Erwin Bartmann kitaplarından Vatan ve Führer İçin kitap alıntıları sizlerle…
Vatan ve Führer İçin Kitap Alıntıları
Vakur bir sükutla kol bandımın dikişlerini bıçağımla kopardım ve üzerine gümüş iplikle işlenmiş Adolf Hitler adına son kez baktım. Kol bandını bir ağacın dalına, yoldaşlarımınkine yakın bir yere astım. Yakına da silahlarım ile künyemi ve onlarla birlikte savaşla ziyan olan gençliğimi gömdüm.
Cumartesi günleri önümde eşeğin önündeki havuç gibi duruyor, cumartesilerin vadettiği kısa bir özgürlük için yoğun ve monoton bir şekilde çalışıyordum.
T- -34 tanklarından oluşan zırhlı bir birlik güney yönünde ilerlemekteydi. Dürbünümü kaldırdım.Odağa giren görüntü midemi bulandıracak kadar tiksindirdi. Tankların namlularına kadın ve çocuklar bağlanmıştı.Tank motorlarının sesinden feryatlarını duyamayacak kadar uzakta olsam da annelerin vücut dili acıklı durumu anlatıyordu.
Ellerinde, yaşama ölüm getirme gücü mevcuttu.
Ve babam şöyle söyledi, Hitler Alman halkına ne mucizeler verdi!
Hayatta keşkelerin üstünde durmanın bir manası yoktur.
Rus tankının kapağını açtım içerisine pimini çektiğim el bombasını atıp kapağı kapadım , ölmüşlerdi.
Masanın altında patlayan bir bomba dört yüksek rütbeli subayı öldürmüştü. Hitler ise nispeten ufak yaralarla suikast girişimini atlatmış ve bütün hadiseyi, tanrı tarafından muhafaza edilerek, Bolşevizmi ezme görevini tamamlayabilmek için kurtulduğuna yormuştu.
Fırıncı olarak geçirdiğim günlerin sona erdiğine nihayet inanabilirdim.Almanya’nın en seçkin olayının bir askerine dönüşümüm başlamak üzereydi.
Omuzlarımı gururla geriye atarak, hayatımı Führer’e adayacağım yemini tekrar ettim.
Ekseriyetini ilerlemekte olan Sovyet askerlerinin tecavüz ve cinayetlerinden kaçmak isteyen çaresiz kadın ve çocukların teşkil ettiği Doğu Prusyalı mülteciler, içlerinden birçoğunun cehennem ateşi tarafından yutulan binaların bodrumlarında saklanırken canlı canlı yanmakla yazgılı olduğundan habersiz, Dresden’e doluşmuşlardı.
Ceketimin manşetinde Adolf Hitler yazan bir bandın bulunması, beni nefret ettikleri her şeyin vücuda gelmiş bir hâli kılıyordu.
Uykuya dalmayı beklerken, gettonun sefaleti içimi kemirdi. Ansızın, savaş gözüme hiç de kahramanca görünmedi.
Max’ın yarasını incelerken tavrı yumuşadı ve Unutma, acı zihindedir, dedi.
Herkes Führer’i daha iyi görebilmek için ayağa kalkmıştı. Yabancı ziyaretçiler bile, sanki biz Almanları yöneten görünmez güç tarafından zorlanıyorlarmış gibi, Nazi selamı vermek için sağ kollarını havaya kaldırdılar.
Hepimiz öleceğiz; önemli olan nasıl yaşadığımız.
Fakat Führer’imizin kaderine veya savaşı kaybetmemize neden olan kaçırılmış firsatlara veya aptalca kararlara sürekli yas tutan yaşlı bir Nazi değilim. Elbette, sadık diğer bütün askerler gibi ben de savaşı kazanacağımızı ummuştum. Fakat işler olacağına vardı ve hayatta “keşkelerin üstünde durmanın bir manası yoktur.
İnsanların kaderi karşısında kayıtsız olan yıldızların aydınlattığı bir gökyüzünün altında ilerlemek için işaret bekledik.
Hatıraları ölene kadar benimle yaşayacak olan eski asker arkadaşlarımla paylaşmış olduğum yoldaşlığa,bugünün amaçsız gençliğinin tahayyülünün ötesinde olan o yoldaşlığa geriye dönüp gururla bakıyorum.
Kör bir balık gibi,güle oynaya Nasyonal Sosyalizmin bulanık sularına kapıldılar.
Huzurlu bir yaz gününe delalet eden küçük seslerle dolu pastoral bir sabahtı.
Artık geriye kalan tek şey,eli,silah tutabilen herkesten oluşan çaresiz bir gruptu:Yüzüstü bırakılmış Wehrmacht(Nazi Silahlı Kuvvetleri) personeli,Yurt Muhafızlarına alınmış yaşlı adamlar ve adlarını duyurmaya kararlı Hitlerjugend çocukları.O kaos tiyatrosunu anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalır.
16 Nisan 1945 Pazartesi günü..
Artık Yaşasın ve Heil Hitler ler işitilmiyordu.
Yavrularını savaşın getirdiği yoksunluklardan korumak çocuklu kadınlar için amansız bir mücadeleydi.Moralleri kederle gasp edilmiş olan binlercesi,talihsiz binaların yıkılan duvarları veya yanan kalasları altında tuzla buz olan oğul ve kızlarına veda etmek için Berlin’in mezarlıklarını ziyaret etmekteydi.
Neşeli atmosfere lezzet katmak için,konuşurken gittikçe artan bir sesle Hitler taklidimi yaptım.Zafer avucumuzun içindedir,fakat bugün konuşmak istediğim Reich’ın kadınlarıdır.Daha çok askere,çabucak ihtiyacımız var.Bu nedenden ötürü,hamilelik süresi altı aya indirilmiştir.
Umabileceğim her şeye sahipti;çekiciydi,akıllıydı, anlayışlıydı ve o ışıl ışıl mavi gözleri,savaşın üstüne yüklediği ümitsizliğin arasından parlıyordu.
Ruslar,Alman takviminde bayramlara tekabül eden günlerde saldırıya geçmeye özen gösteriyorlardı.Tabii biz de Ruslar için mühim olan günlerde kendilerinin bu nezaketlerini iade ediyorduk.
Her zaman hayallerinizin peşinden gidin.
Doktor bu rakamı sol kolumun içine, koltuk altımın yakınına neşterle attığı küçük kesiklerle kazıdı. Bu iz, aradan geçen 70 yıla rağmen hâlâ görülebilirdir.
Hitler Zeitgest’i salıverdi, büyüttü, kışkırttı lakin canavarı o yaratmadı.
Her adamın ruhunda pusuda bekleyen, kalbinin kapılarını gamalı haç ve kartala açan bir karanlık vardır.
Şerefim sadakatimdir.
Hepimiz öleceğiz; önemli olan nasıl yaşadığımız.
Unutma; acı zihindedir.
Şimdi 88 yaşında, hayatımı özetlemeye hazırım, eğer hayata bir kez daha gelecek olsaydım, aynı tarihi şartlar altında bütünüyle aynı şekilde yaşardım. Kişisel tercih ve eylemlerimin hiçbirinden pişman değilim. Babam ölüm döşeğinde, Hiçbir zaman kendime karşı yalan söylemedim, demişti. Ben de aynı şeyi söyleyebilirim.
Bir mermi – mermi yolunun alçaklığına bakılırsa muhtemelen bizim tanksavarlarımızca ateşlenmişti – göğsünde kol kalınlığında bir delik açmıştı. Sendeleyerek attığı birkaç adımın ardından yere yığıldı. Artık sadece bir diğer cesetten ibaretti
Keşfetmiştim ki bu kesinlikle zihindeki değil, kasıktaki bir acıydı ve koruyucu meleklerin mevcudiyetleri kesintisiz değildi.
.. Mavi kuş eve dönüyor. Yakında görüşürüz.
Ne oldu? diye sordum.
Keskin nişancı beni sıçarken yakaladı.
Bu çizmeler bir lanet, dedi doktor, suyu emip sonra da donuyorlar. Bu onları kesmek zorunda kalacağım ilk sefer değil. Masanın ucunda, kurbanın başının yakınında duran iki sıhhiye ciye baktı. Onu tutsanız iyi edersiniz.
Doktor keçe çizmeleri keserken asker aniden sessizleşti. Bayıldığı için şanslı, dedi doktor. Doktor nihayet ilk çizmeyi çıkarmayı başardığında öğürdüm. Kurbanın bacağındaki çürümüş et, bir kemik parçasında sona ererek, ayağın geri kalan kısmını çizmede bıraktı.
Artık kendimi fatihten ziyade kurtarıcı gibi hissederek dünyanın bu güzel köşesindeki varlığımızın tamamen meşru olduğuna kendimi inandırmıştım. Stalin’in gaddarlığını kurbanlarından bizzat duymam Hitler’in Bolşevizme dair tasvirinin abartı olmadığını teyit ediyordu #8212;veya o vakit öyle görünmüştü.
Unutma; acı zihindedir.
Kan grubumun 0 olduğu belirlendi. Doktor bu rakamı sol kolumun içine, koltuk altımın yakınına neșterle attığı küçük kesiklerle kazıdı. Bu iz, aradan geçen 70 yıla rağmen hala görülebilirdir.
“Unterscharführer Bartmann, siz misiniz?” Beni tanımasıyla birlikte, kan çekilmiş dudaklarından zayıf bir tebessüm geçti.
Yanına diz çöktüm. “Ja mein Junge, ben Uscha Bartmann.”
“Unterscharführer Bartmann,” diye tekrarladı sakin bir sesle, “Bir isteğim var.”
Sözcükler daha dudaklarını terk etmeden dahi ne isteyeceğini biliyordum. Midem kasıldı.
Yaşam genç bedenini yavaş yavaş terk ederken, alt göz kapağından yaşlar boşalacak gibiydi. “Lütfen Beni vurun.”
“Ah Erwin,” diye soluk verdi Ingeborg, “Keşke bunların hepsi sona erse. Artık buna katlanamıyorum. Bu nasıl hayat?”
Kollarımla onu sardım ve kendime bastırdım, fakat Alt Hartmannsdorf’a giden kır patikalarından yürürken onu teselli edebilecek söz bulamadım. Hava taarruz sığınağındaki tecrübesinden, patlamalarla duvarların nasıl sarsıldığından, elektrik lambalarının sönüp dehşet içerisindeki sığınmacıları nasıl zifiri karanlıkta bıraktığından bahsetti.
“Şimdi,” dedi Ingeborg, sanki büyük bir sorundan kurtulmuşçasına, “sadece günün geri kalanının tadını çıkaralım. Sandviç yapmaya yetecek kadar salam bulmayı başardım.”
Ruslar, Alman takviminde bayramlara tekabül eden günlerde saldırıya geçmeye özen gösteriyorlardı. Tabii biz de Ruslar için mühim olan günlerde kendilerinin bu nezaketlerini iade ediyorduk.
“Babam bir gün eskici dükkanında bulduğu eski bir müzik kutusunu eve getirdi,” diye anlattı bir Shütze (Er) biz oynarken. “Onu parçalara ayırdı ve düzeneğin her bir parçası sanki yeniymiş gibi parlayana kadar aylar boyunca gizlice temizledi. Kutu annem için bir Noel hediyesi olacaktı. Müzikle dönen iki balerin. Balerinlerin arasında her biri farklı notada çalan üç çan vardı. Çanlardan ikisinin üstündeki tellerde ses vermeleri için onları gagalayan iki mavi kuş vardı ama üçüncü kuş eksikti. Babam Noel arifesindeki akşam yemeğinde müzik kutusunu anneme verdi. Annem kutuyu gördüğünde gözyaşlarına boğuldu. Babam ne olduğunu sordu. Zavallı annem konuşamadı. Peçetesiyle gözlerini kurulayıp masadan kalktı ve el çantasıyla geri döndü. El çantasını açarak içinden üçüncü mavi kuşu çıkardı. Donakaldık. ‘Babam askerken aynı müzik kutusunu 1918’de Fransa’dan getirmişti,’ dedi annem. ‘Küçük bir kızken onunla saatler boyu arka arkaya oynardım ama yiyecek almak için onu satmamız gerekti. Kutuyu satacağımızı öğrendiğimde iki gözüm iki çeşme ağladığım için babam mavi kuşlardan birini söküp saklamam için bana vermişti. Bana kuşun sadece arkadaşlarının duyabildiği bir şarkı söylediğini ve bir gün onları geri çağıracağını söylemişti.’ Shütze ceketinin cebine davranıp muşambadan küçük bir kese çıkardı. “Bakın,” dedi üçüncü kuşu keseden çıkararak. “Annem beni güven içerisinde eve, arkadaşlarına götüreceğini söyledi.”
Ölümün sinirlere eziyet eden sabit bir tehdit halini alması ile birlikte hissedilen kaçınılmaz kaygı kırılma noktasını zorlar. Şiddetli havalarda ifa edilen saatlerce süren vazife, uzuvlardaki can damarlarını emer. Amansız ve acımasız soğuk, eller ve yüzü biçer. Vücudun enerji rezervlerini tüketen kronik uykusuzluk, dermansızlığın ölümcül köklerini vücudun her bir hücresine salmasını sağlar.
Döndüğümüzde Uscha* Hahn’ı yüz üstü yerde yatarken bulduk.
Yarasını sarmaya hazır bir şekilde, yanına diz çökmek için ona doğru koştum. Kendisini sırt üstü çevirdiğimde artık onu kurtarmak için çok geç olduğunu anladım. Karın bölgesi ve üniforması kanla sırılsıklam olmuştu. Bir anlığına orada durdum. Çaresizce dudaklarının son hareketlerini izledim ve bu Tanrı’nın terk ettiği şehirde bizler için sonun ne kadar ani bir şekilde gelebileceğini düşündüm.
Uscha: Unterscharführer (Astsubay Çavuş)
Silah sesini duyan Gülen Şeytan yatakhanemize daldı. “Tanrı aşkına burada ne oldu?“ diye bağırdı. “Attığınız mermileri saydığınızdan her zaman emin olun.“ Max’ın yarasını incelerken tavrı yumuşadı ve “Unutma; acı zihindedir,“ dedi.
Vakur bir sükutla kol bandımın dikişlerini bıçağımla kopardım ve üzerine gümüş iplikle işlenmiş Adolf Hitler adına son kez baktım. Kol bandını bir ağacın dalına, yoldaşlarımınkine yakın bir yere astım. Yakına da silahlarım ile künyemi ve onlarla birlikte savaşta ziyan olan gençliğimi gömdüm.
Führer ölmüş, sonlanmış,kaderin iradesi ona ettiğim yemini yürürlükten kaldırmıştı.
Hiçbir zaman kendime karşı yalan söylemedim
Her adamın ruhunda pusuda bekleyen, kalbinin kapılarını gamalı haç ve kartala açan bir karanlık vardır. Leibstandarte’deki yoldaşlarıma yeniden katılacağım güne dek bana musallat olacak bir karanlık.
Kimse vatanını seçemez – bu kader meselesidir – fakat ona sadık bir şekilde hizmet etmek, en azından benim için, bir görev meselesiydi.
Doyasıya neşeyle yürüdüğüm o yolun, değer verdiğim herşeyi yıkıma götürebileceği düşüncesi, hayal gücümden çok uzaktı.
Vakur bir sükutla kol bandımın dikişlerini bıçağımla kopardım ve üzerine gümüş iplikle işlenmiş Adolf Hitler adına son kez baktım. Kol bandını bir ağacın dalına, yoldaşlarımınkine yakın bir yere astım. Yakına da silahlarım ile künyemi ve onlarla birlikte savaşla ziyan olan gençliğimi gömdüm.
Bir kurşunu kendin için sakla,
Bombalar yere yaklaşırken ıslık çalıyor, korkutucu bir isabetlilikle düşüyorlardı. Avcı çukurumda sinerken, aklıma yakınıma bir bomba düşmesi durumunda canlı canlı gömüleceğime ilişkin korkunç bir düşünce geldi. Dua etme sanatını ansızın yeniden öğrendim.
Başımı kaldırınca, ince bir toz tabakasının şeffaf bir hayalet gibi havada asılı olduğunu gördüm
Bizi Leibstandarte ve Waffen SS’le özdeşleştiren her şeyi çıkarmalıyız, diye bildirdi Hauptsturmführer.
Vakur bir sükutla kol bandımın dikişlerini bıçağımla kopardım ve üzerine gümüş iplikle işlenmiş Adolf Hitler adına son kez baktım. Kol bandını bir ağacın dalına, yoldaşlarımınkine yakın bir yere astım. Yakına da silahlarım ile künyemi ve onlarla birlikte savaşla ziyan olan gençliğimi gömdüm.
Acımasız bombardımanların tek amacı evleri yerle bir etmek değildi; bombalar çaresizlik ve Almanya’yı bu duruma sürüklemiş fanatik kültün hayallerine yönelik hor görü haricindeki bütün hisleri yakıp kavuruyordu.
Ruslar, Alman takviminde bayramlara tekabül eden günlerde saldırıya geçmeye özen gösteriyorlardı. Tabii biz de Ruslar için mühim olan günlerde kendilerinin bu nezaketlerini iade ediyorduk.
Sosyal sınıf artık Kameradschaft (yoldaşlık) için engel değildi, sloganın bir tezahürüne artık aşina hale gelmiştim: Ein Volk, Ein Reich, Ein Führer (tek millet, tek devlet, tek lider).
Savaş pis bir iştir ve Müttefikler her daim tarihin inanmamızı arzu ettiği sütten çıkmış ak kaşık değildir.
İşte özgürlük, söyleyecek sözü olana,
İşte özgürlük, yazacak cümlesi olana,
Zira yoktur gerçeğin işitilmesinden korkacak kimse,
Gerçeğin suçlayacaklarından başka.
Robert Burns
Şimdi 88 yaşında, hayatımı özetlemeye hazırım, eğer hayata bir kez daha gelecek olsaydım, aynı tarihi şartlar altında bütünüyle aynı şekilde yaşardım. Kişisel tercih ve eylemlerimin hiçbirinden pişman değilim. Babam ölüm döşeğinde, Hiçbir zaman kendime karşı yalan söylemedim, demişti. Bende aynı şeyi söyleyebilirim.
Bugün Rusya’da bile Neo-Naziler sağ kollarını kaldırıyorlar. Hitler Zeitgest’i salıverdi, büyüttü, kışkırttı lakin canavarı o yaratmadı. Her adamın ruhunda pusuda bekleyen, kalbinin kapılarını gamalı haç ve kartala açan bir karanlık vardır.
Kimse vatanını seçmez – bu kader meselesidir – fakat ona sadık bir şekilde hizmet etmek, en azından benim için, bir görev meselesiydi.
Kaptan Yahudi’ydi, diye yanıt verdi, para kazanmak için daima fırsat kollarlar – iyi bir iş adamı bir fırsat yakalamak için daima hazırdır – yaşamak için öğrenmemiz gereken dünya bu olacak – tabii hayatta kalırsak.
Hepimiz öleceğiz; önemli olan nasıl yaşadığımız.
Onlar için her şey, Yaşasın, Hitler için savaşı kazanacağız, Sieg Heil’dan ibaretti.
Keşke bunların hepsi sona erse. Artık buna katlanamıyorum. Bu nasıl hayat?
Neşeli atmosfere lezzet katmak için konuşurken gittikçe artan bir sesle Hitler taklidimi yaptım.
Herkes Reich’a karşı vazifesini yerine getirmek durumundadır. Zafer avucumuzun içindedir, fakat bugün konuşmak istediklerim Reich’ın kadınlarıdır. Daha çok askere ihtiyacımız var ve çabucak ihtiyacımız var. Bu nedenden ötürü, hamilelik süresi altı aya indirilmiştir. Her kadından vatana karşı görevini yapması beklenmektedir.
Hitler ise nispeten ufak yaralarla suikast girişimini atlatmış ve bütün hadiseyi, Tanrı tarafından muhafaza edilerek, Bolşevizmi ezme görevini tamamlayabilmek için kurtulduğuna yormuştu.
hiçbir acı katlanılamayacak kadar büyük değildi.