İçeriğe geç

Aşka ve Kadınlara Dair (Aşkın Metafiziği) Kitap Alıntıları – Arthur Schopenhauer

Arthur Schopenhauer kitaplarından Aşka ve Kadınlara Dair (Aşkın Metafiziği) kitap alıntıları sizlerle…

Aşka ve Kadınlara Dair (Aşkın Metafiziği) Kitap Alıntıları

Aşkın gözü öyle bakar ki
Denk olmayan bedenlerle ruhları
Zalim bir aldatışla, tunçtan bir boyunduruğa vurur.
”İnsanın hayatı, yenileceğinden hiç şüphe etmeksizin, var olmaya çalışmak için harcanmış bir çabadır. ”
”Çekilen her acının ve mutsuzluğun en etkili avuntusu, bizden daha fazla acı çeken ve mutsuz olan kimseleri düşünmektir. ”
”Kendinde ölçü de düzen de bulunmayan şeyi, akılla yönetemezsin. ”
”Sevildiğimizden emin oluşumuz, sevdiğimize sahip olmayışımızın yerini tutmaz hiçbir zaman ”
Doğanın büyük gücü, konu genç kızlar olduğunda, dramatik bir anlamda çarpıcı etki denen şeyi göz önünde tutmuş gibidir. Çünkü onları yaşamlarının kalanı pahasına birkaç yıllığına emsalsiz bir güzellik, tam bir cazibe ve dolgunlukla donatır. Doğa bunu öyle bir şekilde yapmıştır ki bu birkaç yıl boyunca bir genç adamın hayal gücünü ve hatta hayal dünyasını kendilerine tutsak edebilirler. İşte bu tutsaklık, yaşadıkları süre boyunca onların bakım ve gözetimini şu veya bu şekilde üstlenmeyi onurlu bir iş bilerek peşlerinden koşturup duracak boyutlara erişir.
Sonunda amaç sadece, her bir Mecnun’un kendi Leyla’sını bulması değil midir?
Demek seviyorsun beni.
Binlerce zafer kaybederim bunun için, geri dönerdim..
İnsan tutkulu bir aşk ile sevdiği kimseye, aynı zamanda, nefretin en koyusunu da duyabilir.
Gerçekten kabahatli misin?
Bunu ne soruyorum, ne de aldırıyorum buna;
Ne olursan ol,
Seni sevdiğimi biliyorum sadece.
Kadınları büyüleyen şeyler, özellikle irade kuvveti, kararlılık ve cesarettir.
Hayatın kısa rüyasına karşılık, sınırsız zamanın gecesi ne kadar uzun!
Demek seviyorsun beni!
Binlerce zafer kaybederdim bunun için,
Geri dönerdim…
Bir kimsenin sadece kendisinde ortaya çıkan bireyselliğini açıklamak ne kadar güçse, iki âşığın, özel ve bireysel aşk tutkularını açıklamak da o kadar güçtür.
Sonuçta amaç, her Mecnun’un kendi Leyla’sını bulması değil midir?
Sevenler gerçek bir birleşme ve kaynaşma yoluyla bundan böyle sadece bir tek varlık olarak yaşamayı sürdürmek için tek bir varlık olmanın özlemini duyarlar ve bu özlem, sonunda, içinde her ikisinin de kalıtımsal özelliklerinin kaynaştığı ve birleştiği o tek varlıkta yaşama devam etmeleriyle gerçekleşir.
Buna göre, herkes, bir kere, en güzel bireyleri, yani, kendi varlıklarında türün karakterinin en saf ve katıksız damgasını taşıyanları kararlılıkla tercih ve şiddetle arzu edecektir; ikincisi ise, öteki bireyde özellikle kendisinin yoksun bulunduğu mükemmelliği ve kusursuzluğu arayacak, hatta kendisinin karşıtı olan kusurları ve yetersizlikleri onda güzel bulacaktır. Örneğin bu yüzden kısa boylu, ufak tefek erkekler uzun boylu, iri kadınlar ararlar; sarışınlar esmerleri severler, vb…
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Sevenler gerçek bir birleşme ve kaynaşma yoluyla bundan böyle sadece bu tek varlık olarak yaşamayı sürdürmek için tek bir varlık olmanın özlemini duyarlar ve bu özlem, sonunda, içinde her ikisinin de kalıtımsal özelliklerinin kaynaştığı ve birleştiği o tek varlıkta yaşama devam etmeleriyle gerçekleşir.
Hiçbir şey şehvet duygusu kadar yanıltıcı değildir
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
tutkuyla seven biri, bütün çabalarına ve yalvarıp yakarmalarına rağmen, hiçbir koşulda karşılık bulamazsa bu durum ortaya çıkar:
Onu seviyor ve ondan nefret ediyorum. Shakespeare,
Herkes bir başka kimsede ken­disinin mahrum olduğu mükemmeliyetleri arzu eder ve kendisininkinin tersi olan kusurları güzellik olarak düşü­nür.
Eğer bir kadın bir erkeğin aklına vurulduğunu söylüyorsa, bu ya boş ve gülünç bir iddia ya da yozlaş­mış bir mizacın mübalağasıdır.
İri yarı bir kadın ile iri yarı bir erkeğin yıldızının barışmamasının temelinde tabiatın çok iri bir insan soyundan uzak durma arzusu yatar.
Hayat hiçbir zaman güzel değildir; güzel olan, hayat üzerine yapılmış betimlemelerdir sadece.
Herkes bir başka kimsede ken­disinin mahrum olduğu mükemmeliyetleri arzu eder ve kendisininkinin tersi olan kusurları güzellik olarak düşü­nür.
Güzel bir beden her kusuru telafi eder.
Bir kimsenin sadece kendisinde ortaya çıkan bireyselliğini açıklamak ne kadar güçse, iki âşığın, özel ve bireysel aşk tutkularını açıklamak da o kadar güçtür.
Sanat bakımından başarılı ve güzel olan bir şeyin, içinde bir doğru taşımaması düşünülemez.
Hayvanlara karşı duyulan acıma, karekterin iyiliği ile öylesine ilintilidir ki, hayvanlara kötü muamele eden bir kimsenin iyi bir insan olduğu görülmemiştir.
Acıma, vicdanın inkâr edilmez bir özelliğidir. Acımanın, vicdanla doğrudan doğruya ilintili olduğunu ve onun özünden geldiğini söyleyebiliriz. Bu duygu, doğanın, dolaysız, kendiliğinden ve yabancılaştırılamaz bir ürünüdür. Her yerde ve her zaman görülür. Acımayı duymayan kimse, insanlığın dışındadır. Hatta, insanlık sözcüğü bile, acıma sözcüğüyle eş anlamlı olarak kullanılır.
Alınyazısından kopardığımız her şey, dilencinin ayağı ucuna atılan paraya benzer: Verilen sadaka, duyduğu acıların sürüp gitmesini sağlayabilmek için, dilencinin hayatını biraz daha uzatmaktan başka bir iş görmez. İşte bundan ötürü, isteklerin ve iradenin boyunduruğu altında kaldığımız; varlığımızı, bizi sıkıştırıp duran umutlara, acı çekmemize yol açan korkulara bıraktığımız ölçüde, ne durup dinlenmek ne de mutluluk söz konusudur.
Hayatın kısa rüyasına karşılık, sınırsız zaman gecesi ne kadar uzun!
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Hayat, tadını çıkaracağımız bir armağan değil; canla başla çalışarak yerine getirmemiz gereken bir ödev. En önemsiz işten en önemlisine kadar hepsinde, genel bir düşkünlüğün, öldürücü bir didinmenin, sürekli bir yarışmanın, sonu gelmez bir savaşın, kafa ve vücut güçlerinin ortaya koyduğu bir çabalamanın görülmesi bundan ötürü.
Çekilen her acının ve mutsuzluğun en etkili avuntusu, bizden daha fazla acı çeken ve mutsuz olan kimseleri düşünmektir. Her­kes bu çareye başvurabilir. Ama bütün bun­lardan genel olarak ne gibi bir sonuç çıkıyor?

Kasabın keseceği hayvanı göz ucuyla aralarından seçtiği sırada, çayırda dolaşıp du­ran koyunlar gibi biz de, mutlu günlerimiz­de, belli bir saatte, alınyazısının bize hazırla­dığı kötü oyunun ne olduğunu bilmiyoruz. Hastalık mı, zulüm mü, mahvolup gitmek mi, sakatlanmak mı, kör olmak mı, delirmek mi, bilmiyoruz!

Yakalamak istediğimiz her şey başkaldırıyor bize; her şeyin, yenmek zorunda oldu­ğumuz, düşmanca bir iradesi var. Halkların hayatında, tarih, bize savaşlardan ve ayak­lanmalardan başka şey göstermiyor. Barış yılları rastgele gerçekleşmiş, kısa sessizlikler ve aralar gibi görünüyor. Nitekim insan ha­yatının, yoksulluk ve can sıkıntısı gibi soyut felaketlere karşı açılan bir savaş olmakla kal­mayıp, aynı zamanda öteki insanlara karşı açılan bir savaş olduğu da anlaşılıyor. Her yerde bir düşman çıkıyor karşımıza; hayat, silah başında öldüğümüz sürekli bir savaştan başka şey değil.

Güzellikten yoksun gençlik gene de çekicidir ; gençlikten yoksun güzellik çekici değildir .Burada bizi bilinçdışı yönlendiren maksadın ,sadece üreme imkânıyla ilintili olduğu apaçıktır : Bu yüzden her birey ,çocuk meydana getirmeye ya da hamile kalmaya elverişli dönemden uzaklaştığı ölçüde karşı cins için çekiciliğini yitirir .
…erkeğin eşine sadakati yapaydır , kadınınki doğaldır; dolayısıyla da ,kadının ihaneti ,nesnel olarak ,sonuçları bakımından olduğu kadar ,öznel olarak doğaya aykırılığı bakımından da erkeğininken çok daha az bağışlanabilir bir ihanettir .
Ölüm, yalnızca bir dış görünüştür; bir şeyin ortadan kalktığını, yok olup gittiğini düşünmemiz de bir aldanıştır. Çünkü, şeylerin içindeki öncesiz-sonrasız töz, nasılsa her zaman öyle kalır. Bireyler silinip gider, yalnızca cinsler yani öncesiz-sonrasız idealar ortadan kalkmaz ve silinip gitmez.
güzel rastlantıların en az gerçekleşenlerinden biri..
Bunca gürültü patırtı niye ?Niye bunca itiş kakış ,tepinme ,korku , endişe ve dert ? Sonuçta amaç ,sadece her bir Mecnun’un kendi Leylası ‘nı bulması değil midir ?
Kim seni kendinden daha fazla kandırdı..?
Kadınlar içten içe eğer olabiliyorsa kocalarının sağlığında,ama her halükarda ölümlerinden sonra,istedikleri gibi harcayıp rahatça yaşayabilmeleri için,erkeklerin para kazanmak için yaratıldıklarını düşünürler.
Çünkü rahat bir hayatla,tutkulu bir aşkın bir arada bulunabilmesi, güzel rastlantıların en az gerçekleşenlerinden biridir.
Erkek,zihinsel kavrama gücünün ve ruhi kabiliyetlerin olgunluğuna yirmi sekizinden önce çok nadir olarak ulaşır,kadınlar ise henüz on sekiz yaşlarında bu güce sahip olurlar.
Gerçekten kabahatli misin?
Bunu ne soruyorum ne de aldırıyorum buna:
Ne olursan ol,
Seni sevdiğimi biliyorum sadece.
Beyaz insan dediğimiz şey, asıl rengini atmış ve ağarmış bir insandır.
İlk bakışta sevmeden kim aşık olmuş ki?
Çok insan kafaları olmadığı için kafayı bozmuyor.
Kim ne derse desin, mutlu insanın en mutlu anı, uykuya daldığı andır ve mutsuz bir insanın en mutsuz anı, uykudan uyandığı andır. İnsan hayatı, bir tür hata olmalı.
beyaz tenin, insan ırkı için tabii bir şey olmadığı, doğal olanın, tıpkı Hindu atalarımızınki gibi kahverengi veya siyah ten olduğu ve dolayısıyla da beyaz bir insanın hiçbir zaman köken itibarıyla tabiatın rahminden çıkmadığı, bu nedenden dolayı da beyaz ırk diye bir şeyin söz konusu olmayıp sık sık söyledikleri gibi beyaz tenli her insanın sonradan beyazlaştığı biçimindeki kendi görüşümü de ifade etmek istiyorum
Hayatın birinci yarısı, mutluluğa karşı duyulan yorulmak bilmez bir özlem olduğu halde, ikinci bölümü acı dolu bir korku duygusuyla kaplıdır. Çünkü mutluluk denilen her şeyin kuruntu olduğu be acıdan başka gerçeğin bulunmadığı fark edilmiştir artık. Aklı başında insanların, yakıcı zevklerden çok acısız bir hayata yönelmeleri bundan ötürürüdür. Gençliğimde, kapımın zilinin ger çalışınında, gönlüm sevinçle doluyor ve kendi kendime “Oh ne iyi! İşte yeni bir olay !” Diyordum. Ama yıllar geçipte olgunlaştığım zaman, her zil sesinden sonra söyle düşündüm: “Yine ne var?”
Varlığımızın dolaysız amacı acı çekmek olmasaydı, yeryüzünde bulunuşumuzun hiçbir nedene dayanmadığını kolayca söyleyebilirdik. Çünkü, hayatın derinlerinde yatan ve sefilliğimizden doğarak dünyayı dolduran acıların, gerçek bir amaç değil de bir rastlantı olduğunu ileri sürmek saçmadır. Tek tek ele alındıklarında, her mutsuzluğun bir kuraldışılık olarak görülmesi kabildir, ama genel olarak ele alındığı zaman, mutsuzluk ve acı, kuraldışı değil kuraldır.
“Aşkın gözü öyle bakar ki,
Denk olmayan bedenlerle ruhları,
Zalim bir aldatışla, tunçtan bir boyunduruğa vurur.”
Bu yüzdendir ki, evlilikte sadakat erkek için yapay, kadın içinse doğal bir şeydir
Erkeğin aşkı, tatmin olduğu andan itibaren gözle görülür bir şekilde azalma eğilimine girer; neredeyse bütün kadınlar, ona, zaten sahip olduğu kadından daha çekici gelecektir, değişikliğe özlem duymaktadır. Öte yandan, kadının aşkı o andan itibaren artmaya başlar. Türün devamlılığını ve olabildiğince büyük bir artışı hedeflemiş olan doğanın güttüğü amacın bir sonucudur bu.
Zira bir böceğin, özel bir çiçeği veya meyveyi veya pisliği veya eti ya da tıpkı, tırtır sineğinin kendi yumurtalarını başka bir yere değil de sadece oraya bırakabilmek için bir başka böceğin larvasını ararken gösterdiği özen ve onu korumak için ne zahmetten ne de tehlikeden çekinmesinin, bir erkeğin kendi cinsel ihtiyaçlarını tatmin etmek için kişisel olarak, bilhassa nitelikleri kendisine cazip gelen bir kadını seçerken gösterdiği özenle çok benzeştiği açıkça bellidir.
Bencillik, genellikle her bireyin kişiliğinde öylesine derinlere kök salmış bir niteliktir ki, bir bireyi harekete geçirmek için kesin olarak sadece bencilce amaçlara güvenilebilir.
Doğrusunu söylemek gerekirse, aşkın belirlediği şey, tamamıyla, bir sonraki neslin oluşturulması işidir.
Öyle ki aşk en sıkıcı kişinin hayatında bile şiirsel bir serüvene dönüşür ve sonrasında çoğu kez gülünç bir hal alır.
Herkes kendinde eksik olanı sever.
Her insanın tamamen özel olan ve bir tek ona özgü bireyselliğini açıklamak ne kadar zorsa, birbirini seven iki insanın o çok özel ve bireysel tutkularını açıklamak da o kadar zordur; hatta derindeki tabanda her ikisi de bir ve aynı şeydir: Bireysellik, tutkuda daha önce dolaylı ve belirsizce dile gelmiş olanı, kesin ve apaçık ortaya koyar.
Hayvanlara kötü muamele eden bir kimsenin iyi bir insan olduğu görülmemiştir.
Mutluluk ulaşılması olanaksız bir amaçtır;ama insanoğlu sürekli olarak peşinden koşturur.
… hayatın gürültü patırtısına göz atacak olursak, bütün insanların, yaşamanın gerekleri ve zavallılıkları ile uğraştıklarını, bütün güçleriyle bu yaşamanın bitmek tükenmek bilmeyen gereksinimlerini gidermeye ve çeşitli acılarını uzaklaştırmaya çalıştıklarını ve buna karşılık, bu acı çeken varlığı daha bir süre devam ettirmekten başka bir şeyi ummaya bile kalkışmadıklarını görürüz. Bununla birlikte, bu gürültü patırtının içinde âşıkların istek dolu bakışlarla birbirlerini süzdüklerini de görürüz. Peki, bu bakışlar niçin gizli, ürkek ve kaçamaktır? Çünkü âşıklar, bütün bu yoksunluğu ve düşkünlüğü sürdürmek isteyen hainlerdir; onlar olmasa, yoksunluk ve düşkünlük sona erer. Âşıkların boşa çıkarmak istediği, tıpkı kendilerinden öncekilerin çıkardığı bu sona eriştir işte!
Quien se casa por amores, ha de vivir con dolores.

(Aşk nedeniyle evlenen, acılar çekerek yaşamak zorundadır.) diyor İspanyol atasözü.

Türün tipinin korunması ve devam ettirilmesi, güzelliğe karşı duyulan bu eğilime dayanır. Güzelliğin üzerimizde bunca etki yapması da bundan ötürüdür. Demek ki, burada, söz konusu kimseyi, şu yada bu yana süren ve yönelten şey, tür için en iyisi olanı yapmaya yönelmiş içgüdüden başka şey değildir.
Yaşama iradesinin olumsuzlanmasının birinci aşaması,başkalarına merhamet ve şefkat duymaktır.Bu duygular, insanın, kendi bireysel bencilliğini unutmasına br genel yarar doğrultusunda davranmasına yol açar.
Çünkü doğa sadece fiziksel olanı bilir ve tanır, ahlaki olanı değil: Hatta kendisi ile ahlak arasında tayin edici bir uz­laşmaz çelişki bulunmaktadır.
Doğa, bireyleri aslında sırf araç olarak kullanır; amacı ise sadece türdür, insan cinsidir.
Reddedilen, hor görülen bütün aşklar, ce­hennem kaçkını insanın yanında!
Neyin kızdırdığını bilmek isterdim ki beni, lanet edeyim!
Sormuyorum, aldırmıyorum buna,
Yüreğinde suçlu musun diye;
Biliyorum, seni sevdiğimi
Ne olursan ol.
Aşk çoğu zaman, cinsel ilişki bir yana bırakılacak olursa, sevenin kin duyabileceği, küçümseyebileceği, hatta tiksinebileceği kişilere sararak, sadece dış ilişkilerle değil, sevenin kendi bi­reyselliğiyle de çelişkiye düşer.
Bir insanın âşık olması, çoğu zaman ko­mik, kimileyin de trajik olaylara yol açar.
Aslında aşk, eşi benzeri olmayan bir yanılsamadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir