Ahmet Muhip Dıranas kitaplarından Şiirler kitap alıntıları sizlerle…
Şiirler Kitap Alıntıları
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın
Göğe uzanır -tek, tenha- bir kamış
Sırf unutmak için, unutmak ey kış!
Büyük yalnızlığını dünyanın.”
altında her kalbe esenlik payı var
bizimdir yelken açmış giden bulutlar
vurup alnımıza serin gölgesini
bizimdir bu koku,bu renk dolu sini
üstünde seslerle ışıklar kamaşan
bizimdir bu zafer,bu beste ve bu şan
geceler bir nehir gibi akıyor.
Virane olacak güneş sarayım,
Ya aşklarım, ümitlerim n’olacak?
Kendi kendine tekrarlanan
O şarkı. ..
Ve masamda bir düşler gülü,
Gecenin içinde, soyunuk
Bir parıltı gibi görünüp kaybolan
Ne istersin benden akşam saatinde?
Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın,
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın;
Hatıraların bu uyanma vaktinde
Sensin hep, sen, esen dallar arasından.
Seni elimden alır gider, niçin,
Bilemem. Ama kaybedersem seni,
Her öten kuş ve her akan su beni,
Bir yolculuğa davet eder, niçin
Bilemem.
Yaklaşmada sinsi, sessiz ve sonsuz.
Biliyorum; her şeysiz , sensiz, bensiz
Yiteceğim, karanlıklar içinde.
Gün saltanatıyle gitti mi bir defa
Yalnızlığımızla doldurup her yeri
Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,
Bir el çıkarmaya başlar
bohçamızdan
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Yaşamak kadar güzel, saf, mavi gökyüzünden,
Bağışlayan gökyüzünden, ebedi gökyüzünden.
Veda etsem hepinize.
Ufuk kanlı bir denize
Dönüyor, sizi bıraksam.
Gün batıyor, gün batıyor,
Evimi, eşyamı, paramı
Nem varsa yaksam ve bir an
Kaybetsem kara bir duman
Arkasında hafızamı,
Koşsam, koşsam, koşsam, koşsam.
Tüm güzellikleri aldı gitti dünyamdan.
Ve gülü tutuşturan şu kırmızı, güzde
Son buluyor benim için yazılmış günce.
Biraz daha gök, biraz daha deniz.
Bir selam bile yok artık verilen;
Yanılıp gökyüzüne bakma sakın.
Bir sevi vaktinin bile havasında
Yok artık o mahrem örtüsü aşkın.
Onmaz bu gece. Bırak karanlıklara!
Umutsuz, zifiri bir gece, bir korku.
Sonsuzluğa doğru kalkacak sihirli
Bir gemi gibisin göklerde demirli
Şehrin üstünden geçen bulutların.
Belki gidiyorlardır yakınına
Rüyamızı kuşatan hudutların.
Hatırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!
Kapanırdı daha gün batınadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişierin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Bir dal kırabilir misin bakalım, gönlümüzde?
Bu şarkılar, bu halis sözler varken, dilimizde.
Yapraklar döktü,
Karanlık söktü
Karşı düzden;
Son ışıklar yüzünde gündüzden.
Aldan, gelmiş olsa bile ümitsiz kış;
Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir;
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Gün saltanatıyle gitti mi bir defa
Ayışığı ihtiyar çınar ağaçlarından
Yüzlerine düşüyordu.
Gelişini,
Yaşamak başka nedir;
Geleceksin
Ki karanlık ölümdür.
Işığım söndüğü zaman
Güleceksin
Ki karanlık ölümdür.
Bir tiksinti, üstüme kinle yürümekte.
Sevmelerde, kanlarda, haksız ölmelerde
Yorulmuş. Bir yoksunlukta bitkin ve garip,
Bir yıkıntı olmuşum ve üç beş kaburga.
Odsuz ocaksız, yolsuz yordamsız, dermansız.
Yönlerim de yitmiş geceyle, yüzüm silik;
Ya Son bu, batıyorum, ya doğuyorum, İlk.
Dağılmış bir sofra bu, bitti şölen.
Ama şiirlerimle seni doyuramam ki;
Ta, yıldızlara değin uzansa bile elim,
Daha ötelerine, daha buyuramam ki.
İnsanı insan diye sevmişim, hep severim;
Ve onu tanrılara karşı bile överim.
Ben bütün bir evreni sevmişim; alın terim
Var evrende; öz, üvey diye ayıramarn ki.
Güzellikleri alır satarım, gelişim bu.
Güzel tellalıyım ben; alan var mı? neşem bu.
Güzel’le yüceltirim insanlığı, işim bu,
Çirkini, kabayı ve hamı kayıramam ki.
İnsanoğulluğunu kulluk diye almışın!
Düşüncenin orakla biçilmesine karşın
Bir geleceğin dulda düşlerine dalmışın;
Bu derin aldanıdan seni uyaramam ki.
Kim zafere erecek? Zafer ne? Bir akşamda
Güneşi bağlamaksa geceye karşı, ya da
Haykırmaksa, gür varım, bir güldür açan, ama
Kini bir hançer gibi kından sıyıramam ki.
Hep Tanrı mı gerek, ey tapınağı dünyanın,
Özgürlükler üstünde?.. Bir yüce aramanın
Yıldızsal kulesinden sesleniyorum: kalkın! Duyuramam ki ama beni, duyuramam ki.
Ama kalbim çatlayacak yalnızlıkta,
Hiç olmazsa bir ayna ver bana, Tanrım!
Ben de sana ey bir ömrüm,
Ben de sana ve boş yere.
Aynı, aynı, aynı, aynı, aynı
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı
Ama, Sirenler durmadan şarkı söylüyor.
Ne şiir kaldı, ne aşk, ne beklenti.
Lavanta çiçeği kokan kederleri;
Hoyrattır bu akşamüstüler daima.
Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar
Unutuşun o tunç kapısını zorlar
Ve ruh, atılan oklarla delik deşik;
İşte, doğduğun eski evdesin birden
Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven,
Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik
Ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar
Vardan ve yoktan özge bir şey.
Sevgiden de öte bir düzey;
Olmak ya da olmamak belki.
Nem varsa yaksam ve bir an
Kaybetsem kara bir duman
Arkasında hafızamı,
Koşsam, koşsam, koşsam, koşsam
Yangın gibi bir de gökyüzü seçmişsin.
Açmaz bu kilidi ne dua, ne şiir.
O daldan tutuyor Böyledir bu. Kader
Kavuşur sabaha en uzun geceler
Ve serin durur her avunuş testisi.
Sonsuzluğa doğru kalkacak sihirli
Bir gemi gibisin göklerde demirli
Ve ben rıhtımda bekleyen tek yolcu
Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın
Harvurup savurduğum anlar!
Doğrulun mezarlarınızdan
Boş yere harcadığım günler!
Durun, geçmesin zaman, durun
Elimle kurduğum saatler!
Pişmanlığa sürgünler
Gibi geçiyor günler.
Düşler, ilkbaharlar vardı, saf ezgiler…
Birden bir anda bittik.
Sanki bulutlarla bir,akıyoruz
Kâğıtlarda yarım bırakılmış şiir..
Gerisi denizler ötesi, hepsi.
Sar bu şarkı söyleyen, bu danseden evreni
Ve ayırma güzel gökyüzünden gözlerini;
Yaşamak kadar güzel, saf, mavi gökyüzünden,
Bağışlayan gökyüzünden, ebedi gökyüzünden.
Oturup geçen dünü düşünmekten başka,
Ne kaldı yaşamaya üşenmekten başka?”