Şeyh Muhammed El Nefzavi kitaplarından Kokulu Bahçe kitap alıntıları sizlerle…
Kokulu Bahçe Kitap Alıntıları
Yanlışlarım da vardır mutlaka
Yüce Tanrım bana merhamet et
Kıyamet günü beni cezalandırma
Okuyucum! Sen de gel beni affet
Hayırlısıyla!
hünerleri birbirinden üstün yedi de km varmış. Bu kızlar, aralarına hiç erkek çocuk karışmadan birbiri ardından doğmuşlar. O zamanların güçlü kralları, hükümdarları bu kızlar ile evlenmek isterlermiş ama kızlar kimseye yüz vermezmiş .
Yedisi de erkek gibi ata biner, erkek gibi giyinirmiş. Kılıç , kalkan, mızrak kullanmada öyle ustaymışlar ki, erkekler başa çıkamazmış onlarla. Herbirinin ayrı ayrı sarayları, köleleri ve hizmetçileri varmış. İçlerinden birine talip olan erkek,
kızların babası olan krala başvurur, o da bunu kızına iletirmiş. Ama yedisinin de cevabı hep Asla, Allah yazdıysa
bozsun! olurmuş. Kızların bu davranışları biraz garip karşılanıyormuş , kimse nedenini bilmiyormuş. Bu durum, babalarının ölümüne kadar böyle sürüp gitmiş. O zaman en büyük kız babasınıın yerine geçip kraliçe olmuş. Bu en büyük kızın adı Fazıl Cemal (güzellik çiçeği), sonrakilerin de sırasıyla, Sultan el Akmer (mehtabın sultanı), Bedia el Cemal (eşsiz güzel), Verda (gül), Mahmude (değerli), Kamile (kusursuz) ve Zehra (beyaz yüzlü güzel) imiş. En küçükleri Zehra, içlerinde en akıllı ve en zeki olanıymış . Ava da çok meraklıymış. Bir gün avdayken, bir başka avcı ile karşılaşmış . Adam selam verince o da karşılık vermiş. Zehra’nın yanında yirmi atlı olduğunu gören süvari, onu önce erkek sanmış ama sesinden dolayı kadın olabileceğini düşünmüş. Ama Zehra’nın yüzünü örten haik nedeniyle ne olduğuna karar verememiş . Sonunda, cariyelerden birine yaklaşıp sormuş. Kadın olduğunu öğrenince Zehra ‘ya doğru at sürüp, onunla konuşmaya başlamış. Biraz
sonra bir su başına varmışlar. Süvari, yemeğini onunla paylaşmak istemiş ama Zehra ne yiyeceklere el sürmüş ne de
yüzünü açmış.
Ama prensesın hali tavrı , zarafeti , incecik beli, narin ellerini izlemek, süvarinin içine aşk atqi düşürmeye yetmiş
de artmış bile. Sonra süvari Zehra’ya sormuş: Sizin kalbinizde arkadaş-
lığa yer var mı? diye.
Zehra Bir erkeğin bir kızla arkadaş olması uygun değildir. Kalpler yakınlaşır yakınlaşmaz, şehvet duyguları öne çı-
kar. İkisi de sonunda şeytana uyarlar, çok geçmeden de dillere düşüp rezil olurlar, demiş. Süvari Ama bu arkadaşlık gerçek sevgi ve saflığa dayanırsa , ihanet ve yalanlardan uzaksa? diye üstelemiş.
Zehra ödün vermemiş: Eğer bir kadın , erkeğe olan duygularına mani olamazsa, iftiradan ve aşağılanmaktan kurtulamaz. Acılarıyla orta yerde yalnız başına kalıverir.
Ama bizim aşkımız gizli kalabilir. Bu kuytu yer bizim buluşma yerimiz olabilir. Kimsenin haberi olmaz!
Mutlaka bir duyan bir gören olur. Yakalanırız ve herkesin diline ui.işeriz.
Ya aşk? Aşk yaşamın sevinci, mutluluğun kaynağı değil mi? Sevgililer buluşup koklaşmadan, sevişip okşanmadan
nasıl mutlu olabilirler ki? Kim aşk uğruna her şeyi göze almaz, her şeyi feda etmez?
Sözlerin aklımı, bakışların kalbimi çeliyor. Artık bu konuyu kapatsak iyi olacak, demiş Zehra.
Bu sözlerin benim için zümrütlerden daha değerli. Ve doğru söylüyorsan. Ama aşk ateşi içime düştü bile benim.
İçime kök saldı. Onu oradan söküp atamam. Senden ayrı olursam artık yaşayamam.
Zehra ayağa kalkıp Yeter artık! uiye sert bir sesle konuşmuş. Sonra Tanrı isterse yine bir gün karşılaşırız, demiş, vedalaşıp atına binmiş ve adamlarıyla beraber oradan
uzaklaşmış .
Bu süvarının adı Ebu el Heyca imiş. Babası Harun, çok ünlü ve çok zengin bir tüccarmış. Malikaneleri, prensesin
sarayına bir günlük bir yoldaymış. Ebu el Heyca eve dönmüş , ama artık yerinde duramaz, gözüne uyku girmez bir
adam olmuş . Sonunda bir temür151 kuşanmış , başına siyah bir sarık sarmış, kılıcını da temürünün içine saklayıp, can
yoldaşı zenci Mümin’i yanına alıp düşmüş yola. Bütün gece ve gün yol almışlar, Zehra’nın sarayının yakınlarına gelmiş-
ler. Oralardaki tepelerin arasında buldukları bir mağaraya saklanmışlar. Genç aşık, bir ara dışarı çıkıp sarayı gözlemiş, bir gelen bir giden var mı diye bakmış . Ama hiçbir
şey göremeyince, gün batarken mağaraya geri dönmüş, arkadaşının dizine yatıp uyumaya başlamış. Bir zaman sonra,
can yoldaşı onu uyandırmış . Ebu el Heyca Ne oluyor Mümin, ne var? diye sormuş .
Mümin, Efendim, mağarada sesler duydum. Galiba bir de meşale yakıldı, diye cevap vermiş. Ebu el Heyca, hemen kalkıp, koca mağarayı dikkatle araştırınca. Mümin’e
hak vermiş . Çünkü mağaranın dibinde bir yerlerden zayıf bir ışık görülüyormuş. Işığa doğru ilerlemişler, karşılarına büyük bir dehliz çıkmış. Genç adam, sadık kölesine yerinde kalmasını söyleyip, dehlizin içine dalmış. Orada bir mahzen
görmüş, hemen oraya yönelmiş.
Oraya açılan bir aralıktan bakınca ne görsün? Koca dağın altına sanki bir saray oyulmuş ! Her yer altın dolu, göz
kamaştıran eşyalar, daha neler neler. Genç aşık, daha dikkatle bakınca Zehra’yı ve onun etrafındaki birbirinden güzel
yüz bakireyi görmüş. Hepsi birden yiyip içiyorlarmış. Gördüklerinden şaşırmış, hemen Mümin’in yanına gidip,
Hemen kardeşim Ebu el Hahk’a git, al onu buraya getir! demiş. Mümin, deli gibi at sürüp, efendisinin en yakın ve
en sevdiği bu arkadaşını bulmuş. Olanları anlatmış. Ebu elHalfik da hemen kılıcını kuşanıp gıyınmiş, en güvendiği kö-
lesini çağırmış ve üçü birden doludizgin mağaraya gelmişler.
O zamanlar, Ebu el Heyca, Ebu el Haluk ve Mi.imin en
korkusuz üç yiğit diye bilinirlermiş çevrelerinde, kimse on-
larla baş edemezmiş.
Ebu el Heyca, arkadaşını görünce koşup sarılmış , ve ona
Zehra’yı gördükten sonra olanları bir bir anlatmış. Ebu el
Haluk, şaşkınlık içinde dinlemiş .
Karanlık tekrar basınca, mağaradaki o mahzende gene
meşaleler yakılmış, ziyafet başlamış. Genç aşık, arkadaşına
Git şu aralıktan bak. O zaman hem bana hak verecek,
hem de sözlerimin doğruluğunu anlayacaksın , demiş. Ebu
el HalGk söyleneni yapıp içerideki zenginliği, genç bakireleri ve Zehra’nın güzelliğini görünce adeta büyülenmiş. Hangisi senin aklını başından alan bunların içinde? diye sormuş. Ebu el Heyca, Şu mücevher kakmalı tahta oturup, eşsiz endamı, tatlı tebessümü ile alev gibi parlayan kız var
ya, o! diye cevap vermiş . Ebu el HalGk Ya biraderim, gözünden kaçan bir şey var, demiş.
Neymiş o?
Burası pek öyle namuslu bir yere benzemiyor. Söylediğine göre buraya hep gece geliyorlar bunlar. Durmadan da
yiyip içiyorlar. Pek hoş değil doğrusu!
Peki ne olacak?
Bence sen Zehra’ya yaklaşırsan anca burada yaklaşırsın. Allah’ın izniyle beraberce bunu sağlarız.
Neden? diye sormuş Ebu el Heyca.
Arkadaşı .. Anlaşılan burası bir fuhuş yuvası. Ve sanırım senin sevdiğin kız, kızlarla sevişmekten hoşlanıyor. Demek
ki erkt:klere ilgisi yok.
Ah kardeşim, demiş Ebu el Heyca. Senin görüşlerine güvendiğim için gelip bana yardım etmeni istedim. Haklısın.
Peki şimdi ne yapacağız?
Sabah ola hayır ola !
Ertesi sabah, o aralığı genişletmişler, oradan geçecek duruma getirmişler. Atlarını da, vahşi hayvanlardan ve hırsızlardan korumak için emin bir yere gizlemişler. Sonra dördü
birden ellerinde kılıçlarıyla içeri girip etrafı araştırmaya başlamışlar. İçerideki şamdanlardan birini yakınca, gördüklerine
inanamamışlar. Binbir değerli eşyayla bezenmiş, süslenmiş bir yeraltı sarayıymış burası. Birçok odada yataklar, sedirler,
değerli halılar, üzerleri yiyecek dolu sofralar varmış . Sonunda küçük bir kapıya varmışlar. Kapının küçüklüğü i lgilerini
çekmiş. Ebu el Halık, Galiba bu kapı saraya giden bir tünele açılıyor, demiş. Sonra hep beraber, orada kimsenin onları göremeyeceği ama onların her yeri görebileceği kuytu bir yer bulup gizlenmişler, beklemeye başlamışlar. Akşama doğru, zenci bir cariye, elinde bir meşaleyle o
kapıdan girip bütün şamdanlardaki, avizelerdeki mumları yakmış. Yatakları düzeltmiş , sofraları hazırlamış . Türlü türlü
et yemekleri, içkileri ziyafete hazırlamış. Sonra da her yere güzel kokulu sular serpmiş. Biraz sonra da bütün genç kızlar görünmüşler. Yarı bitkin bir halde divanlara uzanmışlar. Cariyeler de onlara yiyecekler taşımışlar. Biraz sonra hep birlikte yiyip içip şarkılar söylemeye başlamışlar.
Dört erkek, onların içkiden adamakıllı mahmur olduklarını anlayınca, kılıçlarını sıyırıp hemen içeriye dalmışlar ve
kılıçlarını kızların başları üstünde çevirmeye başlamışlar. Sonra kızların peçelerini çıkarıp giydikleri haiklerin önlerini
açmışlar. Zehra, yerinden kalkıp bağırmış hemen: Kimsiniz siz? Gecenin bu vaktinde buraya nasıl geldiniz? Yerden mi
bittiniz, gökten mi düştünüz? Ne istiyorsunuz?
Erkekler hepsi birden, ‘·Sevişmek ve düzüşmek istiyoruz ! diye bağırmışlar.
Zehra Kiminle? diye sormuş .
Ebu el Heyca Seninle gözümün nuru, uiyerek ona yaklaşmış.
Kimsin sen?
Ben Ebu el Heyca’yım.
Beni nereden tanıyorsun?
Avda karşılaşıp sohbet etmiştik.
Buraya nasıl ve niye geldin!
Tanrı’nın izniyle ! Seni görmek için.
Zehra bu cevabı duyunca soru sormaktan vazgeçmiş , bu adamlardan nasıl kurtulacağını düşünmeye başlamış. Genç
kızların arasında, fercleri zırh gibi mühürlü olup da hiçbir erkeğin bozamadıkları da varmış, Muna (arzu yatıştıran) gibi
ne yese bana mısın demeyenleri de. Zehra , kendi kendine
Ben bunlara öyle bir şart koşayım ki, başarısız kalsınlar,
ya da ilikleri kuruyuncaya kadar düzüşsünler, sıra bana gelince de bu Ebu el Heyca bana ilişemeyecek kadar yorgun
olsun, diye düşünüp bir plan yapmış.
Sonra genç adama, Peki ! demiş . Ama şartlarımı yerine getiremezsen, bana elini sürmeyeceğine söz vermelisin!
Peki, söz veriyoruz, diye hepsi cevap vermiş .
Üstelik hepiniz benim esirim olacak ve her emrime itaat edeceksiniz, kabul mü?
Gene dördü birden Kabul ! diye bağırmışlar. Zehra bunun üzerine hepsini sözlerini tutacaklarına yemin ettirmiş .
Sonra elini Ebu el Heyca’ ya uzatıp, Sen, demiş. Buradaki seksen bakireyi ardarda bozacaksın ama hiç boşalmayacaksın! Sana şartım bu. Ebu el Heyca, heyecanla Kabul ediyorum, diye bağırmış .
Onu hemen içinde birçok yatak olan bir odaya sokup seksen bakireyi an.iarda içeri göndermiş . Adam hepsini birerkadın yapmış ama bir damla bile boşalmamış . Bütün kızlar buna şehadet edince, herkes Ebu el Heyca’nın erkeklik gücüne ve dirayetine hayran kalmış.
Prenses zenciye dönüp Sen! demiş . Adın nedir? Hepsi birden Mümin diye cevap vermişler. Zehra, parmağıyla Muna’yı gösterip Elli gün elli gece bu kadınla kapa-
nıp, hiç durup dinlenmeden onu düzeceksin. İster boşal , ister boşalma. Sen bilirsin. Ama yorulur da dinlenmek istersen, şartı bozmuş sayılırsın, demiş .
Diğerleri bu şartın çok ağır olduğunu söyleyip, bağırarak itiraz etmişler ama Mümin onları susturup Kabul ediyorum, demiş . Çünkü o kendi gücünü çok iyi biliyormuş .
Sonra Muna’nın yatak odasına gitmişler ve Zehra. kadına en ufak bir duraklamada kendisine haber vermesini söylemiş.
Genç kız, bu sefer, diğer adama dönüp, Peki ya sen kimsin? diye sorunca, Benim adım Ebu el Halk, demiş sadık arkadaş .
Sen ise bu kadınlarla kızların arasında gece gündüz otuz gün kalacaksın. Aletin hep kalkmış olacak ve hiçbirine
elini bile sürmeyeceksin. Sonra son adama sormuş adını, o da Felah (emeline
ulaşan) demiş. Sen de burada kalıp hepimize hizmet edeceksin.
Zehra, akıllı davranıp, adamların şartları yerine getiremediklerinde, bir bahane yaratmamaları için hepsine ne yemek
istediklerini sormuş.
Ebu el Heyca, içecek olarak balla karıştırılmış deve sütü, (hiç su istememiş), yiyecek olarak da bol etli, bol soğanlı nohut yahnisi istemiş .
Ebu el Halk, etli soğan yahnisi, içecek olarak da soğan suyu ile inceltilmiş bal istemiş.
Mümin ise, bol bol yumurta sarısıyla ekmek.
Ebu el Heyca, şartını yerine getırınce, Zehra ‘ya artık kendisini teslim etmesini söylemiş . Ama Zehra Olmaz öyle şey. Şartım, hepinizin görevlerinizi eksiksiz yapması üzerineydi, sadece seninkini değil! diye terslemiş onu. Ve eklemiş : Biriniz bile başaramazsanız, hepiniz kölem olacaksı-
nız, unutmayın! Ebu el Heyca, çaresizce, orada oturup, yiyip içerek arkadaşlarının nasıl bir sonuç alacağını beklemeye başlamış. Prenses, başlangıçta hepsinin, en azından birinin pes edeceğini düşünüyormuş . Ama aradan yirmi gün geçmiş, tedirgin olmaya başlamış. Hele otuzuncu gün de geçince artık ağlamaklı olmuş . Çünkü o gün, Ebu el HalGk’un son günüymüş ve o da işini şanla şerefle bitirip, gelip arkadaşının yanına oturup. Mümin’in görevini tamamlamasını beklemeye
başlamış . O andan itibaren, bütün ümidini, zencinin başarısızlığına bağlayan prenses, onun eninde sonunda pes etmesi için dua
etmeye başlamış. Hergün Muna’ya birini gönderip haber sorduruyormuş, o azgın Muna da, adamın dur durak bilmeden kendini düzdüğünü, yornlmak şöyle dursun, daha da azgınlaştığını söylüyormuş hep. Ama, kendine bir şans daha
yaratmak için, her iki adama bunun tersini söylemiş Prenses . Demiş ki: Muna haber gönderdi, Mümin’in bacakları
titremeye başlamış! diye.
Bunu duyan Ebu el Heyca, prensesin tuzağına düşüp hırsla ayağa kalkmış ve içeriye doğru bağırmış: Hele o Mümin
görevini yerine getirdikten sonra, düzüşmeyi ilaveten daha bir on gün daha sürdürmezse, ölümlerden ölüm beğensin!
Bunun üzerine Mümin. Zehra’nın bütün ümitlerini boşa çıkaran bir iştiyakle on gün daha kalmış içeride. Erkeğe doymayan Muna bile, bu görülmemiş erkeklik gücü karşısında pes edip zenciye hayran olmuş, o sönmeyen ateşi nihayet yola girmiş Sonunda Mümin de salona gelip arka-
daşlarının arasına oturmuş . Ebu el Heyca, Zehra’ya dönüp, Biz şartları yerine getirdik. Şimdi sıra senin sözünü tutmana geldi, demiş. Prenses Haklısın ! diyerek kendini teslim etmiş ve Ebu el Heyca onun ne eşsiz bir kadın olduğunu o zaman anlamış . Zenci Mümin de Muna ile evlenmiş . Ebu el Halık
ise, oradaki bakireler arasında en beğendiği ile yaşamını geçirmeye karar vermiş.
Sonra hepsi o sarayda , ölüm onları ayırana dek mutluluk içinde, muhabbet içinde, zevk içinde yaşamışlar. Tanrı rahmetini bütün Müslümanlardan ve onlardan esirgemesin.
Amin ! İşte, son öykü bu. Bu öyküyü size nakletmemin nedeni, erkeğin cinsel gücünü artıran yemeklerin ve reçetelerin
etkisinin doğnı olduğunu kanıtlamaktı. Bütün bilginler bunların yararlarında hemfikirdir. Başka bir tarif daha vermek istiyorum: Ezilmiş veya dövülmüş soğanın suyundan bir ölçü alıp bunu iki ölçek saf
bal ile karıştırın. Sonra bunu bir ocağın üzerine koyup soğanın suyu uçana kadar ısınmasını bekleyin, kalanını soğumaya bırakın. Bunun bir evkiyasını üç evvak su ile karıştırıp, kuru nohutu bunun içinde bir gün ve bir gece yumuşamaya bırakın.
Bu içecek, kışları ve yatmadan önce içilmelidir. Bunun birazının bile sadece bır gün içilmesi, onu içenin
uzvunu bütün gece boyunca direk gibi tutar, adama rahat huzur vermez. Hele hirkaç gece üstüste içilirse, erkeğe müthiş bir güç sağlar. Kendilerinden şikayetçi olmayan erkekler bundan uzak dursun. Yoksa ateşleri yükselir. Yaşlı ve zayıf
bünyelilerin de bunu almayı üç günle sınırlandırmaları gerekir. Son olarak, bu reçete asla yazın kullanılmamalıdır.
Yorulmak bilmedi aleti, hiç inmedi
Ebu el Heyca ise durup dinlenmedi
Bir gecede seksen bakire yetmedi
Pişmiş nohuta çala kaşık girmiş
Deve sütüne bal karıştırıp yemiş
Zenci Mümin ise, üstüste elli gün
Altına yatanla bir cümbüş bir düğün
Üstüne on gün, bir tur bir tur daha
Yediği kuru ekmekle yağda yumurta
bir erkek şunu yapmalıdır: Yiyebileceği kadar yumurtayı tereyağına kırıp bal ile karıştırsın ve biraz ekmekle bunu yesin. Böylece bütün gece yorulmadan emeline ulaşır.
dikleşir. Öyle ki, uzvunun artık hiç inmeyeceğini, hep kalkık kalacağını sanır
de cinsel gücü ve sevişme arzusunu fevkalade artırır. Soğanı, kokulu baharatlar ve yumurta sarısıyla zeytinyağında pi-
şirmek ve bunu birkaç gün süreyle üstüste yemek de sınırsız bir sevişme gücü verir insana.
doğacak çocuğun erkek olacağı anlaşılır. Meme uçlarının kırmızılaşması da buna işarettir. Aynı şekilde, memelerin iyice büyümesi, burun kanaması ve özellikle kanamanın sağ burun deliğinden olması da aynı anlama gelir
kumaşa emdirilip, bu kumaşla fercin kızarana kadar ovulmasıdır. Bu da kötü kokuları yok eder.
Hepsini denedim.
ilgilendirmektedir. Çünkü onların mutluluğu da en azından uygun boyda bir erkeklik uzvuna bağlıdır. Küçük uzuvlu erkekler, kadınlar arasında hor görülür. Boyu yeterli olup da, yeterince sertleşemeyen erkekler için de bu durum aynıdır.
erkeklerle de seviştiği düşüncesi bu duruma yol açabilir.
içilmemelidir. Bu karışım, bala katılarak da yenebilir. Bu, en ıyı sonucu verır.
uzunbiber ve diğer baharatlarla yapılmış veya bunlar katılmış yemek ve çöreklerle şifa bulabilirler. Bu baharat ve
meyvelerden bol bol yerlerse faydalarını görürler, kısa zamanda bu illetten kurtulabilirler
Bunlar, kadınların çocuk sahibi olamamalarını açıklayan
hususlardır. Ama bunların içinde en önemli neden, erkeğin uzvunun kısa olmasıdır.
Bazı erkeklerin uzuvları, rahmin ağzına ulaşamayacak kadar kısa olabilir. Mesanelerinde ülser olan, diğer hastalıklardan muzdarip erkekler de sağlıklı bir cinsel ilişkiye
giremezler.
Eğer cenin rahimde ölürse, san şebboy çiçeklerinin suyu da Tanrının izni ile aynı sonucu sağlar!
Yukarıda sıraladığım tüm ilaçlar verimlidir ve kesin sonuç verirler.
etkilidir ve eğer bu maddeden kadının vajinasına hamileliği sırasında defalarca gelirse çocuğu ölü doğar ve kısır kalır.
Fakat her iki kullanımda sık tekrarlanırsa kadın kısır kalarak gebe kalma yeteneğini yitirebilir.
hergün birleşmelidir
yetersizliği, erkeğin aletinde bir kusur bulunması, adetlerin düzensizliği ve vajinada hava toplanması. Bazı bilginler, kadın kısırlığında, ruh ve sinir bozukluklarının yer aldığına inanırlar, bazıları da büyü olduğuna. Kısa uzuvlu kocalarının, bir de yeterince meni üretemeyen erbezleri varsa ve fercleri erkeğin tohumlarını yeterince ememeyen şişman kadınlarda kısırlık sıkça görülür.
ağzınızda önce çiğneyin, sonra aletinize bunu sürün. Size öyle bir güçle bağlanacaktır ki, bir an bile yanınızdan ayrıl-
mak istemeyecektir.
merhem de buna benzer bir etki yapar.
görür ve kadından çok iltifat alır.
na hemen bu karışımı için. Bu, hem erkekliğinizi güçlendirir, hem de döl bereketini artırır.
tasasız bir yaşam, utanç duyulacak bir şeyi olmamak, neşeli bir ruh, iyi beslenme, sağlık, zenginlik, değişik yüzler ve değişik kadınlar.
çekmesiyle mümkündür. Fere , uzvun başını tam o anda sımsıkı kavrar ve belinin son damlasına kadar adeta emer,
leri yatıştırır. Soğuk ve kuru olan ise, erkeğin uzvunu indirir. Vajinanın kötü kokusu ise zevki zevk olmaktan çıkarır. Çok geniş bir fercten zevk almak ise çok zordur.
etmeleri, kocasından bir şey çalmaları. aksi suratlı, nankör olmaları, sadece kendi canları isteyince düzüşmeleri, yatakta
çok konuşup veya kocasının istemediği pozisyonları durmadan istemeleri, entrikalardan hoşlanmaları ve son olarak da utanmazca davranmaları, kadınların kusurlarıdır.
dingin bir kalbe sahiptir bu kadınlar, ya kıskançlıkla başa çıkamayacaklarından korkarlar. Ya da geçmişlerinde ruhsal
yaralar almışlardır. Ama bu kadın ‘ar arasında ortak olan şey, onların, erkeğin aletine değil de, kendi ferclerine verdikleri değerdir. Düzüşmekten aldıkları zevk de ferclerinin biçimine bağlıdır.
güçlü uzuvlar isterler. Aşk hayatları ve yaşam keyifleri böylf’ aletlerin maharetleriyle şenlenir
saydıklarımın arasında bir veya birkaçını da içeren, birinden diğerine gidip gelenleri de vardır. Bu yaratılıştır. Eleştirmek bize düşmez.
Erkekler de öyle değil midir? Kadınların erkeğe duydukları ve duymadıkları sevgiyi de fercleri belirler. Vajinası kısa, tombul hir kadın, kısa ve kalın bir uzvu tercih eder ki, içi acıyla dolmas ın. Dölyolu derin bir kadınsa tam tersine, uzun bir uzuv ister içinde. Her yerini doldurabilmelidir o uzuv. Kısa ve ince bir şey onları hiç tatmin etmeyecektir.
sevgiye değer olup olmadığını anlamak için onu test eder. Ferci, kadının erkekler için mihenk taşıdır.
Gözüyle bilir, kalbiyle sever, ferciyle yaşamdan zevk alır.
dönüp bakmayız bile.
evden çıkarmanın yolunu aramış ama evin içinde durmadan sinirli sinirli dolaşan kıskanç kocası yüzünden buna bir tür-
lü fırsat bulamamış . Komşularından biri kadının bu sıkıntı içindeki halini gö-
rünce, sebebini sormuş . Kadın da neler olup bittiğini komşusuna anlatmış.
Komşu kadın, Sen merak etme, şimdi içeri gir sen ve işi bana bırak. Seni bu dertten kurtaracağım, diye onu teselli etmiş.
Biraz sonra, komşu kadın, yemeğe misafir gelmiş gibi yapmış , hep beraber akşam yemeğini yemişler. Karınlarını
doyurduktan sonra, karı-koca karş ılıklı oturmuş, kadın da yatağın yanına yakın bir yer seçip, muhabbete başlamışlar.
Komşu kadın başlamış kadınların fettanlıkları, kurnazlıkları
hakkında fıkralar anlatmaya. Tabii yatağın altındaki zavallı aşık da bunları duymuş.
Sonra komşu bir hikaye daha anlatmaya başlamış: Evli bir kadının bir aşığı varmış. ikisi de birbirlerine deliler gibi
tutkunmuş. Bir gün kadın, kocası evde yokken, aşığını içeri almış. Ama biraz sonra kadının kocası hiç beklenmedik bir
şekilde çıkıp gelivermiş eve. Kadın telaşla yatağın altına saklayıvermiş aşığını. Kocasıyla yiyip içtikten sonra da yatağa geçip sevişmeye başlamışlar. Kadın sevişme sırasında, oyun oynarmış gibi, bir ara kocasının yüzünü bir peçete ile
örtmüş , bu oyunu da, aşığı yatağın altından kalkıp evden sıvışıncaya kadar sürdürmüş .
Bunun üzerine kadın yerinden kalkıp bir peçete almış, onu kocasının yüzüne kapamış ve Demek böyle bir oyunoynadılar ha? Ay ne hoş! diye diye kocasının gözlerinin kapalı olduğunu aşığına belli etmiş. o da, hikayedeki gibi,
hemen fırsattan istifade edip, kaçıp kurtulmuş. Koca ise bu yeni oyuna kahkahalarla gülüyormuş. Görün, anlayın artık, kadınlar ne kurnaz, ne düzenbazdırlar!
adamın bu söylediklerini haber alınca onu evinin meclisine davet etmiş.Çeşit çeşit güzel şarapların, her türlü yiyeceğin, meyvelerin olduğu bir sofra kurdurmuş. Güzelliğiyle ünlü bu kadının daveti, adamı çok heyecanlandırmış, hemen
icabet etmiş. Kadın en güzel elbiselerini giyip en pahalı parfümlerini
sürmüş. Adam bu harika kadını karşısında görünce aklı başından gitmiş.
Kadın, hazırladığı oyuna uygun olarak, aklı hep kocasındaymış gibi davranıyormuş. Gerçekten de kadının kocası,
kibirli ve gözüpek biri olarak ün yapmış. Evine giren bir erkeği öldürebileceğinden hiç kimsenin şüphesi yokmuş. Hele o erkek, karısıyla bir işret halindeyse, vay ki vay !
Adam, bu çok güzel kadınla sofrada yer içer, eğlenip söyleşirken kapı çalınmış. Kadın beti benzi atmış bir halde yerinden fırlayıp Eyvah, bu kocam olmalı! diye küçük bir
çığlık atınca, adamcağız korkusundan yaprak gibi titremeye başlamış. Kadın, apar topar adamı odadaki dolaba tıkıştırıp,
üzerinden kilitlemiş ve anahtarı da ortada bir yere bırakmış. Kocası salona girip sofrayı görünce, Kimin için hazırlandı bu sofra? diye gürlemiş.
Kadın sakin sakin, Kimin için olacak. Aşığım geldi de ona ziyafet veriyordum, demiş.
Ne? diye bağırmış adam. Nerede o alçak? diye sorunca, kadın yine aynı soğukkanlılıkla Nerede olacak, do-
lapta tabii, diye karşılık vermiş.
Kocası gidip dolabı açmak istemiş ama bakmış ki kilitli.
Tekrar gürleyip Nerede bunun anahtarı? diye sormuş. Kadın da anahtarı alıp ona uzatmış. Koca, tam anahtarı kilide sokup açmak üzereyken, kadın
başlamış kahkahalarla gülmeye. Koca şaşkınlık içinde karısına dönüp niye güldüğünü sormuş.
Gülerim tabii, diye yanıtlamış kadın. Öfkene, kızgınlığına, bir de şu akılsızlığına gülüyorum. Gerçek bir aşığım
olsaydı, onu tam sen eve geleceğin zaman mı çağırırdım.
Sakladığım yeri sana söyler, anahtarı ortada bırakır mıydım ey yarım akıllı! Bu sofra senin için. Biraz muziplik yapayım, seni neşelendireyim istedim, hepsi bu! demiş.
Koca da, elindeki anahtarı tekrar yerine koyup, Bendeki de akıl mı yani? demiş. Haklısın karıcığım. Affet beni.
Hadi gel yiyip içelim beraber, diyerek karısına sarılmış.
Ziyafet bittikten sonra da bir güzel sevişmişler.
Dolaptaki mağrur adam, kadının kocası gidene kadar
orada kalmış, içeride mahvolmuş, perişan olmuş. Sonunda kadın dolabı açar açmaz şeytandan kaçar gibi fırlamış
dışarı. Kadın, onun bu haline bakıp gülmüş ve Şimdi
nasıl hissediyorsun kendini kibir budalası? Kadınların bütün numaralarını öğrenmiş misin ha? diye onunla dalga
geçmiş .
Adam da Kadınlar hakkında ne öğrenirsen öğren, geriye
daha öğrenecek çok şey kalır, demiş.
İşte, kadınların nasıl entrikacı ve ne kadar kurnaz olduklarını anlatan bir öykü daha dinlediniz.
ve ona niyetini açıklamış. Kadın, Tam senin istediğin gibi birini tanıyorum. Hem
çok güzel, hem de körpecik. Boyu posu, endamı, nazı, elinin hüneri dillere destandır bu kızın. Üstüne üstlük iyi huylu ve faziletli, namuslu bir kızdır. Ama, bütün gününü iş
güçle geçirdiği için, seninle yalnız geceleri beraber olabilir. Bu yüzden de evde kalacağından korkuyor, koca adaylarının
buna razı olmayacağını düşünüyor. Sen ne dersin? demiş. Adam ‘ Hiç önemli değil , demiş. Benim de zaten bütün günüm dolu geçiyor. Karımla geceleri beraber olmak
bana yeter, diye cevap vermiş.
Bunun üzerine yaşlı kadın ikisini buluşturup konuşturmuş , birbirlerine şartlarını söyleyip anlaşmışlar. Adam kızı çok beğenmiş ve kadının koşullarını hemen kabul etmiş.
Sonra birlikte yaşamaya başlamışlar.
Bu adamın bir arkadaşı varmış. O da mutlaka evlenmek istiyormuş. Adam, arkadaşını kendisine çöpçatanlık yapan o
kadına götürmüş. Bu kez kadın, ‘Tam sana göre biri var. Bütün istediklerine sahip genç bir kadın. Ama bütün işlerini
gece yapmak zorunda. Bu şartını kabul edersen, söyleyeyim,
seninle onu evlendirelim, demiş.
Adam Peki, kabul ediyorum, deyince yaşlı kadın busefer yeni adamla, arkadaşının evlendiği kadını buluşturup
anlaştırmış , onunla da evlendirmiş güzel kadın. Fakat bir süre sonra iki kadının foyası ortaya çıkmış, arkadaşlar aynı kadınla evlendiklerini anlamışlar.
Görüyorsunuz ya, kadınlar nasıl hilekar, nasıl düzenbazdırlar.
Mahallesinde, erdem ve faziletiyle tanınan bir adama çılgınca aşık olan bir kadının öyküsüdür bu. Adam, kadının bütün duygularını açıklamasına rağmen uzun zaman karşı koymuş . Kadın bakmış bu iş böyle dürüstlükle olmayacak, bir
oyun oynamaya karar vermiş. Cariyesine planını anlatıp ne yapması gerektiğini söylemiş. Cariye, onun dediği gibi, tam gece yarısı evden dışarı çıkıp, eline aldığı bir taşla kendi evlerinin kapısını çalmaya
başlamış. Anlaştıkları gibi, o çaldıkça kadın yukarıdan çığlık çığlığa bağırıyormuş. Kadın cariyeye demiş ki, Bunu yaparken dikkat et de o aşık olduğum adam sakın seni gör-
mesin. Yoldan biri gelirse de hemen içeri gir.
Bu iyiliksever adam, komşudan gelen gürültü, bağırış çağırış üzerine. uykusundan uyanıp karısına ne olduğunu sorunca, karısı, Galiba şu bizim komşu kadının evinden geliyor sesler. Acaba hırsız mı girdi evlerine? demiş. Adam hemen koşup kapıya varmış, kapıyı açık görünce içeri girmiş . Orada hazır bekleyen cariye de kapıyı arkasından sürgüleyivermiş. Kadın, adamın içeride olduğunu görünce, daha
yüksek sesle bağırmaya başlamış. Sonra sesini alçaltıp Eğer dediklerimi yapmazsan, herkesi buraya toplar, evime zorla girdiğini söylerim, demiş. Adam, Ne yapalım. Tanrı’nın dediği olur. Kimse ondan kurtulup kaçamaz, diye cevap vermiş . Kadın bunun üzerine öyle bir velvele koparmış ki, mahalle evin önüne toplanmaya başlamış . Adam
bakmış, daha inat ederse dünyaya rezil olup şanı şöhreti beş paralık olacak, boynunu büküp Peki , ne istersen yapacağım, demiş kadına. Bunun üzerine kadın, dışarıda toplananlara bir yalan uydurup herkesi evine göndermiş. Sonra odasına kapadığı adamı, tam bir hafta yatağında
tutmuş, ne istediyse yaptırmış ona yatakta, sonra işi bitince, aşka doyunca adamı salıvermiş.
Anlayın işte kadınlar ne düzenbaz, ne hilekardır.
edeceğim, diye söz vermiş.
Kadın bunun üzerine, hiç vakit kaybetmeden o kadının evine gitmiş. Kapıya geldiği zaman, evin etrafındaki komşular o eve giremeyeceğini, çünkü içeride azgın, canavar bir köpek olduğunu, ne kimseyi içeri soktuğunu, ne de içeriden kimseyi dışarı bıraktığını söylemişler. Yaşlı kadın bunları duyunca, üzüleceğine çok sevinmiş.
Çünkü aklına hemen bir cinlik gelmiş. Eve dönüp bir sepet dolusu et almış , yine kadının evine yollannıış. Kapıdaki köpek kadını görünce hırlayıp üzerine atılmaya hazırlanırLen, yaşlı kadın sepetteki etleri çıkarıp hayvanın bumuna dayamış ve Al kızım, hadi ye, hepsi senin, diye köpekle konuşmaya başlamış. Kadın böyle konuşadursun, adamın aşık
olduğu kadın kapıyı açıp orada neler olduğunu anlamaya çalışmış. Kadını kapıda gören yaşlı kadın, bu sefer bilhassa
sesini yükseltip konuşmaya devam etmiş köpekle. Bir yandan da büyük bir şefkatle hayvanın sırtını okşuyormuş. Ah
benim zavallım, diyormuş, Seni böyle görmek öldürüyor beni. Neler oldu da sen böyle oldun a yavrum? Yıllardır
aradım durdum. Ama şükür ki sana kavuştum. Ye kızcağızım, ye de doy.
Hiç kimseyi eve sokmayan canavar köpeğini bir yabancıyla böyle gören ev sahibesi, hayretler içinde yaşlı kadına
sormuş: Ey kadın! Bizim köpeğimizi sen nereden tanıyorsun? Yaşlı kadın cevap vermeden ağlaya ağlaya köpeği sevip okşamayı, onunla konuşmayı sürdürmüş.
Ev sahibesinin yüreği yanmış bu duruma. Yine kadıncağıza Senin ağlamana dayanamıyorum. Nedir derdin, söyle
bana, diye yalvarmış.
Yaşlı kadın Bu köpek bir zamanlar çok güzel , çok genç bir kadıncağızdı aslında, diye söze başlamış . O zamanlar, biz çok yakın iki arkadaştık. Bir gün ikimiz de bir
düğüne davetli gittik. Yolda peşimize bir adam takıldı. Arkadaşıma, onu görür görmez aşık olduğunu söylemeye başladı. Ama arkadaşım onu hiç dinlemeden yürümeye devam edip, ona hiç yüz vermedi. Sonra adamcağız kızın evine hediyeler göndermeye başladı ama bizimki hepsini reri çevirdi. Bu böyle bir zaman
devam etti. Sonra bir gün, her nasılsa bu adam, arkadaşımı yolda kıstırıp ‘Ya benim aşkıma cevap verirsin, ya da seni
bir köpeğe çeviririm,’ demiş. Kızcağız bunlara aldırmayıp yürüyünce, adam, arkasından lanetler yağdırmış. İşte sonra
da kızcağız bu hale geldi.
Hikayeyi dinleyen kadının beti be.nzi atıp başlamış ağlamaya. Ah anacığım ah, diye yaşlı kadının ellerine sarılıp
Ah, çok korkuyorum! Ya şimdi ben bir köpeğe dönersem? diye ilenmiş.
Yaşlı kadın, neden böyle düşündüğünü sorunca, ev sahibesi Uzun zamandan beri bana da bir adam aşık. Ben de
onu hep geri çeviriyorum. Adamcağız yalvara yalvara bir hal oldu, eridi bitti. Benimle bir kere yatmak için ne hedi-
yeler gönderdi, yine de kabul etmedim onu. Ya şimdi o da lanetler yağdırıp beni bir köpeğe döndürürse diye korkuyorum, demiş hala tir tir titrerken. Yaşlı kadın bunun üzerine Dur bakalım, dur! demiş. Anlat bana kimdir bu adam.
Gidip bulayım onu da sana yardımcı olayım, diye kadını yatıştırmış. Ah anacığım, ” deqıiş kadın yeniden. N’olur
acele et. Onun bedduası tutup Tanrı ‘nın gazabına uğramadan bul getir onu bana !
Şimdi hemen gidiyorum. Ve onu mutlaka bulup sana getireceğim. Yarın inşallah bu iş biter, sen de rahat edersin, diyen yaşlı kadın, koşup adama gelmiş ve her şeyi
anlatıp, ertesi gün genç kadınla buluşmaya hazır olmasını söylemiş . Bunun üzerine de, tekrar genç kadına gidip,
Adamı buldum, yarın benim evime gel ! demiş. Ertesi gün, güzel kadın eve gelip beklemeye başlamış, ama adam ortalarda yok! Bekle bekle akşam olmuş, adam
hala yok. Sonunda herhalde çok mühim bir işi çıktı diye yaşlı kadın teselliye başlamış. Ama görmüş ki, misafiri olan
hanım, aşk ateşine çoktan düşmüş bile. Bütün hareketlerinden sevişmek için hazır olduğu, adamı ihtirasla beklediği
belli oluyormuş. Vakit geçtikçe kadının sabırsızlığı da şehveti de artmış. Yaşlı kadın onun bir erkekle beraber olmak
için deli olduğunu anlayınca hilafını1ıı, giyinip, Ben gidip bir bakayım, diye çıkıp, başlamış adamı aramaya. Bir yandan arıyor, bir yandan da Kadın, erkek diye yanıyor. Şuna başka birini götürsem acaba ne olur? diye düşünüyormuş.
Bu sırada yolda bir adama rastlamış. Adam güçlü kuvvetli, gösterişli biriymiş. Hemen yanına yaklaşıp Ey oğul , seni
güzel ve kibar bir kadınla tanıştırsam, onunla yatar mıydın? diye sormuş.
Adam, gözleri parlayarak Eğer dediğini yaparsan, şu altın lira senindir, diye avucundaki parayı göstermiş. Kadın
parayı sevinçle alıp, adamı evine götürmüş.
Gel gör ki , kör tesadüf, bu adam, evde bekleyen genç ve güzel kadının kocası değil miymiş ! Tabii, bu durum
adam eve girince anlaşılmış. Ama ondan önce yaşlı kadın evdeki misafirine, Senin dediğin adamı bulamadım ama
şu içinde yanan aşk ateşi sönsün diye başka birini getirdim. Öbürünü de yarın koynuna alırsın. Tanrı böyle istedi, demiş.
Genç kadın bunun üzerine eve gelen adama uzaktan bakar bakmaz kocası olduğunu anlamış. Hemen bir çarşafabürünüp karşısına çıkmış ve Seni Allah’tan korkmaz, kul-
dan utanmaz adam! diye başlamış bağırmaya. Ne işin var
burada? Biliyordum senin durmadan zina ettiğini. İşte sonunda seni tuzağa düşürüp yakaladım. İnkar etme boşuna.
Beni durmadan bana sadık olduğuna inandırmaya çalışıyordun bir de. Hemen boşayacağım seni.
Utancından ne yapacağını şaşıran kocası tek kelime bile etmeden kalakalmış orada.
İşte bu hikaye, bir kadının ne kadar kurnaz olduğuna güzel bir delil sayılır.
El kibbus (koca kafalı)
El metemenıl (uzayan)
hayvanların uzuvları:
El asab (küstah)
El hurbac (kırbaç)
Es sunte (kamçı)
Rakik er ras (küçük başlı)
Et tavil (uzun)
Et tavil (uzun)
Eş şerika (kurdele)
El müstakime (dik)
El herkal (sallanan)
El ;nukebbi (gizlenen)
Eş şaaf (kıllı)
Sakil el ifaha (fayton)
hayvanların uzun ve büyük uzuvları:
Er rermul (müheykel)
El kavs (yılankavi)
El fellak(yarıcı)
El zellat (sopa)
El burmak (boyun eğmez)
El menfuh (şişmiş)
Ebu dommar (başlı)
Ebu bumita (şapkalı)
El kürkie(sivri uçlu baston)
El kanıra (köprü)
Er rizame (çekiç)
Ebu sel la (savaşçı)
Yalan mı bu sözüm sen sö.vle
Hepsi de şeytanın art bacağı
Söndürüverirler yanan ocağı
Sevgileri bitmeyen bir kapristir
Kucaklarına düşmekse hapistir
Düşsen de kuşkuyla yanar yüreğirı
Sonra bir işe yaramaz n küreğin
Aşkına inanıp baş eğersen
Delisin sen! dene istersen
Bağışlasan bahçeler bağlar
Bir iğnem yok diye ağlar
Tükenip kalınca çırçıplak
Derler ki bana kim bakacak
Hadi git çal çırp bul buluştur
Bil ki bu yolun sonu yokuştur
Hiç çekinmez kara çalar sana
Yatar altına verir iyi basana
Beyi yoksa evde kölesi var
Fercinin imanı işte o kadar
Dayanamaz kalkmış bir alete
işte düştiin rzkılmaz felakete
Tanrı korusun bizi onların şerrinden
Özellikle hem yaşlı hem şirretinden
bile olmaz. Soytarı, zenci, köle, sefil, günahkar. Hiç umursamazlar. Tek umursadıkları kendisinin aklını başından alacak bir şekilde düzecek bir erkek ve onun aletidir! dedim.
Ferci, dolgun ve bir yay gibi kavislerle kaplıydı. Ortası, ateş saçan bir kırmızılıktaydı. Hiç ıslak değildi, her dokun-
duğumda kupkuruydu. Benim sevgilim yürüyünce, kubbe gibi bacaklarının arasından görünürdü. Hele yatınca ters çevrilmiş bir fincan gibi kabarıktı. Bu kadın benim komşumdu. Etraftaki diğer kadınlar benimle konuşur, şakalaşır, tekliflerimi de sevinçle karşılarlardı. Onlar bana ben onlara, okşayıp öpüşmelerle karşılıklı keyfimize bakardık. O güzel komşum hariç, hepsinin
koynuna girmiştim. Ama en çok ondaydı göziim. Bunu bilmesine karşın, bana hiç yüz vermiyordu. Nihayet onu bir yerde sıkıştırıp kur yapmaya ve onu eğlendirip neşelendirmeye çalıştım. Sonra da ona olan isteğimi belirttim. Bunun üzerine, bana, ne anlama geldiğini bir türlü çôzemediğim şu şiiri okudu:
Bak işte gözlerinin önünde durur
Dağın doruğundaki beyaz çadır
Bilirsin çadırı orta direk korur
Gördüğününse bir dayanağı yoktur
Çökmüş ortası, çözülmüş ipleri
Kalakalmış kulpsuz vazo misali
Yeter artık bu çektiklerim dedi
Çadır, tencere çukuruna benzedi
Ben ona aşktan meşkten bahsederken, o bana dönüp bu dizeleri okuyor. Dediğim gibi bunlardan bir anlam çıkaramadığım için de sus pus oturuyorum sonra. Ama gün geçtikçe onunla yatmak arzum giderek artıyor, beni bunaltıyordu. Baktım bu böyle olmayacak, tanıdıklarıma (ki, içlerinde
akıllı ve bilge kişiler, filozoflar vardı) danışıp, bu şiirin ne anlama geldiğini sordum. Hiçbiri bu muammayı çözemedi. Bir zaman sonra, Ebu Nuvass adlı bir bilgeden söz edildiğini duydum. Bana bu bilmeceyi ancak onun çözebileceğini söylediler. Hemen yola çıkıp uzak bir şehirde oturan bu bilgenin yanına gittim. Derdimi anlattım ve o muamma gibi
şiiri okudum. Ebu Nuvass , şiiri dinledikten sonra bana şunları söyledi: Bu kadın seni öyle seviyor ki, gözü senden başka erkeği görmüyor. Bu, çok güzel ve balık etinde bir kadın, değil mi?
Ben de, Evet, aynen öyle! dedim. Nasıl bildiniz ki? Sanki onu ttınıyor gibisini:A-? Ama onun bana aşık olduğunda yanıldınız sanırım. Çünkü, hiç bana böyle bir söz söylemedi.
Bilge, Kocası var mı bu kadının? diye sordu.
Evet, var, ” dedim.
Ebu Nuvass bu sefer, Galiba senin alet biraz küçük. Böyle bir şeyle onu tatmin etmen, ateşini söndürmen kolay değil. Onun istediği şöyle okkalı bir şey. Kendine öyle bir
sevgili arıyor, dedi. Ben de, Kuşkularınız yersiz. Hamdolsun aletim, bana da
yeter ona da ! diye karşılık verdim.
Bunun üzerine Ebu Nuvass, bu durumda endişe etmeme hiç gerek olmadığını söyleyip, şiiri açıklamaya başladı: Sözünü ettiği beyaz çadır, dolgun ve müthiş güzel bir ferci temsil ediyor. Dağla da uyluklarını kastediyor. Bu çadırı hayatta ve ayakta tutacak o olmayan orta direk ise kadının
kocasız, erkeksiz olduğunun açık bir feryadı. Kulpsuz bir vazo da, aslında bir yere asılacak ya da bir el tarafından
tutulacak bir kulpu olmayan kovaya bir benzetme oluyor. Burada kova kendi ferci, kulp da sahip olmadığı erkeğin
uzvu. İplerin çözülüp çadırın ortasının çökmesi de, direksiz kalmış bir çadırın, desteklenmiş bir çadırla kıyaslanması.
Çünkü onu destekleyip, aşka doyurup ayakta tutacak ne bir koca, ne bir uzuv var. Tencerenin çukuru ise, kadınların
şehvete düşkünlüğünün derecesini gösteriyor. O sana bu sözlerle, fercini, içinde tirit pişirilen tencereye benzetiyor.
Bildiğin gibi, tirit pişirilirken, uzun ve sağlam bir aletle. yani medelek ile tencerenin altı üstü, sağı solu durmadan karıştırılır. Eğer bu yapılmazsa aşın tadı tuzu kalmaz. Bu
işi öyle küçük bir kaşıkla yapamazsınız. Kaşığın sapı kısa kalır, elin yanar. Ey Cavidi, kadının şiirinin anlamı bu. Şayet senin alet iyi bir tirit yapacak kadar sağlam ve kallavi
değilse, hiç bu kadına yanaşma. Sana mesajını açıkça vermiş. Medelek tencereyi iyi karıştırmazsa tencerenin dibi tutar, yemek de yanar. Yani kadını tatmin olmamış bir şekilde ortada bırakırsın.
Şimdi kadının amacını anladın mı? Onu ateşlendirip de sonra o ateşi söndüremezsen diye korkuyor, bunun için de sana gereken her şeyi söylüyor. Şimdi söyle bakalım, nedir
o kadının adı? Bu bilgeliğe hayran olup hemen cevapladım: Fedahet el
Cemal (güzelliğin şafağı).
Şimdi dön evine ve kadına git, dedi bilge. Sonra ona şu dizeleri oku. Göreceksin ki bu işin sonu Tanrı’nın izniyle
mutlu bitecektir. Sonra yine gel , neler olduğunu bana anlat.
Dediklerini yapacağıma söz verdim. Ve Ebu Nuvass’ın okuduğu şu şiiri ezberledim:
Anladım dediğini ey Fedahet el Cemal
Yanlış yorumlamama hiç yok mahal
Karşındakini cazibenle mest edersin
Ama önce değer mi sana test edersin
Sana olan aşkımla cin çarpmışa döndüm
Gül gibi sarardım, fener gibi söndüm
İstediğin bende hem de tam sana göre
İnanmazsan bir bak istersen bir dene
Daha adını anınca kalkar aletim şaha
Kurduğu çadır ancak yaraşır padişaha
Al onu nazikçe tepelerinin yamacına
Aletim o fercini ulaştırsın amacına
Hem vazoya kulp olur hem çadıra direk
Böyle böyle sen de alışırsın giderek
Yerleşip yuvasına rahat etsin orada
Yaşasınlar sevinçle ikisi birarada
Arıyorsan kendine sağlam bir medelek
İşte benimki! Bazen şeytan bazen melek
Senindir! Gönlünce karıştır tencereni
Beni tanırsan kapatırsın ele pencereni
Ebu Nuvass ‘ la vedalaşıp, Fedahet el Cemal’e doğru yola çıktım. Sonunda evine ulaştım. Her zamanki gibi yalnızdı.
Yüzü tan yeri kadar güzeldi. Beni görünce Ey Tanrı ‘nın arsızı ! Bu vakitte niye geldin kapıma? dedi. Ah kadınım! dedim. Sebebim çok önemli !
Anlat bakalım neymiş? Belki bir çaresini buluruz.
Kapıyı kilitlemezsen ardımdan, imkansız anlatmam.
Bugün çok cesursun. N’oldu, hayrola? diye sorunca,
Cesaretim şiirinden ! dedim ona.
Fedahet Ey kendi canına düşman adam! dedi. Şimdi kapıyı kilitlerim, ama ya beni tatmin edemezsen o zaman
ben seni ne yapayım?
İzin ver de sana seni nasıl mutlu edeceğimi kanıtlayayım, dedim.
Bunları duyunca gülerek içeri girdi . Kölelerden birine kapıyı kapatmasını söyledi. Ben ardından gidip, sürekli ola-
rak ona ilan-ı aşk ediyordum. O ise, bunlara karşılık yine kendi şiirini okudu.
Onu dinledikten sonra, bu sefer ben Ebu Nuvass ‘ ın bana ezberlettiği şiiri ona okudum. Ben okudukça o heyecanlandı. Titreyip gerinmeyc başladı . Artık onu elde edebileceğimi anlamıştım. Şiirim bitince,
aletim öyle bir kalkmıştı ki, Fedahet onu görünce dayanamadı. Yanıma gelip benimkini eline aldı ve iki eliyle fercinin dudaklarına yöneltti. O zaman Ey gözümün bebeği , dedim. Burada olmaz, yatağına gidelim.
Niye olmazmış ki, kötü karının oğlu? Bak işte aletin hazır, başım dönüyor baktıkça. Böyle azametlisini görmemiştim. Hadi, tut onu , şu leziz, dolgun, tatlı mı tatlı, güzelliği dillere destan, aşkı uğruna ölüp gidenlerin olduğu, senden iyilerin bile ulaşamadığı fercime sok, dibine kadar.
İnat edip Hayır, dedim. Yatak odana girmeden olmaz!
Fedahet, Şu körpecik fercime şimdi şu anda girmezsen ölüp giderim karşında! dedi . Ben odasına gitmek istediğimi yineleyince, dayanamayıp
İmkansız, bekleyemem ki o kadar! diye bağırdı. Gerçekten dudakları titriyor, gözleri yaşarıyordu. Birden vücudu sarsılmaya, teninin rengi solmaya başladı ve hemen
yere uzanıp, pembe renkli billur gibi parlayan bacaklarını kalçalarına kadar açıverdi. Eğildim ve o peşinde koştuğum
fercine baktım. Ortası erguvan renkli o yumuşak ve dolgun tümsek açılıp açılıp kapanıyor, kapanıp kapanıp açılıyordu.
Fedahet uzvuma uzanıp onu öptü ve Dinim aşkına, dedi .
Bu alet fercime girmeli. Sonra yaklaşıp kendini bana kaldırdı ve uzvumu dölyoluna geçirdi. Artık geri çekilemiyordum. Aletimin başı daha fercinin dudaklarına değer değmez zaten bütün bedeni tir tir titreme-
ye başlamıştı. Derin derin nefesler alıyor, beni göğsüne bastırıyordu. Ben de bu durumdan faydalanıp onun fercini seyrediyordum. Ortasındaki erguvani renk, beyazlığını daha da belirginleştiriyordu. Yusyuvarlacık ve kusursuzdu. Tanrı’nın
yarattığı şaheserlerin içinde bir şaheserdi. Göz kamaştıran bir mucizeydi!