İçeriğe geç

Tekerrür Kitap Alıntıları – Soren Kierkegaard

Soren Kierkegaard kitaplarından Tekerrür kitap alıntıları sizlerle…

Tekerrür Kitap Alıntıları

Memento o homo! quod cinis es et in cinerem revertaris. [Hatırla Ey insan! Topraksın ve toprağa döneceksin]
Sadece gerçekten sevebilen insandır; sadece aşkını ifade edebilen, işte sadece o sanatçıdır.
Genelde bütün derin insani duygular, kişideki gözlemciyi savunmasız kılar. Kişi ancak bir şeyden mahrum olduğunda ve kendisinde bir boşluk olduğunda ya da nazlı bir biçimde gizlendiğinde gözlem yapma eğiliminde olur.
Umut yeni bir kıyafettir, serttir, kolalanmıştır ve parlaktır ama hiç denenmemiştir ve bu yüzden de onun nasıl olacağını ya da yakışıp yakışmayacağını bilmek mümkün değildir.
Kierkegaard, yine 1843’te günlüğüne şöyle yazmıştı: Tekerrür dinsel bir kategoridir ve öyle kalacaktır.
Melankolik ve estetik tekrardır mümkün olmayan…
Estetik tekerrürün imkansızlığı, etik tekerrürün imkanını zorunlu olarak iptal etmez. Tekerrür belki de etik alana ait bir kategoridir.
Tekerrür olmuş olanın bire bir yeniden gerçekleştirilmesi değildir; aksine her tekrardaki yeniyi yaşamaktır, yeniden ama farkla yinelemektir. İleri doğru akış, aynının ebedi dönüşü değil, imkanlara açılmaktır.
Bu durumda, varoluş, geçmişi zamanın akışından kurtarmak ve onu dokunulmaz bir biçimde biriktirmek değil, tüm belirsizliğe rağmen kendini geleceğe doğru fırlatmakla, imkanlara açmakla ilgilidir.
Olmuş bitmiş olanı, bire bir tekrarlama kudretine sahip miyiz? Zamanın ileri doğru akışını, geleceğe sadece kendi irademizle seçtiğimiz şeyleri yerleştirme gayesiyle, gözetimde tutmak mümkün müdür? Tekerrür hareketi bir özgürlük müdür?
Kendini seçme olarak tanımlanan varoluşçu özgürlük, kendini edimselleştirmeyi, ama bunu salt mantıksal bir geçiş olarak değil, varoluşun tüm hengamesi ve keşmekeşi içinde yapabilmeyi ifade ediyordu.
Metnin sonlandığı yerde uyandırdığı başa dönme ve tekrar okuma isteği de okurun, metinden taşarak metnin sınırlarını zorlayan bu tekerrür hareketini bizzat deneyim etme fırsatı olarak yorumlanabilir….
Lakin kişilik, bilincin bir önkoşulu, tam da onu dışarıya çıkarmaya zorlamak için var olmak zorunda…
Bir şair genellikle bir istisnadır.
Çok yaşa düşüncenin firarı, çok yaşa ideanın emrindeki hayat tehlikesi, çok yaşa zaferin şatafatlı övüncü, çok yaşa sonsuzluğun girdabındaki dans, çok yaşa beni abiste gizleyen dalga sırtı, çok yaşa beni yıldızların üzerine savuran dalga sırtı.
Ben ideaya aitim. Bana el ettiğinde peşinden giderim, randevu verdiğinde gece gündüz beklerim; orada kimse beni yemeğe çağırmaz; orada kimse elinde akşam yemeği ile beklemez….. Eve döndüğümde, hiç kimse yüz ifademi yorumlanıyor, hiç kimse tavrımı sorgulamıyor, hiç kimse benliğimden, şahsen bir başkasına veremeyeceği bir izah koparmaya çalışmıyor, mutluluk içinde mi yüzüyorum, yoksa hüzne mi gömülüyüm,hayatı kazandım mı, yoksa yitirdim mi?
Eylem sırf insanın kendi içinde sürüyor da olsa; hayatın her an riske atıldığı, her an kaybedildiği ve yeniden kazanıldığı yerde.
Yeniden kendimim. Bir başkasının yoldan almak bile istemediği bu “kendilik”’e yeniden sahibim Benliğimdeki çatlak kapandı, yeniden bir araya geliyorum…. O halde bir tekerrür yok mu? Her şeyi iki misli kazanmadım mı? Kendimi —tam da kendiliğin önemini iki misli anlayacak şekilde—geri kazanmadım mı? Ve tinin niteliklerini hiçe sayan dünyevi mülkiyetlerin bir tekerrürü böylesi bir tekerrürün yanında nedir ki?
Genç adam onu kocaya çevirecek gök gürültülü bir fırtına bekliyor, belki de bundan kastettiği bir sinir felcidir. Ama gerçek tamamen bunun tersi. O, kendisi geri dönmek yerine, “tüm tabur, geriye marş” diyenlerden, ki bu bir başka şekilde şöyle ifade edilebilir: Genç kız ortadan kaybolmalı. Kendim bu kadar yaşlı başlı olmasaydım, kızı seve seve ben alırdım, sırf genç adama yardım edebilmek için.
????
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
İşte burda oturuyorum. Masumiyetten mi? Hırsız dilinde dendiği gibi; yoksa kralın insafından mı? Bilmiyorum; tek bildiğim şey oturuyor olduğum ve yerimden kıpırdamadığım. İşte burada duruyorum, tepede mi, yoksa dipte mi? Bilmiyorum; bildiğim tek şey , duruyor olduğum ve sessizce duruyor olduğum, tam bir aydır, ayağımı kendime doğru çekmeden yahut tek bir harekette bulunmadan.
Gök gürültülü bir fırtına bekliyorum —ve de tekerrürü.
Her şeyin bir zamanı var, * humma krizi geçti, nekahetteki hasta gibiyim.

* Her şeyin mevsimi, göklerin altındaki her olayın zamanı vardır. ( Vaiz 3:1 )

Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
…Ve yine de üstüme bir korku çöküyor, sanki hâlâ anlayamamışım da bir gün anlayacakmışım gibi, sanki bahsini okuduğum o dehşet beni şimdiden pusuda bekliyormuş gibi, sanki bahsini okumakla onu üzerime çekmişim gibi, insanın bahsini okuduğu hastalığa yakalandığı gibi.
Suskun sırdaşım!
Ya elimde Eyüp olmasaydı! Benim için nasıl bir anlama ve ne değişik bir anlama sahip olduğunu tüm nüanslarıyla betimlemem olanaksız.
…kız sadık ve mantıklı ve insanların gözünde saygın olurken, benim aklı kaçık, sadakatsiz ve bir sahtekar olmam kesinlikle saçmalık olur. Yoksa ilişkinin ilk evresini olabildiğince mükemmel yapmış olduğum için suçlanmam mı gerekiyor? İltifatlat için teşekkürler!
Neden cevap veren kimse yok? Yeni bir kelime bulana makul ödül vaat ediyorum!
Bunu ifade edebileceğim hiçbir dil olmasa dahi, kimse haklılığımı benden alamaz.
Tüm benliğim kendiyle uyuşmazlık içinde haykırıyor. Nasıl oldu da suçlu duruma düştüm? Veyahut suçlu muyum? Yoksa neden öyle adlandırıyorum, tüm dillerde? Bu insan dili denen şey ne acınası bir icat, bir şey diyor, bir başka şey kastediyor?
Aklım sükût ediyor ya da daha doğrusu, onu yitiriyor muyum? Bir an yorgun ve bitabım, evet, kayıtsızlıktan neredeyse ölü gibiyim, bir sonraki an, öfkeden kuduruyorum ve dünyanın bir ucundan öbür ucuna koşturuyorum.
Parmağını toprağa sokarsın, sonra toprağın kokusundan hangi ülkede olduğunu anlarsın. Ben parmağımı varoluşa sokuyorum —hiçbir şey kokmuyor. Neredeyim? Bu “dünya” denen şey de ne oluyor? Bu kelimemin anlamı ne? Beni kim kandırıp bütün bınlara bulaştırdı ve şimdi de orada yaya bıraktı? Ben kimim? Dünyaya nasıl geldim….
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Eyüp! Eyüp! Ey Eyüp! Sahiden bu güzel sözlerden başka bir şey demedin mi: “ Rab verdi, Rab aldı, Rab’bin adına övgüler olsun?” Daha fazla bir şey demedin mi? Bunları tekerrür ettirmek için mi onca kahrı çekmeye devam ettin? Niçin yedi gün ve yedi gece boyunca sükût ettin, ruhunda neler olup bitiyordu?….
Şimdi ne yapıyorum? Gündüzleri uykuya geziyorum ve geceleri uyanık yatıyorum.
Velhasıl bir gün ortalıktan kayboldum, kıza tek kelime etmeden, Stockholm istimbotuna atladım, kaçıp gittim, herkeslerden gizlenerek. Kendine bir izah yolu bulmada Tanrı bu kızın yardımcısı olsun!
Adına insanları hakir görme denen, berbat bir ihtirasın içinde yolunuzu şaşırmaktan korkmuyor musunuz?
Sağduyunuzu yitirmekten korkmuyor musunuz?
İnsanlardaki korkaklık ve cesarette sık sık nasıl da abes bir çelişkiyle karşılaşıyor. İnsan berbat olanı görmeye korkuyor ama yapacak cesareti var.
Bu şekilde daima uyanık, daima bilinçli olmak, asla donuk ve hülyalı olmamak delilik değil mi ki?
…Lakin yolculuk zahmete değmedi; zira insanın hiçbir tekerrür olmadığına ikna edilmek için yerinden kalkıp yollara düşmesine ihtiyaç yok. Hayır, her şey beyhudelikken ve uçup giderken, insan oturma odasında sakin sessiz oturuyor, sm yine de trenle olduğundan daha fazla hız alıyor, kıpırdamadan oturduğu halde.
Evimde her şeyi tekerrüre hazır bulacağımdan bayağı emin olabilirdim.(….)
Velhasıl eve geliyorum, kapımın zilini çalıyorum, uşağım açıyor. Bu kritik bir andı. Uşağım ölü gibi bembeyaz kesildi, aradan bakınca içerinin korkunçluğunu gördüm: Her şey altüst haldeydi. Taş kesildim. Uşağım şaşkınlığından ne yapacağını bilemedi… ve kapıyı suratıma çarptı. Bu kadarı da fazlaydı…..
Hiçbir tekerrürün var olmadığını ve hayata önceki bakış açımın galip geldiğini anladım.
…çünkü insan hayatın ne olduğuna dair gerçekten bir fikir edinmeden önce, varoluş eliyle birçok şekilde uğradığı hayal kırıklığına katlanmayı öğrenmeli ve yoluna devam edebilmelidir—ama kesinlikle bu mütevazı beklentilerle hayat çok daha güvenlidir. Hayat bir iflastan bile mi daha düzenbaz olacaktı ki! Yüzde elli ya da otuz, bir şeyler verir hiç olmazsa. Komik olan yine de talep edilebilecek olanın en asgarisiydi! Bu da mı tekerrür ettirilemeyecekti artık!
Sonra genç kız ortaya çıkar, sonra hayretler içinde dolanır, (kim daha hayrettedir, kız mı yoksa ağaçlar mı)! Sonra çömelir ve otları yolar…
…yazı yazmada azgın atın hızıyla aşık atabileceğimi, zira her kelimenin sadece bir harfini yazarak gittiğimi söyledim, yine de her yazdığımı okuyabildiğimi söyleyerek içini rahatlattım.
öyle bir fikir bolluğuna gark olmuştu ki, hiçbir şeyi yazıya dökemiyordu…
Bireyin olasılığı da işte böyle, kayıp halde dört dönüyor kendi olasılığının içinde, bir onu bir bunu bulgulayıp duruyor.
tekerrür her dogmatik meselenin vazgeçilmez bir koşuludur.
Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya hem de paraya kulluk edemezsiniz.
*Matta 6:24
Anıların büyük bir avantajı vardır, şöyle ki, kayıpla başlar, dolayısıyla güvenli ve emindir; zira kaybedecek hiçbir şey yoktur.
Herkes melankolik adam aşık olmalı, o vakit melankolisi olduğu gibi kaybolur diye bağırır durur. Ama bu insan sahiden melankolikse, onun için her şeyden fazla önem kazanmış olan bir şeye kendini melankolik olarak vermemesi nasıl mümkün olabilir?
anormal bir ruh hali bile, normal olarak mevcutsa nasıl da tutarlı olabiliyor!
Bir üzüm tanesi mükemmeliyetin zirvesindeyken nasıl saydam ve berrak olursa, meyve tam olgunluğa eriştiğinde, üzerindeki incecik zar nasıl çatlar da özsuyu incecik damarlardan nasıl dışarı sızarsa, bu gencin içindeki aşk ihtirası da aynen bu misal, neredeyse gözle görünecek şekilde üzerinden taşıyordu.
Tekerrür gerçekliktir ve yaşamın ciddiyetidir.
bu dünya buna binaen baki kalıyor ve bir tekerrür olduğu için baki kalmaya devam ediyor.
…ihtiyar bir kadın gibi öylece oturup anımsamanın çıkrığını çevirip durmaz o, sessiz sakin kendi yoluna gider, tekerrürden hoşnut olarak.
Lakin hayatın bir tekerrür olduğuna akıl erdiremeyen kimse kendine hüküm giydirmiştir ve ona zaten olacak olandan, yani can vermekten daha iyisini de hak etmez.
…ancak tekerrürün yeni bir şey olması gerektiği düşlemiyle kendini kandırmayan gerçekten mutlu olur,; zira kandırırsa ondan bezer.
Sadece umut etmek isteyen ödlektir.
Umut elden kayıp giden nefis bir genç kızdır, oysa anımsama o anda hiç işine yaramayan hoş bir yaşlı kadındır, tekerrür insanın hiç bezmediği sevgili bir zevcedir.
…zira tekerrür Yunanlılara göre “anımsama” ne idiyse onun kesin bir ifadesidir.,
Tekerrür ve anımsama aynı devinimdir, sadece zıt yönlüdürler; zira hatırlanan şey vuku bulmuştur, geriye yönelik tekerrür eder, halbuki asıl tekerrür ileriye yönelik anımsanır.
İleri doğru akan varoluş hareketi ile geriye dönük kavramsal düşünce arasında katedilmesi ve çözülmesi imkansız bir uyumsuzluk vardır. Zamansal yaşamın sınavıdır bu belki de: Bizi mütemadiyen durduğumuz yerden söküp alan ve ileriye taşıyan hareketle nasıl bir ilişki kuracağız? Bu hareket bizi biteviye eksiltiyor, bizden bir şey alıp götürüyor mu; yoksa asla tahmin edemeyeceğiniz armağanlar sunarak bizi çoğaltıyor mu? Tanıdığımızı sandığımız, sabit bir sığınak olduğunu düşündüğümüz geçmişe tutunmanın ve teselliyi orada aramanın sebebi, geleceğin öngörülemez başkalığı karşısında duyduğumuz kaygı ve korku mu? Tümüyle olumsal bu hareket iradi seçimlerle mi örülür, yoksa iradenin bilinmeze ve başkalığa teslim olmasıyla mı?
Felsefenin dillendirdiği şu mesele doğrudur: Hayatın geriye doğru anlaşılması gerekir. Oysa ki insanlar öteki ilkeyi unuturlar: Hayat ancak ileriye dönük şekilde yaşanır. Bu ilkeden hareketle, ne kadar derinlemesine düşünürseniz düşünün, zamansal yaşamın asla tam manasıyla kavranamayacağını anlarsınız; çünkü tam da durup geriye bakabileceğimiz bir konum yoktur.
Tekerrür, olmuş olanın birebir yeniden gerçekleştirilmesi değildir; aksine her tekrardaki yeniyi yaşamaktır, yeniden ama farkla yinelemektir. İleri doğru akış, aynının ebedi dönüşü değil; imkanlara açılmaktadır.
Bulutlar bir ileri bir geri sürükleniyor,
Üzgün ve yorgun bak,
Sonra aşağıya doğru düşüveriyorlar,
Toprağın rahmi onların mezarı olacak.
Şu anda ne mi yapıyorum? Gündüzleri uykuda yürüyor, geceleri uyanık yatıyorum.
Neden kimse ölümden geri dönmedi? Çünkü yaşam ölümün yaptığı gibi tutsak etmeyi bilmiyor, çünkü yaşam ölümün sahip olduğu inandırıcılıktan yoksun.
Süleyman bir kadının dırdırının çatıdaki yağmur damlaları gibi olduğunu söyler.
Memento o homo! quod cinis es et in cinerem revertaris (Hatırla Ey insan! Topraksın ve toprağa döneceksin)
…pısırıklık ve küçük korkular bir insanı, günahlarının cezasını çektiğine, hiç öyle olmasa da inandırmıştır.
Beni anlayan hiç kimse olmadığına göre, bir şey söylemek istesem de neye yarardı; benim acım ve cefam adsız, tıpkı kendim gibi…
Bu insan dili denen şey ne acınası bir icat, bir şey diyor, bir başka şey kastediyor?
Bu ömür canıma tak etti; varoluştan tiksiniyorum, tatsız tuzsuz, ne zindelik veren bir gücü var ne de bir anlamı.
İtiraf ediyorum, ben güçsüzüm, ben güçsüzdüm, hiçbir zaman bu şekilde güçlü veya yılmaz olmayacağım.
İntikamın vazifesini üstlenmek ve onu insanların safsatalarla üstesinden gelebileceğinden topyekûn farklı şekilde, mükemmelen yerine getirmek! Bu şekilde kahraman olmak, dünyanın gözünde değil, kendi gözünde, insanlara karşı hiçbir şeyi mazaret gösteremeden, ama kendi kişiliğine diri diri gömülmüş halde, kendi kendinin şahidi, yargıcı, kendi kendinin savcısı ve kendi içinde biricik olarak!
…bir zamanlar ben de sadece “tuhaftım, şimdiyse üşütüğüm”…
Her şeyden yakayı sıyırmak için ölmek istemek, akla gelebilecek en sefil yoldur…
Hoşnut, tamamen, kesinlikle ve her şekilde hoşnut hiçbir zaman olmuyor insan. Ve şöyle böyle hoşnut olmak zahmete değmiyor, onun için tamamen hoşnutsuz olmak daha iyi.
Öyle değil midir, insan yaşlandıkça, hayat insana gitgide daha bir aldatıcı gelmez mi; insan daha akıllandıkça, kendi başının çaresine bakacak daha çok yol öğrendikçe, başını bir o kadar daha belaya sokmaz, bir o kadar daha fazla sıkıntı çekmez mi?
…insan hayatın ne olduğuna dair gerçekten bir fikir edinmeden önce, varoluş eliyle birçok şekilde uğradığı hayal kırıklığına katlanmayı öğrenmeli ve yoluna devam edebilmelidir…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir