Muhyiddin İbn Arabi kitaplarından Özün Özü Arifler Allah’ı Nasıl Bilir? kitap alıntıları sizlerle…
Özün Özü Arifler Allah’ı Nasıl Bilir? Kitap Alıntıları
Ölmeyince bulmadım yol o Hakk’a
Onda oldum Hakk’la hayy-u bekâ
Onda oldum Hakk’la hayy-u bekâ
{Kendimi kendim yetirdim ki, ne bulam kendimi
Hep olursun hiç edince yine kendin kendini}
Bir gizli hazine idim, bilinmek istedim;
Halkı da bilinmem için yarattım.
Halkı da bilinmem için yarattım.
Beni bulmuş kullarım vardır: bana varmak dilerseniz, onları izleyiniz. Onlar, size bir vesile olur, bana ulaştırırlar.
Madde yoğunluğu arttıkça, benliğimiz bir yana itilmekte ye bu kalıbın özünde nelerin saklandığı bilinmemekte, sezilmemekte.. Neden bu varlığımızı yıkamıyor ve ötesinde parlayan nura doğru yol alamıyoruz! Neyimiz eksik? Aklımız var; düşünebiliyoruz.
Bir şeye kesin karar verince, elde ediyoruz. Buna rağmen yaratılışımızdaki, bu aleme gelişimizdeki gayeyi, bir türlü idrak edemiyoruz; hikmet-i vücudumuzu bilmek istemiyoruz. Bizden beklenen ancak talep değil mi? Ondan ötesi için gereken kudreti,
kuvveti Allah yaratır.
Bir şeye kesin karar verince, elde ediyoruz. Buna rağmen yaratılışımızdaki, bu aleme gelişimizdeki gayeyi, bir türlü idrak edemiyoruz; hikmet-i vücudumuzu bilmek istemiyoruz. Bizden beklenen ancak talep değil mi? Ondan ötesi için gereken kudreti,
kuvveti Allah yaratır.
Bu dünyaya gelmekten murad ve kast olunan şey şu hadîs-i kudsîde belirtilen mânâdır: Ben bir gizli hazine idim. Diledim ki, bilineyim. Beni bilsinler diye bu mahlûkātı yarattım. Lâkin ey âşık, kişi kendi nefsini bilene değin Hakk’ı bilmesi mümkün değildir. Nitekim hadîs-i şerîfte Her kim nefsini bildiyse Rabbini bildi diye rivâyet edilmiştir. Bunun aksi de böyledir ki, bu durum ehline malûmdur.
Bugün her kim görür yârin
Gören onlardır yarın
Ne bilsin onda dildârın
Olanlar bunda a‘mâdan
Gören onlardır yarın
Ne bilsin onda dildârın
Olanlar bunda a‘mâdan
{Âhirette sevgilileri olan Allah’ın cemâlini görecek olanlar bugün bu dünyada gören kimselerdir. Burada kör olan kimseler âhirette sevgililerini nerden bilsinler!}
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Her kim bu dünyada kör olup Hakk’ı görüp bilmezse yarın âhirette de kör olarak haşrolur, Hakk’ı görmek kendisine nasip olmaz (İsrâ, 72) buyurur.
Bir hadis-i şerifte rivâyet edilmiştir ki, cennet ehli cennete girdiklerinde Hakk Teâlâ kemâl üzere olan cemâlinden yücelik perdesini kaldırarak ve Sizin bunca yıldır ‘Ah bir görsem!’ diye arzu çektiğiniz en yüce Rabbiniz Benim diyerek göründüğü zaman cennetlikler Hakk’ın bu tecellîsini inkâr ederler ve Hâşâ ve kellâ diyerek feryat ve figan ederler. Hakk onlara üç kez türlü türlü sûretlerde tecellîlerle görünür onlar da inkâr ederler. Sonunda Allah onlara Sizin Rabbinizle aranızda bir alâmet, bir işaret var mıdır? diye sorar. Onlar da Evet vardır derler. Bunun üzerine Allah herkese kendi zannı ve inancına göre tecellî eder ve görünür. Onlar da kabul ederler. Nitekim bir hadiste şöyle denilmektedir: Siz ayın on dördüncü gecesi ayı nasıl görüyorsanız Rabbinizi de öyle âşikâr görürsünüz. Ancak ârif olanlar o durumda derhal gördüğü gibi kabul eder. Çünkü o, bu dünyadayken bütün inançları cem etmiş ve bir inançla mukayyet olmamıştır.
Tecelliyat-ı Hudâ iledir kamû dü-cihân
Cemâl-i Hakk’a nazar kıl, pây-i veche kân
Cemâl-i Hakk’a nazar kıl, pây-i veche kân
İki âlemin tamamı Hakk’ın tecellîsi iledir. Hakk’ın cemâline nazar et
Bir ârif kendi hakîkatini bildiğinde sadece bir inanç biçimine bağlı kalması ve diğer inanç biçimleri ile kayıtlı olmaması söz konusu değildir. Bu sözün anlamı ârif-i billah olan kişi heyûlâ gibidir demektir. Yani nasıl heyûlâ her sûreti kabul ettiği ve bütün sûretlere mahal olduğu hâlde hadd-i zâtında kendisinde bir değişim ve başkalaşım meydana gelmiyorsa ve her ne tür ve sûretle karşılaşırsa karşılaşsın yine kendi aslı üzere bākî kalıyorsa ârif-i billah da her türlü inancı kabûl eder ve mecâzî inançla kayıtlı olmaz. Hakîkat üzere olan inancında yine devam eder ve sâbit kalır. Bununla birlikte diğer inançları toplar ve içerir. Bu inançların tamamının aslına vâkıf olur. Bu konuda dâiresi çok geniş olduğu için mârûf yani hakîkat her ne türlü elbise ve sûretle tecellî ederse etsin bundan gāfil olmaz. Hakîkatin tek bir elbisesine kayıtlı kalmaz ve onu her yüzde müşâhede eder.
İnsan-ı Kamil’in büyüklüğünü, üstünlüğünü şöyle tasavvur edebilirsin: On sekiz bin alem;bir havan içinde döğülse, hamur haline gelse, terkibi İnsan-ı Kamil olur. Bu insan on sekiz bin alemi on sekiz bin gözle seyreder. Her aleme, o aleme has olan bir gözle bakar. Duygular alemi duygu gözüyle, akılla sezilenleri akıl gözüyle, manalarda kalp gözüyle seyreder.
Kim nefsini (kendini) bilirse yaradanını bilen o olur
” Allah zatını yere göğe sığdıramadı fakat mümin kulunun kalbine sığdırdı. ”
*Hadis-i Şerif
*Hadis-i Şerif
”İnsanlara akılları ölçüsünde konuşunuz. ”
*Hadis-i Şerif
*Hadis-i Şerif
Rabbın hükmü şu ki;kendisinden gayrısına kulluk etmeyesiniz(17/23)
İrfan sahibi eger kendi özündeki gerçeği anlasaydı ; belli bir itikada bağlanıp kalmazdı.
Sevgiyi kadeh kadeh aldım ;
Ne şarap bitti ne ben kandım
Ne şarap bitti ne ben kandım
Göklerime,yerlerime sığamam ,lakin mümin kulumun kalbine sığabilirim
Rabbın hükmü şu ki;kendisinden gayrısına kulluk etmeyesiniz(17/23)