İçeriğe geç

Vahiy Kitapları Kitap Alıntıları – William Blake

William Blake kitaplarından Vahiy Kitapları kitap alıntıları sizlerle…

Vahiy Kitapları Kitap Alıntıları

“tefrik olunca ilk kadın sureti.
adını Merhamet koydular ve kaçtılar ondan..”
Hakikatin haddi vardır da Yanılgı’nın yoktur — düşüyordu, düşüyordu

Hala düşüyordu boşluğun içinde, hala bulabiliyordu bir boşluk

William Blake
(Vahiy Kitapları, s. 227)

Aşk mıdır bu, karşısındakini kana kana içen, tıpkı suya doymayan bir sünger gibi..
Neden bir Dil, ki her bir yel onu bala bulamış?..
Kendini neden kapatmaz ki Kulak kendi helak oluşuna?
Yahut pırıl pırıl Göz bir tebessümün zehrine?
Değil mi ki, yaşayan hiçbir şey
Yaşamaz sadece kendisi için yahut tek başına. Havflanma..
Arzularının yangınları içinde yürür insan.
Hakikatin haddi vardır da Yanılgı’nın yoktur — düşüyordu, düşüyordu

Hala düşüyordu boşluğun içinde, hala bulabiliyordu bir boşluk

William Blake
(Vahiy Kitapları, s. 227)

Hakikatin haddi vardır da
Yanılgının yoktur
5. Ve çocukları ağlıyordu ve inşa ediyorlardı
Metruk mekanlarda mezarlar,
Ve basiret kanunları inşa ediyorlardı ve adına da
Tanrı’nın ebedi kanunları diyorlardı.
Ey Har vadisinin güzeller güzeli! Kendimiz için yaşamayız biz.
Bak bana: en aşağı olarak görüyorsun belki beni – ve sahiden de öyleyim.
Benliğimin sinesi buz gibi, benliğim karanlık, kapkaranlıktır benim;
Hakikatin haddi vardır da
Yanılgı’nın yoktur
Hakikatin haddi vardır da
Yanılgı’nın yoktur
”Nereye gitmektesin, ey düşünce? Hangi ırak memleketedir hicretin? ”
”Düştüm ben ıstırapsız bir neşenin arayışına,
Peşindeyim dalgalanıp durmayan bir berkliğin.
Ey Ebediler neden, neden ölmek istersiniz ki?
Neden yaşarsınız söndürülemez yangınlar içinde? ”
”Ve basiret kanunları inşa ediyorlardı ve adına da
Tanrı’nın ebedi kanunları diyorlardı. ”
Hakikatin haddi vardır da yanılgının yoktur..
gözleri çiçekler arıyordu teselli etsin diye kendisini..
İşitmiyor ki beni *Theotormon, işitmiyor! Onun için fark etmez gece ve gündüz.
Aynıdır ikisi de çünkü; inlemedir gece, taze gözyaşları gündüz.

*Theotormon: Arzu, ihtirası ve aynı zamanda bastırılmış arzulardan doğan kıskançlığı temsil eder.

Kendini neden kapatmaz ki kulak kendi helak oluşuna?
Yahut pırıl pırıl göz bir tebessümün zehrine? ( )
Neden bir burun deliği, dehşet, titreme ve korkuyu içine çekecek kadar geniş?
Kuyunun dibindeki kartal bilir mi hiç?
Yoksa varıp köstebeğe mi sormalı?
Hiç saklanır mı hikmet gümüş asada?
Yoksa aşkı altın kaseye mi koymalı?
Enitharmon uykuya daldı,
Bin sekiz yüz yıl kadar. İnsanoğlu bir Rüya imiş!
”Kendim tek başına, ben idim! Uçsuz bucaksız bir boşluk, vahşi, karanlık ve derin, Hiçbir şeyin olmadığı, olamadığı! ”
“Ne muazzamdır varlığının sebebi, ne büyüktür inayeti! Değil mi ki, yaşayan hiçbir şey yaşamaz sadece kendisi için yahut tek başına. Havflanma ”
”İlk doğan ilk tükenendir! ”
Uçsuz bucaksız bir boşluk, vahşi, karanlık ve derin,
Hiçbir şeyin olmadığı, olamadığı:
Doğanın engin rahmindeydim
Ve ahengimi bularak uzanıp yatmıştım boşluğun üzerine, Kendim tek başına, ben idim!
Gecenin içine akıp giden: ta ki bir süret
tamamlanana dek, bir insan vehmi.
Neden bir Dil, ki her bir yel onu bala bulamış?
Asla uğraşma aşkını anlatmaya, zira aşk var olur yalnızca dile gelmeden.
Arzularının yangınları
içinde yürür insan;
ayakları olur tunç,
Dizleri ve beli tıpkı gümüş
ve göğsü ve başı adeta altın.
Söyle bana, ıstıraplarla dolup taşan biri için nedir gece ya da gündüz?
Görüyorsun bana biçare ve çıplak, ağlıyorsun, kimsecikler yok sana dönüp bakan, Kimsecikler yok seni anaç tebessümlerle bağırına basan.
10. Oysa Urizen, taştan bir uykuya kapılmıştı
Karmakarışık, Ebediyetten koparılıp atılmış.

11. Ebediler dedi ki: Nedir bu? Ölüm!
Urizen oldu bir avuç balçık.

Söyle bana o halde, nedir madde dünyası ve ölü müdür sahiden?
Gülerek cevap verdi bana: Çiçek yapraklarına bir kitap nakşedeceğim,
Beni besleyecek olursan sevgi dolu düşüncelerle ve ara sıra da
Bir kadeh parıltılı şiirsel hayaller sunarsan bana ve sonra olursam bir de sarhoş,
O zaman şu tatlı ud eşliğinde şarkılar söylerim sana ve gösteririm hayat dolu olduğunu
Bütün bu dünyanın, her bir toz zerresinin dahi soluduğunu neşe nefesini.
Cevap verdi Dehşet: Ben Org’um, melun ağacın etrafını sarmış olan:
Zamanın sonu geldi artık; gölgeler yok oldu, şafak sökmeye başladı bile;
On emir haline getirip tahrif etmişti Urizen kor neşeyi,
Ordu misali yıldızları uçsuz bucaksız sahralara sevk ettiği o gece,
O taştan kanunu ezip toz edeceğim; ve dini saçacağım dışarılara,
Parçalanmış bir kitap misali dört yönün rüzgarlarıyla ve kimsecikler toparlayamayacak sayfalarını;
Çöllerin kumlarında çürüyüp gitsinler ve dipsiz derinlikler yutsun onları,
Ki çiçekler açsın artık çöllerde ve derinlikler akıp gitsin menbalarına,
Ve kor neşe yenilensin yeniden ve taştan damını kırıp atsın;
Bekaret peşinde koşan o soluk benizli dinsel şehvet düşkünlüğü
Bulsun aradığını bir fahişede ve sade bir esvapta, dürüstlüklerine henüz
Halel gelmemiş olanlarda, lâkin her akşam ve her sabah beşiğinde geçilse de ırzlarına;
Zira yaşayan her şey kutsaldır, yaşam yaşamda bulur zevkini;
Zira tatlı zevklerin ruhunun asla geçilemez ırzına.
Bir yangın sarar yerküreyi ve fakat insanoğlunu yakıp yutmaz;
Arzularının yangınları içinde yürür insan; ayakları olur tunç,
Dizleri ve beli tıpkı gümüş ve göğsü ve başı adeta altın.
Ve sonra uyandığında mahrem sevinçlerinin hepsini inkar edip saklayacak mısın,
Yoksa uyanık değil miydin sen tüm bu sırlar ifşa edildiğinde birer birer?
Sonra çıkıverirsin karşımıza namuslu bir bakire olarak, hilebazlıkta mahir,
Oysa gece yastığının altında vardır ağlar, tutup yakalamak için bakire sevinçlerini
Ve onları fahişe olarak damgalamak ve geceleri tek tek satmak içine,
Sessizce, tek bir çıt bile çıkartmaksızın ve güya uykudaymış gibi.
Mütedeyyin rüyalar ve mukaddes dualar alevlendirir dumanlı ateşlerini:
Oysa bir zamanlar hilesiz sabahların gözleriyle alevlenirdi ateşlerin.
Söyle bana, çoktandır unutulmuş düşünceler nerede barınır da çağırılınca çıkagelirler?
Söyle bana, nerededir meskeni eski sevinçlerin? Ve nerededir senin kadim aşkların
Ve bir daha ne zaman tazelenecektir onlar ve unutulmuş zulmetleri ne zaman geçecektir
Vadideki zambak, teneffüs ediyordu mütevazı çimenler arasında,
Cevap verdi güzeller güzeli genç kıza ve dedi ki: Ben sularda biten bir otum,
Çok da küçüğüm ve pek severim hemzemin sahaları yurt tutmayı;
Öylesine zayıfım ki, konamaz yaldızlı kelebekler dahi başımın üzerine.
Söyle bana, ıstıraplarla dolup taşan biri için nedir gece ya da gündüz?
Hakikatin haddi vardır da
Yanılgı’nın yoktur
Hakikatin haddi vardır da
Yanılgı’nın yoktur
Merak, huşu, korku, şaşkınlık,
Ebedilerin yüz binlercesi taş kesilmişti adeta,
Tefrik olunca ilk kadın sureti.

Adını Merhamet koydular ve kaçtılar ondan.

“Nereye gitmektesin, ey düşünce? Hangi ırak memleketedir hicretin?”
Nereye gitmektesin, ey düşünce? Hangi ırak memleketedir hicretin?
“Nereye gitmektesin, ey düşünce? Hangi ırak memleketedir hicretin?”
Hakikatin haddi vardır da ‘yanılgı’ nın yoktur.
Çünkü görmüştü ki hayat ölümden besleniyor.
Her şey çocuğun sesini işitiyordu
Ve başlıyordu hayata uyanmaya.
Bekleşiyor
Şimdi sonsuz deryanın sahillerinde.
Tıpkı debelenen ve nabız nabız atan bir insan kalbi gibi
Barışın, sevginin, birliğin kanunları bunlar;
Merhametin, şefkatin, bağışlamanın.
Bırakalım seçsin herkes yurdunu yuvasını,
Kadim zamanlardaki sonsuz meskenini
Istıraplı tutkular içindeydi, ama yansımıyordu göze;
Meçhul ve dehşetli bir faaliyetti oysa bu;
Kendi içinde tefekküre dalan bir gölge adeta,
Muazzam emellere dalıp gitmişti sanki.
İki lahza arasında olgunlaşır mutluluk.

(Lahza: an)

Kim bağlayabilir ki sonsuz olanı ebedi bir bağ ile?
Kim kuşatabilir onu bir kundak bezi gibi?
İnsan nesli solup gitmeye başlamıştı, zira sıhhatte olanlar inşa etmişlerdi
Kendileri için mahrem mekanlar, Aşk’ın neşesinden korkmuşlardı çünkü,
Ve yalnızca marazlılar devam ettirmişlerdi soylarını.
İşte bu yüzden Antamon, çağırdı neşe vadilerindeki Leutha’yı huzuruna
Ve bahşettş Muhammed’e ayrı bir Kitap.
Ve gülelim savaşın yüzüne karşı,
Küçümseyelim zahmeti ve dertleri,
Zira mutlu anlarımızda tazelenir neşenin günleri ve geceleri.
Ah! Kapkara bir elem ve hayali neşeler içinde boğuluyorum.
Bir yangın sarar yerküreyi ve fakat insanoğlunu yakıp yutmaz;
Arzularının yangınları içinde yürür insan; ayakları olur tunç,
Dizleri ve beli tıpkı gümüş ve göğsü ve başı adeta altın.
Bir bakmışsın merhametin adı olmuş ticaret,
Yüce gönüllülükse bir sanat
Bu ebedi ölümdür ve kadimlerin haber verdiği zulüm işte budur.
Söyle bana, ıstıraplarla dolup taşan biri için nedir gece ya da gündüz?
Neden bir dil, ki her bir yel onu bala bulamış?
Neden bir kulak, ki yaratılmışları içine çekme şevkiyle dolu bir girdap?
Kuyunun dibindekini kartal bilir mi hiç?
Yoksa varıp köstebeğe mi sormalı?
“Nereye gitmektesin, ey düşünce? Hangi ırak memlekete hicretin?”
“Bir yangın sarar yerküreyi ve fakat insanoğlunu yakıp yutmaz;
Arzularının yangınları içinde yürür insan; ayakları olur tunç,
Dizleri ve beli tıpkı gümüş ve göğsü ve başı adeta altın.”
“Ah! Kapkara bir elem ve hayali neşeler içinde boğuluyorum.”
Söyle bana, nerededir meskeni eski sevinçlerin? Ve nerededir senin kadim aşkların
Ve bir daha ne zaman tazelenecektir onlar ve unutulmuş zulmetleri ne zaman
geçecektir,
Ki katedebileyim uzak çok uzak zaman ve mekanları ve getirebileyim
Mevcut elemlere teselli ve ıstıraplı gecelere huzur?
Söyle bana, nedir neşe denilen ve göverdiği bahçeler hangileridir?
Ve hangi ırmaklarda yüzer elem? Ve hangi dağın üzerinde
Eser hoşnutsuzluğun gölgesi? Ve hangi mekanları yurt tutar sefiller,
Unutulup gitmiş dertlerden sarhoşlar ve buz kesen kederin mahpusları?
“Söyle bana, ıstıraplarla dolup taşan biri için nedir gece ya da gündüz?
Söyle bana, nedir düşünce denilen ve nedir onu meydana getiren?..”
“Dediler ki bana, gece ve gündüzdür görüp görebileceğin her şey;
Dediler ki bana, beş hissin vardır ihata etmek için seni,
Ve sınırsız beynimi çevrelediler daracık bir daire içinde
Ve batırdılar kalbimi Dipsizlik içine, kızıl, yusyuvarlak küreye, ateşler içinde yanan,
Ta ki beni hayatın tümünden silip yok edene, kazıyıp atana dek ”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir