İçeriğe geç

Şiirler Çağla Kitap Alıntıları – Süleyman Çobanoğlu

Süleyman Çobanoğlu kitaplarından Şiirler Çağla kitap alıntıları sizlerle…

Şiirler Çağla Kitap Alıntıları

böyle susuyorum ben çok değiştim
sense nasıl denir – hâlâ o kızsın
dinle ağlayarak çıkrık sesini
işte şu dünyada yapayalnızsın.

Süleyman Çobanoğlu

Çünkü yürek yangını kirli buzla dalaşır / Şiirler Çağ’la
Ömrün bütün eyyâmı biten ecre kadarmış,
Ovalar kadar hayat, baktım, hücre kadarmış
senin derdin içime bir kor salar bırakır
gel, omzuna abanmış yaralarla övüngen,
gel içimde biriken encâmını geri al!
Uyu. Yediveren gülleri bahçemizdedir
Ve sevdan arsız sarmaşıklar gibi içimde
Dertlerimiz ya uzakta bir denizdedir.
Ya saçlarından sonra unuttuğum mevsimde
örselenmiş taşlara aksak vuruyor gece:
küheylanım yoruldu, göğsümün vezni kırık
senin derdin içime bir kor salar bırakır
Güneş asılsız çıktı
Ve ışıklar tükendi..
Ki bana dualar et, her sürgün birgün gider
Böylece saldım kuşlarımı, biliyor musun?
Öfkeli sözler gibi uçuşsunlar istedim.
artık bitti savaşım.
Ağzın artık yanıyor. Artık anlatmalıyım.
Kim bu ağır şeyleri böylece diyebilir!
Demirden kapıları neden ıslatmayalım,
Ta çürüsün çürüyen; evet çürüyebilir!
en telve günahlara sarınıp da ölmüşken
kalanımız sâf durup mevlidler söylediler
Ben ki bunca yorgunum,
bir şey acır içimde bu göğsüme ne kattın?
son şiirler döküldü , artık bitti savaşım.
” dile ki yağmur yağsın en kirli taşa bile
Şiir, haddi olmayan bir denize varıyor.
Bilirsin kavuşmak yoktur islamlıkta
Kavuşan kısmı ancak gavurdur.
Ömrün bütün eyyâmı biten ecre kadarmış
Durup durup ıssız yerlerde
“güçlü ol ey kalbim, güçlü ol
Daha çok işimiz var” diyorum
küheylanım yoruldu, göğsümün vezni kırık
nasılsa kırılacak bilediğin her burgu
kalbindeki o ağır, kesîf taşa çarparak!
Ben ne duru karlarda beyazı beyaz gördüm,
Kanayan kanamıştı,yağan yağıp gitmişti
Yolu tez geçmelisin

çocuklar iyi kolej, yarasa kahramanlar
ki onlar küt pabuçlar yamalılar giymesin
onlara ölçü/biçim tesbitli diplomalar
içinde kıvrılmalı bir hayatçık verilsin

eski evler içinde eski hatlar bir düştür
olsa olsa ihtilâm, selim akılla zina

şimdi lütfen biraz cool, biraz sakin ol lütfen!

Kalbin ârabî
dudağın latin

yer gök koşmaya,
yaraya tütün

Ben ki bunca yorgunum, yorgun beni doğuran

eski tanışlar dâhil itimade mahal yok

benim kuşa kumruya saza maza karnım tok

kavi kabuk içinde artık alışın monşer
ermiş bir tosbâ gibi yalnız oturmalara

Sen sessiz bir saçakta çaylar dile, nehirler!
Dile ki yağmur yağsın en kirli taşa bile!

fakat şu yeşil cildi alır biri okur mu
rafta bir sahaf gibi yavaş yavaş bunuyor

Ne kaldı sanki bize güzdeki sağanaktan

eski bir dostmuş gibi söz edenlerden sakın

şiir sürgün sultandır, bir veremli beslenti,
ziyade kıymık toplar senin narin teninden

Senin ince gönlünü hangi kış kırabilir
Ey sırma nakışında sarkıt duran kelebek!

Son şiirler döküldü, artık bitti savaşım

Dünya, tufan sonrası daha rezil göründü

Ve sevdan arsız sarmaşıklar gibi içimde

Az sonra avuçların uyanacak. Ve sesin
Bir çiçeğe su gibi üstüme dökülecek

bütün acılar seninle gömülmüyor!

yaşmak böyle soğuk ve böyle çürümüşken
yetmiyor aynaların fısıldadığı masal!
gel, omzuna abanmış yaralarla övüngen,
gel içimde biriken encâmını geri al!

Sustur şu kalbini

kaldır dayanmanın ağır gürzünü
aç tavus yumuşak tüyünü bir bir
çok taşlar berhava eyle benimle;
çok benle şiir

senin derdin içime bir kor salar bırakır
tosbağalar, enikler ve kirazlar bilmezler

Bu hüner ne beyhude ve ne nafile kurgu!
O gidenin lehine, dedim, ne varsa bırak!
Nasılsa kırılacak bilediğin her burgu,
Kalbindeki o ağır, kesîf taşa çarparak!

Gel otur sundurması geniş çağ çardağında
Eğeri sat, aygırı; sat pusatı, gülü sat!
Kaldı ancak bir kırık temrenli sadağında,
Dile batır kendine, dile götür göle at!

bir Haşim gönder bana, İstanbul’a iyi bak,
o şehre bin şiirin kemikleri gömülü

Ben onunla dellendim, ben onunla yatıştım

Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Son şiirler döküldü, artık bitti savaşım.
“Senin ince gönlünü hangi kış kırabilir.”
senin ince gönlünü hangi kış kırabilir
benim kuşa kumruya saza maza karnım tok
bir zamanlar öyle ama o gençlikti bir ara
ben ki bunca yorgunum, yorgun beni doğuran
yer yok koşmaya,
yaraya tütün
yaşamak böyle soğuk ve böyle çürümüşken
yetmiyor aynaların fısıldadığı masal!
benim bir tek ölümüm yetseydi çağırmaya
ey çaresiz bakışlı, ey zıpkın gözlü, seni!
Uyu. Yediveren gülleri bahçemizdedir
ve sevdan arsız sarmaşıklar gibi içimde
dertlerimiz, ya uzaklarda bir denizdedir;
ya saçlarından sonra unuttuğum mevsimde
kumaşları gerdirip necîs ruhu kapattık,
püskürük yaramıza merhemler söylediler

en telve günahlara sarınıp da ölmüşken
Kalanımız sâf durup mevlidler söylediler

Son şiirler döküldü, artık bitti savaşım.
rahleler kapanınca kilere sığıyor mu
âlâ, çünkü seveni hâlâ pek bulunuyor
fakat şu yeşil cildi alır biri okur mu
rafta bir sahaf gibi yavaş yavaş bunuyor
deyişler hasatında sözlerin gülü koruk
şiirler çağla

yürek yangını kirli buzla dalaşır
şiirler çağ’la

Dile ki yağmur yağsın en kirli taşa bile
Ben ki bunca yorgunum,
yer yok koşmaya,
yaraya tütün
az sonra avuçların uyanacak. ve sesin,
bir çiçeğe su gibi üstüme dökülecek
saçlarım sırılsıklam, ey göğsümde biriken;
bir daha kanasaydın ben de deniz olurdum!..
senin derdin içime bir kor salar bırakır
tosbağalar, enikler ve kirazlar bilmezler
Ben seni alamam Âh Holofira
benim kuşa kumruya saza maza karnım tok
bir zaman öyle ama o gençlikti bir ara
kavi çabuk içinde artık alışın monşer
ermiş bir tosbâ gibi yalnız oturmalara.
Yüreğim bir su gülü
Saçlarım sırılsıklam, ey göğsümde biriken;
Bir daha kanasaydın ben de deniz olurdum!
Böylece saldım kuşlarımı, biliyor musun?
Öfkeli sözler gibi uçuşsunlar istedim
Ayna ayna de bana, söyle bana dolunay:
Hafıza mı, ölüm mü, hangisi daha kolay?
Bil ki ölüm gülün ta kendisidir
Şiir sürgün sultandır, bir veremli beslenti,
Ziyade kıymık toplar senin narin teninden
Ki bana dualar et, her sürgün bir gün gider
Kısa günler üstünde tek sözler ölümsüzdür.
Güneş asılsız çıktı. Ve ışıklar tükendi
İkimiz de titreyen fitillere kapandık
Tahtını kurmak için gözlerini beğendi;
Ağırladık geceyi, konuk ettik ve andık
Göğsünde yumru gibi acıyla doğdun Dede,
Amma bütün acılar seninle gömülmüyor!
Erme yârin bahçesi en hayalli yerinden
Dökülen sırra benzer,ki yalancı teninden
Kadife suyu yırtan kayalıklar görünür;
Bir yön olsun kayığa bindirenlerden sakın.
Uyu. Yediveren gülleri bahçemizdedir
Az sonra avuçların uyanacak. Ve sesin,
Bir çiçeğe su gibi üstüme dökülecek
Senin ince gönlünü hangi kış kırabilir
Sen sessiz bir saçakta çaylar dile, nehirler
Dile ki yağmur yağsın en kirli taşa bile!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir