Zaza Yurtsever kitaplarından Egoist Beyin ve Kilo kitap alıntıları sizlerle…
Egoist Beyin ve Kilo Kitap Alıntıları
Yukarıdaki alıştırma, bizi rahatsız eden gündelik düşüncelerin negatif etkilerini azaltmak üzere hazırlanmıştır. Ancak birçok insan gündelik hayatta o kadar yoğun ve agresif düşüncenin etkisi altındadır ki, bu insanlara yukarıdaki alıştırma yeterli gelmeyebilir. Bu gibi durumlarda yukarıdaki alıştırmayı yaparken kendinize şu soruları sorabilirsiniz:
Bu düşünce gerçekten doğru mu? Doğruysa kanıtları nelerdir?
Bu düşünce hedefime ulaşmakta yardımcı oluyor mu?
Aynı durumda olan ve benim kadar etkilenmeyen herhangi birisi acaba
bu konuda neler düşünüyor?
Acaba aynı konu hakkında bir hafta, bir ay ya da bir yıl sonra nasıl
düşüneceğim?
Eğer düşündüğüm doğruysa olabilecek en kötü şey nedir? Ve bu kötü
şeyin gerçekleşme olasılığı nedir?
Daha önce benzer bir durum yaşadım mı? Yaşadıysam o durumu nasıl çözdüm?
Düşüncelerini önemsediğim biri burada olsaydı bana neler söylerdi? Bu durumda bana neler cesaret ya da güven verir?
Ayrıca kendinize şunları da söyleyebilirsiniz:
Yanlış yapma hakkım var.
Bazı şeyleri becerememe hakkım var. Bazı konularda zayıf olma hakkım var. Zayıflıklarımı gösterme hakkım var.
Eğer sizi strese sokan durum değiştirilemeyecek öğeler taşıyorsa, o zaman da kendinize şunları söyleyebilirsiniz:
Bu olayın benim hayatım için anlamı nedir? Değiştiremeyeceğim bu durumdan ne öğrenebilirim?
Size biraz tuhaf gelse de bu alıştırma için üç tane kuru üzüme ihtiyacımız var. Eğer kuru üzüm sevmiyorsanız, üç kuru kayısı, taze üzüm ya da erik alabilirsiniz.
1. adım
Üç kuru üzümü masanın üstüne koyun. Daha sonra bunların bugüne kadar hiç görmediğiniz ve ne olduklarını bilmediğiniz üç şey olduğunu düşünün. Ve beş duyu organınızı kullanarak ne olduğunu araştırın.
Görmeyle başlayın. Üzümlerden bir tanesini elinize alın ve onu gözlemleyin. Elinizdeki nesneyi telefonda birine tarif etseydiniz, neler söylerdiniz? Ne tür bir rengi var? Tek renk mi yoksa renginde farklılıklar var mı? Parlak bir nesne mi mat mı? Belki de bazı yerleri parlak, bazı yerleri mattır. Yüzeyi düz mü engebeli mi?
Elinizdeki nesneyi ışığa tuttuğunuzda neler oluyor? İçini görebiliyor musunuz? Eğer görüyorsanız bunu nasıl tasvir edersiniz? Bunların dışında herhangi bir şeyler algılıyor musunuz? Şimdi lütfen bir müddet elinize aldığınız kuru üzüm tanesine yoğunlaşın.
Dokunma duyunuzla devam edin. Elinizdeki nesneyi iki parmağınızla sıktığınızda ne oluyor? Yumuşak mı, sert mi? Kuru mu yoksa elinize mi yapışıyor? Elinizdeki nesne esnek mi, katı mı? Dokunma duyunuzla algıladığınız başka şeyler var mı? Şimdi kısa bir süre dokunma duyunuza yoğunlaşın.
Şimdi de işitme duyunuza geçiyoruz. Elinizdeki objeden ne tür sesler çıkıyor? Objeyi kulağınıza doğru götürüp sıktığınızda ne tür sesler duyuyorsunuz? Herhangi bir ses çıkıyor mu? Şimdi de aynı hareketi diğer kulağınızda yapın. Arada bir fark var mı? Lütfen şimdi bir süre işitme duyunuza yoğunlaşın.
Koklama duyusuna geçiyoruz. Elinizdeki nesneyi sağ burun deliğinizle koklayın. Aldığınız koku acı, ekşi, yağlı yoksa tatlı mı? Şimdi sağ burun deliğini kaparak nesneyi sol burun deliğinizle koklayın.
Burada neler algılıyorsunuz? Algıladıklarınız sağ burun deliğinden algıladıklarınızdan farklı mı? Şimdi kısa bir süre nesneyi bir sağ bir de sol burun deliğine yaklaştırarak koklayın ve koklama duyusuna yoğunlaşın.
Tat alma duyusu. İlkönce üzümü dudaklarınıza değdirin ve neler algıladığınıza bakın. Sonra üzümü ağzınıza alıp bir yanak boşluğundan ötekine hareket ettirin. Bunu yaparken neler oluyor? Şimdi dilinizle üzüme dokunun, üzümün damağınıza temas etmesini sağlayın, dilinizin altına alın. Üzümü ısırmadan dişlerinizin arasında tutun. Bakın bakalım neler algılıyorsunuz, neler hissediyorsunuz?
Belki de bir an önce ısırmak istiyorsunuz. Ve şimdi çok bilinçli ve hassas bir tutumla üzümü ısırın. Yavaş yavaş çiğneyin ve hangi tatları algıladığınıza bakın. Tamamen çiğnedikten sonra ağzınızdakileri yutma dürtüsünü algılayacaksınız. Yutarken gırtlağınızda, yemek borunuzda ve midenizde oluşan hareketleri algılamaya çalışın. Yuttuktan sonra ağzınızdaki sıvıda bir değişiklik oldu mu?
Birinci adımın sonunda kendinize biraz zaman tanıyın ve yaptığınız bu deneyimin sizde hangi düşünce, duygu ve duyumlara yol açtığını araştırın. Bunu yaparken aynı zamanda da dikkatinizin başka yerlere kayıp kaymadığını gözlemleyin. Eğer dikkatiniz başka yerlere kayıyorsa, kendinizi şimdiye dönmeye zorlamayın. Her şeye rağmen kendinize özen göstererek yoğunlaştığınız anda kalın.
2. adım
Şimdi birinci adımda yaptıklarınızı ikinci kuru üzüm tanesiyle, alıştırmayı okumadan, aklınızda kaldığınca kendiniz yapın. İlk üzüm tanesinde olduğu gibi ikinciyi de beş duyu organınızla algılayın. Görün, dokunun, duyun, koklayın ve tadına bakın.
İkinci adımda kendinize yine istediğiniz kadar zaman tanıyabilirsiniz.
3. adım
Ve şimdi de üçüncü üzüm tanesine geçin ve onu normalde nasıl yiyorsanız öyle yiyin. Bakın bakalım normal yiyişiniz diğer adımlara kıyasla hızlı mı, yavaş mı? Çiğnediğinizin bilincinde misiniz yoksa
otomatik bir şekilde mi çiğniyorsunuz? Ve şimdi de aşağıdaki metni okuyun ve sizde ne tür duygu ve düşüncelere yol açtığını gözlemleyin:
Kuru üzüm, taze üzümlerin kurutulmasıyla elde edilir. Üzüm bağları tepe ya da düz arazilerde bulunur. Üzümlerin olgunlaşması ve sonradan da kurutulması için çok fazla güneşe ihtiyaç vardır. Şu kuru üzümler benim elime gelene kadar birçok insanın elinden geçti. İnsanlar tohumları ekti, bağı suladı, üzümleri topladı, kuruttu, paketledi ve başka merkezlere ve başka insanlara ulaştırdı. Sonra bu üzümler başka insanlar tarafından dağıtılmak üzere ambalajlandı, marketlere gönderildi ve oradaki insanlar tarafından raflara yerleştirildi. Yani bu üzümlerle belki de yüzlerce insan temas etti.
Kuru üzüm alıştırması bize neyi anlatıyor?
“Üzümlerin gerçek anlamda nasıl göründüklerini bilmiyordum. İncelerken üçünün de birbirinden farklı olduğunu gördüm”
Evrende her şey bir ve tektir. Öyle ki makineler tarafından seri bir şekilde üretilen nesneler bile birbirinden farklıdır. Genetik açıdan tıpatıp aynı olsalar da, tek yumurta ikizleri de birbirinden farklıdır. Kişinin kendisine ve çevresine karşı farkındalık bilinci geliştirmesi demek aynı zamanda bu bir ve tek olma halini algılaması ve kendini çok renkliliğe açması demektir.
Kuru üzüm alıştırmasından sonra birçok insan hayatlarında ilk defa bir üzüme bu denli dikkatli baktıklarını ve her üzüm tanesinin birbirinden farklı olduğunu ilk defa keşfettiklerini ifade ediyor. Çünkü genel olarak birçok şeyi bildiğimizi düşünür ve öyle hareket ederiz. Farkındalık bilinci bir anlamda da hiçbir şey bilmediğimizi idrak etmek ve hayatı her zaman bir çocuğun merakıyla gözlemlemek anlamına gelir.
“Şimdiye kadar hep kuru üzüm sevmediğimi düşünürdüm”
Bazı insanlar şimdiye kadar kuru üzüm sevmediklerini, alıştırmadan sonra da tekrar sevmeye başladıklarını ifade ediyorlar. Bu da hepimizin hayatta sıkça yaşadığı, geçmişte yaptığımız bazı deneyimlerin şimdiki zamanı nasıl belirlediğini gösteriyor. Bu tutumla birçok mekâna gitmez,
birçok insanla görüşmez, birçok şeyi yapmaz ve aslında hayatı kaçırırız. Aynı şekilde iyi deneyimler yaptığımız yerler ve mekânları daha sık ziyaret eder, iyi anlaştığımız insanlarla da daha sık görüşürüz. Bu tutumda başlı başına bir sorun olmasa da, yeni deneyimler edinmemizi engeller. Mesela yıllarca yemeklerini beğendiğimiz bir balık lokantasına gider, yanındaki lokantaları denemeyiz.
Olumsuz örneklerde olduğu gibi olumlu örneklerde de geçmişte yaptığımız deneyimlerin şimdiki zamana hâkim olmasına izin veririz. Sevdiğimiz ve sevmediğimiz şeyler ruhumuzun alışkanlıklarıdır.
Alışkın olduğumuz için onları gerçek kabul ederiz. Farkındalık aynı zamanda hayatımızın her anına bir hareketlilik ve yenilik duygusu getirmek anlamına gelir.
“Kuru üzümün bu kadar tatlı olduğunu bilmiyordum”
İnsanlar, kuru üzüm alıştırmasıyla yaptıkları bu deneyimin ardından şimdiye kadar yedikleri şeylerin tam anlamıyla tadını çıkarmadıklarının ve hatta hayatta birçok şeyi kaçırdıklarının bilincine varırlar. Bu bilinç ilk başlarda üzüntü ve öfkeye yol açsa da, zamanla kişiyi hayatın her anının değerini bilmesi ve tadını çıkarması anlamında motive eder.
“Üzümü ısırmakta güçlük çektim”
Elimizdeki üzümün çok uzun bir yolculuktan geldiğinin ve birçok insanla temas ettiğinin bilincinde olmak onu herhangi bir kuru meyve olmaktan çıkarıp değerli bir şey haline getirir. Bunun bilincine varmak bazı insanları üzümü ısırma konusunda çekimser yapar.
Özellikle stresli olduğumuz zamanlarda çevremizdeki insanlara, hayvanlara ve doğaya yaşamayan nesnelermiş gibi davranırız. Aynı yıkıcı davranışı kendimize karşı da sergileriz.
Bütün gücümüz tükenene kadar çalışır, oluşan stresle baş edebilmek için yemeğe ya da alkole başvurur ve içinde bulunduğumuz durumu görmezden geliriz.
İçinde bulunduğumuz bu stresli durum gelecek korkularımızın artmasına yol açar ve bu korkuyla daha fazla çalışır, daha fazla biriktirir ve dostlarımızla daha az görüşürüz. Üzüm alıştırması bize kendimizin de
bir ve tek olduğunu hatırlatarak kendimize daha fazla değer vermemize yardımcı olur. Bu da bize dayatılan hızlı yaşamla aramıza mesafe koymamız, kendimizi bu rekabet dünyasında korumamız, kendimize ve diğerlerine olduğu gibi dünyaya karşı da içimizdeki sevgiyi harekete geçirmemiz anlamına gelir.
Kendinize, diğer insanlara, hayvanlara ve doğaya nedensiz bir şekilde sevgi armağan edin. Sevgi enerjisini her zaman içinizde aktif tutun ve bu enerjinin bütün hayatınızı sarmasına izin verin.
Bu alıştırmayı önünüzdeki hafta içinde fırsat yaratarak her gün yapmaya çalışın. Dilerseniz her gün bir başka meyveyi deneyebilirsiniz. Ama önemli olan, bu alıştırmanın sizde yarattığı duyguyu gündelik hayatınıza geçirmeniz. Yani bulaşık yıkarken, alışveriş yaparken, yemek pişirirken, çalışırken, konuşurken, dinlenirken, hatta uyurken bile aynı tutumu korumaya, yani anda kalmaya çalışın. Hayatınızın her anında farkındalık bilincinde kalın
Mükemmeliyetçilik diktatoryası yaşanan günümüz dünyasında hepimiz mükemmel bir iş, eş, ev, araba, çocuklar, beden ve ruh arayışındayız. Hayatımızda her şeyin mükemmel olmasını istiyoruz.
Varoluşumuz ve evren ne kadar mükemmel olursa olsun hayatımız mükemmel değildir. Haksızlıklar, adaletsizlikler, şiddet, ekonomik sıkıntılar ve hastalıklar gibi bizi kaygılandıran ve sıkıntıya sokan binlerce nedenin yanı sıra bizi sevindiren, mutlu eden ve neşelendiren milyonlarca durum da vardır.
Vata, Ayurveda tıbbı beden tiplemelerinden alınmış bir kavramdır. Hindistan kökenli tıbbi bir sistem olan Ayurveda Türkçeye “uzun yaşam bilgisi” olarak çevrilebilir. Ayurveda, insanları beden tiplerine göre üçe ayırır: “Vata”, “Pitta” ve “Kapha.” Bu tipler insanların biyolojik, kimyasal ve psikolojik özellikleri göz önünde bulundurularak geliştirilmiştir. Ancak söz konusu olan bir tipoloji olmasına rağmen kişilerin öznelliği ön plandadır. Dolayısıyla Ayurveda’da standart ve herkes için doğru olan değil, kişiye özel bir uygulama geliştirilir. Kişinin öznelliğinin ön planda tutulması gerçeğinden yola çıkılarak hem Berlin’deki akademiye hem de orada geliştirdiğimiz yöntemlere Vata adını vermeyi uygun bulduk.
Bir önceki bölümde stresin günümüz dünyasında hayatımızı nasıl belirlediğini ve şişmanlığın yanı sıra pek çok fiziksel ve psikolojik rahatsızlığa yol açtığını gördünüz. Berlin Vata Akademisi’nde geliştirdiğimiz Vata Stres Yönetimiyle amacımız insanlara stresle uzun vadeli başa çıkma stratejileri sunarak, yaşam biçimlerini değiştirmelerini ve dönüştürmelerini sağlamaktır.
Stresle başa çıkmak demek kişinin dışsal ve içsel beklentilerini karşılayabilmek ve bunu yaparken de sağlıklı kalmasını sağlamaktır. Bunun da tek yolu kişisel yeti ve güç kaynaklarının harekete geçirilmesidir. Bunların harekete geçirilmesiyle kişi bir taraftan stres yaratan dışsal faktörlere, bir taraftan da kendi bedensel ve duygusal tepkilerine müdahale eder.
Stresle başa çıkma konusunda iki yöntem vardır. Bunlardan biri kısa vadeli, diğeriyse uzun vadelidir. Stresle kısa vadeli başa çıkma yöntemleri geçici olarak rahatlama sağlar. Burada müdahale, ortaya çıkan
stres tepkisine yapılır ve amaç, kişiyi olumsuz bedensel ve ruhsal durumdan çıkarıp sorunun büyümesine engel olmaktır.
Uzun vadeli başa çıkma yöntemlerindeyse amaç, stresin kaynağına müdahale etmektir. Bu durumda ya strese yol açan durum ya da kişinin kendisi kalıcı bir değişim sürecine girer. Bazı durumlardaysa her iki boyutta da değişimler yapmak gerekebilir. Yani burada hedef, durumu kişiye tahammül edilebilir hale getirmek değil, değiştirmek ve dönüştürmektir.
Bunu özelde bilebilecek kişi yalnızca sizsiniz. Eğer kendinizi iyi hissediyorsanız, aç kalmıyorsanız, ruhsal gerginlikler yaşamıyorsanız, o zaman bedeninizin ve beyninizin ihtiyaç duyduğu enerjiyi totalde karşılıyorsunuz demektir. Ama durum böyle değilse dikkat etmenizde fayda var.
Kontrollü yemek yeme durumuna bilimde restarined eating adı verilir. Bunu uygulayan kişilerin çeşitli metotları vardır: Günde yalnızca iki öğün yemek, saat sekizden sonra bir şey yememek, şeker yerine tatlandırıcı kullanmak, kalori saymak ya da karbonhidrat tüketmemek gibi. Kontrollü yemek yiyenler ile radikal diyet yapanlar arasında aslında prensipte hiçbir fark yoktur. Yalnızca radikal diyet yapanlarda diyetin olumsuz etkileri kısa sürede ortaya çıkarken, kontrollü yemek yiyenlerde bu etkiler yıllara yayılır. Gerginlik, duygusal iniş-çıkışlar, konsantrasyon sorunları, cinsel isteğin azalması, yorgunluk ve depresyon kontrollü yemek yiyenlerin yaşadığı fiziksel sorunlardır. Yapılan testler kontrollü yemek yiyenlerin kanlarında yüksek miktarda kortizol hormonu olduğunu, bu insanların bilişsel testlerde kötü sonuçlar aldıklarını, daha
sık depresyona girdiklerini, kemik erimesi ve erken yaşlanma gibi sorunlar yaşadıklarını gösteriyor.
Ama ne yazık ki bu insanlar yıllardır yemeklerini kontrol ettiklerinden, yaşadıkları duygusal, mental ve fiziksel sorunlarla kontrollü yemek arasında bağlantı kuramazlar. Neden ve sonuç arasındaki bu zamansal mesafe, insanların bu bağlantıyı görmelerini engeller ve insanlar yaşadıkları gerginliklerin, kendi karakterlerinden ya da başka dışsal nedenlerden kaynaklandığını düşünürler. Oysa sorunun kaynağında yıllarca beynin enerji ihtiyacını gidermemek yatar. Uzmanlar aile içi gerilimlerin ve birçok ayrılma ya da boşanma vakasının altında partnerlerin kontrollü yemek yeme durumlarının yatabileceğine de dikkat çekiyorlar.
Ben genel olarak insanların fiziksel açlık hissettiklerinde yemek yemelerini ve doyduklarında da durmaları gerektiğini söylüyorum. Bu durumda kişinin akşam yemeği saat dokuzda da olabilir, onda da. Bunu belirleyecek olan bir uzman değil, kişinin kendi bedeni ve günlük ritmidir.
Örnek olarak akşamları ve geceleri çalışan bir senaristi ya da yazarı
alalım. Sabah saatlerine kadar çalışıyor olsa da en son saat sekiz de mi yemelidir? Ya da öğlen yemeğini saat dörtte yemişse, saat sekizden sonra bir şey yiyemeyecek diye, tok olmasına rağmen sekizden önce mi akşam yemeğini yemelidir?
Ben uzmanların insanların yemek gibi kutsal ve şahsi olan mevzularına bu denli müdahale etmelerini, koca şirketler yöneten insanlara ne yiyip ne yememeleri gerektiğini dikte etmelerini son derece sakıncalı ve faşizan buluyorum. Daha önce de belirttiğim gibi piyasada satın aldığımız yiyeceğin gıda mı zehir mi olduğunu ayırt edemediğimiz bir dönemde yaşıyoruz. Böyle bir durumda uzmanların insanları gıda konusunda bilgilendirmelerinin son derece zorunlu olduğunu düşünüyorum. Ama bunu fırsat bilip insanların en mahrem şeylerinden biri olan yeme miktarına ve yemek saatine karışmayı da bir sınır ihlali olarak görüyorum.
Bütün bu gerçekleri göz önünde bulundurduğumuzda çocuklarda obezitenin yaygınlaşmasını aile içi ve toplumsal olarak toksik yani zehirli stresin fazlalaşması olarak yorumlayabiliriz. Ama burada dikkat etmemiz gereken çok önemli bir nokta var: Kronik stres yalnızca B grubundaki çocukların şişmanlamasına yol açar.
A grubundaki çocukların şişmanlamaması onların kronik stres altında olmadıkları anlamına gelmez. Hiperaktivite, dikkat eksikliği, erken yaşta alkol, sigara ya da uyuşturucu kullanımı da kronik stresin göstergeleridir.
vücuda aldığımız gıdadan izlediğimiz reklama kadar son derece dikkatli davranmamız gerektiğini gösteriyor. Ve aslında piyasaya sunulan yiyecek ve içeceklerin neredeyse büyük bir çoğunluğuna dokunmamamız gerektiğini görüyoruz. Bundan dolayıdır ki günümüzde birçok insan yiyeceklerini organik pazarlardan almayı tercih ediyor.
✔ Duygusal boyut: Agresyona meyilli olmak, korku, güvensizlik, memnuniyetsizlik, dengesizlik, duygusal iniş ve çıkışlar, gerginlik, asabiyet, depresyon, hissizlik, keyifsizlik, içsel boşluk ve bitkinlik.
✔ Vejetatif (otonom) boyut: Kalp-damar hastalıkları, tansiyon, bulaşıcı hastalık riskininin artması, gastrit, mide ve bağırsak ülseri, sindirim sorunları, kronik yorgunluk, uyku bozuklukları, hormonal dengesizlikler, kolesterol yüksekliği, tiroit rahatsızlıkları, regl düzensizlikleri, sperm üretiminin düşmesi, cinsel bozukluklar, cilt rahatsızlıkları, aşırı terlemek, baş dönmesi, nefes sorunları ve migren.
✔ Kas boyutu: Genel kas gerginliği, çabuk yorulmak, kramp eğilimi, kas titremesi, tikler, gevşeyememe, lokal kas gerilimleri, sırt ve baş ağrıları.
✔ Davranışsal boyut: Yapılacak işleri ertelemek, yapılacak işleri karıştırmak, işleri bir türlü bitirememek, sürekli hata yapmak ve sorun yaratacak davranışlar sergilemek.
Tip-2 diyabet de şişman insanların hanesine yazılmış bir hastalıktır. Oysa tip-2 diyabet hastalığı şişman insanlarda olduğu gibi zayıflarda da ortaya çıkabilir. Yani insanlar kronik strese maruz kaldıklarında A ya da B grubu olmalarından bağımsız bir şekilde tip-2 diyabet hastalığına yakalanabilirler. Her iki grupta da diyabete yol açan temel faktör kronik stresken, hastalığın ortaya çıkış dinamikleri A ve B grubunda farklı cereyan eder.
Damar tıkanıklığı ve yüksek tansiyon riskinin, zayıf insanlarda daha yüksek olduğunu belirtmiştim. Dolayısıyla bu grupta kalp krizi ve felç riski de şişman insanlara kıyasla daha yüksektir. Ayrıca kalp krizi geçirildiğinde zayıf birinin krizin etkisiyle ölme riski, şişman birine göre daha yüksektir.
yol açar. Bu nedenle birçok insan daha uzun ve sağlıklı yaşayabilmek adına elinden gelen her şeyi yapar. Oysa stresle ilgili araştırmalar yapan bilim insanlarının elde ettikleri verilere baktığımızda bu durumun da göründüğü gibi olmadığını anlıyoruz.
Çevre şartlarının kronik bir şekilde stresli olduğu bir durumda şişman insanlar zayıf insanlara göre yalnızca daha sağlıklı değil aynı zamanda daha uzun yaşar. Burada da belirleyici olan yine kortizol hormonu ve onunla birlikte karın içi, yani abdominal yağ birikimidir. Bilim insanları ayrıca böbrek yetmezliği, kalp krizi ve diyabet gibi ağır hastalıklarda A grubunda ölüm riskinin B grubuna göre daha yüksek olduğunun altını çiziyor. Mauritius Adası ve Danimarka’da yapılan araştırmalar, beden kitle indeksi yüksek insanların beli kalın insanlara kıyasla daha uzun yaşadıklarını gösteriyor.
A grubu insanlarındaysa yoğun bir abdominal yağ oluşumu baş gösterir. Son derece ince yapılı olmalarına rağmen kocaman göbekleri olur. Bu, beynin enerji ihtiyacını karşılayabilmek için yalnızca kendisi için inşa ettiği ekstra bir depodur. Artık birçok doktor bu durumun farkında olduğundan hastalarının beden kitle indeksini (Body-Mass- Index) ölçmek yerine bel çevresini ölçmektedir. Zira sorun şişmanlık değil, karında depolanan yağdır ve bu da daha çok A grubundakilerde gözlemlenir.
B grubu insanlardaysa beyin stres sistemini devre dışı bırakarak organizmayı, kişiye fazla yedirerek de kendini güvenceye alır. Bu durumun dezavantajı, kişinin şişmanlaması, hareket kabiliyetini kaybetmesi, fiziksel performansının düşmesi ve eklem sorunlarıdır. Söz konusu olan bu rahatsızlıklar yalnızca B grubundakilere özgüdür.
beynin günlük glikoz ihtiyacı ortalama 130 gramdır.
2. Karın yağı (abdominal yağ)
34 beden olacakları anlamına gelmez. Bir insanın doğal kilosu 70’se ve stres sistemi de işliyorsa bu, o insanın kilosuyla ve stres sistemiyle uğraşmaması anlamına gelir.
Bu anlamda obeziteyi önlemek için insanlara ne yiyip ne içmeleri gerektiğini ve spor yapmalarını öğütlemek yeterli değildir. Kalıcı bir şekilde bu sorunu çözmek isteyen her toplum er ya da geç eşitsizliklere ve şiddete yönelik bir şeyler yapmak zorundadır.
B grubundaki çocukların stres sistemleriyse bir müddet sonra “çocuğu korumak adına” duruma adapte olur ve stres hormonu üretmemeye başlar. Bu çocuklarda gözlemlediğimiz “arsızlık” ya da “umursamazlık” stres sistemlerinin devre dışı kalmasından kaynaklanır.
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına,
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda, Başka bir şey umma”
-Duyguları yok saymak
-Duyguların esiri olmak
-Duygulara uzak durmak