İçeriğe geç

Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm Kitap Alıntıları – Josef Stalin

Josef Stalin kitaplarından Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm kitap alıntıları sizlerle…

Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm Kitap Alıntıları

Engels şöyle diyor:
Tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ilkel hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yokoluş, sürekli bir akış, sonsuz bir hareket ve değişme içindedir. ( Doğanın Diyalektiği)
Diyalektik, özünde metafiziğin tam karşıtıdır.
Diyalektik Eski Yunan dilindeki konuşmak, tartışmak anlamına gelen dialego sözcüğünden çıkmıştır. Eski zamanlarda diyalektik muhatabın savındaki çelişkileri ortaya koyup bu çelişkilerin üstesinden gelmek yoluyla gerçeğe ulaşma sanatı demekti. Eski zamanlarda, düşüncedeki çelişkileri ortaya çıkarmanın ve karşıt görüşlerin çatışmasının, gerçeğe ulaşmada en iyi yöntem olduğunu kabul eden filozoflar vardı.
Gelişme, karşıtların ‘savaşımı’ dır.
Tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ilkel hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yokoluş, sürekli bir akış, sonsuz bir hareket ve değişme içindedir.
Üretim biçimi nasılsa, toplumun kendisi, toplumdaki düşünce ve teoriler, politik görüş ve politik kurumlar da esas olarak öyledirler.
a) Diyalektik, metafiziğin tersine, doğaya, rastgele toplanmış, birbirleriyle ilişkisiz, birbirlerinden bağımsız, ayrı şeyler, ayrı olaylar gözüyle değil maddelerin ve olayların birbirleriyle organik olarak ilişkili bulunduğu, birbirlerine dayandığı ve birbirleriyle belirlendiği tam ve bağımlı bir bütün gözüyle bakar.
Bir toplumun üretim biçimi nasılsa, esas olarak toplumun kendisi de, siyasal fikirleri ve kurumları da öyledir. Sorunu ortaya daha kabaca koyarsak: insanlar nasıl yaşarlarsa öyle düşünürler.
Üretim biçimindeki değişmeler kaçınılmaz olarak toplum düzeninin tümünün, toplumsal fikirlerin, siyasal görüşlerin, siyasal kurumların ve siyasal yapının tümünün alt üst olmasına yol açar.
Üretim de der Marx, “insanlar sadece doğayı değil birbirlerini de etkilerler, belirli bir biçimde ortaklaşa çalışarak ve çalışmalarını değiş tokuş ederek üretim yaparlar.”
Yeni toplumsal fikir ve kuramlar, ancak toplumun maddi yaşamının gelişmesinin topluma yeni görevler dayatmasından sonra ortaya çıkar. Ama ortaya çıktıktan sonra da, toplumun maddi yaşamının gelişmesinin dayattığı yeni görevlerin çözümünü kolaylaştıran son derece önemli bir güç olur çıkarlar.
Çeşitli toplumsal fikirler ve kuramlar vardır. Ömrünü tamamlamış ve toplumun silinmeye yüz tutmuş güçlerinin çıkarlarına hizmet eden eski fikir ve kuramlar vardır. Bunların önemi, toplumun ilerleme ve gelişmesini engellemelerinden gelmektedir.
Tek gerçek, maddi, duyularımızla algılanabilen, bizim de içinde olduğumuz dünyadır. Bilincimiz ve düşüncemiz, ne kadar duyular üstü görünselerde, maddi, bedensel bir organın, yani beynin ürünüdürler. Madde ruhun değil, ruhun kendisi sadece maddenin en yüksek ürünüdür.
Dünyada birbirinden yalıtlanmış hiçbir olay yoksa, bütün olaylar, birbiriyle organik biçimde bağlı ve birbirini belirliyorsa, açıktır ki, tarihteki her toplumsal hareket, tarihçilerin sık sık yaptıkları gibi, edebi adalet ya da başka önyargılar açısından değil, bu düzeni ve bu toplumsal hareketi doğuran ve bunlara bağlı olan koşullar açısından değerlendirilmelidir.
Gelişme zıtların savaşımıdır.
Diyalektik, metafiziğin tersine, doğadaki şeylerde ve doğa olaylarında iç çelişkilerin yattığından yola çıkar; çünkü hepsinin olumlu ve olumsuz yanları, bir geçmişleri ve gelecekleri, ölen ve gelişen bir yanı vardır.
Fizikte her değişim, cismin kendinde varolan ya da dışardan aktarılmış herhangi bir hareketin niceliksel değişiminin sonucu olarak niceliğin niteliğe dönüşmesidir. Örneğin suyun ısı derecesi, başlangıçta onun akışkanlığı üzerinde etkili değildir, ama sıvı durumundaki suyun molekülleri arasındaki çekim değişecek ve bir taraftan suya öbür taraftan buhara dönüşecektir.
doğanın tümü, der Engels, en küçüğünden en büyüğüne dek, kum tanesinden gezegenlere, tek hücreliden insana dek, sonsuz bir varoluş ve yokoluş, kesintisiz bir akış, dinmeyen bir hareketlilik ve değişim içindedir.
Zor, yeni bir topluma gebe olan her eski toplumun ebesidir.
K. Marx
Proleterya, burjuvaziyle olan savaşımında, mutlaka kendini bir sınıf olarak örgütler. Devrim yoluyla egemen sınıf durumuna gelir ve egemen sınıf olarak eski üretim koşullarını zorla süpürüp atar.

Karl Marx

Üretimi genişleten ve milyonlarca işçiyi kocaman fabrikalarda ve iş yerlerinde toplayan kapitalizm, üretim sürecine sosyal bir nitelik verir ve böylece kendi temelini sarsar.
Bu sistemde işçiler kişi olarak bağımlılıktan kurtuldukları için, kapitalist onları öldüremez, satamaz ama üretim araçlarından yoksun olduklarından, açlıktan ölmemek için işgücünü kapitaliste satmak ve sömürü boyunduruğuna katlanmak zorundadırlar.
Ortak çalışma hem üretim araçlarının hem de ürünlerin ortak mülkiyetine yol açmıştı. O zamanlar vahşi hayvanlara karşı savunma aracı olarak da kullanılan üretim aletleri dışında, herhangi bir üretim aracı üzerinde özel mülkiyet kavramı yoktu. O zamanlar ne sömürme vardı ne de sınıflar.
İnsanın yaşama biçimi nasılsa, düşünme biçimi de öyledir.
Üretim biçimi nasılsa, toplumun kendisi, toplumdaki düşün ve teoriler, politik görüş ve politik kurumlar da esas olarak öyledirler.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Coğrafi ortam sosyal gelişmenin ana nedeni, belirleyicisi olamaz. Çünkü onbinlerce yıllık süre içinde hemen hemen değişmeden kalan bir şey, birkaç yüzyılda köklü değişikliklere uğrayan bir şeyin gelişmesinde temel neden olamaz.
Ve dünyada bilinmeyecek hiçbir şey yoktur, yalnızca henüz bilemediğimiz ama bilim ve pratik yoluyla açıklanacak ve bilinir duruma sokulacak şeyler vardır.
kapitalizmden sosyalizme geçiş ve işçi sınıfının kapitalist boyunduruktan kurtulması, yavaş yavaş değişmelerle reformlarla değil, ancak kapitalist sistemin nitel değişmesiyle, devrim yoluyla gerçekleşebilir
Gelişme, karşıtların savaşımıdır.

Lenin

Bu demektir ki, sömürenlerle sömürülenler arasında çok zorlu bir sınıf savaşımı, kapitalist sistemin esas özelliğidir.
Zenginler ve yoksullar, sömürenler ve sömürülenler, bütün haklara sahip olan insanlar ve hiçbir hakka sahip olmayan insanlar ve bunlar arasında zorlu sınıf savaşımı: İşte, köleci sistemin görünüşü.
Bu demektir ki, toplumun gelişme tarihi, her şeyden önce, üretimin gelişme tarihi, yüzyıllar boyunca birbirini izleyen üretim biçimleri tarihi, üretim güçlerindeki ve insanların üretim ilişkilerindeki gelişmenin tarihidir.
Şurası açıktır ki, sosyal olaylara böyle tarihsel bir açıdan bakılmadıkça, tarih biliminin varlığı ve gelişmesi olanaksız olacaktır.
Üretim güçlerinin gelişmesinde, sosyal ilişkilerin yıkımında, düşünlerin oluşumunda sürekli bir hareket vardır; değişmeyen tek şey, hareketin soyutlamasıdır.
İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tersine, bilinçlerini belirleyen sosyal varlıklarıdır.
Doğa, diyalektiğin denektaşıdır.
Diyalektik, metafiziğin tersine, gelişme sürecini, nicel değişmelerin nitel değişmelere yol açmadığı basit bir büyüme süreci gözüyle görmez; gelişmeyi, önemsiz ve belirsiz nicel değişmelerden, açık, temel nitel değişmelere geçirilen, ve bu nitel değişmelerin, yavaş yavaş değil de, bir sıçrayış biçiminde, bir durumdan ötekine kesin ve hızlı olarak gerçekleştiği bir süreç olarak kabul eder.
Tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ilkel hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yokoluş, sürekli bir akış, sonsuz bir hareket ve değişme içindedir.
İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tersine, bilinçlerini belirleyen sosyal varlıklarıdır.
[Marx]
Tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ilkel hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yok oluş, sürekli bir akış, sonsuz bir
hareket ve değişme içindedir.
proletarya partisi, gerçek bir parti olacaksa, her şeyden önce, üretimin gelişme yasalarını ve toplumun ekonomik gelişme yasalarını ve toplumun ekonomik gelişme yasalarını kavramalı ve bilmelidir.
proletarya partisi, politikasında hata yapmamak için, programını saptarken olsun, pratik yaşamında olsun, esas olarak, üretimin gelişme yasalarına, toplumun ekonomik gelişme yasalarına dayanmalıdır.
politikada hata yapmamak ve boş hayalciler durumuna düşmemek için, proletarya partisi, eylemlerini soyut insan aklının ilkeleri üstüne değil, sosyal gelişmeyi belirleyen toplumun somut maddî yaşam koşulları temeline oturtmalı, büyük adamların iyi niyetlerine değil, toplumun maddî yaşamının gelişmesinin gerçek gereksinimleri üstüne dayandırmalıdırlar.
proletarya partisi, pratik faaliyeti içinde, kendine, olur-olmaz nedenlerle değil, toplumsal gelişme yasalarıyla ve bu yasalardan çıkartılan pratik sonuçlarla yön vermelidir.
Bu yüzden, sosyalizm, eskiden olduğu gibi insanlık için görkemli bir gelecek düşü olmaktan çıkar, bir bilim haline gelir.
Bu yüzden, bilimle pratik faaliyet, teoriyle pratik arasındaki bağ, aralarındaki birlik, proletarya partisinin yolgösterici yıldızı olmalıdır.
Kapitalizmden sosyalizme geçiş ve işçi sınıfının kapitalist boyunduruktan kurtulması, yavaş yavaş değişmelerle, reformlarla değil, ancak, kapitalist sistemin nitel değişmesiyle, devrim yoluyla gerçekleşebilir.
Bu yüzden nasıl bir zamanlar feodal sistemin yerini kapitalist sistem aldıysa, kapitalist sistemin yerini de sosyalist sistem alabilir.
Engels’in söylediği gibi diyalektik, şeyleri ve onların zihindeki yansımalarını, temel olarak karşılıklı ilişkileri, birbiriyle bağıntıları, hareketleri, doğuş ve yokoluş koşulları içinde ele alır.
tarih bilimi, gerçek bir bilim olacaksa, artık sosyal gelişme tarihini kralların, generallerin davranışlarına, o devletteki fatihlerin ve galiplerin yaptıklarına indirgemekten kurtulmalı, bu bilim, her şeyden önce, maddî değerleri üretenlerin tarihi, emekçi yığınların tarihi, halkın tarihi olma yoluna girmelidir.
Üretim biçimi nasılsa, toplumun kendisi, toplumdaki düşün ve teoriler, politik görüş ve politik kurumlar da esas olarak öyledirler. Ya da, sorunu daha kabaca koyarsak, insanın yaşama biçimi nasılsa, düşünme biçimi de öyledir.
Toplumun varlığı, toplumdaki yaşam koşulları nasılsa, o toplumun düşünleri, teorileri, politik görüş ve politik kurumları da öyledir.
Marx, bu konuyla ilgili olarak şöyle diyor:
İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tersine, bilinçlerini belirleyen sosyal varlıklarıdır.
Dünya sürekli bir hareket ve gelişme halindeyse, eskinin ölmesi ve yeninin büyümesi bir gelişme yasasıysa, açıktır ki, artık değişmez sosyal sistemlerin, özel mülkiyet ve sömürünün sonsuz ilkeleri nin, köylünün toprak ağasına, işçinin kapitaliste baş eğdirilmesine ilişkin öncesiz ve sonsuz düşünler in varlığı olanaksız bir şeydir.
Bu yüzden, nasıl bir zamanlar feodal sistemin yerini kapitalist sistem aldıysa, kapitalist sistemin yerini de sosyalist sistem alabilir.
Toplumun varlığı, toplumdaki yaşam koşulları nasılsa, o toplumun düşünenleri, teorileri, politik görüş ve politik kurumları da öyledir.
Politikada hata yapmamak için hep ileriye bakılmalıdır, geriye değil.
Tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ilkel hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yokoluş, sürekli bir akış, sonsuz bir hareket ve değişme içindedir.
Nasıl ki zamanında feodal sistemin yerini kapitalist sistem aldıysa, kapitalist sistemin yerini de sosyalist sistem alacaktır.
Zor, yeni bir topluma gebe olan her eski toplumun ebesidir.
Bu sistemde işçiler kişi olarak bağımlılıktan kurtuldukları için, kapitalist onları öldüremez, satamaz; ama, üretim araçlarından yoksun olduklarından, açlıktan ölmemek için işgücünü kapitaliste satmak ve sömürü boyunduruğuna katlanmak zorundadırlar.
İnsanın yaşama biçimi nasılsa, düşünme biçimi de öyledir.
Şimdi, yasal olarak sahip olduğu 133 bin kitabı imha edilen bir vatandaş olarak benim karşı karşıya kaldığım soru şuydur: Devleti oluşturan güçler arasında yargı gücü var mıdır, yok mudur? Mahkemeler gerçekten var mıdır, yok mudur? Mahkemeler varsa, bunların kararları geçerli midir, değil midir?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir