Stefan Zweig kitaplarından Jozef Fuşe kitap alıntıları sizlerle…
Jozef Fuşe Kitap Alıntıları
Cinayetin canavar tohumu, öldürmeyi düşünsel düzlemde onaylamaktan doğar.
Dünya tarihi çoğunlukla tasvir edildiği gibi sadece insan cesaretinin değil,insan korkaklığının da tarihidir.
Hiçbir şey bir insanı ve özellikle de bir insan kitlesini gözle görünmeyen bir şey karşısında kapıldığı korkudan daha fazla alçaltamaz.
İktidar Medusa’nın yüzü gibidir, ona bir bakan, bakışlarını bir daha başka yöne çeviremez, büyülenmiş, bağlanmış gibi kalır.
Zafer asla eğik başın üstünde dolaşmaz.
Pekala iyi bir aday ne yapar? Her şeyden önce seçmenlerine duymak isteyecekleri şeyleri söyler, sözler verir.
Hiçbir şey bir insanı ve özellikle de bir insan kitlesini gözle görünmeyen bir şey karşısında kapıldığı korkudan daha fazla alçaltamaz.
“Orada ara sıra çökmüş bir adamın ağır adımlarla kiliseye gittiği ve birbirine kavuşturduğu elleriyle banklar önünde diz çöktüğü görülür:bir çeyrek yüzyıl içinde kendi elleriyle mihraptaki çarmıhı parçalayan bir zamanların Joseph Fouche’si şimdi öne eğik beyaz saçıyla başıyla “batıl itikadın gülünç işaretleri”önünde diz çöker ve belki de onu eski manastırların sessiz koridorlarına bir hasret kaplamıştır.Onun içinde herhangi bir şey büsbütün değişmiştir,eski hırslı ve kavgacı olan o,bütün düşmanlarıyla sadece barış ister.”
“Sürekli zenginlik gevşetir,sürekli alkış hissizleştirir;sadece ara verme devam eden ritme yeni heyecan ve yaratıcı elastikiyet kazandırır.Sadece mutsuzluk,dünyanın gerçeğine derin ve geniş bakış sağlar.Her sürgün sert öğretim,fakat öğretim de öğrenmedir:Sürgün pısırığı kendi iradesine göre yoğurur,tereddüt edeni kararlı,sert insanı daha sert hâle koyar.Sürgün gerçekten güçlü olan için her zaman azalma değil,aksine enerjisini toplamadır.”
“Kötü gidiş insana,öne itici tam gücünü verir.Özellikle yaratıcı dehanın,ümitsizlik derinliğinden,dışlanmışlığın uzağından ufku ve gerçek ödevinin yüksekliğini ölçmek için,bir süreliğine kaba kuvvetle elde edilen yalnızlığa ihtiyacı vardır.İnsanlığın önemli mesajları sürgün esnasında doğmuştur,büyük dinlerin yaratıcıları,Hz.Musa,Hz.İsa,Hz.Muhammed,Buda,bunların hepsi sonucu belirleyici sözü söylemeden önce çölün suskunluğuna,insanlar arasında olmayışa sığınmak zorunda kaldılar.”
“Sorumluluk,insanı hemen her zaman büyüklüğe yükseltir.”
“Ölüler susmayı en iyi bilenlerdir.”
“O,rüzgârın esiş yönüne göre sağ cebinden acımasızlığın ispatını,sol cebinden insaniyetin ıspatını çıkarabilir.”
Hristiyan usulü cenaze törenleri kaldırılır ve tek teselli olarak mezarlara tek tip bir yazı kazınır: Ölüm ebedi uykudur.
“Maalesef,dünya tarihi ekseriya tasvir edildiği gibi sadece insani cesaretin bir tarihi değil,aynı zamanda korkaklığın da bir tarihidir.Politika,baştan sona inandırılmak istendiği gibi,kamuoyunun yönetimi değil,bilakis önderlerin bizzat yaratmış ve etkilemiş oldukları aynı merci önünde köle gibi eğilmesidir.Savaşlar her zaman bu yüzden ortaya çıkar.Tehlikeli sözlerle bir oyundan,milli hırsların kaşınmasından,politik cinayetler böyle çıkar;yeryüzünde hiçbir acımasızlık ve hiçbir kötülük insani korkaklık kadar kan suçlusu değildir.”
Fouché devrim ruhunu şöyle tanımlar: Devrim halk için yapılmıştır; lakin halk derken zenginlikleriyle hayatın bütün zevklerini ve toplumun bütün zenginliklerini çekip alan imtiyazlı sınıf anlaşılmasın. Halk, sadece Fransız vatandaşlarının, en çok da vatanımızın sınırlarını koruyan ve emekleriyle toplumumuzu besleyen sonsuz sayıdaki yoksul sınıfının toplamıdır. Devrim eğer sadece birkaç yüz bireyin refahını gözetip yirmi dört milyonun sefaletinin devam etmesine göz yumsaydı, siyasi ve ahlaki açıdan bir huzursuzluk kaynağı olurdu. Bu yüzden, insanlar arasında böyle müthiş farklılıklar varken sürekli eşitlikten dem vurmak, insanlık açısından incitici bir aldatma olurdu.
Sinirlenmeksizin sürdürdüğü sabrın sağladığı bu üstünlük korkunçtur. Bu şekilde bekleyebilen, kendini saklayabilen biri en tecrübeli kimseleri bile yanıltabilir. Fouché sükûnet içinde hizmet edecektir, kirpiğini bile oynatmaksızın, en kaba hakaretleri, en küçük yüz kızartıcı küçük düşürmeleri serinkanlılıkla, gülümseyerek sineye çekecektir, bu balık kanlı adamı ne tehdit ne öfke sarsabilecektir. Robespierre ve Napoléon, ikisi de bu taştan sükûnetin karşısında kayaya vuran sular misâli dağılacaklardır.
“Ona yirmi dört saat,ekseriya sadece bir saat,çok kere bir dakika kanaatlerinin bayrağını bir tarafa atmaya ve çağlayarak bir başka bayrak açmaya yeter.O bir düşünce ile değil,aksine zamanla yürür.Zaman ne kadar hızlı koşarsa o da arkasında o kadar hızlı koşacaktır.”
Tanrı’ya bile hayat boyu sadık kalma zorunluluğunu hissetmez Joseph Fouché.
“Hakiki ve mükemmel bir tek hain tanıdım, o da Fouche’dir.”
Napoleon Bonaparte
Napoleon Bonaparte
“…Napolyon,St Helena Asası’nda sürgündeyken “Hayatımda gerçek ve kusursuz bir hain tanıdım,o da Fouche.”der.”
Gerçeği bana oyun edenlerden öğrendim her zaman.
Çünkü iktidar, görenleri taş eden periler gibidir! Onu bir kez gören, bakışlarını bir daha ondan ayıramaz, büyülenip kalır. Hüküm sürmenin ve buyruk vermenin sarhoşluğunu bir kez tatmış olan, bundan asla vazgeçemez.
Gölgede kaldı mı insan unutulur,yeter ki digerleri bağrışırken o sessizliğini korusun.
Yazık ki dünya tarihi çoğunlukla tasvir edildiği gibi sadece insan cesaretinin değil,insan korkaklığının da tarihidir.
.Yeryüzünde hiçbir kötülük,hiçbir vahşet,insanın korkaklığı kadar çok kana mal olmamıştır.
.Yeryüzünde hiçbir kötülük,hiçbir vahşet,insanın korkaklığı kadar çok kana mal olmamıştır.
Neredeyse bütün devrimlerin sırlarından biri ve liderlerinin acıklı yazgıları şudur: Hiçbiri kan sevmez ama kan dökmek zorunda kalırlar.
İnsanoğlunun korkaklığı kadar başka hiçbir kötülük ve sertlik, yeryüzünde çok kan akıtmış değildir.
Çünkü elinde kendine gerekenden fazlasını bulunduran kişiler bunu ancak kötüye kullanırlar.
Yeryüzünde mutlu olmayan tek bir insan bile kaldığı sürece, özgürlük meşalesinin hep ve sürekli daha ileriye götürülmesi gerekir.
Bir ihtilalde herkesçe sevilmenin ne çabuk nefrete dönüştüğünü, halkın yüceltip kutsadığını ne de çabuk çarmıha geriverdiğini ta Arras’tan beri manastır duvarları arkasında yaşadığı günlerden biliyor.
“Hiçbir şey bir sanatçıyı, bir mareşali, iktidar sahibi bir insanı isteklerinin ve arzularının sürekli başarıya erişmesinden daha fazla zayıflatamaz.”
“Susmayı en iyi bilenler, ölülerdir!”
Cinayetin canavar tohumu; öldürmeyi düşünsel düzlemde onaylamaktan geçer.
Yeryüzünde mutlu olmayan tek bir insan bile kaldığı sürece, özgürlük meşalesinin hep ve sürekli daha ileriye götürülmesi gerekir.
Krallar tahtta oturdukları taktirde yapmaya söz verdikleri şeyleri çok ender yerine getirirler.
Fakat yirmi yıl boyunca iktidara susamış ve bir türlü doymak bilmeyen biri iktidardan vazgeçecek gücü kendinde bulamaz.
Ancak zafer asla eğik başın üstünde dolaşmaz.
Bedeninden değil, ruhundan gelen yorgunluk saatlerce yatırmaktadır onu.
Kibirlilik ve kahramanlık ne olursa olsun, yeryüzünde elde edilebilecek tüm şeylerin en korkuncudur.
Yönetmenin ve emir vermenin sarhoşluğunu bir kez tatmış olan, bir daha vazgeçemez ondan.
Çünkü Fouché karakterini, doğrusu bir karakteri olmadığını gizlemiyordu, tam tersine güvenilir olmamakla övünüyor ve ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir insan olduğunu ilân bile ediyordu, çünkü bu ona şöhret sağlıyordu. Insanların kendisine gülmesine aldırmıyordu, ona itaat etmeleri ve ondan korkmaları kaydıyla.
Fouche yeryüzünde bir tek şeyden haz duyardı : iki taraflı oynamanın verdiği haz, iki taraflı oynamanın verdiği yakıcı çekicilik ve heyecan verici tehlike.
Rüzgara göre dans eden, paranın üzerine atlayan, yukarıdakilere karşı pek iyikiliksever, aşağıdakilere karşı pek umursamaz olan, büyük dalgalarda doğru ve becerikli bir denizci olan bu adamı kullanılabileceklerini.
Bır sanatçıyı, bir komutanı ve bir iktidar insanını arzu ve isteklerinin sürekli gerçekleşmesi kadar hiçbir şey zayıflatamaz.
Ölçüyü her zaman kendi elinde tutan kişi, gerçek ağırlığını unutur.
Yaratıcı deha, evet özellikle o, ufku ve gerçek görevinin yüceliğini umutsuzluğun derinliğinden, toplum dışından da ölçebilmek için zaman zaman zorunlu yalnızlığa ihtiyaç duyar.
Çünkü ancak derinliği, dibi yaşayan kişi tanır tüm yaşamı, insan ancak bir olumsuzluktan sonra ileriye doğru bir atılım yapar.
Sorumluluk, insanı hemen hemen her zaman yüceltir.
İnsanı ve özellikle de insan yığınını, bilinmeyen bir şeyden korkmak kadar hiçbir şey küçültmez.
Ne yazık ki dünya tarihi, çoğu kez anlatıldığı gibi, sadece insan cesaretinin tarihi değil, insan korkaklığının da tarihidir. siyaset de öyle sanıldığı gibi kamunun yönetilmesi değil, liderlerin kendilerinin yaratıp etkiledikleri aynı makamın önünde kul köle olup eğilmesidir. işte böyle çıkar savaşlar: tehlikeli sözcüklerle oynamaktan, ulusal tutkuların aşırı kışkırtılmasından ve politik suçlardan; yeryüzünde hiçbir kötülük ve canilik insan korkaklığı kadar kan dökmemiştir. eğer Fouché, lyon’da kitlelerin celladı haline geldiyse, bunun nedeni cumhuriyetçi tutkuları değildir (çünkü onun hiç tutkusu olmamıştır), ılımlı olarak göze batma korkusudur.
Devrim sadece birkaç yüz kişinin rahatlığıyla ilgilenseydi ve yirmi dört milyon kişilik yoksulluğu içinde boğulmasına aldırmasaydı , o zaman siyasi ve ahlâki açıdan insanlık dışı bir şey olurdu.
Düşman karşısındaki Devrim generalleri gibi, kellelerini giyotinden kurtaracakları tek bir şey vardı : Başarı.
Onun için önemli olan tek şey, her zaman kazananların yanında olmaktır, asla kaybedenlerin değil.
Ancak hırslılar birbirlerini yok ettikten sonra, bekleyenlerin ve akıllıların zamanı gelecekti.
Fouche, bir devrimin hiçbir zaman kendisini başlatanlara değil, aksine her zaman onu sona erdirenlere, bir ganimetmis gibi üstüne çökenlere yaradığını biliyordu.
sığ canlandırmalar her zaman arka plandaki rolleri, yan rollerle karıştırır
Teraziyi hep kendi elinde tutanlar, kendi gerçek ağırladıklarını unuturlar.
Dünyaya hep yukarıdan, imparator bulutlarından, fildişi kulelerinden ve iktidarın tepelerinden bakanlar sadece aşağıdakilerin gülümsedikleri ve onların tehlikeli emre amade duruşlarını görürler.
Otokrat, bir köle ister ve karşısında bağımsız bir adam bulunca öfkelenir. Onu bertaraf etmek ister ama onu kendine düşman etmekten korkar, onu kaybetmekten dolayı üzülür ama aynı zamanda bu tehlikeli adamdan kurtulduğu için de mutludur.
Egemen olmanın ve emretmenin sarhoşluğunu bir kez yaşamış biri, ondan asla vazgeçemez.
İnsanların güvenini satın almak, onlara iltifat etmek, üzerlerine topla saldırmaktan daha iyi değil midir?
Politika, inanılmak istendiği gibi salt kamusal kanaatin yönetilmesi değil, liderlerin kendi yarattıkları ve etkiledikleri iradeye köle gibi boyun eğmeleridir.
Yeryüzünde hiçbir kötülük, hiçbir vahşet, insanın korkaklığı kadar çok kana mal olmamıştır.
Sorumluluklar hemen her zaman insanları büyütür.
Yazık ki dünya tarihi çoğunlukla tasvir edildiği gibi sadece insan cesaretinin değil, insan korkaklığının da tarihidir; politika, inanılmak istendiği gibi salt kamusal kanaatin yönetilmesi değil, liderlerin kendi yarattıkları ve etkiledikleri iradeye köle gibi boyun eğmeleridir. Savaşlar her zaman bundan çıkar: tehlikeli sözlerle oynanan bir oyundan, milli hassasiyetin tahrik edilmesinden çıkar; politik cinayetler de öyle; yeryüzünde hiçbir kötülük, hiçbir vahşet, insanın korkaklığı kadar çok kana mal olmamıştır. Joseph Fouché de Lyon’da kitle celladına dönüşmüşse, bu onun cumhuriyetçilik tutkusundan değil (o tutku nedir bilmez), sadece korkusundan, ilımlı olarak görülüp gözden düşme korkusundandır. Lakin tarihte belirleyici olan, fikirler değil eylemlerdir ve o, kendini o kelimeye karşı bin kere savunsa da, adı “Lyon Kasabı” olarak yazılacaktır. Ve ileride giyeceği düklük kisvesi bile ellerindeki kanı örtemeyecektir.
Onun için önemli olan her zaman yenenin yanında olmaktır, asla yenilenin değil.
diplomat dediğimiz, el çabukluğunda, laf ebeliğinde mahir, sağlam sinirlere sahip o malum profesyonel serüvencilerin, uzak görüşlü, sağlam görüşlere sahip ahlaklı adamlara galebe çaldığını görüyor, yaşıyoruz her gün yeniden. Gerçekten de Napoléon’un yüz yıl önce söylediği gibi, politika “la fatalité moderne”, çağdaş yazgı” haline gelmişse eğer, bizler de karşı savunma olarak bu güçlerin arkasındaki insanları, dolayısıyla onların iktidarlarının tehlikeli gizemini öğrenmeliyiz. Joseph Fouché’nin hayat hikâyesi de politik insan tipolojisine böyle bir katkı olsun.
Nitekim onu en derinlemesine tanıyan Napoléon, St. Hélène Adası’ndayken onun hakkında şu veciz sözü söyler: Hakiki ve mükemmel bir tek hain tanıdım, o da Fouché’dir.
Gerçek erkeklere karşı mücadele gerekir, ama gevezeleri yere sermek için bir davranış yeter.
Erken olgunlaşmış olan Fouché, bir devrimin hiçbir zaman kendisini başlatanlara değil, aksine her zaman onu sona erdirenlere, bir ganimetmiş gibi üstüne çökenlere yaradığını biliyordu.
Haddini bilen çakal felsefesi
(Içerde/Alyanak)
Haddini bilen çakal felsefesi
(Içerde/Alyanak)
Robespierré ile Fouché arasındaki bu düello, devrim tarihinin en meraklı, psikolojik olarak en heyecanlı bölümlerinden biridir. İkisi de zeki, ikisi de politikacıdır; ikisinin de meydan okuyanın da okunanın da ortak bir yanılgılar vardır:
Bir zamanlar Fransız İmparatorluğu’ nun en güçlü bakanlarından biri olan Fouché’ nin orada öyle yapayalnız, tek başına durduğunu, bir memur kendisiyle konuşmaya başladığında, ya da satranç oynamaya davet ettiğinde sevindiğini gördüğümde, ister istemez dünyevi gücün ve büyüklüğün ne kadar da geçici olduğunu düşünmeden edemedim.
Fouché Tuileries’de XVIII Lous’ i beklemektedir. Yirmi iki yıl önce gene aynı sarayda ölüm fermanını imzaladığı hükümdarın kardeşi XVIII Lous’ i.
Kornot’ un öfkeli sesi yükselir. Şimdi ben nereye gideceğim hain herif? diye küçümseyerek bağırır, kraliyetin çiçeği burnunda polis bakanına.
Fouche de aynı küçümseyici tonla, Nereye istersen oraya aptal herif! diye yanıtlar.
Fouche de aynı küçümseyici tonla, Nereye istersen oraya aptal herif! diye yanıtlar.