İçeriğe geç

Nietzsche Kitap Alıntıları – Julian Young

Julian Young kitaplarından Nietzsche kitap alıntıları sizlerle…

Nietzsche Kitap Alıntıları

Burada dikkate değer nokta, görece gevşek bir yılın ardından Pforta-Protestan çalışma etiğinin yeniden devreye girmesi ve bir daha hiç kaybolmamasıdır. (Ne önemi var ki mutluluğun? ben eserimin peşindeyim der Nietzsche’nin öteki beni Zerdüşt.)
Üçüncüsü, Fritz’in ırsi müzikal muhafazakârlığı: Bu otobiyografik yazının devamında tüm modern müzikten nefretinden bahseder; modern müzik derken Zukunftsmusik’i kastetmektedir. Mozart, Haidn (a.b), Schubert, Mendelssohn, Beethoven ve Handel; Alman müziğinin ve benim dayandığımız temel direkler sadece bunlardır, der savunmacı bir edayla.
Pusulasız ve rehbersiz şüphe denizine çıkma cüretini göstermek, gelişmemiş kafalar için ölüm ve yıkım anlamına gelir; çoğunluğu fırtınalarda batar gider, pek azı yeni topraklar keşfeder. Bu uçsuz bucaksız fikirler okyanusunun ortasında insan sıklıkla tekrar karaya dönme hasreti duyar.
Nietzsche’nin baş ağrılarının fiziksel bir sebebi olabilir. Ama aşırı miyopluğu ve çok fazla kitap okuması da büyük ihtimalle baş ağrısını arttırıyordu. (Çoğunlukla bütün gece, uykusu açılsın diye ayağını buz gibi bir kova suya sokarak okurdu.⁴⁴)
Nietzsche’ye göre, ruh sağlığı gayet yerinde olan bir insan geriye bakıp bütün hayatını gözden geçirdikten sonra coşkuyla ayağa kalkıp oyunun ve performansin tamamına Da capo! -Bir daha! Bir daha! Tekrar en baştan!- diye haykırabilmeliydi. Bu fikir onun en büyük esin kaynağıydı. Sağlığı tamamen yerinde olan bir insanın en büyük coşkuyla arzulayacağı şey kendi hayatının sonsuz bir zaman boyunca bengi dönüşü dür (ewige Wiederkehr) -kötü parçaları atılarak arıtılmış haliyle değil, tam olarak aynı hayatı, ne kadar acı ve utanç verici olursa olsun, en ufak ayrıntısına kadar ister. Nietzsche’nin kendi amacı da bunu yapabilmek, kendi hayatına Da capo! diye haykıracak bir noktaya ulaşabilmekti.
Deussen ziyare­tini şöyle hatırlıyordu:

On dört yıllık ayrılıktan sonra arkadaşımı ilk defa görünce kalbim hızla çarpmaya başladı, duygulandım ve ona sarıldım. Ama bu süre içinde ne kadar da değişmişti. Geçmişteki gururlu duruşu, esnek yürüyüşü ve akıcı konuşması gitmişti. Yavaş yavaş ve bir tarafa doğru yatarak sürükleniyor gibiydi. Konuşmakta zorlanıyor ve tereddüt ediyordu Ertesi sabah beni dairesine, ya da kendi deyimiyle mağarasına götürdü. Burası bir köy evinin sade bir odasıydı ve anayola üç dakika uzaklıktaydı. Bir tarafta kitapları duruyordu, eski zamanlardan çoğunu tanıyordum. Yanlarındaki gösterişsiz masanın üzerinde kahve fincanları, yumurta kabukları, el yazmaları, tuva­let malzemeleri rengarenk bir karmaşa halindeydi, bir çizme çekeceği ve üstünde bir çizme, son olarak da dağınık bir yatak vardı. Her şey gevşek hizmet ve hoşgörülü bir beyefendi getiriyordu akla Ayrılırken gözünde yaşlar vardı; daha önce ağladığını hiç görmemiştim. Bir daha onu hiç aklı başında göremeyecektim.

Salome macerasında son söz Schopenhauer’a verilmelidir. 1844’te yazdığı kadarıyla, yaşama iradesinin yanısıra cinsel şehvet, dürtülerin en kuvvetlisi ve etkilisi olarak kendini gösterir, insanlığın genç kesi­minin güçlerinin ve düşüncelerinin yarısını sürekli kaplar. Hemen her insani çabanın nihai amacıdır; en önemli meselelerde istenmeyen bir tesiri vardır, her saat en ciddi işleri kesintiye uğratır ve bazen en büyük zihinleri bile afallatır. Felsefi el yazmalarına dahi aşk notlarını ve buklelerini saçmayı bilir.

( ) bu el yazmalarından biri de Zerdüşt’tür. Bana kalırsa söylenmesi gerekenlerin hepsi bundan ibarettir. Filozoflar bile (hatta belki de özellikle onlar) insanın içindeki vahşi hayvan kafes­ten başını çıkarınca aptalca ve kötü davranabilirler. Nietzsche, Lou’ya duyduğu tutkuyla hem aptalca hem kötü davranmıştır. Tıpkı geri ka­lanlarımız gibi insanca, pek insanca bir durumdur bu; Ida Overbeck de aynen böyle diyerek Nietzsche’nin epeyce canını sıkmıştır.

Üçlü Luzern’deyken Jules Bonnet’nin fotoğraf stüdyosunda o kötü şöhretli kırbaç fotoğrafı çekildi. Fotoğrafta Ree ve Nietz­sche’nin at olarak koşulduğu küçük bir arabanın içindeki Lou elin­deki leylak dalından kırbacı gösteriyordu. Bu tableau vivant’ı [canlı tablo-r.] ayarlayan Nietzsche’ydi. Onun yüksek morali Ree’nin daimi fotoğraf çektirme nefretine baskın çıkmıştı. Üç ay sonra Ree’ye yazan Lou, gerçek hayatta olduğu gibi fotoğrafta da Nietzsche’nin yüzünün tamamen anlaşılmaz olmasına rağmen Ree’nin yüzünün hemen kendini ele verdiğini söylemişti. Bütün karakteri kolayca yüzünden okunabili­yordu -gözlerinden ve alnından şiddetli gözlem gücü ve zekası, ağzının hafifçe sarkışından bitkinliği ve hayatı hafife alması çıkartılabiliyordu. Lou aslında başka bir fotoğrafı kastetse de, gözlemleri Luzern fotoğ­rafındaki iki atın zıt görünümüne cuk oturmaktadır. Ayrıca Ree’nin neden fotoğrafının çekilmesinden nefret ettiğini de açıkça gösterir. (Nietzsche’nin arkadaşı Resa von Schirnhofer de bir o kadar keskin bir gözlemde bulunarak, iki atın arabayı farklı yönlere çekiyormuş gibi göründüğünü söyler.)
Köselitz’le ilişkileri gerilimsiz değildi. Köselitz bir yandan bir arkadaşına gönderdiği mektupta Nietzsche’nin en ciddi anlamda bir aziz olduğunu Dünyada eşi benzeri bulunmadığını, yeryüzünde ondan önce o tür bir insan yaşamadığını ve bir daha da yaşamayacağını söy­leyebiliyordu. Fakat diğer yandan kendi bestecilik işine devam etmek istiyordu. Nietzsche’nin dostu, asistanı, genel moral yükselticisi rolünü oynadığı için kendi işleri durma noktasına gelmişti. Ama sonra benden başka dayanağı olmayan bu zavallı adam dediği Nietzsche’ye birazcık vakit ayırmayı çok gördüğü için kendini azarlıyor, tam bir piç ol­makla suçluyordu. Yine de Nietzsche’nin gecenin bir vakti aklına gelen bir şeyi yazdırmak için onu uyandırmakla kalmadığını, aynı zamanda başka zamanlarda da Chopin çalmasını, onunla birlikte denize gitmesini istediğini yazmaktan kendini alamıyordu: Çoğunlukla akşam olduğun­ da bir bakıyorum ki kendim için hiçbir şey yapmamışım. İşte o zaman sinirleniyor ve Nietzsche’nin canı cehenneme diyorum . Daha sonra aynı arkadaşına bıkkınlıkla şöyle yazmıştı: Son birkaç haftayı neredey­se kör bir adamın, yazdığı neredeyse okunmaz bir el yazmasından en az iki yüz sayfalık bir kitabı [Tan Kızıllığı] hazırlayarak geçirdim -başın ağrıyor mu diye sorsana!
Elizabeth’in ihtimamına ve teselli edici varlığına rağmen korkunç göz ağrısı, baş ağrısı ve mide kasılmaları geçirdi; bazı kasılmalar o kadar şiddetli oluyordu ki safrayla beraber kan da kusuyordu. Dostu ve arkadaşının rahatsızlığını bir türlü anlayamayan Profesör Immermann ilk başta ona gümüş nitrat çözeltisi verdi (günümüzde bu madde fotoğraf kağıdı hazırlamak, saç rengini koyulaştırmak ve siğilleri gidermek için kullanılıyor) ama işe yaramayınca bu kez yüksek dozlu kinin denedi. Von Gersdorff 28 Haziran’ da Basel’deki dostuna şöyle yazıyordu: Tıbbi tedaviye güvenini sarsmak istemem, ama yine de l[mmermann] senin za­vallı miden üzerinde bazı şüpheli deneyler yapıyor.

Bu arada Cosima onun durumunu bilmesine rağmen Temmuz’da her za­manki alışveriş listelerinden birini gönderdi. Acaba rica etse Strazburg’dan (burası Basel’den epeyce uzaktı) birkaç kilo karamelli şeker, ditto pate d’abrocots (kayısı ezmesi), bir paket meyveli şekerleme (şurup içinde de­ğil şeker kaplı olanlardan), bir torba da portakal şekerlemesi alabilir miydi? Sanki Nietzsche’nin Wagnerlerin ev hizmetini görmekten daha iyi bir işi yoktu. Nietzsche Derlenmiş Görüşler ve Düsturlar’da (Vermischte Meinungen und Sprüche, 1879), gayri şahsilik örtüsü altında, bu tür bir muamelenin en sonunda nasıl bir tepki yarattığını yazmıştır:

En Acı Hata: -Sevildiğimize inandığımız bir yerde aslında sadece evdeki bir mo­bilya ve evin sahibi için konuklarının önünde caka satmasına yarayan bir süs olduğu­muzu fark etmek bizi öyle bir yaralar ki bu durum asla bağışlanamaz.

Hiçbir insanın beni sevebileceğine inanamayacak kadar gururluyum: Sevmesi için benim gerçekten kim olduğumu bilmesi gerekirdi. Birini
sevebileceğime de bir o kadar az inanıyorum: Bu da kendi kadememden bir insan bulmamı -mucizelerin mucizesi olurdu- gerektirir, bunu unutma.
Firtz’in bu şaire tutkusunun sürekli artmasının esin kaynağı sadece şairin eserleri değil aynı zamanda hayatıydı. Fritz onun hayatı hakkında çok bilgiliydi ve Hölderlin’in hayatı ile kendi hayatı arasındaki benzerlikler sebebiyle kuvvetli bir şahsi özdeşleşme hissettiği neredeyse kesindir. Tıpkı Nietzsche gibi Hölderlin debabasını erken yaşta kaybetmişti, annesinin etkisi altında çok kalmıştı, doğayı seviyordu ve çok sayıda doğa şiiri yazmıştı. Pforta’ya çok benzeyen bir yatılı okula gitmişti, kabalığın her şeklinden nefret ederdi ve melankoliye eğilimliydi, okulda yeni dostlar edinmişti ama evinde de yakın bir dostu vardı. Alman kültürünün mevcut durumundan rahatsızdı, ayrıca antik Yunan’a büyük ilgi duymakla beraber üniversitede teoloji okumaya yeltenmişti.
İkisi arasındaki benzerlikler yetişkinlikte de devam ediyordu. Hölderlin özel hocalık yaptığı çocuğun annesi olan Susette Gontard’a imkansız bir aşkla tutulmuş, onu şiirlerinde Diotima adıyla anmıştı; Nietzsche ise Cosima Wagner’e karşı aynı ölçüde dayanılmaz bir aşkla bağlanmış ve onu Ariadne diye anmıştı. Elbette en çarpıcı benzerlik hem Hölderlin’in hem de Nietzsche’nin uzun süreler deliliğin karanlığında kalmasıydı; Hölderlin 1806’dan 1843’teki ölümüne kadar, Nietzsche ise 1889’dan 1900’deki ölümüne kadar akıl sağlığından yoksundu. Anlaşıldığı kadarıyla Hölderlin, kendini insandan ziyade tanrı gibi hissederek Etna Krateri’nin içine atlayan antik Yunan şair Empedokles’le kuvvetli bir şahsi özdeşleşme hissediyordu. Fritz’in hipotezine göre Hölderlin deliliğin yaklaşmasını Etna’ya düşmek gibi anlıyordu: Empedokles’in Ölümü adlı çok manalı, çarpıcı metninin melankolik tonlarına , diyordu Fritz, bedbaht şairin geleceğinin, yıllar süren deliliğin ağırlığının yankıları şimdiden sinmişti. Ama Nietzsche de Hölderlin vesilesiyle Empedokles’in ölüm tarzıyla özdeşleşmiş olabilir. Bu düşünce, Nietzsche’nin deliliğe giriş şeklinin bir ölçüde önceden yazılmış olma ihtimalini gündeme getirir.
Pusulasız ve rehbersiz şüphe denizine çıkma cüretini göstermek, gelişmemiş kafalar için ölüm ve yıkım anlamına gelir; çoğunluğu fırtınalarda batar gider, pek azı yeni topraklar keşfeder. Bu uçsuz bucaksız fikirler okyanusunun ortasında insan sıklıkla tekrar karaya dönme hasreti duyar.
İnsan kendi kimliğini ancak karşıtlıkla yüz yüzeyken keşfedebilir.
Fritz Latince ve Yunancaya ilaveten Fransızca ve İbranice dersleri de aldı. İbraniceyi alma sebebi üniversitede teoloji okumasını isteyen annesinin sözünü tutmaktı. Ne var ki ne antik ne de modern dillerden herhangi birine tam anlamıyla hakim olabildi. Latince düşünmeyi öğrenmesi şarttı, ama Fritz hiçbir zaman bunu başaramadı; bütün Latince kompozisyonları Almancada çeviri gibi duruyordu. Hayatının sonraki döneminde İtalya’da epeyce zaman geçirmesine rağmen bu dili yeterince kavrayamadı. Fransızca okurken hep sözlüğe ihtiyaç duyuyordu., İngilizcesi ise hiç yoktu: çok sevdiği Byron ve Shakespeare’i Almanca çevirilerinden okumuştu. Bu olguların belli bir önemi vardır, çünkü kendini iyi bir Avrupalı olarak adlandırmasına ve Alman şovenizminden nefret etmesine rağmen daima Almanca ve dolayısıyla ciddi anlamda bir Alman olarak düşünmüştür.
en iyi şey oturma odasındaki fili görmezden gelmemiz
Şimdiden çok şey yaşadım -neşe ve keder, sevindirici şeyler ve üzücü şeyler- ama Tanrı her şeyde tıpkı bir babanın aciz küçük çocuğuna yol gösterdiği gibi bana yol gösterdi Kendimi sonsuza dek onun hizmetine adamaya içimden katiyetle karar verdim. Sevgili Efendimiz hedefime ulaşabilmem için bana güç ve kuvvet versin, hayatımın yolunda beni korusun. Tıpkı bir çocuk gibi onun keremine itimat ediyorum: Hepimizi koruyacak, başımıza hiç talihsizlik gelmeyecek. Ama mukaddesliği hayatıma dolacak! Verdiği her şeyi sevinçle kabul edeceğim: mutluluk ve mutsuzluk, yoksulluk ve zenginlik; günün birinde hepimizi ebedi neşe ve saadette birleştirecek ölüme bile cesaretle bakacağım. Evet, yüce Tanrı’m, suretin sonsuza dek ışıldasın üstümüzde! Amin!
Nietzsche yaratıcı hayatının ikinci yarısında şiddetli bir yalnızlık çekti. Öteki beni Zerdüşt gibi o da kendini (İsviçre’de) bir dağın doruklarında yalnız buldu. Ama hiç değilse düşünsel bakımdan bu durumunu kabullenmişti. Çünkü radikal bir toplum eleştirmeni olarak, kendisi gibi özgür ruhlu birinin toplumsal hayatın dayandığı temel anlaşmalara karşı çıktıkça muhtemel yoldaş sayısının azalacağı, dolayısıyla muhtemel arkadaşlarının sıfıra yaklaşacağı sonucuna varmıştı. Ama gençliğinde toplum eleştirmeni olmaktan çok uzaktı. Daha ziyade topluma uyma yanlısıydı, hatta ateşli bir toplumsal konformistti. Dolayısıyla hiç arkadaş sıkıntısı çekmiyordu.
Kendi yaşamımıza o kadar yakınızdır ki ağaçlara bakmaktan ormanı göremeyiz.
ve insanların ‘niyetlerini’ gözlerinden okumak mümkündür!
İnsanların durumunu iyileştirmek istiyorsan onlara, günaha karşı nutuk atacağına daha iyi yiyecek ver. İnsan ne yiyorsa odur.
Nasıl olursa olsun, yaşam iyidir(GOETHE)
Suya düşen bir insanın ardından, bir o kadar daha isteyerek atlanır suya, buna cesaret edemeyen kimseler varsa orada.
Bizi öldürecek kurşun, toplardan ya da tüfeklerden çıkmayacak
Bireyler olarak her şeyden önce ölüme mahkumuz.
Hayatın yaşamaya değip değmediğine karar vermek
“Birey, ölüm ve zamanın getirdiği korkunç endişeden kurtarılmalıdır. Bilimsel materyalizmin hakimiyeti ve dolayısıyla Dionysosçuluğun yok oluşu yüzünden, bireysel var oluşun dehşeti karşısında, her şeyden önce kaçınılmaz yok oluşumuz, yani ölüm karşısında korkudan kaskatı kesilmekten bizi koruyan metafizik teselliyi yitirdik.”
Her yerde etrafımda birçok insan var; ama endişelerimin benzer olduğu insanların eksikliğini hissediyorum.
(Overbeck’e mektup, 12 Aralık 1886)
.
Şimdiye kadar, çocukluğumdan beri kalbimde ve vicdanımda aynı sıkıntıları taşıdığım hiçbir insan bulamadım.
(Kız kardeşine mektup, 20 Mayıs 1885)
Ruhsal huzur ve mutluluk peşindeysen inanırsın; doğrunun havarisi olmak istersen sorgularsın.
Nietzsche’nin kardeşi Elizabeth’e yazdığı 11/06/1865 tarihli mektuptan.
Her şeyle bir olmak -ilahi yaşam budur, insanın cenneti budur. Tüm yaşamlarla bir olmak, doğanın Tümüne saadetli bir kendini unutmayla dönmek- düşüncelerin ve sevinçlerin doruğu budur, ebedi dağ zirvesi, ebedi istirahatın mekanıdır.
Tüm yaşayanlarla bir olmak! Bu sözler karşısında Erdem gazap dolu zırhından sıyrılır ve Ölüm varlıkların birleşmişliğinden kaybolup gider, ebedi bölünmezlik ve ebedi gençlik dünyayı kutsar ve güzelleştirir.
İnsan ilk önce kendine egemen olmalıdır.
[ Nietzsche’yi ] daha doğrusu ondan geriye kalan ve ancak bir dostunun tanıyabileceği döküntüyü ( Basel’deki ] psikiyatri kliniğine getirdim. Sonsuz büyüklük kuruntusundan mustarip, ama dahası var -durumu umutsuz. Daha önce hiç bu kadar korkunç bir yıkım tablosu görmemiştim.
İnsan mutluluk için çabalar: Bu sözün neresi doğru ki! Hayatın ne olduğunu hayatın nasıl bir çabalama ve gerilim olduğunu anlamanın formülü, ağac ve bitki de geçerli olmalıdır . İlkel ormanda ağaçlar birbiriyle niçin kavga eder? Mutluluk için mi? -Güç için
Sadece tek bir dünya vardır; o da sahte, zalim çelişkili bir dünyadır anlamsızdır.
3 Ocak 1889’da ya da civarında işler iyice çığırından çıktı. Torino’nun meydanlarından birinde bir arabacının atını kırbaçladığını gören Nietzsche ata sarılıp ağlamaya başladı, sonra da yere yıkıldı.
İnsan kendini nasıl görüyorsa dünya da eninde sonunda onu öyle görür.
Nietzsche, İyi insanlara kimi zaman son insanlar der. Kimi zaman da sonun başlangıcı der.
Dinsiz bir toplum hiç olmamıştır. Kültür demek tanrılar demektir.
Halk, kendine olan inancını sürdürüyorsa [yani inandığı birleştirici bir ahlaka sahipse], kendi öz tanrısına da sahiptir. Onda, kendisini üstte tutan koşulları, kendi erdemierini yüceltir- kendinden duyduğu hoşnutluğu, güçlülük duygusunu, bunlar için müteşekkir -olabileceği bir varlığa yansıtır. Zengin olan, vermek, dağıtmak ister; gururlu bir halk, kurban sunmak için bir tanrıya ihtiyaç duyar.. Din, bu önvarsayımlar altında, bir şükran biçimidir. Kişi kendisi için müteşekkirdir; bunun için bir tanrıya ihtiyaç duyar. -Böyle bir tanrı, yarar da zarar da verebilmeli, dost da düşman da olabilmelidir.
Sağlıklı kişi için, kişisel amaç toplumsal amaçtır.
En tuhaf ve en sert sorunlar karşısında bile yaşama evet demek; yaşamın en üstün tiplerinin kurban oluşunda, kendi tükenmezliğinden sevinç duyan yaşama istenci—buna Dionysosça dedim ben.
Kişi yaşama ilişkin kendi neden?ine sahipse, bunun nasıl? olduğuyla pek de ilgilenmez. İnsanın amacı mutlu olmak falan değildir; yalnızca bir Îngiliz’in amacıdır bu.
Bir ruh ne denli doğruya dayanabilir, ne denli doğruyu göze alabilir? Benim için gitgide asıl değer ölçüsü bu oldu. Yanılgı (-ideale inanç-) korkakliktır. Bilgide her kazanç, ileriye atılan her adım yüreklilikten gelir, kendi kendine karşı serlikten, dürüstlükten gelir.
Modern bilim, insanları merkezden giderek daha büyük bir hızla uzaklaşan hiçliğe doğru giden bir hayvandan ibaret kılarak bu değersizleşmeyi fiilen artırmıştır.
Güçlüye hizmet etmek zorunda olan zayıflar daha zayıfların efendisi olma peşindedir.
Gerçeklik çok yönlüdür.
Hiçbir yorum gerçekliği olduğu gibi temsil etme iddiasında bulunamaz. Bu yüzden de gerçekliğin belli bir tarzda olduğunu varsaymanın manası yoktur.
Kadınların iffeti başka bir baştan çıkarıcı cazibedir.
Kişinin yüce benliğine ve görevi olan ideale karşı sorumlu olmak, bağımsız birey olmanın şartıydı. Sadece böyle bir vicdan geliştirebilen insanların geleceğin filozofları olma potansiyeli vardı.
Son dönemdeki en büyük olay— Tanrı’nın ölümü ; Hıristiyan Tanrı’sına inancın artık güvenilmez hale gelmesi—şimdiden Avrupa’ya ilk gölgesini düşürüyor Bir nevi güneş batmış, eski ve derin bir iman şüpheye dönüşmüş gibi görünüyor.
Hiçbir yorum -hakikat iddiası- dünyayı gerçekten olduğu gibi tasarladığını iddia edemez.
Feminizm herkesi alelade sürü düzeyine indirmenin, Batı modernliğinin ayakta kalmak ve büyümek için gereken istisnai bireyi yetiştirme kapasitesini yok etmenin bir parçasıdır.
Özgürlükçü hareket, eşit haklar, hiyerarşinin demokratik yıkımının, Avrupa’nın dümdüz edilişinin bir parçasıdır.
Kadının eldiveninin içinde kaplan pençeleri vardır. Aşkta ve intikamda kadınlar dehşet vericidir.
Filozof çağının vicdanı olmalı, hastalıklarını teşhis etmeli, kültürün hekimi olmalıdır; yeni bir yaşam tarzını müjdeleyen yaratıcı Oğur ruhlu kişi olmalıdır; ayrıca, mevcut dünyaların en iyisinde cemaatin manevi yöneticisi ve yasa koyucusu olmalıdır.
Moder Avrupa kültürü her geçmiş ve yabancı kültürden parçalarca işgal edilmiş, alacalı bir kaos haline gelmiştir.
Filozof çağının, vicdan azabıdır. Çağa aykırı insandır.
Yaşamın kendisi aslında bir el koyma sürecidir, yaralama, yabancı ve daha zayıf olanı yenmedir; baskı altına alma, sertlik, kendi formlarını kabule zorlama, kendisine katma ve en azından, en yumuşağından sömürüdür.
Kelimenin en geniş anlamıyla Fizik, dünyadaki fenomenlerín açıklanmasıyla ilgilidir; ama bu açıklamaların doğasında yetersiz kalmak vardır. Fizik kendi ayakları üzerinde duramaz ve metafiziğe karşı ne kadar burnu büyük davransa da, ayakta kalmak için metafizikten destek alır.
Fizik sadece dünyanın bir yorumu ve düzenlenişidir. Dünyanın açıklanmasi değildir.
Genel halk için yazılan kitaplar genellikle pis kokar. Küçük insanların kokusu kitabın üstüne siner.
Kendi nefretimden bile nefret ediyordum , çünkü seni lekeliyordu.
İnsan ancak çılgın olduğu sürece çabalar.
Yalnızlığım çevremi ışığın kuşatmasındandır Hiç bilmedim almanın mutluluğunu benim yoksulluğum bu işte; elim armağan vermekten asla yorulmuyor.
Ne önemi var ki mutluluğun? Uzun zamandır mutluluk peşinde değilim artık, ben eserimin peşindeyim yalnızca.
İçimizde hâlâ yıldız doğurabilecek kadar kaos var, özgür ruhluluk var.
Herkes ve hiç kimse için bir kitap.
Biz ıstırap çekenler, beklentilerimizde çok mütevazıyızdır ve ölçüsüzce minnettar oluruz.
Sensiz hayat güzel olurdu
Yine de seni yaşamanın bir değeri var
Gecenin hortlaklarından değilsin kesin
Gücün ruhunu uyarmaya geldin
En büyüğü büyük yapan mücadeledir
Amaç için mücadele, geçilmez bu yollarda
Dürüst olmak gerekirse, en kısa zamanda sizinle tamamen yalnız kalmayı çok ama çok arzuluyorum. Benim gibi yalnızlar, başkalarına yavaş yavaş alışırlar, en değerli gördüklerine bile.
Tamamen yalnız kaldığımda, sıklıkla hem de çok sıklıkla senin adını söylüyorum -hem de büyük bir sevinçle.
En güçlü insan bile yetiştiği çevredeki kişilerin soğuk bir bakışından ya da alaycı bir ifadesinden korkar. Aslında neden korkmaktadır? Yalnız kalmaktan.
Düşünmek eğlenceli olabilir; ciddi bir eğlence!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir