İçeriğe geç

Kadınlar Vaizi Kitap Alıntıları – Hüseyin Rahmi Gürpınar

Hüseyin Rahmi Gürpınar kitaplarından Kadınlar Vaizi kitap alıntıları sizlerle…

Kadınlar Vaizi Kitap Alıntıları

Doğuda kadın kafes içinde büyür.
Bir insan samimi ve karşılıksız sevdiği bir kimseyi sevgisinin şiddetini vesile ederek bu kadar rahatsız etmez,edemez.Buna gönlü razı olmaz.Sevdiklerini her dakika rahatsız, muzdarip edecek surette sevenlerin sevgilerinde samimiyetten ziyade hodgamlık vardır.
Sevişme,sevdalanma hep bahane.Ne renkte olursa olsun maksat zürriyettir, insanlar tabiatın bu galebesini aşk sanma kuruntusu ile yaşarlar
allah bu devlete zeval vermesin, yakalar yine bırakır
daima biri aldatır,biri aldanır. biri zengin olur, öbürü fakir düşer
saçı uzun aklı kısa, hikmetiyle alnımıza birer ahmak damgası vurmuşlar, bu uğursuz etiketin altında insanlığımızı unutup gidiyorlar
ah bu ne memleketti, adım başında bir kavga
Saçı uzun aklı kısa, hikmetiyle alnımıza birer ahmaklık damgası vurmuşlar, bu uğursuz etiketin altında insanlığımız unutulup gidiyor.
Fakat dünyadır bu. Nefsinde olmayan vasıflarla şöhret bulmuş nice kimseler vardır.
Halk artık akıllanmıştı. İlan edilen eserin methinde ne kadar mübalağa ve parlaklık varsa metninde o kadar zaaf ve sönüklük olacağını bi-tecrübe öğrenmişlerdi.
Üç dört kadın bir araya geldiniz mi derhal komşunuzu çekiştirirsiniz.
Şimdi dünya değişti. Çok katakulli var. Yutturmazsan yuttururlar.
Dünyanın ticareti böyledir. Herkes birbirinden çarpar. Kimin gözü açıksa o kazanır.
Hırsız, dolandırıcı ve saire çapulcu takımının çeşitleri her tarafı sardı.
İşin ehli olmayanlar çoğaldı. Her sanatın yolu yordamı bozuldu.
Efendi, efendi Artık haddini, vazifeni bil Eski camlar bardak oldu. Herkesin kocası gibi evine vaktinde gel. Sonra ağzımdan kötü bir lakırdı çıkar, karışmam ha
Saçı uzun aklı kısa hükmüyle alnımıza birer ahmaklık damgası vurmuşlar, bu uğursuz etiketin altında insanlığımız unutulup gidiyor.
Allah, Peygamber, kanun koyucuları hep erkeklerin koruyucusu
Hay kemiklerin çekişsin inşallah
Büyüklerin sözünü dinlemek diye bir şey kalmadı. Küçük, büyük bilinmez oldu.
Nene lâzım senin âlemin dedisi kodusu? Sen kendini düşün.
Tabiat bilmeceleri içinde kadın ruhundan daha karışık bir şey yoktur.
Sıfatla o sıfatın verildiği ismin daima uygunluğu yalnız dilbilgisi kitaplarına mahsustur.
Kendinde olmayan değerlerle şöhret kazanmış ne insanlar var.
Bizde gittikçe sayıları çoğalarak atılganlıkları artan ayak politikacılarına, Afif Necati’lere birer Balıkhane Ba­kanlığı bulunmadıkça kabineler, karaktersizlerin şiddetli tenkitlerinden kurtulamazlar.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Bu başarısızlığı karşısında Afif Necati’nin halka ve hükümete düşmanlığı büyüdü. O, her halde kendini göstermek, kendinden bahsettirmek istiyordu. Bir gün ya herrü ya merrü dedi: ya beni tevkif ederler, yahut bu köşe kapmaca oynunda ben de bir yer kaparım
Ulan Yahudi sen kimden şüpheleniyorsun?
Allah bu Osmanlı devletine zeval vermesin. Yakalar, gene bırakır. Yankesici olsun, ne olursa olsun. Herkes işini yorsun.. Ekmek parası kazanacak Çoluk çocuk var
Daima biri aldatır, biri aldanır
Erkekler, kazandıklarını kadınlara veriyorlar, onlar da gösteriş yapmak için bütün servetlerini ellerinde gezdirdikleri altından, gümüşten örme keselere dolduruyorlardı.
Boşama hakkı kadınlara verilse pek çabuk her ailenin altı üstüne gelir. Allahın emri, peygamberin sözündeki sebebi şimdi anladın mı ? Ben bırakmak için evlenmedim. Durup durup da karı boşayan erkekler de ahlak ve yapısı sizin gibi zayıf, illetli, acınacak zavallılardır. Sinirlerini yatıştır da haydi evinin işine bak
Kocasından hoşnut olanı yoktu. Bütün ağızlar şikayetle açıldı. Her kadın, dili döndüğü kadar birer yangınlıkla şimdiye ka-
dar çektiklerini anlatıyor, hepsini söylüyor, hiç biri dinlemiyordu. Erkeklere karşı bu toplantı, gürültüsüyle tanınmış kadınlar hamamına döndü.
Doğuda kadın kafes içinde büyür. Yemliğinden yer, suluğundan içer, tüneğinde sallanır, söylediğini bilmez allı yeşilli bir çeşit papağandır.
İstanbul’a inecegınız sabah lambayla kalkar, tutuşturulmuş sobanızın karşısında giyinirsiniz. İzmit körfezinin arkasında tanyeri ağarır. Pencerenin önünde küçük bir kahvaltı edersiniz. Elleriniz lokmaları ağzınıza götürmekle uğraşırken gözlerinizi Büyükada iskelesinden ayıramazsınız.
Mahalleye namusları şüpheli bir aile taşındı. Açık saçık pencerelerden sarkıyorlar, tuvaletleri ve kahkahalarıyla yolcuların gözlerini, kulaklarını yukarıya çekiyorlardı. Zihniye Hanım’ı büyük bir telaş ve üzüntü aldı. Çünkü kocası oradan geçerken evde fazla gürültü oluyor, yahut kıskançlık kuruntusundan zavallı kadına öyle geliyordu.
Saf insanların düşkünlükleri ne beladır. İsteklerini yenemezler. Hırslarını gizlemeyi bilmezler.
Birbirlerini o kadar sevdiler ki bu sevgiye imrenmedik kimse kalmadı. Ama yazık ki gide gide erkeğin sevgisi durgunlaştı. Hanı­mınki büsbütün şiddetlendi. Kocasını bütün cihandan ve kendi gözünden kıskanıyordu.
Babası, koca sarığına rağmen kadınların. okuyup yetişmesinin aleyhindeydi. Onları okutmak bilginin değerini hemen hemen düşürmektir demekten de çekinmezdi.
Ne olacak Şeyh Efendiciğim? Üç kadın burada baş başa vermişler, insan çekiştiriyorlar Siz orada istediğiniz
kadar sarığınızı sallayarak çene yorunuz. Hep boşuna
Yaşamak için zayıf gördüğünün elindeki ekmeği kapmak hırsızlık değil, ustalıktır. Bunu düzeltmeye uğraşanların aklına şaşarım. Hatta bu Dünya Harbi niçin oluyor? Azıcık düşünseniz altından hep bu mesele çıkar.
Sevişme, sevdalanma hep bahane Ne renkte olursa olsun, maksat soy üremesidir. İnsanlar, tabiatın bu üstün-lüğünü aşk sanmak kuruntusuyla yaşarlar
Yazık Ceza bundan ibaret değildi. Karanfil’in siyah karnında, Tanrı’nın bu hediyesi, birkaç ay sonra dünyaya gelmek için olgunlaşma devresini geçiriyordu. Denenmiş örneklerine göre bu sütlü kahverenginde, melez bir yavrucuk olacaktı.
Benim gönlümü hoş etsin de paralarım ona feda olsun!
Başındaki sarıktan utanmıyor musun?
Hak beni utandırmaz inşallah!
– Efendi ne var?
– Sorma Allahaşkına
– Yoksa seni bir yere mi sürüyorlar ? Çabuk söyle.Yüreğim sallana sallana şimdi kopacak.
– Ah, keşke dediğin gibi olsa.
-Ondan daha fena bir şey mi ?
– Fenanın fenası
– Nedir ? Bittim, çabuk söyle
– Gittikçe memleketin nüfusu azalıyormuş ..
– Eeeey?
– Buna bir çare bulmak için çok çocuk yetiştirmek icabediyormuş.
– Ay, aman, yüreğim ağzıma geliyor.
– Evli olan erkeklerin birer daha evlenmeleri için ferman çıkmış.
– Halt etmiş onu söyleyen. Evlenmeyenleri ne yapacaklarmış?
– İdam.
Zihniye Hanım, saçını başını yolarak :
– Sakın ha, evlenme kocacığım.
– İdam mı etsinler?
– Etsinler. Şehit olursun. Gelir Cennette gene seni bulurum.
Sevişme, sevdalanma hep bahane Ne renkte olursa olsun, maksat soy üremesidir. İnsanlar, tabiatın bu üstünlüğünü aşk sanmak kuruntusuyla yaşarlar
Ama dünyadır bu. Kendinde olmayan değerlerle şöhret kazanmış ne insanlar var.
Parti gazeteleri
Onların dediklerine göre dünyada Talât’tan büyük diplomat, Enver’den müthiş komutan mı vardı?
Ellerimizdekileri korumak şöyle dursun, üç yüz yıldan beri kaybettiklerimizi bütün geri alıyorduk. Buna inanmayan hain sayılıyor, Türkçülük adına davul çalarak parsa toplayanların yararına göbek atmayanların yurtseverliklerinden şüphe ediliyordu
Zeka hiç kimsenin suratında: İşte ben buradayım. diye haykırmaz. Bazen onun nereye saklandığı da bilinmez. Fakat herkes ona sahip olma iddiasındadır. Onu göstermeye türlü türlü vesileler ararlar.
Bizde gittikçe sayıları çoğalarak cüretleri artan ayak politikacılarına, Afif Necati’lere, birer Balıkhane Nezareti bulunmadıkça kabineler, karaktersizlerin şiddetli tenkitlerinden kurtulamazlar.
Türkçülük adına davul çalarak parsa toplayanların yararına göbek atmayanların yurtseverliklerinden şüphe ediliyordu.
Allah bu Osmanlı devletine zeval vermesin. Yakalar, gene bırakır.
Kendinde olmayan değerlerle şöhret kazanmış ne insanlar var.* Sıfatla o sıfatın verildiği ismin daima uygunluğu yalnız dilbilgisi kitaplarına mahsustur.

*Çevremizdeki şiirsiz şairler, bilgisiz bilginler, diplomasız diplomatlar, Türkçe bilmeyen edebiyatçılar gibi

İttihat ve Terakki, üç devletten başka bütün dünyaya harp ilan ede­rek memleketin alnına yukarıdan aşağıya silinmez bir kan sıvamak kuvvetini nereden aldı? Şüphesiz particilikten. Par­tinin çığırtkanları, tutanları, pohpohçuları, yardakçıları, koruyucuları, yalancı şahitleri, hık deyicileri, millete yağlı, tuzlu dolma yutturucuları kimlerdir? Parti gazeteleri Onların dediklerine göre dünyada Talat’tan büyük diplomat, Enver’den müthiş komutan mı vardı ? Ellerimizdekileri ko­rumak şöyle dursun, üç yüz yıldan beri kaybettiklerimizi bü­tün geri alıyorduk. Buna inanmayan hain sayılıyor, Türkçülük adına davul çalarak parsa toplayanların yararına gö­bek atmayanların yurtseverliklerinden şüphe ediliyordu. (Tabir affedilsin) İttihat Cemiyeti, burnumuza hırızmayı taktı. Senelerce, koca milleti homurdana homurdana kanlı sopasıyla ayı gibi oynattı. Hep bu mucizeler bir partiden çıkmadı mı? Mesele işte böyle bir partiye Tanrı olabilmek­tedir.
Filozof hanımlarımızdan biri öyle demiş:
– Allah, Peygamber, kanun koyucuları hep erkeklerin koruyucusu Davacısı Kadı olana Tanrı yardım etmezse vay onun haline. Saçı uzun aklı kısa hükmüyle alnımıza bi­rer ahmaklık damgası vurmuşlar, bu uğursuz etiketin altın­da insanlığımız unutulup gidiyor. Büyük üniversitelerimizde felsefe öğrenen hanımlarımız neyle uğraşıyorlar? Örtünme meselesinin akla yakın ve insanca bir şekil alması tasasıyla bizi korumaya uğraşan genç yazarlara ufak bir teşek­kür etmek için bile hiç bir kıyıdan, bucaktan sesleri çıkmı­yor
Doğuda kadın kafes içinde büyür. Yemliğinden yer, sulu­ğundan içer, tüneğinde sallanır, söylediğini bilmez allı ye­şilli bir çeşit papağandır diyorlardı.
Halk artık akillanmıştı. İlan edilen eserin övülüşü ne kadar aşırıysa içinin o kadar zayıf ve sönük olacağını deneyle biliyordu.
Eşime dostuma benden nasihat olsun. Kimse oğluna çok bilmiş karı almasın. Allahın her günü gusülhanenin semaveri ısınır.
Kendinde olmayan değerlerle şöhret kazanmış ne insanlar var. Sıfatlarla o sıfatın verildiği insanın daima uygunluğu yalnız dilbilgisi kitaplarına mahsustur.
«Artık kadın, erkek hukukça bir oluyorlar. . Bakalım bundan sonra sizinle nasıl başa çıkacağız» dedi
Filozof hanımlarımızdan biri öyle demiş: – Allah, Peygamber, kanun koyucuları hep erkeklerin koruyucusu Davacısı Kadı olana Tanrı yardım etmezse vay onun haline. Saçı uzun aklı kısa hükmüyle alnımıza birer ahmaklık damgası vurmuşlar, bu uğursuz etiketin altında insanlığımız unutulup gidiyor. Büyük üniversitelerimizde felsefe öğrenen hanımlarımız neyle uğraşıyorlar? örtünme meselesinin akla yakın ve insanca bir şekil alması tasasıyla bizi korumaya uğraşan genç yazarlara ufak bir teşekkür etmek. için bile hiç bir kıyıdan, bucaktan sesleri çıkmıyor ..
AİLE Hakları Kararnamesi yayınlandığı vakit kadınlar arasında epey yanlış anlaşmalar ve gürültüler olmuştu. Doğuda kadın kafes içinde büyür. Yemliğinden yer, suluğundan içer, tüneğinde sallanır, söylediğini bilmez allı yeşilli bir çeşit papağandır. diyorlardı. Onun hiçbir toplumda yeri, söz ve şikayet hakkı, umumi eğlencelerden payı yoktu. Zavallılar kapanık, kasvetli, bahçesiz evlerinde sıkıldıkları vakit yakınlardaki bostanlara, kokuşmuş birer çöplük olan deniz kenarlarına çıkarlar, taşlara, topraklara otururlar, en adi satıcıların kirli ellerinden aldıkları bayat yemişleri geveleyerek gevezelik ederler. Mutlaka evlerinde yarım bıraktıkları işleri, ateşte yemekleri vardır. Yaptıkları bu acınacak kısa gezintiler için de akşam erkeklerinden türlü azarlar işitirler. Zaten kolları, bacakları arasındaki vrank vrrank boy boy çocuklardan hiç bir yerde rahat yüzü görmezler.
– Efendi ne var?
– Sorma Allahaşkına
– Yoksa seni bir yere mi sürüyorlar? Çabuk söyle. Yüreğim sallana sallana şimdi kopacak.
– Ah, keşke ·dediğin gibi olsa.
Ondan daha fena bir şey mi?
– Fenanın fenası. ..
– Nedir? Bittim, çabuk söyle
– Gittikçe memleketin nüfusu azalıyormuş ..
– Eeeey?
– Buna bir çare bulmak için çok çocuk yetiştirmek icabediyormuş – Ay, aman, yüreğim ağzıma geliyor.
– Evli olan erkeklerin birer daha evlenmeleri için ferman çıkmış.
– Halt etmiiş onu söyleyen. Evlenmeyenleri ne yapacaklarmış?
– İdam.
Zihniye Hanım, saçını başını yolarak: – Sakın ha, evlenme kocacığım.
– İdam mı etsinler?
– Etsinler. Şehit olursun. Gelir Cennette gene seni bulurum .
Bir insan samimilikle, candan sevdiği bir kimseyi sevgisinin şiddetini sebep göstererek bu derece rahatsız etmez. Edemez. Buna gönlü razı olmaz. Sevdiklerini her dakika rahatsız edecek, ıstırap verecek şekilde sevenlerin duygularında sevgiden çok bencillik vardır.
Zeka hiç kimsenin suratında: «İşte ben buradayım» diye kendini ilan ederek haykırmaz. Bazan onun nereye saklandığı da bilinmez. Ama herkes kendisinde bulunduğu iddiasındadır. Onu belli etmeye türlü vesileler ararlar.
Sevişme, sevdalanma hep bahane Ne renkte olursa, olsun, maksat soy üremesidir. İnsanlar, tabiatın bu üstünlüğünü aşk sanmak kuruntusuyla yaşarlar
L. Hanım – Şeyh Efendi çekiştirme aleyhinde vaız veriyorsa en önce kendi dilini tutsun. Çünkü o hepimizden ziyade çekiştiriyor. Benim kocam namaz kılmazmış. Gelinim Kalpakçılarbaşı’nda fink atarmış. Kızım komşunun oğluna name yazarmış Bilmem hizmetçi manavın çırağını severmiş .. Ne vazifesi onun? Kürsüde söylenecek sözler mi bunlar’?
Anlatacağı hikayeleri, vaız konuları sayılıdır. Çoğu ahlaka, olaylara, hafifçe siyasete dair bir önsözle işe başlar. Bazan coşar, cehennem acılarıyla cemaati korkutur. İnsanlarda gördüğü günahkarlıklara cehennem bazan dayanamaz, ateşten zincirlerle bağlı bu ejder, bağ’larını koparır, günah işleyenleri yutmaya atılır. O zaman cemaatte ağlamalar, hıçkırıklar, tövbe ve yalvarmalar işitilir. Sonra Eyyup aleyhisselamın vücudunu kurtlar yediğini, üzerinden dökülen bu et yiyici böcekleri sabırlı -:peygamberin sevap artırmak için yerden alıp gene mübarek vücuduna nasıl koyduğunu enine boyuna anlatır.
Sevişme, sevdalanma hep bahane. Ne renkte olursa olsun maksat zürriyettir, insanlar tabiatın bu galebesini aşk sanma kuruntusu ile yaşarlar.
Herkes işini yorsun
Daima biri aldatır, biri aldanır. Biri zengin olur, öbürü fakir düşer.
Kimin gözü daha açıksa o kazanır.
Her şeyin bir hukuki tarafı, riayeti zaruri olan prensipleri vardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir