İçeriğe geç

Firak Kitap Alıntıları – Atasoy Müftüoğlu

Atasoy Müftüoğlu kitaplarından Firak kitap alıntıları sizlerle…

Firak Kitap Alıntıları

Bizler, Rahmani ve Rabbani Hakikat’in muvahhid işçileri, çetin günlerden ve güçlü sınavlardan gelenleriz.
Herhangi bir kişi veya çevre, Allah’ın hükmünden hoşnut ve razı olmadığını açıklamış, bu hüküm­lerin dışındaki hükümleri din haline getirmişse, bu kişi ya da çevreler bütün ömürlerini, namazla, niyazla, oruçla, hac ve zekatla doldursalar, bunların Allah nezdinde hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.
Modernistlerin, batıcı laik çevrelerin, sosyal demokrat eğilimlerin şu veya bu bağlamda İslam’a ilgi duymalarına katiyyen aldanmamak gerekir.
Bir yanda iman ve İslam’ı seçmek, diğer yanda diğer beşeri ve şeytani seçeneklerle hayatı düzenlemeye kalkışmak, iman ve İslam’ı bir oyun ve eğlence telakki etmektir.
Biz, batının anlamını çoktan yitirdiği bir dönemde batılılaşmayla yabancılaşmayı karşılamaya çıkmıştık.
.
Tarihin hiçbir döneminde, hiçbir toplumun kendine özgü bütün değerler­den ve kurumlardan böylesine ayrılarak bütünüyle bir başka sisteme ve inanç dünyasına geçmeye çalıştığı görülmemiştir.
Bizler özkişiliği Kutlu Kitap Kur’an’la bulan, tek ve eşsiz rehberimiz Peygamber Efendi­miz ve onun çevresindeki Sahabenin davranışlarıyla bulacak ve yaşayacak olanlarız.
.
İnsan özkişiliğini ancak inançla kazanır, inançla korur.
.
Bir yanlışlar zinciri olan ve zihinlerimizi işgal altında tu­tan, Yunan-Latin-Batı saltanatını ve bunların üzerimizdeki tesirlerini yıkarak kendi öz kaynaklarımızın nimetleriyle yoğrulmak bir iman borcudur.
Bir insanın ve bir toplumun özkişiliğini yitir­mesi demek başkalarının kişiliğine bürünmesi anlamına ge­lir. Özkişiliksiz insan, uygar telakkiler adına kendi toprağı­nın insanıyla, kendi kültürünün insanıyla savaşmaktadır.
Batının sosyal ve siyasal alanda güçlü olduğu sanılmamalıdır. Bütün bir batı sistemi ağır bir bunalım geçirmektedir. Bunlar bu bunalımı gizlemek üzere uluslararası sorunlar çıkarmakta ve ustalıkla kendi bünyelerin­deki toplumsal marazları saklamaktadır.
Başkalaşan insan hiçbir dünyanın, hiçbir kültürün ve hiçbir yaşama biçiminin hakkını verebil­miş değildir. Başkalaşan insan tipinin çok iyi bildiği bir tek şey vardır. O da her şartta kendi rahatını ve kişisel dünyasını koruyabileceği bir düzeni istediği gibi yönlendirmektedir.
Bugünün dünyasında çağdaş standartlara aykırılık nerde­deyse bir suç teşkil etmektedir. Halbuki olaya insanın fıtratı açısından bakıldığında, olaya insanın şahsiyet ve haysiyeti açısından bakıldığında standartlara uymak insanın bütün doğal kıymetlerinin yok edilmesi anlamına gelmektedir.
Değil günleri birbirne denk,yılları birbirine denk geçirenleri uyarmaktır.
Inançlı insan geceleri gündüz gibi bilmektir.
İnsanımız, ciddi yorgunluklar dönemine hazırlamaktadır kendini. Yarına daha kesin ve daha belirgin çizgilerle gitmenin zorunluluğu duyulmaktadır derinden. Düşünce hayatımızın bizden beklediği, yabancılaşmanın, tevhidi düşünce dünyasından uzaklaşmanın, tutsaklığın her türlüsünün sonunun hazırlanmasıdır.
Bütün bir inanç coğrafyasında toplumumuzun yarınlarının temel harcını yoğuracak genç kuşakları materyalist iklimlere götürmede en önemli etken bu başkalaşma, büyük bir bozguna uğratılmadıkça, gelecekte insanımızı daha da çetin şartların beklediği hatırdan çıkarılmamalıdır.
Bu nedenle her şeyden önce kovulması, reddedilmesi gereken bu başkalaşmadır. Başkalaşmayı önleyecek tek kaynağın yalnızca Tevhid düşüncesi olduğu gerçeği üzerinde ısrarla düşünülmelidir.
Bu başkalaşma fikri karabasan gibidir, bir çaresizlik belirtisidir, inkar eğilimidir, insanların ve toplumların çözülmesi sonucunu doğuran bir kuşkular batağıdır.
Sağlıklı ve kalıcı bir seçim yapamayan insanın ve toplumun kaçınılmaz akibeti belirsizliktir.
Umulmadık kimi badirelerle karşılaşarak bunlardan zengin deneyimler edinen inanç toplumları şimdilerde yeni bir değişimin, köklü ve kaçınılmaz bir değişimin sancılarını
duymaktadır. Bu toplumlar yenilgiler ve kayıplardan kalan alçaltıcı psikolojilerini aşma noktasında hissedilir bir cehd içinde bulunmaktadır. Bu toplumlar, mevsim mevsim içerisine düştükleri kimi marazların hiç değilse tahribatını hissetmiş bulunuyorlar. Bir gün batıda, bir diğer gün doğuda; bir gün modernizm sarasıyla, bir gün sosyalizm sarasıyla nöbetler geçiren ve bu uğurda nice kuşakları feda eden toplumlar bugün ne doğu ne batı, yalnızca İslam şiarlarının sıcak bildirisini yüreklerinde duymaya başlamışlardır.
Kendi inanç kaynaklarından ayrılan toplumlar sonraları büyük
birbelirsizliğe düşmüşler, derin bir durgunluğa ve tekdüzeliğe mahkûm olmuşlardır.
Büyük bir inanç coğrafyasında insanlar ve kitleler yaşadıkları çevrelerde, yalnızca İslâm’ın ifadesi olmasınlar diye adeta sürüklenerek tabiatına ve hakikatine yabancı sistemler peşinde koşturulmaktadır.
İnsanımız, son birkaç yüzyıldır Rahmanî bir vadi ile Şeytanî bir vadi arasında gidip gelmektedir.
Karşılaştığı her değişim evresinde kendi aleyhine seçimler yaparak derin bir kimlik bunalımına düşen insanımız halen üzerinde bu bunalımın yaralarını taşımaktadır.
Yetkin ve onurlu bir inancın, anlamlı ve zengin bir kültürün mirasına sahip olan insanımız, karşılaştığı çeşitli değişim evrelerinde özdeğerlerinden önemli kayıplar vererek nihayet güçlü ve sürekli bir sınav dönemine ulaşmıştır.
Modern uygarlığın durmadan kendi düşünce iklimine çağırdığı insan, yeni sapmalara karşı ustalık kazanmış, insan eliyle hazırlanmış ekonomik ve siyasal ideolojilerin giderek kendisi için hazırladığı modern engizisyonlara tanıklık etmiş ve kararların yanılmaz ve vazgeçilmez olanını vermiştir:
İnsan Allah’a dönecektir.
Modern düşünce sistemlerinin insanla bütünleşmesi mümkün olmayacaktır. Çünkü modern düşünce sistemlerinin hayatın dışında seyreden bir konumları vardır.
İnsan yirminci yüzyıl tutsaklığından dönmektedir. İnsan barışa, barışın ebedi düzenine, kaybolan ve çiğnenen değerleri adına yapılacak kutsal düşünce savaşına dönmektedir. Çileli bir deneyim dönemi geçiren insan, haberlerin en doğru olanını bulmanın muştusuyla dönmektedir.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Bütün bu cinayetlerden, yorgunluklardan, kayıplardan, yalnızlıklardan, umutsuzluklardan, vurgun, soygun ve ölüm pazarlarından, azgın ihtiraslardan, nihilizmden, anarşizmden dönmektedir insan.
Modern uygarlık bir anda bütün bir insanlığın ve tabiatın mahvını hazırlayabilecek imkânlara sahip olmasının iğrenç gururunu yaşamaktadır.
Bu ayrılıktan daha beter bir felaket yoktur.
Islamın hayatiyeti Müslümanların büyüklüğüyle kaimdir.
Mürekkep , petrol gibi kan gibi önem kazanmaktadır.
Insan, kalemin sesine karşılık vermek zorundadır.
Büyük kültür ve uygarlıkların besini, büyük ve özgün düşünce hareketleridir.
Bir kez hizmetçi rolünü üstlenmeye görsün bir toplum, bundan sonra ona yaraşan efendilerine sadakatle hizmet olacaktır.
Islam düşüncesi ki nereye ondan bir ışık düşse, oraya bir hayat kazandırmaktadır.
Inançlı insanın işi geceleri gündüz gibi bilmektir. Uykusuzluklarla dinlenmektir, ölümsüz örnekler olmaktır, onlarla yaşamak, onlarla büyümektir. Yenilgilerden de zaferlerden de ders alarak çıkmaktır. Gösteri
Ve propaganda tuzaklarına yakalanmamaktır, aldatan kalabalıklara kanmamaktır.
Inançla yüklü insanın görevi kesintisiz ilerlemek, ara vermeden yol almaktır. Her gün bin kat daha güçlenebilecek vasıtalara başvurmaktır. Büyük yorgunluklara ve mihnetlere aday olmaktır.
Toplumlarımızın sağlığını yitirmesi, insanımızın saflığını yitirmesi nedeniyledir.
Kendisine, ulusuna, tarihine ve geleceğine güvenini yitirmiş bir toplumu umutla ayağa kaldırmak , ona maddi anlamda varlıklı bir dünya yükümlemekle değil, onu sarsılmaz bir ruha ve inanca kavusturmakla mümkündür.
Bir yerde özlem somutlaşmış ve kökleşmişse orada kavuşma alametleri de somutlaşmış demektir.
Insan kalabalıklar içinde kaybolmaktadır. Gündelik telaslar arasında insan ruhu bin yara almaktadır. Insan ancak cesedinin varlığını koruma savası vermektedir.
Zihinleri ve yürekleri eşyanın işgalinde olan insanlar ancak eşya ile onurlanabilirler.
Insanın en büyük tutkularla sahip olmayı amaçladığı, uğruna ömrünü fedaya hazır olduğu şey haline gelmiştir eşya.
Insan, günümüzde kişiliğini eşyaya borçludur.
Modern toplum düzeninde eşyalar ihtiyaçlara göre değil , ihtiyaçlar üretilen eşyalara göre belirlenmektedir.
Ancak kalemle ve kağıtla yolların açılabileceğine inananlardanız.
Biten akşamlardan , aydınlık sabahlara, Kutlu Görevler taşımak borcundayız.
Her zaman; her yerde birbirlerinden farklı gibi görünen , siyasal ve ekonomik egilimler islam söz konusu olduğunda , aradaki bütün farklılıkları bir taraça bırakarak İslam’a cephe teşkil etmektedir.
Yıgınların ilgisi yalnızca sansasyonel magazin kültürü doğrultusunda tahrik edilmektedir.
Özkisiligini yitirenin geride bıraktığı bir şey kalmamıştır. Yetenekleri yitmistir, özgürlüğü de . Bir insanın ve bir toplumun özkişiliğinı yitirmesi demek başkalarının kişiliğine bürünmesi anlamına gelir.
Batıyı ve batı düşüncelerini çekici kılan şey, zayıf bıraktırılmış Asya ve Afrika ülkelerinin büyüyen toplumsal zaaflarıdır.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen , Allahın dilemesiyle zayıf bıakılmış toplumlardamaki batı imalı giderek çekiciliğini yitirmektedir.
Yaratılmışların en saygıdeğer olanı insan, Varlığı Mutlak Olandan , Mutlak sahipten koparılmak istenmekte ve fakat bir başka vadiye de götürülmemektedir.
Sağlıklı ve kalıcı bir seçim yapamayan insanın ve toplumun kaçınılmaz akibeti belirsizliktir.
Bir yanda kitleler açlık nedeniyle ölümü tadarken, diğer tarafta yine kitleler azgın bir iştah ile çılgınlığın ve sefahatin doruğuna tırmanmaktadır.
Varlığının anlam ve nedenini bilen insan sabırlı bir bekleyiş içerisindedir.
Insanın ve toplumun; koruyan,denetleyen, diri tutan yapısal değerlerle bağları kopmuştur.
Beşeri hiçbir düzenin insanın değerleriyle bütünleştiği görülmemiştir.
Gerçeklerin dünyasından koparılan ve uzaklaştırılan insan, ancak günübirlik bir dünyanın, günübirlik bir hayat biçiminin tutsağı haline getirilmiştir.
Ey insan! Kerim olan Rabbine karşı Seni aldatan ne?
O Rab ki seni yarattı, seni düzenine koydu, sana uygun bir biçim verdi.
Seni, muhtelif suretlerden dilediği bir şekilde terkip eyledi.
Hayır , daha doğrusu siz , hesab ve ceza gününü inkar ediyorsunuz.
(Kur’an-ı Kerim)
İdeolojik tarafgirlikler dışında kitlelerin toplumsal düzenlerle herhangi bir alış verişleri bulunmamaktadır.
İnsan toplumsal düzenlerden, toplumsal düzenler de insandan uzaklaşmıştır.
Günümüzde ortaya çıkan her olay bütün bir insanlığa önemli bir gerçeği duyurmaktadır. Bu, bütünüyle maddi esaslar ve amaçlar üzerine kurulu kapitalist ya da marksistdüzenlerin insana ilişkin sorunları kesinlikle çözüme kavuşturmayacakları gerçeğidir. Bu düzenler, kendi asli niteliklerini bile koruyamaz hale gelmiş durumdadır.
Bireysel ya da toplumsal akışı düzenleyen manevi yasalar bulunmadığı gibi maddi yasalar da bulunmamaktadır.
Çağdaş toplumsal düzenlerde bireyin topluma karşı herhangi bir sorumluluğu sözkonusu olmadığı gibi toplumların da bireylere karşı sorumluluğu sözkonusu değildir.
Gerek kapitalist ve gerekse sosyalist toplum düzenlerinde ve bu toplumlar insanında her geçen gün artan ve yoğunlaşan sorunlar daha da belirginleşmekte, başvurulan her yeni yöntem bu konuda yeni başarısızlıkların haberini vermektedir.
İnsan, uluslararası düzeyde sürdürülen sosyal ve siyasal düzenler arası kavgada garip ve talihsiz bir konum içerisindedir. Bu şartlar altında insan, amaçsız geliş gidişlerle gününü gün etmekte, gerçek anlamıyla yaşamamaktadır. Modern sistemler insan unsuru eliyle ve fakat insana rağmen varlıklarını sürdürebilmektedir.
Günümüzde sosyal düzenlerin yapısında teknoloji insan ilişkilerini düzenleyen ve bu düzlemde özellikle insanı koruyan bir unsur yer almadığı için insan içinde doğduğu sosyal düzenlerin istediği bir yapı biçimini kurmaya ve korumaya zorlanmaktadır.
Bütünüyle yeryüzünde, insanlık, tek tek kendi yararları doğrultusunda kullanabilecekleri bir dünyayı düşünmekte ve böyle bir dünyayı gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Çağımızda konuşulan, insanlığın durumu ve geleceği değil, daha çok siyasal ve ekonomik sistemlerin durumu ve geleceğidir.
İnsan kendi kendisinin tutsağı olmuştur. Bu şartlarda yalnızca bireysel çıkarların kavgası verilmekte, bireysel yarar çekişmeleri giderek toplumlar içi çekişmeleri doğurmakta ve büyüyen bu kavgalar çağdaş tolumlar bünyesinde onulmaz yaralar açmaktadır. Toplumsal bunalımların müzmin bir hale geldiği toplumlarda birey güvencesi kalmamıştır.
Çağdaş hayat biçiminin getirdiği gereksinmeler insanı bütünüyle maddîleştirmiştir.
Bireylerden toplumlara, toplumlardan yığınlara doğru karamsarlık bulutları yürümektedir. Gelecek korkusu insanlığın ortak korkusu haline dönüşmüştür.
İnsan coğrafyasına yoğun kaygılar ve umutsuzluklar egemen olmuştur. Yeryüzü toprağı çaresizliklerin ve iniltilerin fideliği haline gelmiştir.
Gerçeklerin dünyasından koparılan ve uzaklaştırılan insan, ancak günübirlik bir dünyanın, günübirlik bir hayat biçiminin tutsağı haline getirilmiştir.
Ey insan! Kerim olan Rabbine karşı seni aldatan ne?
O Rab ki, seni yarattı, seni düzenine koydu, sana uygun
bir biçim verdi.
Seni, muhtelif suretlerden dilediği bir şekilde terkip eyledi.
Hayır, daha doğrusu siz, hesab ve ceza gününü inkar ediyorsunuz.
Kur’an-ı Kerim
İnsanın şu ya da bu toplumsal düzenle ilişkisinin, zaman zaman kimi sorumlulukların biçimsel olarak yerine getirilmesinden ibaret bir ilişki olduğu görülmektedir. Bireysel ve toplumsal kargaşayı doğuran ve besleyen burada ortaya çıkan bağımsızlıktır. İnsanın ve toplumun; koruyan, denetleyen, diri tutan yapısal değerlerle bağları kopmuştur. Beşeri hiçbir düzenin insanın değerleriyle bütünleştiği görülmemiştir.
İnsan toplumsal düzenlerden, toplumsal düzenler de insandan uzaklaşmıştır. İdeolojik tarafgirlikler dışında kitlelerin toplumsal düzenlerle herhangi bir alış verişleri bulunmamaktadır.
Günümüzde ortaya çıkan her olay bütün bir insanlığa önemli bir gerçeği duyurmaktadır. Bu, bütünüyle maddi esaslar ve amaçlar üzerine kurulu kapitalist ya da marksist düzenlerin insana ilişkin sorunları kesinlikle çözüme kavuşturmayacakları gerçeğidir. Bu düzenler, kendi asli niteliklerini bile koruyamaz hale gelmiş durumdadır.
Çağdaş toplumsal düzenlerde bireyin topluma karşı herhangi bir sorumluluğu sözkonusu olmadığı gibi toplumların da bireylere karşı sorumluluğu sözkonusu değildir. Birey toplum ilişkisinde sorumluluk kuramsal bir ifade şeklinde vardır. Bireyler yalnızlığın, toplumlar da birtakım çıkmazların çevresinde varlıklarını sürdürme savaşımı vermektedir. Bireysel ya da toplumsal akışı düzenleyen manevi yasalar bulunmadığı gibi maddi yasalar da bulunmamaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir