Italo Calvino kitaplarından Kesişen Yazgılar Şatosu kitap alıntıları sizlerle…
Kesişen Yazgılar Şatosu Kitap Alıntıları
“neden korkuyorsun, ruhumuzun şeytan’ın eline geçmesinden mi?
hayır, ona verecek ruhumuz olmamasından.
Gün gelecek,bir tüy, Nemrut Kulesini yıkacaktır.
Zamanında durmasını bilmeyen güç, ister insan ister öküz ister akbaba olsun, çevresini çöle döndürür ve kendisi de orada geberip karıncalarla sineklere yem olmaktan kurtulamaz
Çünkü ay yenik bir uydudur, ama üstün gelen yeryüzü, onun tutsağı durumundadır.
if the dead, being dead, are really something different from the living, because otherwise the living would not be so sure they are alive, am I right?
Zaten senin huyundur hep soyut düşüncelere kafa yormak.
Düşte yazgı konuşur. Eyleme geçmekten başka yol yok.
hani bazen insan, önünde göz alabildiğine uzanan yollardan uçar gibi gider, yüksek dağları, derin koyakları aşar, canının çektiği yere gitme olanağı vardır da, her yer hep aynıdır.
Kentliler sormuş olmalı:
Neden korkuyorsun, ruhumuzun Şeytan’ın eline geçmesinden mi?
Hayır, ona verecek ruhumuz olmamasından.
Neden korkuyorsun, ruhumuzun Şeytan’ın eline geçmesinden mi?
Hayır, ona verecek ruhumuz olmamasından.
Tahtta oturan ulu kişi ayağa kalkıyor ve değişip, bildiğimiz biri olmaktan çıkıyor: Arkasında açılan şeyler artık meleğin kanatları değil, yarasanın bütün gökyüzünü karartan kanatları, ifadesiz gözleri kısılıp şaşılaşmış,
tacından boynuzları uç vermiş,
sırtındaki pelerin kayarak ortaya, kolları ve bacakları hayvan pençeleri gibi uzamış çıplak bir erdişi bedeni sergiliyor.
tacından boynuzları uç vermiş,
sırtındaki pelerin kayarak ortaya, kolları ve bacakları hayvan pençeleri gibi uzamış çıplak bir erdişi bedeni sergiliyor.
Sık bir ormanın ortasında bir şato,
Gençler, yaşlıların baskısı altında ezilip güçsüzleştikçe, daha kesin bir aşırılığa ve ölçüsüzlüğe sürüklenirler ve hortlak gibi tepelerine dikilen anne baba düşüncesinden kurtulamazlar.
Keşişin gücü ne kadar uzağa gitmiş olduğuyla değil, gözden hiç yetiremeyeceği kadar yakınında olmasına karşın kentten kopuşu ile ölçülür.
Herkes bilir ya da bilmelidir ki, simyacı salt zengin olmak amacıyla altının gizini bulmaya çalışırsa, deneyleri başarısızlığa uğrar: Oysa bencillikten ve kişisel sınırlamalardan kurtulur, şeylerin önünde devinen güçlerle kaynaşıp tek bir varlık olursa, kendisinin dönüşümü olan ilk gerçek dönüşümü, usulca öteki dönüşümleri izler.
Sarayların eski ve güvenilir bir geleneğince Soytarı, Cüce ya da Ozanın görevi, Kralın egemenliğinin dayandığı temel değerleri hiçe sayıp alay etmek, her doğrunun bir eğrisi olduğunu, ortaya çıkan her ürünün birbirine uymayan bir parçalar yumağı, her düzgün konuşmanın bir zırvalama olduğunu Krala göstermektir.
İnsan bir zamanlar gerekliydi; artık yararı kalmamıştı. Dünyanın bütün bilgisini dünyadan alması ve onun zevkini çıkarması için hesap makineleri ve kelebekler yetiyordu.
Her seçim bir vazgeçmeyi gerektirdiğinden, seçmekle bırakmak arasında hiç fark yok.
Yıllardır burada hapsolmuş yaşıyorum, başımı dışarı çıkarmamak için binlerce neden arıyor, içimi rahatlatacak tek bir neden bile bulamıyorum. Acaba kendimi anlatabilmek için daha dışadönük olmadığıma mı yanıyorum?
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Keşişin gücü ne kadar uzağa gitmiş olduğuyla değil, gözden hiç yitirmeyeceği kadar yakınında olmasına karşın kentten kopuşuyla ölçülür.
Keşişin eşyalarının arasında bir de kafatası vardır: Yazılı söz her zaman, yazmış olan ya da okuyacak olan kişinin silinip yok oluşunu kale alır. Dilsiz doğa sessiz konuşmasında insan konuşmasını da kapsar.
çünkü kağıtların sakladığı şeyler, söylediklerinden çoktu ve bir kağıt azıcık fazla bir şeyler açıklayacak olursa, hemen bir sürü el uzanıp onu kapmaya ve kendi öyküsüne sokmaya çalışıyordu. Örneğin, birisi salt kendine ait görünen kağıtlarla öyküsünü anlatmaya başlıyor, sonra birden öyküsünün sonu aynı felaket figürleriyle biten öteki öykülerin sonuyla çakışıyordu.
Geçmişi, bugünü, geleceği gösteren bu kağıt örgüsü hiç kuşkusuz benim öykümü de içeriyor, ama artık onu öteki öykülerden ayırt edemiyorum. Orman, şato, tarotlar beni bu sona ulaştırmıştı: Kendi öykümü yitirmek, öykülerin toz bulutu içinde onu gözden yitirmek ve kurtulmak. Artık içimde çılgınca bir bitirme, nokta koyma ve hesabı kapatma isteği var. Henüz dörtgenin karşılıklı iki yanını zıt yönde yorumlamış değilim ve salt dikkafalılığımdan, yarım bırakmamak için işi sürdürüyorum.
Ölüm uçurumuna inip Hayat Ağacına çıkan kimse, -istemeden buralara kadar gelen bizim gezgini bu sözlerle karşıladıklarını düşünüyordum- Olanaklar Kentine ulaşır; oradan Her Şey görülüp Seçimler yapılır.
Her seçim bir vazgeçmeyi gerektirdiğinden, şeçmekle bırakmak arasında hiç fark yok
Evlilik iki bencil insanın karşılıklı birbirlerini ezmesidir, bu yasal kurumun temellerindeki çatlaklar oradan başlar, kamunun temel direkleri, bu özel barbarlığın zemini üstünde yükselir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Böylece her şeyi yerli yerine koymuş oldum. Hiç olmazsa sayfada. İçimde ise her şey eskisi gibi.
Sen dünyayı tanımıyorsun, Justine. Para’nın ve Kılıç’ın gücü insanları birer eşyaya dönüştürür; zevklerin sınırı yoktur, koşullanmış tepki çeşitlemelerinin sınırı olmadığı gibi; her şey, tepkiyi kimin koşullandırdığına bağlıdır.
Ruhların yazgısı bedenlerden daha iyi değildir, bedenler hiç olmazsa mezarda rahata kavuşurlar.
Neden korkuyorsun, ruhumuzun Şeytan’ın eline geçmesinden mi?
Hayır, ona verecek ruhunuz olmamasından.
Hayır, ona verecek ruhunuz olmamasından.
Ama, içimizden bazılarının kuşkusuz aklından geçirdiği gibi, öyle çeşmeler vardır ki, içtikçe insanın susuzluğu dineceği yerde artar.
-Neden korkuyorsun,
ruhumuzun şeytanın eline geçmesinden mi?
-Hayır, ona verecek ruhunuzun olmamasından!
ruhumuzun şeytanın eline geçmesinden mi?
-Hayır, ona verecek ruhunuzun olmamasından!
Her şey kentinde bile seçim yapmak,bir seçimi ve bir reddi gerektiriyordu,bir şeyi alıp kalanından vazgeçmeyi..
Yıllardır burada hapsolmuş yaşıyorum, başımı dışarı çıkarmamak için binlerce neden arıyor, içimi rahatlatacak tek bir neden bile bulamıyorum. Acaba kendimi anlatabilmek için daha dışadönük olmadığıma mı yanıyorum?
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
her seçim bir vazgeçmeyi gerektirdiğinden, seçmekle bırakmak arasında hiçbir fark yok.
Kentliler sormuş olmalı:
Neden korkuyorsun, ruhumuzun Şeytan’ın eline geçmesinden mi?
Hayır, ona verecek ruhunuz olmamasından.
Neden korkuyorsun, ruhumuzun Şeytan’ın eline geçmesinden mi?
Hayır, ona verecek ruhunuz olmamasından.
Neden korkuyorsun, ruhumuzun Şeytan’ın eline geçmesinden mi?
Hayır, ona verecek bir ruhumuz olmamasından.
Hayır, ona verecek bir ruhumuz olmamasından.
Her seçim bir vazgeçmeyi gerektirdiğinden seçmekle bırakmak arasında hiç fark yok
Neden korkuyorsun,ruhumuzun şeytanın eline geçmesinden mi?
Hayır,ona verecek ruhunuz olmamasından.
Hayır,ona verecek ruhunuz olmamasından.
“Güneşin gökte dikilip durmasından usandım; artık dünyanın sözdizimi bozulsun, oyun kâğıtları, kitabın sayfaları, yıkım aynasının tuzla buz olmuş parçaları birbirine karışsın diye bekliyorum.”
“Bir daha nerede göreceğim seni?”
“Senin asılacağın darağacından başka bir darağacında sallanırken. Elveda!”
“Senin asılacağın darağacından başka bir darağacında sallanırken. Elveda!”
yaşam boyu beklenenle ele geçirilen arasındaki boşluk
Güneş’in gökte dikilip durmasından usandım ;artık Dünya’nın sözdizimi bozulsun, oyun kağıtları, kitabın sayfaları , yıkım aynasının tuzla buz olmuş parçaları birbirine karışsın diye bekliyorum.
Yıllardır burada hapsolmuş yaşıyorum, başımı dışarı çıkarmamak için binlerce neden arıyor, içimi rahatlatacak tek bir neden bile bulamıyorum.
Sen dünyayı tanımıyorsun, Para’nın ve Kılıç’ın gücü insanları birer eşyaya dönüştürür; zevklerin sınırı yoktur, koşullanmış tepki çeşitlemelerinin sınırı olmadığı gibi; her şey , tepkiyi kimin koşullandırdığına bağlıdır.
Bütün türler ve varlıklar ve insanlık tarihi , değişimler ve evrimler zincirinin rastlantısal bir halkasından bir halkasından başka bir şey değil.
Bütün kuyular birbirinin aynısıdır,karan verdiğini sanan kişi kendini aldatandır.
Böyle bırakın beni. Dönüp dolaşıp sonunda anladım. Dünyayı tersinden okumak gerek. Keramet bunda!
“Her seçim bir vazgeçmeyi gerektirdiğinden, seçmekle bırakmak arasında hiç fark yok.”
“Böyle bırakın beni. Dönüp dolaşıp sonunda anladım. Dünyayı tersinden okumak gerek. Keramet bunda!”
; sanki içimiz boşalmış, gelecekle ilgimiz kesilmiş, başı sonu olmayan bir yolculukta havada asılı kalmış gibiydik.
Anlatacak o kadar şeyimiz olduğu halde konuşamamanın acısıyla kıvranıyorduk
Böyle bırakın beni. Dönüp dolaşıp sonunda anladım. Dünyayı tersinden okumak gerek. Keramet bunda
Anlatacak o kadar şeyimiz olduğu halde konuşamamanın acısıyla kıvranıyorduk.
+ Neden korkuyorsun, ruhumuzun Şeytan’ın eline geçmesinden mi?
– Hayır ,ona verecek ruhunuz olmamasından.
– Hayır ,ona verecek ruhunuz olmamasından.
Neden korkuyorsun, ruhumuzun şeytanın eline geçmesinden mi?
Hayır, ona verecek ruhumuzun olmamasından.
Hayır, ona verecek ruhumuzun olmamasından.
Anlatacak o kadar şeyimiz olduğu halde konuşamamanın acısıyla kıvranıyorduk.
-Neden korkuyorsun , ruhumuzun Şeytan ‘ ın eline geçmesinden mi?
-Hayır , ona verecek ruhumuz olmamasından..
-Neden korkuyorsun,
ruhumuzun şeytanın eline geçmesinden mi?
-Hayır, ona verecek ruhumuz olmamasından.
ruhumuzun şeytanın eline geçmesinden mi?
-Hayır, ona verecek ruhumuz olmamasından.
anlatacak o kadar şeyimiz olduğu halde konuşamamanın acısıyla kıvranıyorduk
Artık içimde yalnızca çılgınca bir bitirme, nokta koyma ve hesabı kapatma isteği var.
Neden korkuyorsun, ruhumuzun şeytanın eline geçmesinden mi?
-Hayır, ona verecek ruhumuz olmamasından.
-Hayır, ona verecek ruhumuz olmamasından.
Keşişin eşyaları arasında bir de kafatası vardır: Yazılı söz her zaman, yazmış olan ya da okuyacak olan kişinin silinip yok oluşunu kale alır. Dilsiz doğa sessiz konuşmasında insan konuşmasını da kapsar.
Neden korkuyorsun,ruhumuzun Şeytan’ın eline geçmesinden mi?
Hayır, ona verecek ruhumuz olmamasından.
Hayır, ona verecek ruhumuz olmamasından.
Keşişin eşyaları arasında bir de kafatası vardır:Yazılı söz her zaman,yazmış olan ya da okuyacak olan kişinin silinip yok oluşunu kale alır.Dilsiz doğa sessiz konuşmasında insan konuşmasını da kapsar.
Her şeyi okuyup öğrenmek için insan bütün yaşamını ocak başında ateşi üfleyerek geçirse,yine yetmez.
İnsanı temsil ettiğini sanan erkeğe artık kurtuluş yok.Gelecek bin yıllarda onların cezasını verip hakkından gelecek Kraliçe’ler hüküm sürecek.
İnsan bir zamanlar gerekliydi;artık yararı kalmamıştı.Dünyanın bütün bilgisini dünyadan alması ve onun zevkini çıkarması için hesap makineleri ve kelebekler yetiyordu.
Çoktandır insansız işleyebileceklerini bilen makineler en sonunda onları başlarından atıp kurtulmuşlardı.
Zamanında durmasını bilmeyen güç,ister insan ister öküz ister akbaba olsun,çevresini çöle döndürür ve kendisi de orada geberip karıncalarla sineklere yem olmaktan kurtulamaz
Bütün türler ve varlıklar ve bütün insanlık tarihi,değişimler ve evrimler zincirinin rastlantısal bir halkasından başka bir şey değil.
Hani bazen insan,önünde göz alabildiğine uzanan yollardan uçar gibi geçer,yüksek dağları,derin koyakları aşar,canının çektiği yere gitme olanağı vardır da,her yer hep aynıdır.