Albert Camus kitaplarından Yaz kitap alıntıları sizlerle…
Yaz Kitap Alıntıları
Bu denli aşağılara düştüyse, kusurlarının büyüklüğü kadar erdemlerinin aşırılığı yüzünden de düştü.
..ilk topluluk önünde utançlarını gözler önüne seren soytarıları gibi, yalnızca insan gururundan yoksunuz, sınırlarımıza bağlılık ve koşulumuzu açık görüşlülükle sevmekten başka bir şey olmayan insan gururundan.
Cehennemin açık kapısı önünde bekleyenler arasında yerimi aldım.
Haksız değilsek haklı olmamız gerekir.
Dünyayı anlamak için bazı bazı ona sırtımızı dönmemiz gerekir; insanlara daha iyi yardım edebilmek için bir an onları kendimizden uzak tutmamız gerekir.
Kışın ortasında, en sonunda içimde yenilmez bir yaz bulunduğunu öğreniyordum.
Çünkü sevilmemek yalnızca şanssızlıktır: Hiç sevmemek mutsuzluktur.
Cezayir kentinin üstüne beş gündür artsız aralıksız yağmur yağıyordu, denizi bile ıslatmıştı sonunda.
Gözler konuşacak olursa sessizlik bile bir anlam saklar.
Bir yazar büyük ölçüde okunmak için yazar (tersini söyleyenlere hayran olalım ama inanmayalım)
Oysa doğa hep önümüzde. İnsanların çılgınlığının karşısına dingin göklerini ve mantıklarını çıkarıyor.
Kendini beğenmişlik, ilerlemenin gerilemesidir.
İnsanların gerçekleştirilmesinde uzun zaman harcadıkları işlere insanüstü denilir, hepsi bu.
Şu dünyada en çok hayranlık duyduğum şey nedir, biliyor musunuz? Gücün herhangi bir şey kurmakta yetersiz kalması. Yalnız iki güç var dünyada: kılıç ve ruh. Kılıç sonunda her zaman ruha yenik düşer.
Dünyayı anlamak için bazı bazı ona sırtımızı dönmemiz gerekir; insanlara daha iyi yardım edebilmek için bir an onları kendimizden uzak tutmamız gerekir.
Bu dünya mutsuzluklarla zehirlenmiş, üstelik bundan hoşlanır gibi.
Trajik bir çağda yaşıyoruz.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Beklerim gene. Bir gün gelir, en sonunda
Konuşan ben değilimdir.
Hiç sevmemek mutsuzluktur. Bugün, hepimiz bu mutsuzluktan ölüyoruz.
İnsan bir kez güçlü bir biçimde sevme şansına erdi mi tüm yaşamı bu ateşi ve bu ışığı aramakla geçer. Güzellikten ve ona bağlı olan hazsal mutluluktan vazgeçiş, mutsuzlukta karar kılma, bir büyüklük ister; o büyüklük de bende yok.
Umut etmekte dayatıyordum.
Yeniden yaşamak için, bir lütuf, kendini unutmak ya da bir yurt gerekir
Yaşam hep yeniden başlamakla geçer.
Kuşkusuz, gençliğimizin geçtiği yerlere geri dönmek ve yirmisinde sevdiğimizi ya da yoğun biçimde tadını çıkardığımızı kırkında yeniden yaşamak istemek büyük bir çılgınlıktır, hemen her zaman da cezasını görür.
Beş gündür artsız aralıksız yağmur yağıyordu, denizi bile ıslatmıştı sonunda.
Bir yazar büyük ölçüde okunmak için yazar (tersini söyleyenlere hayran olalım ama inanmayalım)
Bir adamın her zaman iki kişiliği vardır, kendi kişiliği, bir de karısının yakıştırdığı.
Adlandırılmış olan, şimdiden yitirilmiş değil midir?
Ne aradığımı bilmiyorum, onu çekine çekine adlandırıyorum, söylediğimi geri alıyorum, yineliyorum, ilerliyorum, geriliyorum.
Nasıl oldu da zarımı anlamsızlıktan yana atabildim?
Kulak veriyorum, uzaklarda bana doğru koşanlar var, görünmez dostlar beni çağırıyor, sevincim büyüyor, yıllar öncekinin aynı.
Çağımdan nefret ediyorum.
Tarih ne kendinden önce var olan doğal evreni açıklar ne de kendi üstünde olan güzelliği.
Binlerce yalnızlık fışkırır kalabalıktan.
Bu kentler düşünceye hiçbir şey sunmaz, tutkuya her şeyi sunar.
Bazı bazı bugünün insanını kurtarıp kurtaramayacağımız konusunda kuşkuya düşerim.
Görmeden görüyorlardı, anlamadan dinliyorlardı, düşlerdeki gölgeler gibi
Biz de, genç kanımıza karşın, bu son yüzyılın korkunç yaşlılığına gömülmüşüz.
Bugünün insanı gerçekten de bu dünyanın dar yüzeyinde baş döndürücü yığınlarla acı çeken kişidir, özgürlüğe şimdilik bekleyebilecek bir lüks diye bakan, ateşten ve besinden yoksun kişidir; bu kişi için henüz biraz daha acı çekmekten başka bir şey söz konusu değildir, tıpkı özgürlük ve son tanıkları için biraz daha silinmekten başka bir şey söz konusu olamayacağı gibi.
Bu dünya mutsuzluklarla zehirlenmiş, üstelik bundan hoşlanır gibi.
Öyleyse ne istediğimizi bilelim; güç bizi çekmek için bir düşün ya da bir rahatlık görünüşüne de bürünse, tin konusunda sağlam duralım. En önemlisi umutsuzluğa düşmemek.
Var olanın bir yanından el çekilirse, var olmaktan da el çekmek gerekir; öyleyse ya yaşamaktan vazgeçmeli ya da “vekâleten” sevmekten başka türlü sevmeli. Böylece, yaşamın hiçbir şeyini yadsımadan bir yaşama istenci vardır, bu da şu dünyada benim en çok saydığım erdemdir. En azından, arada bir, bunu uygulamış olmak istediğim doğrudur. Pek az çağ bizimki gibi en kötü gibi en iyiye de eşitlenmemizi istediğine göre, ben de hiçbir şeyi elememek ve bir çifte belleği olduğu gibi saklamak isterdim. Evet, güzellik de vardır, aşağılanmışlar da vardır. Girişimin zorlukları ne olursa olsun, berikine de, ötekilere de sadakatsiz olmak istemezdim hiçbir zaman.
Birini dışlayarak bir başkasına yararlı olmak isteyen kişinin hiç kimseye, hatta kendine bile yararı dokunmaz, sonuçta, adaletsizliğe iki kez destek vermiş olur.
İnsan bir kez güçlü bir biçimde sevme şansına erdi mi tüm yaşamı bu ateşi ve bu ışığı aramakla geçer. Güzellikten ve ona bağlı olan hazsal mutluluktan vazgeçiş, mutsuzlukta karar kılma, bir büyüklük ister; o büyüklük de bende yok.
Bir yazar büyük ölçüde okunmak için yazar (tersini söyleyenlere hayran olalım ama inanmayalım).
Hiç kimse ne olduğunu söyleyemez. Ama ne olmadığını söyleyebildiği olur. Adam hâlâ aramakta; ama sonucu çıkarmış olsun istiyorlar. Binlerce ses, bulduğu şeyi muştuluyor ona şimdiden, oysa, kendisi iyi biliyor, aradığı bu değil. Siz aramanıza bakın, herkes ne derse desin mi diyorsunuz? Doğru. Ama, arada sırada, kendimizi savunmamız da gerekli. Ne aradığımı bilmiyorum, onu çekine çekine adlandırıyorum, söylediğimi geri alıyorum, yineliyorum, ilerliyorum, geriliyorum. Gene de adları ya da adı kesinlikle koymamı buyuruyorlar bana. O zaman dikleniyorum; adlandırılmış olan, şimdiden yitirilmiş değil midir? İşte hiç değilse bunu söylemeye çalışabilirim.
Dünyanın uyumsuzluğu nerede? Bu ışıldama mı, yoksa yokluğunun anısı mı? Belleğimde bunca güneş varken, nasıl oldu da zarımı anlamsızlıktan yana atabildim? Çevremdekiler şaşıyor buna; ben de şaşıyorum bazı bazı. Onlara da, kendime de güneşin bunda bana yardımcı olduğu ve ışığının, çok yoğun olması sonucu, evreni ve biçimlerini karanlık bir göz kamaşmasında dondurduğu yanıtını verebilirdim. Ama aynı şey başka türlü de söylenebilir ve ben, benim için her zaman gerçeğin aydınlığı olmuş olan bu ak ve kara aydınlıkta, ayrımlarına inilmeden konuşulmasına katlanamayacak ölçüde iyi tanıdığım bu uyumsuzluk konusunda düşündüklerimi açıklamak isterdim yalnızca. Nasıl olsa, ondan söz etmek bizi gene güneşe getirecek.
Dostoyevski’nin her şeyle övünüp kendini yücelttikçe yücelten ve sonunda karşılaştığı ilk topluluk önünde utançlarını gözler önüne seren soytarıları gibi, yalnızca insan gururundan yoksunuz, sınırlarımıza bağlılık ve koşulumuzu açık görüşlülükle sevmekten başka bir şey olmayan insan gururundan.
Sokrates, idam tehdidi karşısında, şu üstünlükten başka hiçbir üstünlük tanımıyordu: Bilmediğini bildiğini sanmıyordu. Bu yüzyılların en örnek yaşamı ve düşüncesi gururlu bir bilgisizlik açılımıyla sonuçlanır. Bunu unutunca, erkekliğimizi de unuttuk. Büyüklüğe öykünen gücü yeğledik, önce İskender’i, sonra da okul kitabı yazarlarımızın, benzersiz bir tinsel düşkünlükle, bize hayran olmayı öğrettiği Romalı fatihleri. Biz de fethettik, sınırların yerini değiştirdik, göğe ve yere egemen olduk. Usumuz ortalığı çöle çevirdi. En sonunda yalnızız, imparatorluğumuzu bir çölün üstünde tamamlıyoruz. Doğanın tarihi, güzelliği, iyiliği dengelediği, kan tragedyasına bile sayıların müziğini getirdiği üstün dengeyi nasıl tasarlayacaktık ki? Doğaya sırtımızı dönüyoruz, güzellikten utanç duyuyoruz. Düşkün tragedyalarımız bir büro kokusu sürüklüyor, üzerlerinden sızan kanlar da koyu mürekkep renginde.
Bugünün insanı gerçekten de bu dünyanın dar yüzeyinde baş döndürücü yığınlarla acı çeken kişidir, özgürlüğe şimdilik bekleyebilecek bir lüks diye bakan, ateşten ve besinden yoksun kişidir; bu kişi için henüz biraz daha acı çekmekten başka bir şey söz konusu değildir, tıpkı özgürlük ve son tanıkları için biraz daha silinmekten başka bir şey söz konusu olamayacağı gibi.
Bu dünya mutsuzluklarla zehirlenmiş, üstelik bundan hoşlanır gibi. Nietzsche’nin ağırlık ruhu dediği şu derde düşmüş tümüyle. Ona el vermeyelim. Tine ağlamak boşuna, onun için çalışmak yeter.
Yarın, belki de, birlikte yola çıkacağız.
Saltlığa ulaşılamadığı gibi hiçliğe de ulaşılamaz.
Hiç olmak! Binlerce yıl boyunca, bu büyük haykırış milyonlarca insanı acıya ve isteğe karşı ayaklandırdı.
Boyun eğen tinler hiçbir zaman yoksunluk duymazlar.
Ama bu dediğim paylaşılamaz. Bunu yaşamış olmak gerekir.
Pencereyi kapatın, fazla güzel!
Sessizlik yalnızca gürültülü kentlerde olanaklı artık.
Hem yalnızdılar, hem değildiler.
Dünyayı anlamak için bazı bazı ona sırtımızı dönmemiz gerekir; insanlara daha iyi yardım edebilmek için bir an onları kendimizden uzak tutmamız gerekir.
Dünyayı anlamak için bazı bazı ona sırtımızı dönmemiz gerekir; insanlara daha iyi yardım edebilmek için bir an onları kendimizden uzak tutmamız gerekir. Ama güç kazanmamız için zorunlu yalnızlığı, usun toparlandığı ve gözüpekliğin ölçüsünün alındığı uzun soluğu nerede bulmalı?
insanlara daha iyi yardım edebilmek için bir an onları kendimizden uzak tutmamız gerekir.
adlandırılmış olan, şimdiden yitirilmiş değil midir?
Tarih ne kendinden önce var olan doğal evreni açıklar ne de kendi üstünde olan güzelliği. Demek ki, onları bilmezlikten gelmeyi seçmiş.
Görmeden görüyorlardı, anlamadan dinliyorlardı, düşlerdeki gölgeler gibi
Şu dünyada en çok hayranlık duyduğum şey nedir, biliyor musunuz? Gücün herhangi bir şey kurmakta yetersiz kalması. Yalnız iki güç var dünyada: kılıç ve ruh. Kılıç sonunda her zaman ruha yenik düşer.
güç kazanmamız için zorunlu yalnızlığı, usun toparlandığı ve gözüpekliğin ölçüsünün alındığı uzun soluğu nerede bulmalı?
Ama sen, sen duru bir gün için doğdun
Görmeden görüyorlardı, anlamadan dinliyorlardı, düşlerdeki gölgeler gibi
Bugün, insanlık teknikten başka bir şeye gereksinim duymuyor, teknikten başka bir şeye kulak asmıyor. Makineleri içinde başkaldırıyor, sanatı da, sanatın varsaydıklarını da bir engel ve bir tutsaklık göstergesi olarak görüyor.
Güneş ve yel yalnız yalnızlıktan söz eder burada.
Evet, tüm bu gürültü barış sessizlik içinde sevmek ve yaratmakken! Ama sabretmesini bilmek gerek. Bir an daha, sonra güneş ağızları mühürler.
Oysa, kimi saatlerde, bu donuk ve kurumuş dünyaya sırtımızı dönme düşüncesi ne baştan çıkarıcıdır!