eder, Habil unutulmuş bir çobandan daha fazlası olarak betimlenemez.
Ve aşkın yüzü nedir ki kışın renksiz göklerinin deliklerinden düşüp ağaçların dallarını örten beyazlığından başka.
Doğru kitap bir tür rehber görevi görebilir, yolculuğun gidişatını belirleyebilir, hatta seyrini değiştirebilir.