İçeriğe geç

Iza’nın Şarkısı Kitap Alıntıları – Magda Szabo

Magda Szabo kitaplarından Iza’nın Şarkısı kitap alıntıları sizlerle…

Iza’nın Şarkısı Kitap Alıntıları

“Dorozs’a mı? diye sordu muavin .
Bu kelimede sanki bir yaz ve çiçek kokusu vardır.
Hiçbir şey konuşmuyor ama birbirlerini eksiksiz anlıyorlardı.
Anneciğim, pek az zamanımız ve daha konuşacak çok şeyimiz var.
Fark etmeden ölmüş olabilir miydi? Farkına varmadan gelebilir miydi ölüm?
..
Oysa benim ne kabına sığmaz bir şefkate ne de desteğe ihtiyacım var, yalnızca sessizliğe gereksinim duyuyorum; yorgunum.
..
..ayrıca, yalnız yaşayan ve kimseye hesap vermek, nereye gittiğini ya da ne zaman döneceğini söylemek mecburiyetinde olmayan insanların hüzünlü özgürlüğüne alışmıştı..
..
Kendini bırakmayacak, acının altında ezilmeyecekti; bunu hayatında bir kez yaşamış ve bu kadarı yetmişti, şimdi güçlü olmaya özellikle ihtiyacı vardı.
..
“Hatıralar kimseye aktarılamıyor, maalesef.”
Gün gelecek biz de ihtiyarlayacağız.
Sevgi her zaman bu kadar sahiplenicidir belki de!
Niçin sevilen varlıkların yitirilmesi gerekiyor?
Bütün yaralar yeniden açılıyordu, hepsi, artık iyice kapandığını sandıkları bile.
Şayet insanlar size karşı kayıtsızsa onlarla karşılaşmanın sizin için fark etmemesi gerekirdi; bu can sıkıcı olabilirdi ama dayanılmaz olmadığı muhakkaktı.
Kış kömürkalemle yapılmış bir eskiz, ilkbahar suluboya, yaz yağlıboya resim, sonbaharsa bir asit baskı ya da gravürdü.
…, bir demet maydanozun fiyatını karşılaştırmak için kim değerli dakikalarını kaybetmek isterdi.
İhtiyarlar eşyalara bağlanıyor, nesneler onlara gençlere olduğundan çok daha fazla şey ifade ediyordu.
“Hatıralar kimseye aktarılamıyor, maalesef.”
Kişiliğini ve işini koruyan o korkunç disiplini bana da bulaşmadan, senin içinde artık her şeyi sadece senin gözlerinde görecek kadar erimeden önce; aslında eski su kaynağının varlığını temize çıkarmak, ıstırapları unutturmak, ölülerin itibarını iade etmek ve nihayet, zamanın haksızlıkları düzeltme rolü oynayabileceğini ispatlamak gibi çılgınca bir arzusu olmasına rağmen Dorozs’un bir sıcak su ve döviz kaynağından ibaret olduğunu düşünmeye başlamadan önce seni terk etmem gerektiğini anladım.
Antal’in aklından bu kızla evlenmek gibi çılgınca bir düşünce geçti.
Hatıralar kimseye aktarılamıyor, maalesef.
Tanrı sağır mıydı ki kendisine yalvarıldığını işitmiyordu?
Ona kimse cevap vermedi.Ölüler konuşmaz.
Bir şeyler ebediyen son bulur,yeni ve belki daha zorlu bir hayat başlar
Önümde bir uçurum açılıyor;içine düşmek için yanlış bir adım atmam yeterli.Oysa ben yaşamak istiyorum.En azından yaşamak istediğimi sanıyorum!
Niçin sevilen varlıkların yitirilmesi gerekiyor?
Niyeydi bu kaygı? Şayet insanlar size karşı kayıtsızsa onlarla karşılaşmanın sizin için fark etmemesi gerekirdi; bu can sıkıcı olabilirdi ama dayanılmaz olmadığı muhakkaktı.
Ölülerin kimsenin gözünün yaşına bakmadan yok olduklarını ve artık ne vicdan azabının,ne merhametin ne de sevginin onlara bir şey kazandırabileceğini kabul etmesi gerekiyordu.
Küçüklüğündeki gibi yanağında hissediyordu kızının soluğunu.. Onu öpmeye cesaret edemedi ve yataktan kalkarken yastığının köşesine bir öpücük kondurdu.
Sevgi her zaman bu kadar sahiplenicidir belki de !
İhtiyarlar eşyalara bağlanıyor,nesneler onlara gençlere olduğundan çok daha fazla şey ifade ediyordu.
..
“Hatıralar kimseye aktarılamıyor, maalesef. “
..
İşyerlerinin kapanış saati gelmişti, sokaklar kalabalıklaşıyordu. Tanıdık biriyle karşılaşmamak için adımlarını hızlandırdı. Yüzlerden bir tür kararlılık, donuk bir sevinç yansıyordu; kimse oyalanmıyor, herkes evine gitmek için acele ediyordu. Dükkânlar dolup taşıyor, çocuklar bağırıp çağırıyor, trafik yoğunlaşıyor, araba farlarının ışıkları kesişiyordu. Ve o, tüm bu insanların bir bekleyeni olduğunu gösteren, daha önce hiç dikkat etmemiş olduğu bu aceleye gıpta ediyordu şimdi. Kapitâny dışında onu bekleyen kimse yoktu evde.
Oysa benim ne kabına sığmaz bir şefkate ne de desteğe ihtiyacım var,yalnızca sessizliğe gereksinim duyuyorum;yorgunum.
Ölüme bu derece alışılabilir mi ?
” Tanrım, acısını yuvasından ve dünyasından kovmak amacıyla kendine dayattığı katılıktan ne kadar çok çekmiş olmalıydı! Ne yürek sızlatan şarkıların ne de insanı yumuşatan hatıraların sarsabildiği o elmas sertliğinden! Aslında bir açıklama, bir referans, şimdiki zamanın bize sorduğu bulmacanın cevabı olması rağmen geçmişin bize düşman olduğuna inanan zavallı yaratık! ”
“Fark etmeden ölmüş olabilir miydi? Farkına varmadan gelmiş olabilir miydi ölüm?”
Iza’nın Antal’in adını anması onu incitmiyordu ama eski kocasını tekrar görmeye dayanamaması hoşuna gitmiyordu. Niyeydi bu kaygı? Şayet insanlar size karşı kayıtsızsa onlarla karşılaşmanın sizin için fark etmemesi gerekirdi; bu can sıkıcı olabilirdi ama dayanılmaz olmadığı muhakkaktı.
Zira ölümün kişiye özel bir hadise, cenaze törenlerinse folklorik bir kalıntı olduğunu düşünüyordu.
Iza her zaman olduğu gibi kendisine yapması gereken bir şeyleri söylerken, tane tane konuşurdu. Bağırıp çağırmak ve kremayı devirmek gelmişti içinden. Tabii ki hiçbir şey yapmamıştı, bunu yapacak gücü de cesareti de asla bulamazdı kendinde; bir içtepi söz konusuydu sadece, sinir krizi geçirmek gibi bir âdeti yoktu.
Bir çocuk kaba bir el hareketiyle onu kenara itti, sabırsız sesler eve geliş sarhoşluğunu dağıttı. Bu davranışlar, bu ses tonu ovanın rüzgarından bile daha tanıdıktı: Azarlanmıştı.
Her zaman her şeyi ters yapıyorum diye mırıldandı incinmiş ve utanmış bir sesle.
Geriatri uzmanı meslektaşlarının fikrini sormamış olsa da, çalışmanın kimi zaman yaşlı insanları hayata bağlayan yegane unsur olduğunu, dolayısıyla ihtiyar annesinin fazla enerjisine akacak bir yol bulunması icap ettiğini biliyordu. Iza annesinin dönen oyunu anladığını tahmin etti: Onu meşgul etmek istiyorum ama yeleği asla giymeyeceğimi, mağazalardan çok daha güzellerini aldığımı biliyor. Ne yapmalı?
Günler akıp gidiyordu, şekilsiz ve gerçekdışı.
yalnızca sessizliğe gereksinim duyuyorum; yorgunum.
Fark etmeden ölmüş olabilir miydi? Farkına varmadan gelebilir miydi ölüm?
“Bir gün hayat da aynı şekilde bırakıp gidecek bizi, diye düşündü Vince. Tıpkı böyle, arkasına bile bakmadan. Onun da böyle sessizce, zamanını önceden söylemeden çekip gitmesini isterdim.”
“Nihayet onu terk etme kararını verdiği gece kalbi öyle kuvvetli çarpıyordu ki, neredeyse boğulacaktı.”
“Beni seviyor musun?” diye sordu Antal.
Bu soruyu kendine rağmen sormuştu sanki. Iza hafif bir tebessümle karşılık verdi; oysa fırtına yaklaşıyor, Antal bunu hissediyordu. Iza’nın onu sevdiğini iyi biliyordu. Sevmese işi daha kolay olacaktı.
bütün yaralar yeniden açılıyordu, hepsi, artık iyice kapandığını sandıkları bile.
Oysa benim ne kabına sığmaz bir şefkate ne de desteğe ihtiyacım var, yalnızca sessizliğe gereksinim duyuyorum; yorgunum.
Fark etmeden ölmüş olabilir miydi? Farkına varmadan gelebilir miydi ölüm?
Hatıralar kimseye aktarılamıyor, malesef
İşsiz, hasta, sersefil dahi olsa, sadece var olmayı, yeryüzünde olmayı, sabah uyanıp akşam yatmayı, rüzgârın esmesini veya güneşin parlamasını, yağmurun usul usul ya da bardaktan boşalırcasına yağmasını dünyanın en muhteşem armağanı olarak görmüştü her zaman.
Kırk dokuz yıllık beden ve ruh birlikteliği ölüm karşısında etkisiz mı kalacaktı?
Bir şeyler ebediyen son bulur, yeni ve belki daha zorlu bir hayat başlar
Bir karar vermeliyim, neredeyse ölüm kalım meselesi bu. Aynen kitap yazarken olduğu gibi, nereye gittiğimi bilmem lazım. Önümde bir uçurum açılıyor; içine düşmek için yanlış bir adım atmam yeterli. Oysa ben yaşamak istiyorum. En azından yaşamak istediğimi sanıyorum!
Acıyı yuvasından ve dünyadan kovmak amacıyla kendine dayattığı katılıktan ne kadar çok çekmiş olmalıydı! Ne yürek sızlatan şarkıların ne de insanı yumuşatan hatıraların sarsabildiği o elmas sertliğinden! Aslında bir açıklama, bir referans, şimdiki zamanın bize sorduğu bulmacanın cevabı olmasına rağmen geçmişin bize düşman olduğuna inanan zavallı yaratık
Herkesin kendi yanlışlarına, eski acılarına, hatta takıntılarına sarılma hakkı olduğunu düşünürdü.
Ona kimse cevap vermedi .Ölüler konuşmaz.
Bir gün hayatta aynı şekilde bırakıp gidecek bize , diye düşündü Vince. Tıpkı böyle, arkasına bile bakmadan. Onun da böyle sessizce, zamanını önceden söylemeden çekip gitmesini isterdim.
Gerçeklik bunca farklıyken, bu huzur görüntüsü, bu vızıldama, dallardaki kuşların şakıması niyeydi?
Hatıralar kimseye aktarılamıyor, maalesef.
Banka oturup güllerle kaplı mezarı , gür otları , ağır ağır geçen yoğun bulutları seyre dalmıştı. Doğa kendi halindeydi, duyarsız değil ,kendi halinde Mezarların üzerinde arılar vızıldıyordu. Güllerin kırmızısını ve gökyüzünün mavisini hayranlıkla seyrederken, sonsuz bir hayal kırıklığı içini daraltıyordu. Bir mezarlıkta niye bu kadar güzellik vardı? Gerçeklik bunca farklıyken bu huzur görüntüsü , bu vızıldama, dallardaki kuşların şakıması niyeydi? Gerçek olan ölüm ve evde onu bekleyen kederdi.
İza onun elini tuttu .
Aylar boyunca babasını aldatmak için yaptığı hareketle , aslında nabzını yoklamak için parmaklarını okşar gibi uzatarak sağ elini tutuyordu . Kalbi belli belirsiz atıyordu . İza’nın bunu parmaklarının ucunda hissedebilmesi ne tuhaftı.
Antal yabancı bir diyarda en nihayet birisinin ona anadilinde seslendiği hissine kapılmıştı. Ve derhal bütün varlığıyla karşılık vermişti.
Terez o olmadan işlerini daha kolay hallediyordu, Iza onun yanında gevşeyemiyordu, burada ne Kapitány, ne Gica ne de Kolman vardı, onun yardımına ya da gerektiğinde sohbetine ihtiyaç duyan kimse yoktu gerçekten.

Fark etmeden ölmüş olabilir miydi?

Sert bakışlı huysuz Terez, ona acıyıp boş günlerini doldurmasına yardımcı olmak için değerli zamanını feda eden yumuşak bir kadına, iyilik perisinin ta kendisine dönüşüyordu.
Her şey unutulabilir, hele ki hiç var olmamış biri.
Ondan korkmuyormuş gibi yapınca ölümün geri çekileceğini sanıyor.
Bir nevi iç sıkıntısı yüreğini daraltıyor ama uykusuz geçen geceye eklenen son saatlerin yorgunluğu göz kapaklarını ağırlaştırıyordu
Önümde bir uçurum açılıyor ; içine düşmek için yanlış bir adım atmam yeterli. Oysa ben yaşamak istiyorum. En azından yaşamak istediğimi sanıyorum!
Vince hayata tapardı; işsiz, hasta, sersefil dahi olsa, sadece var olmayı, yeryüzünde olmayı, sabah uyanıp akşam yatmayı, rüzgarın esmesini veya güneşin parlamasını, yağmurun usul usul ya da bardaktan boşanırcasına yağmasını dünyanın en muhteşem armağanı olarak görmüştü her zaman.
Ve o, tüm bu insanların bir bekleyeni olduğunu gösteren, daha önce hiç dikkat etmemiş olduğu bu aceleye gıpta ediyordu şimdi.
Şayet insanlar size karşı kayıtsızsa onlarla karşılaşmanın sizin için fark etmemesi gerekirdi; bu can sıkıcı olabilirdi ama dayanılmaz olmadığı muhakkaktı
Düşüncelere daldı. Uzun zamandır düşünceler ondan kaçıyordu ; kafasının içinde sadece hatıralarına ait görüntüler itişip kakışıyordu..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir