İçeriğe geç

Kadınlar Rüyalar Ejderhalar Kitap Alıntıları – Ursula K. Le Guin

Ursula K. Le Guin kitaplarından Kadınlar Rüyalar Ejderhalar kitap alıntıları sizlerle…

Kadınlar Rüyalar Ejderhalar Kitap Alıntıları

Ahlaki iyiliğin en güçlü aracı, demiş Shelley, hayal gücüdür.
Bana öyle geliyor ki, çocuklara tamamen dürüstçe ve gerçeklere dayanarak iyilik ve kötülükten söz etmenin yolu, benlikten, iç, en derin benlikten söz etmektir. Bu çocukların başa çıkabileceği, zaten başa çıktıkları bir şeydir; aslında büyürken tek işimiz de budur: kendimiz olmak.
Esas budur gerçeklikten kaçmak; kötülüğü bir sorun gibi ortaya koymak, kendisi gibi değil: Kötülük, eğer insan gibi yaşamak istiyorsak, bütün yaşamımız boyunca karşılaşacağımız, yeniden ve yeniden hesaplaşacağımız, ve kabul edeceğimiz, ve birlikte yaşayacağımız acılar, azaplar, yazıklar, kayıplar ve adaletsizliklerdir.
Hayvan akıl yürütmez, ama görür. Ve tereddütsüz davranır, adaletle , uygun bir şekilde. Tüm hayvanlar işte bu yüzden güzeldir.
Eğer birey, diyor Jung, kendi gölgesiyle hesaplaşmayı öğrenirse, dünya için gerçek bir şey yapmış olur. Günümüzün devasa, çözülmemiş toplumsal sorunlarının hiç olmazsa minicik bir parçasını sırtlamayı başarmıştır.
Çocukken bu öyküden nefret etmiştim. Sonu mutsuz biten tüm Andersen öykülerinden nefret ederdim.
Çünkü fantazi elbette hakikidir. Olgulara dayanmaz, ama hakikidir. Çocuklar bilir bunu. Yetişkinler de bilir, zaten bu yüzden fantaziden korkar. Fantazideki hakikatin, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta tehdit oluşturduğunu bilirler. Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar.
Ama ekonomik ayrımcılık, her zamanki gibi esas sorunun yalnızca bir yanıdır: bir önyargının yansımasıdır.
okullar, kütüphaneler ve hediye amacıyla yetişkinler satın alır ve kitap yıllarca satmaya ve para kazandırmaya devam eder. Ancak bu yazarın aldığı avansa ve telife yansımaz.
iktidar insanın ahlakını bozar.
Devrim her yerde, her şeydedir. Sınırsızdır. En son devrim, en son sayı
yoktur.
Ama sansürcülerimiz yalnızca yayıncılar, editörler,
dağıtımcılar, reklamcılar, kitap kulüpleri ve örgütlü kitap eleştirmenleri değil. Sansürcülerimiz yazarlar ve okurlar da. Sizsiniz ve benim. Kendi kendimizi sansür ediyoruz.
İnsan yalnızca yüreğiyle yaşamaz. Tepki, eylem değildir.
Bir yazarda olması gereken
tek şey taşak değil. Ne de çocuktan arınmış bir mekân. Hatta
ne de, doğrudan verilere dayanarak söylersem, kendine ait bir
oda, gerçi karşı cinsin ya da en azından onun evdeki temsilcisinin iyi niyeti ve işbirliği gibi bu da müthiş bir
kolaylık sağlar. Ama bunlar olmasa da olur. Yazarda olması
gereken tek şey bir kalem, bir miktar da kâğıttır. Bu yeterli.
Yeter ki, o kalemin ve kâğıt üzerine yazdıklarının tek
sorumlusunun yalnızca ve yalnızca kendisi olduğunu bilsin. Bir başka deyişle, özgür olduğunu bilsin.
Kadınsak eğer, annelerimiz aracılığıyla düşünürüz, der Woolf
Çocuklu bir kadının yazdığı hiçbir kitap hiçbir zaman o muhteşem listeye alınmamıştır.
Ama ilk cümleler, dünyaya açılan kapılardır.
Hırsızlık, sağlıklı edebiyatın ayrılmaz bir parçasıdır. Eski
bir kitaptan bir olay örgüsü çalmak, bir yenisini uydurmaktan
daha kolaydır.
Açık konuşalım, yazarlar egoisttir. Tüm sanatçılar öyledir. Diğer türlü olsalar işlerini yapamazlar.
Romanları bu yüzden seviyorum: İçlerinde kahramanlar
değil, insanlar var.
Şiirimiz ve onun eleştirisi
profesyonel olduğu sürece, yani erkek-egemen olduğu
sürece, elimden geldiğince onu altüst etmeye çalışıyorum. Eril şiir, nihai olarak kadınların yokluğuna, Kadın ve
Doğa’nın nesneleştirilmesine dayalıdır.
Bir çocuk çaresizliğe ya da sahte bir kendine güvene
zorlanırsa, korkutulur ya da pışpışlanırsa, gelişme güdük kalır
ya da yolundan sapar. Büyümemiz için bize gereken
gerçekliktir, insan erdemini ya da kötülüğünü aşan bir
bütünlüktür. Bilgiye, kendimizi bilmeye ihtiyacımız vardır.
nefret edilesi
olanın, kötünün içimde olduğunu kabul etmeliyim. Bu kolay değildir. Suçu başkalarına atamamak çok zor. Ama buna
değer.
Büyük fantaziler, mitler ve masallar gerçekten de rüyalara
benzer; bilinçdışından bilince seslenirler, bilinçdışının diliyle,
simgeler ve arketiplerle. Kelimeleri kullansalar da, müzik gibi
işlev görürler; sözel akıl yürütmeyi devre dışı bırakıp doğruca
söylenemeyecek kadar derinde yatan düşüncelere giderler.
Hiçbir zaman tam olarak aklın diline tercüme edilemezler;
onların anlamsız olduğunu, ancak Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisini de anlamsız bulan bir Mantıksal Pozitivist iddia
edecektir. Oysa son derece anlamlıdırlar ve ahlak açısından,
içgörü açısından ve büyüme açısından faydalı, pratiktirler.
Hep güzellik ve iyilikten bahsetmiş, ama onu kimsecikler dinlememiş.
Sahte gerçekçilik zamanımızın kaçış edebiyatıdır.
Bunun en aşırı örneği de, o bütünüyle gerçekdışı şaheseri, günlük borsa raporlarını okumaktır.
(İktidar insanın ahlakını
bozar.)
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
“Sorgusuz sualsiz kabülün bedeli sessizliktir.”
“Piyasanın hükmettiği yerde, moda hükmeder.”
“Sindirmeyi, baskıyı ve sansürü -kurumsallaşmış iktidarın olduğu her yerde sansür de vardır- yenmenin tek yolu, bunları reddetmektir. Misilleme yapmak değil, hem araçlarını hem de hedeflerini reddetmek.”
“Anne ‘rol’ünü kabul etmenin kendilerini kamusal, siyasal ve sanatsal sorumluluk alamayacak hale getirdiği kuramından hareketle anneleri ‘özel yaşam’a, erkek egemenliğinin icat ettiği bu mitolojik alana geri itmek Yaşlı Nobodaddy’nin oyununu onun kurallarıyla onun tarafını tutarak oynamaktır.”
Olgunluk kabuk değiştirmek değil, serpilip gelişmektir. Yetişkin bir insan ölü bir çocuk değil, yaşamayı başarmış bir çocuktur.
Hayal gücüyle yaratılmış kurmacanın yararı dünyayı, çevrendeki kişileri, kendi duygularını ve kaderini daha derinlemesine anlamanı sağlamaktır.
Hayal gücünün bastırılabileceğinden emin değilim. Eğer çocuktaki hayal gücünün kökünü gerçekten kazıyabilirseniz, o çocuk büyüyünce bir patates olur.
günah her zaman cezasını da beraberinde getirir
Hiçbir şey acı kadar kişisel ve paylaşılamaz değildir; acı çekmenin en kötü yanı, acının tek başına çekilmesindedir.
Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar.
Özgür olmak hiç de disiplinsiz olmak demek değildir.
İktidar insanın ahlakını bozar
Getto da rahat ve güven verici bir yer olabilir, ama ne de olsa orayı getto kılan şey, orada yaşamaya mecbur olmanızdır.
Devrim her yerde, her şeydedir. Sınırsızdır. En son devrim, en son sayı yoktur.
Her ihanet, kabul edilen her yalan, bir sonraki ihanete, bir sonraki yalana yol açar.
İnsan yalnızca yüreğiyle yaşamaz. Tepki, eylem değildir.
Her ülke hak ettiği hükümeti bulur, derler. Bence bunu Her ülke hak ettiği sanatçıları bulur diye tamamlamak gerekir.
Ben başka bir şeyin peşindeydim; şık bir pasta olarak değil, ekmek olarak şiirin; başyapıt olarak değil, yaşamak için yapılan iş olarak şiirin.
Bence olgunluk kabuk değiştirmek değil, serpilip gelişmektir. Yetişkin bir insan ölü bir çocuk değil, yaşamayı başarmış bir çocuktur.
Ego, eğer zayıfsa, ya da kendisine daha iyi bir şey önerilmezse, tek yaptığı kolektif bilinç le özdeşleşmektir. Kolektif Bilinç Jung’un bir araya getirilmiş tüm küçük egoların en alt ortak paydası için, kültler, itikatlar, hevesler, modalar, statü peşinde koşmalar, alışkanlıklar, başkalarından alınan inançlar, reklamlar, popüler kültür, tüm izm’ler, tüm ideolojiler, gerçek paylaşma ve gerçek birlik içermeyen tüm iletişim ve birliktelik biçimlerinden oluşan kitsel zihin için kullandığı terimdir.
Sahte gerçeklik zamanımızın kaçış edebiyatıdır. Bunun en aşırı örneği de, o bütünüyle gerçekdışı şaheseri, günlük borsa raporlarını okumaktır.
bilim nasıl ı tarif etmek yerine neden diye sormaya başladığında teknolojiden fazla bir şey olur. Neden diye sorduğunda Görecelik kuramını keşfeder. Nasıl ı göstermekle yetinince atom bombasını icat eder ve elleriyle gözlerini örterek Tanrım, ne yaptım ben? der.
Kültürün doğuşu ve gelişimi sokmaya, parçalamaya, öldürmeye yarayan uzun ve sert aletlerin kullanımıyla açıklandığı müddetçe, kendime orada bir pay ne görebilmiş, ne de istemiştim. Bu kuramcıların sözünü ettiği toplum, bu uygarlık, besbelli onlarındı; ona sahiptiler, ondan memnundular; sapına kadar insandı onlar, vuruyor, sokuyor, parçalıyor, öldürüyorlardı. İnsan olmak arzusuyla, olduğuma dair bir ipucu aradım ben de; ama insan olmanın yolu bir silah yapıp can almaktan geçiyorsa, belli ki ben ya son derece defolu bir insandım, ya da insanlıktan hiç nasibimi almamıştım.
Acaba bu ülkeden bir Soljenitsin (bir Pastemak, Zamyatin ya da Tolstoy) çıkmamasının nedeni, çıkabileceği ihtimaline inanmamamız olabilir mi diye düşünüyorum. Çünkü biz sanatın gerçekliğine inanmıyoruz. Rusların tuhaf tarafı, sanata, sanatın insanların zihinlerini değiştirebileceğine olan inançları. Bu yüzden sanatı sansür ediyorlar. Aynı nedenle de bir Soljenitsin’leri var. Her ülke hak ettiği hükümeti bulur, derler. Bence bunu Her ülke hak ettiği sanatçıları bulur, diye tamamlamak gerekir.
Eğer, bir özne yoksa, kâinattaki bütün nesneler ne işe yarar? Mesele insanlığın bu kadar önemli olması değil. Ben, insanın her şeyin veya fazla bir şeyin ölçüsü olduğunu düşünmüyorum. İnsanın hiçbir şeyin sonu veya son noktası olmadığını, ortası hiç olmadığını düşünüyorum. Ne olduğumuzu, kim olduğumuzu ve nereye gittiğimizi bilmiyorum, zaten bildiğini söyleyenlere de inanmıyorum -belki son senfonisinin son bölümünde Beethoven hariç. Bildiğim tek şey, burada olduğumuz ve bu gerçeğin farkında olduğumuz, bu gerçeğin bizi farkında olmaya, kulak vermeye zorladığıdır. Çünkü biz nesne değiliz. Bu esas olandır. Biz özneyiz, aramızda bize nesneymişiz gibi davrananlar yanlış, insanlık dışı, doğaya karşı davranıyorlardır. Ve bizimle birlikte, en büyük Nesne olan doğa, onun yorulmadan yanan güneşleri, dönüp duran galaksi ve gezegenleri, kayaları, denizleri, balıkları ve eğreltileri, köknar ağaçları ve küçük tüylü hayvanları, hepsi özne oldular. Onlar bizim bir parçamız, biz onların bir parçası olduğumuz için. Etimiz, kemiğimiz. Biz, onların bilinciyiz. Eğer, biz bakmayı bırakırsak, dünya kör olur. Eğer, biz konuşmayı ve duymayı bırakırsak, dünya sağır ve dilsiz olur. Eğer, düşünmeyi bırakırsak, düşünce olmaz. Eğer, kendimizi yok edersek, bilinci yok ederiz
İnsan olmak arzusuyla, olduğuma dair bir ipucu aradım ben de; ama insan olmanın yolu bir silah yapıp can almaktan geçiyorsa, belli ki ben ya son derece defolu bir insandım, ya da insanlıktan hiç nasibimi almamıştım.
Çok doğru, dediler. Sen kadınsın. Belki insan bile sayılmayabilirsin, en azından defolu olduğun kesin.
Masalda “doğru” ve “yanlış” yoktur, belki de “uygunluk” diyebileceğimiz farklı bir standart vardır. Hiçbir koşul altında yaşlı bir kadını fırına itmenin ahlaki olarak doğru ve etik açıdan erdemli olduğunu söyleyemeyiz. Ama masal koşullarında, arketiplerin dilinde, bunu yapmanın uygun olduğunu tereddüt etmeden söyleyebiliriz. Çünkü bu durumda ne cadı yaşlı bir kadındır, ne de Gretel küçük bir kız. İkisi de ruhsal unsurlar, karmaşık bir ruhun ögeleridir. Gretel kadim çocuk ruhudur, masum, savunmasız; cadı ise kadim kocakarıdır, sahip olan, yok edendir; size kurabiye veren ve sizi bir kurabiye gibi yemeden önce yok edilmesi gereken annedir, yok edilmelidir ki siz de büyüyüp anne olabilesiniz. Vesaire, vesaire. Tüm açıklamalar kısmidir. Arketip açıklamayla bitirilemez. Çocuklar onu yetişkinler kadar iyi ve kesin bir biçimde anlarlar; hatta daha da iyi anlarlar, çünkü zihinleri kolektif bilincin geleneksel ahlakçılığıyla, tek yanlı, gölgesiz yarı gerçekleriyle doldurulmamıştır henüz.
Jung’un kendisi de şöyle demiştir: “Herkes bir gölgeye sahiptir, bu gölge bireyin bilinçli yaşamında ne kadar az içeriliyorsa, o kadar kara ve yoğun olur.
Gelelim bu erkeğin karısına. Muhtemelen o, kendisinden beklenen role uymak için hayal gücünü susturmak zorunda bırakılmadı; ama öte yandan onu disiplin altına almak için bir eğitim de görmedi. Onun roman, hatta fantazi okumasına izin vardır. Ancak, eğitim ve teşvikten yoksun olduğu için düşleri iğrenç bir yavanlığa takılıp kalır: televizyondaki sabun köpüğü dizilere, “gerçek aşk hikâyeleri’ne, dedikoducu romanlara, tarihsel-duygusal romanlara ve diğer saçmalıklara. Yani, hayal gücünün yararlarına karşı derin bir güvensizlik besleyen bu toplumun, hakiki anlamda yaratıcı ürünlerin yerine geçirdiği tüm o derme çatma piyasa işi zanaatkârlığa.
Bugünün laik Püritenliğinde, roman okumayı erkekçe olmadığı ya da gerçeğe uymadığı için reddeden kişi, sonuçta televizyonda kanlı detektif filmleri izleyecek, külüstür Western veya spor. öyküleri okuyacak, ya da Playboy’dan başlayarak pornografiye takılacaktır.
Hayal gücünün bastırılabileceğinden emin değilim. Eğer çocuktaki hayal gücünün kökünü gerçekten kazıyabilirseniz, o çocuk büyüyünce bir patates olur. Bütün kötü eğilimlerimiz gibi hayal gücüne de kapı gösteriliyor. Ama hayal gücü reddedilirse, hor görülürse sonuçta vahşi ve yabani şekillere bürünür; şekilsizleşir.
İktidar insanın ahlakını bozar.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir