İçeriğe geç

Fransa Sefaretnamesi Kitap Alıntıları – Yirmisekiz Mehmet Çelebi

Yirmisekiz Mehmet Çelebi kitaplarından Fransa Sefaretnamesi kitap alıntıları sizlerle…

Fransa Sefaretnamesi Kitap Alıntıları

Fransa memleketlerinde kadınların itibarı erkeklerden üstün olmağla, istedikleri ne ise, işlerler ve murad ettikleri yere giderler. En âlâ beyzade, en düşkününe haddinden ziyade riayet ve hürmet ederler; ol vilayetlerde hükümleri cârîdir.
Bu esnafa kralın akrabası olan karılar ve sair kibar karıları hintovlarından (at arabası) çıkup erkek elbiseleriyle ve elmaslar içinde atlara binüp kırıtarak silahşörlüğe başladılar. Anları (onları) temaşa iderek av yerine vardık.
Kanal ile gelirken halkın bizi seyretmeye rağbeti öyle bir mertebede idi ki, dört beş saatlik yerden gelüp nehrin kenarından bizi seyrederlerdi ve birbirinin önüne geçmek isterken nehrin kenarından suya düşerler idi.
Bundan sonra bizi bir odaya götürdüler. Bir oda ki, baştan başa peri yüzlü kızlarla resimlendirilmiş.
Dünya müminlerin hapishanesi, kâfirlerin cennetidir.
Marsilya’da büyük hastalık zuhur edüp, maazallah seksen bin kadar nüfus telef olmuş; belki daha ziyade olmak ihtimali ola. Purovane eyaletinde dahi hastalık zuhur etmiş. Tulon şehri ise ol eyaletten olmağla kendülerine bulaşmaktan ziyade korkuları olduğundan gelen kimselere otuz kırk gün ve bazılarına daha ziyade geçmedikçe yanaşmazlar. Bu ayrı durma günlerine Nazarto’da kırantene tabir ederler. Ol sebepten bunlar dahi kalyona çıkmayup ayni özürleri dilediler.
Sefaretname yalnız içinde anlatılanlar bakımından değil, kanaatimce, on sekizinci yüzyılın başındaki Türk cümlesini, hatta bir bakıma konuşma dilini en tabii şekilde aksettirmesi bakımından da büyük bir ehemmiyet taşımaktadır.
Akşam yakın olmağla konağımıza geldik. Yemekten sonra: Buyurun, havuza bakan pencereden bahçeyi seyredelim. dediler.
Bahçeye baktım: Beş, on binden ziyade kandillerle süslemişler. Öyle ki, ortalık gündüz aydınlığına dönmüş. Büyük havuzun iki tarafına kandiller dizip aksi urmuştu. Bir garip temâşâ idi.
Bu esnada anı gördük ki, bir beyaz şûleden bir sehpa meydana çıkıp üzerinde bir hilal şekli belirdi ve anın üstünde bir taç peyda oldu. Bunlar, her bir mülke bir nevi alamet işaret ederlermiş. Bizim padişahımızın alameti ay imiş. Bize göstermek içün ol şekli yapmışlar.
Biz dahi o durbin* ile aya baktık. Gayet büyük görünürdü. Durbine sığmaz idi ve hepsi bize öyle göründü ki, içi sünger gibi bir ekmek somunu ortasından kessek nasıl görünürse öyle bir hali vardı.
”Ve nice görmediğimiz kuşlar gördük ki hayran olduk ”
Bu güzel bahçeyi seyir ve temâşâ eyledikde Dünya müminlerin hapishanesi, kafirlerin cennetidir. sözündeki latif nükte aşikâre oldu.
Lala Merşal, kraldan sual idüp: Bu cevher kimindir? dedi. Kimin olsa gerek, benimdir dedi. Yok senin değildir, başındaki tâcındır. dedi.
Mareşal gelip âyan ve ekâbirden selam getirip Rica ve niyaz ederiz ki, hanımlarımız gelip iftar eylediğinizi ve yemek yediğinizi seyretmek isterler. Eğer ki izniniz olursa cümlemizi sevindirirsiniz ve belki kralımız dahi hazzeder dedi.
Çaresiz kalıp: Elimizden ne gelir, hoş geldiler, sefa geldiler dedik, gitti. Gördüm ki, akşama yarım saat kala bir iki yüz kadın, altın ve ziynet içinde ve elmaslara batmış halde gelip karşımıza sandalyelere oturdular. Konağımız kadınlar evine dönüp doldu, taştı. Sonra, etrafımızda olanlardan dahi iznimizi haber alanlar bir taraftan gelmede. Birkaç bin kadın içinde kaldık. Sanki düğün evine döndü. Hele her ne hal ise bu azâbı çekip iftar ettik ve yemek yedik.
Erkek ve kadın karışık olmasıyla şehrin içi ziyade kalabalık görünür. Dükkanlarda oturup alışveriş edenler hep kadınlardır.
Paris şehri, aslında İstanbul kadar yoktur. Lâkin binaları üçer, dörder kat olup yedi kat yapılmış haneleri dahi çoktur.
Velhâsıl, versal bir bahçedir ki, dört saray ve dört bahçeden ibarettir. Hepsinin dolaşması yedi saat kadar mesafe imiş.
”Dünya mü’minlerin hapishanesi, kâfirlerin cennetidir. ”
Paris şehrine mahsus bir oyun varmış. Opera derlermiş. Acayip sanatlar gösterirmiş. O şehre mahsusmuş.
Şehrin kibarları varırlar, vasi dahi ekseriya varır, Kral bile ara sıra gelirmiş. Bir gün bizi vasi Mareşal davet eyledi. Anı seyre gidecek olduk.
Vasinin Sarayı’na bitişik bir yere vardık. O saraya mahsus Opera için yapılmış. Rütbesine göre herkesin mahsus oturacak yerleri var.
Bizi kralın oturduğu yere götürdüler. Kırmızı kadife ile döşenmiş idi. Mareşal dahi gelmiş, yerinde otururdu.
Her taraf erkek ve kadın ile baştan başa dolmuştu. Ve yüzden fazla çeşitli saz hazırdı. Akşama bir saat vardı. Her tarafı kapalı olmakla birkaç yüz balmumu ve billûr avizelerle hesapsız mumlar yanmıştı. O mahal ziyade tekellüflü yapılmış olup cümle trabzanları ve direkleri ve dört yanı ve tavanı halkârî olup ve gelen kadınlar ipekli kumaşlara ve Cevahirlere gark olmuş bulunup mumların alevinden öyle bir şaşırtıcı parlaklık meydana gelmiş ki, tâbir olunmaz.
Fransa memleketlerinde kadınların itibarı erkeklerden üstün olmağla istedikleri ne ise, işlerler ve murad ettikleri yere giderler.
Bunların vilayetlerinde büyük hastalık çıktıkda, başka vilayetlerden gelen kimesnelere nice günler karışmayıp temas etmeksizin konuşup sohbet ederler.
Bizim vardığımız esnada Allah’ın emriyle Marsilya’da büyük hastalık zuhur edüp, maazallah seksen bin kadar nüfus telef olmuş; belki daha ziyade olmak ihtimali ola.

Purovane eyaletinde dahi hastalık zuhur etmiş. Tulon şehri ise ol eyaletten olmağla kendülerine bulaşmaktan ziyade korkuları olduğundan gelen kimselere otuz kırk gün ve bazılarına daha ziyade geçmedikçe yanaşmazlar. Bu ayrı durma günlerine Nazarto’da kırantene tabir ederler.

Paris şehrine mahsus lûub var imiş, adına Opera dirler imiş.
Bizim vardığımız esnada Allah’ın emriyle Marsilya’da büyük hastalık zuhur edüp, (veba salgını) maazallah seksen bin kadar nüfus telef olmuş; belki daha ziyade olmak ihtimali ola kendilerine bulaşmaktan ziyade korkuları olduğundan gelen kimselere kırk gün ve bazılarına daha ziyade geçmedikçe yanaşmazlar. Bu ayrı durma günlerine Nazaro’da kırantene (karantina) tabir ederler. Hele her ne hal ise, kırk gün tamam oluncaya kadar ol sıkıntılı yerde kalındı.
Kral on bir yaşını tamamlayıp on iki yaşına basmış.
Kral askerlerini bize seyrettirmek için etraftaki bazı kışlalarda bulunan piyade ve süvari recimentleri getirmiş ve çoğuna yeni elbiseler kestirmişler ve cem’an otuz binden ziyade asker tertip ve tedarik edip olduğumuz haneden kral sarayına dek dizmişlerdi.
Kanal ile gelirken halkın bizi seyretmeye rağbeti öyle bir mertebede idi ki,dört beş saatlik yerlerden gelip nehrin kenarından bizi seyrederlerdi ve birbirlerinin önüne geçmek isterken nehrin kenarından suya düşerlerdi.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Fransa memleketlerinde kadınların itibarı erkeklerden üstün olmağla istedikleri ne ise, işlerler ve murad ettikleri yere giderler.
Bunlar, teravih kıldığımızı ertesi günü haber almışlar.
yine iftara yarım saat kalınca bir iki bin avrat, kızlar çıkageldiler.
Her biri şekerleme ve çörekler getirdiler. İftar ve tam eyledik.
Bunlar gitmezler, saat üçe varınca otururlar.
Meğer bunlar namazı beklerler imiş.
Çare yok, abdest alıp namaz kıldık.
Anı gördüm ki, akşama yarım saat kaldık da bir iki yüz avrat altın ve ziynet içinde ve elmasları batmış halde gelip karşı ve karşı sandalyelere oturdular.
Güya konağımız kadınlar evine dönüp doldu taştı.
Sonra etrafımızda olanlardan dahi iznimiz haber alanlar bir taraftan gelmede.
Birkaç bin kadın içinde kaldık.
Sanki düğün evine döndü.
Her ne hal ise bu azabı çekip iftar ettik ve yemek yedük.
Bize büyük ikramda bulundu. Kralı görmeden hazzedermisiniz? deyu sual eyledi. Biz dahi: Zahir o da bir padişahtır. Padişah görmeden hazzolunmaz mı? diyerek memnun olacağımızı belli ettik. Hele yemek hazır oluncaya dek size Kralı seyrütttirelim deyu elimize yapıştı, gittik.
Sonra bahçeyi gezüp dolaştık. Meğer bu dizdar çiçek severmiş.
Tohumdan gelme diye sürü Girit lalesi yetiştirmiş.
Hatta ol vakitde birkaç tane Girit katmerli si açılmıştı ve biz Tulon’a geldiğimizden bu vakte değin her vardığımız konaklarda sümbül, menekşe gibi bahar çiçekleri getirirlerdi.
Nazaratto limanında demir bırakup on pare selam topu artık.
Liman etrafında sefinelerden ve burçlardan üç yüz kadar top atılıp azim şenlikler ettiler.
Fransa memleketlerinde kadınların itibarı erkeklerden üstün olmağla istedikleri ne ise, işlerler ve murad ettikleri yere giderler. En âlâ beyzade, en düşkününe haddinden ziyade riayet ve hürmet ederler; ol vilayetlerde hükümleri cârîdir.
“Velhâsıl, Versailles bir bahçedir ki, dört saray ve dört bahçeden ibarettir. Hepsinin dolaşması yedi saat kadar mesafe imiş.”
“Gönüllere ferahlık veren bir saray ve gamlara devâ olan acaip düzen müşahede olundu ki güzellikleri dil ile anlatılmaz.”
“Biz içeri girdik de cümlesi ayağa kalktılar. Ve kralın yanına yaklaştık da kral dahi ayağa kalktı.”
Burada üç büyük arslan var idi ve birinde iki kaplan var idi. Ve diğer hücreler de ayılar, kurtlar, tilkiler, karakulluklar ve maymunlar ve şebekler ve nice görmediğimiz şekli garip, biçimi acaip hayvanlarla dolu idi.
Biz dahi ol dürbinle ay’a baktık. Gayet büyük görünürdü. Durbine sığmaz idi ve hepsi bize öyle göründü ki, içi sünger gibi bir ekmek somunu ortasından kessek nasıl görünürse öyle bir hali vardı.
Her gece bunlar gelüp iftar ve taam ile namazımızı temaşa etmek için yalvarır oldular, izin verdük. Cemaatle oturup gece teravihi tamam eda idüp ilahiler ve tesbihlerle bütün kadınlar bizleri seyretti ve hayran oldular.
Bir bahçe daha gördük, kralın imiş. Bu bahçe birkaç daireden ibarettir. Bir dairesi Teşrihhanedir. Mahsus müderrisi var. Ne kadar kuş varsa teşrih edüp mahsus odalara komuşlar.
Velhasıl, Versal bir bahçedir ki, dört saray ve dört bahçeden ibarettir. Hepsinin dolaşması yedi saat kadar mesafe imiş.
Ve ağaçların kapusuyle ve dehliziyle odalar yapmışlar. Yeşil yaprak ile örtülmüş, ağaçları türlü türlü şekillere komuşlar.
Acaip mahluklar temaşa eyledik. Ve ol köşkten hayvanlar olan mahalle değin meydanı delüp kaldırım taşı aralarına küçük fıskiyeler koymuşlar.
Gönüllere ferahlık veren bir saray ve gamlara deva olan acaip düzen müşahede olundu ki güzellikleri dil ile anlatılamaz.
Bunun aslı bir hikayeyi canlı göstermek. Her mecliste bir başka hikayeyi henüz oluyormuş gibi gösterdiler.
Paris şehrine mahsus bir oyun var imiş. Opare derler imiş. Acaip san’atlar gösterirmiş.
Merşal; Kralımızın güzelliğine ne dersiz? diye sual eyledi. Maşallah dedik. Henüz onbir yaşında, dört aylıktır. Şimdi bu boyu bosu ile hiç güzel olmaz mı? Hem saçları da takma değildir, bakın? deyu kralı tutup arkasını çevirdi. Biz dahi saçlarına yapışıp ohşadık.
Kral on bir yaşını tamam idüp on iki yaşına basmış. Yüzü gayet güzel olup elmaslara garkolmuş, altın sırmalı elbiseleriyle meclise şa’şaa veriyordu.
Kral yanına vardıkta temenna suretinde elimizi başımıza koyup sonra Name-i Hümayun’u alup: Şevketlu ve azametlu ve heybetlu ve salabetlu ve mehabetlu Islam Padişahı velinimetim efendim Sultan Ahmet Han İbni Sultan Mehmet Han Hazretleri’nin Name-i Hümayun-ı Şevketmakrunlarıdır dedik.
Perhizleri vaktine rastladığı için kendileri yemeyüp sofranın etrafını çevirüp seyrederlerdi. Hatırları için sabrederdik. Anlar ise yemek seyretmeyi adet edinmişler. Faraza kralın yemek yediğini seyretmek isteyen, varup seyretmesine izin alır, adetleri böyle imiş. Daha garip olanı bu ki, kral yatağında nasıl yatar ve nasıl kalkar ve nasıl giyinir, seyrü temaşa ederler imiş.
Kralımız kendi hintovunu size ikram olsun diye göndermişlerdir diyerek iki yüz kadar süslü ve seçme arabalarla geldiler.
Sonra bu yerden kalkup Orliyan nam bir büyük şehre vasıl olduk ki, Paris’e yirmi saatlik yerde olup emin bir mahal olmağla kal’ası köhne kalup pek bakmamışlar, harapça.
Meğer Merşal(Mareşal) Osmanlı hiç görmemiş, bizi görmek istermiş. Davet itsek elçi efendi gelmez diye hanemize gelmeği göze alamamış.
Bordo şehrinin, gördüğümüz şehirlerde benzeri yok. Gerek yapılış bakımından, gerek binalarıyle gayet rana, yapılışı güzel, tarzı hoş, mamur şehirdir.
Kanal ile gelirken halkın bizi seyretmeye rağbeti öyle bir mertebede idi ki, dört beş saatlik yerlerden gelüp nehrin kenarından bizi seyrederlerdi ve birbirlerinin önüne geçmek isterken nehrin kenarından suya düşerler idi.
Hele her ne hal ise, kırk gün tamam oluncaya kadar ol sıkıntılı yerde kalındı.
Bu ayrı durma günlerine Nazarto’da kırantene tabir ederler.
Bizim vardığımız esnada Allah’ın emriyle Marsilya’da büyük hastalık zuhur edüp, maazallah seksen bin kadar nüfus telef olmuş; belki daha ziyade olmak ihtimali ola.
Fransa memleketlerinde kadınların itibarı erkeklerden üstün olmağla istedikleri ne ise, işlerler ve murad ettikleri yere giderler. En âlâ beyzade, en düşkününe haddinden ziyade riayet ve hürmet ederler; ol vilayetlerde hükümleri cârîdir.
Paris şehrine mahsus bir oyun var imiş. Opâre derler imiş. Acaip san’atler gösterirmiş. Ol şehre mahsus imiş . Şehrin kibarları varırlar , vasi dahi ekseriya varır , kral bile ara sıra gelir imiş.
Fransa memleketlerinde kadınların itibarı erkeklerden üstün olmağla istedikleri ne ise , işler ve murad ettikleri yere giderler. En âlâ beyzade , en düşkününe haddinden ziyade riayet ve hürmet ederler ; ol vilayetlerde hükümleri cârîdir.
Fransa memleketlerinde kadınların itibarı erkeklerden üstün olmağla istedikleri ne ise, işlerler murad ettikleri yere giderler. En âlâ beyzade, en düşkününe haddinden ziyade riayet ve hürmet ederler; ol vilayetlerde hükümleri cârîdir.
Kanal ile gelirken halkın bizi seyretmeye rağbeti öyle bir mertebe idi ki, dört beş saatlik yerlerden gelüp nehrin kenarından bizi seyrederlerdi ve birbirlerinin önüne geçmek isterken nehrin kenarından suya düşerler idi.
Fransa memleketlerinde kadınların itibarı erkeklerden üstün olmağla istedikleri ne ise, işlerler ve murad ettikleri yere giderler .
Hele her ne hâl ise, kırk gün tamam oluncaya kadar ol sıkıntılı yerde kalındı. Kırantene tamam olduktan sonra tayin olunan beyzâde henüz yanımıza gelmeyüp haber göndermiş ki:..
Yok ille taklit edeceğim diyorsa, böyle tek
yanlı taklit olmaz.
Bu güzel bahçeyi gezip dolaşırken,
«Dünya müminlerin cehennemi, kâfirlerin ise cennetidir.» şeklindeki hadis’teki espriyi daha iyi anladık.
Paris şehri, aslında, İstanbul kadar yoktur.
Nihayet Şevval-i Muazzam’ın dokuzuncu günü Paris şehrinden hareket ve vatana dönmek üzere yola çıkıldı. Yolumuzun üzerinde nice köy ve kasabalar temaşa ederek Set kal’asına gelüp zilkade ayının ondördüncü günü kalyona binüp Zilhicce-i Şerif ‘in on altıncı günü Dar’üs-Saltanat’ül Aliyye limanına demir atıp vüsul müyesser oldu.
EL HAMDÜ LİL’LAAHİ ALÂ DÎN-İ İSLAM
Paris şehrinde mahsus bir oyun var imiş.Opâre derler imiş. Acayip san’etler gösterirmiş. Ol şehre mahsus imiş. Şehrin kibarları varırlar, vasi dahi ekseriys varır,kral bile ara sıra gelir imiş . Ol saray mahsus Opâre için yapılmış. Rütbesine göre herkesin mahsus oturacak yerleri var.
Bizi kralın oturduğu yere götürdüler. Kırmızı kadife ile döşenmiş idi .Vasi Merşal dahi gelmiş, yerine otururdu. Her taraf erkek ve kadın ile baştan başa dolmuş idi. Ve yüzden fazla çeşitli saz hazır idi.
Akşama bir saat var idi. Her tarafı kapalı olmakla birkaç yüz balmumu ve billur avizeler ve hesapsız mumlar yanmış idi.Ol mahal ziyade tekellüflü yapılmış olup cümle trabzanları ve direkleri ve dört yanı ve tavana halkâri olup ve gelen kadınlar ipekli kumaşlara ve cevahirler e ğark olmuş bulunup mumların alevinden öyle bir şaşırtıcılık parlaklık meydana gelmiş ki tabir olunmaz.
Merşal;Kralımızın güzelliğine ne dersiniz ?diye sual eyledi. Maşallah dedik. Henüz onbir yaşında dört aylıktır. Şimdi boyu posu ile hiç güzel olmaz mı? Hem saçları da takma değildir, bakın? deyu kralı tutup arkasına çevirdi biz dahi saçlarını ohşadık. yürüyüşü dahi güzeldir. Şöyle yürüyünüz, görsünler!dedi. Kral dahi Divanhane ortasına deyin yürüyüp yine avdet eyledi. Daha süratli harekete ile koştuğunuzu dahi görsünler! dedi. Kral dahi tekrar koşarak Divanhane ortasına varıncaya kadar avdet etti.
Merşal: Beğendiniz mi deyu sual eyledi. Biz dahi: Bârekellah deyu cevap eyleduk.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir