Abdullah Harmancı kitaplarından Melek Kayıtları kitap alıntıları sizlerle…
Melek Kayıtları Kitap Alıntıları
Hayatı boyunca hiçbir kararının tadını çıkartamamış, hangi yöne yöneldiyse seçmediği yönün hevesi içinde kalmıştı. Neyi seçerse seçmediği, neyi seçmezse seçtiği içini acıtmıştı.
Bir ‘şey’ olmuştu! Kimselerin ayırdına varmadan sindirdiği, acısını değilse de karanlığını yüklendiği bir şey.
Parmak uçlarımızın dokunduğu yerlere salgılı hayvancıklar gibi pis bir tortu bırakarak yaşıyor, değdiğimiz kapı kollarında, seslendiğimiz sözcüklerde, her şeyde her yerde tehlikeli bir dokunuşun gölgesini bırakıyorduk.
Vakti geldi, diyor adamlardan biri. Zamanıdır. Taşıdığın tabutun içinde
Ben yağmurlu bir havada bilmediğim şehirlere doğru yolculuklara çıkayım.
İkimiz de caddede vedalaştığımız insanla aynı tarafa doğru yürümeye başlayınca mahcup olup sırf o kişi mahcup olmasın diye olmadık bir tarafa yürüyoruz. İkimizde bilgisayar masasının arkasına düşmüş dolmakalemi altı senedir oradan almıyoruz.
Başını kaldırıp göklere bakarken Allah’ı düşünür mü? Allah’ı nasıl düşünür? Ahiret hakkında ne düşünür? Ahiret hakkında ne bilir? Ahirete inanır mı mesela? Bana çok benzeyen biri olduğuna göre ahirete inansın. Ahireti hep düşünsün.
Unutmabeni çiçeği var, incitmebeni çiçeği yok. Keşke olsa deyivermişti.
melekler bize üzülmekten vazgeçtiler!
– ( ) Bir keresinde başka bir öykü okumuştum, dedi çene sakallı genç, öykü sadece bir iç geçirmeden ibaretti. Bütün bir öykü bir iç geçirmeden ibaretti, diyorum. Anlıyor musunuz?..
Bir keresinde başka bir öykü okumuştum, dedi çene sakallı genç, öykü sadece bir iç geçirmeden ibaretti. Bütün bir öykü bir iç geçirmeden ibaretti, diyorum. Anlıyor musunuz?
Hayatım boyunca açtığım hiçbir parantezi ya da tırnak işaretini -hem mecazi hem gerçek anlamda diyorum- açılmış halde bırakmadım. Hepsini özenle tek tek kapadım.
Flörtlerinin birinci yıldönümünde, güneşli bir parkta, kuğulu, ördekli, kayıklı bir parkta, neşeli, cıvıltılı, çiçekli bir parkta, gürül gürül, ışıl ışıl bir parkta, gönendirici, gönül Çelici bir parkta, her şey pırıl pırılken ve her şey dünyaya sevinç aşılıyorken, eyvah ki eyvah, dedi sevgilisine bakarak, melekler bize üzülmekten vazgeçtiler!
…en iyisi gitmeli ve bütün öykülerimi yok etmeliyim!
Neler yaşayacağını bilen biri neler yaşayabilirdi ki?
Bu notları alan eller, şimdi hangi mezarlığın, hangi mezarında çürüyorlardı?!
Yüzleşememek, karakterinin ve kaderinin bir parçası gibiydi oysa. Bir yakınını yitirenleri bile ziyaret ederken,gözlerine bakmamaya çalışır, onların gözlerinde bu dünyada olmayan bir rengin, bir soru’nun, bir acının tılsımına rastlamaktan, hiç bilmediği bir korkunun titreşimleriyle karşılaşmaktan çekinirdi.
..bütün hayatlar biriciktir ayşenaz.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Gözlerinde açık yeşil bir duruluk var. Gözlerine baktığınızda bütün günahlarınızdan arınmış gibi hissediyorsunuz kendinizi. Bu yüzden bir ikindi serinliği var. Az evvel sulanmış bir avlunun kurumasını bekleyen sessiz kadınların sabri var.
Hayatım boyunca bir renk aradım.
Bir denge aradım.Bir ahenk aradım.
İşler, günler, hayatlar, insanlar rayında aksin gitsin Zihnimi meşgul etmesin istedim.Aradığım, zihnimi meşgul etmeyecek bir sıradanlıkta. Aradığım, sızlamayan bir vicdandı.Aradığım mutmain bir kalp, mutmain bir bakıştı.
Aradığım, aynalara yansıyacak bir tebessümdü.
Bir denge aradım.Bir ahenk aradım.
İşler, günler, hayatlar, insanlar rayında aksin gitsin Zihnimi meşgul etmesin istedim.Aradığım, zihnimi meşgul etmeyecek bir sıradanlıkta. Aradığım, sızlamayan bir vicdandı.Aradığım mutmain bir kalp, mutmain bir bakıştı.
Aradığım, aynalara yansıyacak bir tebessümdü.
O da hayattan çok sıkıldığında başını göklere çevirip nefes boşaltırken, başka bir şehirde yaşamayı düşler mi acaba? Başka bir şehrin kendisine şifa olabileceğini düşler mi?
Dünyanın başka bir yerinde, bana çok benzeyen başka biri var mıdır acaba?
…bu gece bitecek, bu ateş sönecek ve sen başka bir öyküye doğru yol alacaksın. Sabahı bahar,öğlesi yaz,ikindisi güz ve gecesi karlı bir kış olan bu öykü de bitecek.
Aradığım sızlamayan bir vicdandı.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
O da başka bir şehrin kendisine şifa olabileceğini düşler mi?
Ah ki ah Öyküler, beddualar gibi ömrümden gelip geçtiler.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Karşısına geçmiş bir delikanlının bağrına üç el ateş etmesi kadar netti ve acıtıcıydı. Ölebilir dememişti. Ölür demişti.
Bir şey yapmamıza gerek yok, orada olup bitecekler olup bitmek üzere bizi bekliyor.
Ne kadar sıradan, ne kadar banal değil mi? Ama başka türlüsü elimden gelmiyor. Yaşamak istiyorum.
Yazmak istemiyorum. Yazmanın, yaşamadan mümkün olmadığını anladım. Yaşamanın hiç denemediğimiz bir şey olduğunu anladım. Yazmak istemiyorum. Yaşamayı deneyeceğim.
..sonra içimde bir fren sesi.
Öbür dünyanın kapısından girince.
Kendisine ayrılmış bahçenin ortasında çağıldayan şelaleye bakarak.
Gülümsemiş yeşil gözlü yaşlı kadın.
Sonra da tebessümünün anlamını merak edenlere.
Dünya hayatımda, demiş.
Doktor doktor dolanıp da.
Kulaklarımdaki çağıltının sebebini aramış durmuştum bir ömür boyu.
Her geçen sene daha da artan o büyük uğultuyu
..
Çağlayanın sesini dinlemiş iyice.
Yeniden gülümsemiş.
Kendisine ayrılmış bahçenin ortasında çağıldayan şelaleye bakarak.
Gülümsemiş yeşil gözlü yaşlı kadın.
Sonra da tebessümünün anlamını merak edenlere.
Dünya hayatımda, demiş.
Doktor doktor dolanıp da.
Kulaklarımdaki çağıltının sebebini aramış durmuştum bir ömür boyu.
Her geçen sene daha da artan o büyük uğultuyu
..
Çağlayanın sesini dinlemiş iyice.
Yeniden gülümsemiş.
Gerisine bakma da,Mevlana’nın sevgisinden mahrum kalmışsınız.
Unutmabeni çiçeği var, incitmebeni çiçeği yok. Keşke olsa
-Gözlerinizi gözlerimize değdirmiyorsunuz ..
-Gönüllerinizden ayıramadım ki gözlerimi, gözlerinize sıra gelsin.
-Gönüllerinizden ayıramadım ki gözlerimi, gözlerinize sıra gelsin.
Çok sıkıldığında başını göklere çevirip nefes boşaltırken başka bir şehir kendisine şifa olur mu acaba
Kim ve ne olduğunu bilmeden beklediğim birşey olsun
Dünyadan başka bir yerde bana benzeyen biri var mıdır acaba
Modern hayat bir hapishanedir. Filozof
Gönüllerinizden ayıramadım ki gözlerinize sıra gelsin
Gözleri hiç bitmeyecek bir an gibiydi
Her an bir kurşun yiyecekmiş gibi büyük bir korkuyla bakıyordu
Telefonu yüzüne kapattı; bu bir insanın ağzında çaput çıkıp nefessiz bırakarak öldürmeye benziyordu
Karşısına geçmiş bir delikanlının, bağrına 3 el ateş etmesi kadar netti ve acıtıcıydı.
Sesinde ürpertici bir meydan okuma ve çocukluğuna kiman şehirlerinin birinde sapanla sığırcık avlayarak geçirmiş bir Bıçkın delikanlının hoyratlığından izler vardı.
Sabahı bahar öylesi yaz ikindisi güz ve gecesi karlı bir kış olan bu öykü.
Aynaya baktığında kendini gördü
Kendine baktığında yokluğunu.
Yokluğundan bir boşluk doğdu.
Boşluğa baktığında O’nu gördü.
O’na baktığında yoksulluğunu.
Kendine baktığında yokluğunu.
Yokluğundan bir boşluk doğdu.
Boşluğa baktığında O’nu gördü.
O’na baktığında yoksulluğunu.
Onu kim, nerede bulacak, onunla kim, hangi heyecanla, uzun bir destanın ilk cümlelerini kuracaktı?
Çünkü o neye sarılsa sarıldığı bin bir parça olmuyor. Yerle yeksan olmuyor.
O da hayattan çok sıkıldığında başını göklere çevirip nefes boşaltırken, başka bir şehirde yaşamayı düşler mi acaba? Başka bir şehrin kendisine şifa olabileceğini düşler mi?
Dünyayı beğenmezdi. Özlediği ve beğendiği başka bir iklim vardı. Başka bir mevsim. Başka bir âlem. Başka bir şehir.
Kibrin incecik kanatlarının kalbine dokunup geçtiği demlerde kalbinde bir ürperiş bulurdu. Allah korusun, derdi. Allah korurdu.
Unutmabeni çiçeği var, incitmebeni çiçeği yok. Keşke olsa deyivermişti.
Bir keresinde başka bir öykü okumuştum, dedi çene sakallı genç, öykü sadece bir iç geçirmeden ibaretti. Bütün bir öykü bir iç geçirmeden ibaretti, diyorum. Anlıyor musunuz?
Boşluğa baktığında O’nu gördü.
O’na baktığında yoksulluğunu.
O’na baktığında yoksulluğunu.
Ben ıskaladım durdum. Ben ıskalanıp durdum.
Yazmanın, yaşamadan mümkün olmadığını anladım. Yaşamadığımı anladım.
Ben galiba gitmeyi özlüyorum
Bilmediğiniz edebiyat dergisi adı yok, bilmediğiniz sure adı çok!
Öykülere alışmıştım. Kıyamet de o zaman koptu zaten.
Oysa öykü bir iç geçirmeden ibaretti.
Bilmediğiniz edebiyat dergisi adı yok, bilmediğiniz sure adı çok! deyivermişti bir gün. Ağzını pek de âdeti olmadığı üzere iyice açıp gözlerini büyüterek, Put işte budur, kalbimiz put üretir!!! deyivermişti
Hepsi bu cümlenin sonundaki noktaya ulaşıncaya kadardı.
Yaşamanın hiç denemedigimiz bir şey olduğunu anladım.
Ders esnasında, görmediğim varlıkların beni dinlediklerini ve dahası benimsediklerini hissediyorum,demişti, zira gördüğüm varlıkların beni dinlediklerini ve benimsediklerini hissetmiyorum! diye latife etmişti.
Nüktedandı.
Nüktedandı.
Kaderin acı ironisini düşündükçe hem gülümsüyor hem üzülüyor, ama üzülüyorken, üzüldüğümün anlaşılmamasına hiddetleniyor, hiddetlendiğimin görülmemesine esef ediyordum.
Bir serçe sürüsü, yeryüzü yaratılalı beri kimbilir kaç bin defa, kaç milyon defa, kaç milyar defa, ansızın bir adamın, belki bir adımın tesiriyle havalandı.
İkimiz de eserlerini okuyarak büyüdüğümüz ve yetiştiğimiz bir yazarı artık bize bir şey katmayacağını bildiğimiz halde sırf sevgiden ve saygıdan takip etmeye devam ediyoruz.
Evin pencerelerini açtım. Toprak kokusu önce odalara, sonra ruhuma yayılıyordu.
Ben bir sessizlik ve huzur şöleni diye yola çıkmışım, bir hüzün ve gözyaşı şöleni olacakmış bu.
Ders anlatırken hiç gözlerinizi gözlerimize değdirmiyorsunuz, diyen öğrencisine, gönüllerinizden ayıramadım ki gözlerimi, gözlerinize sıra gelsin, demişti.
Unutmabeni çiçeği var incitme beni çiçeği yok. Keşke olsa
İçinde bir kelime vardı. Orada olduğunu bildiği, orada olduğunu hayatının bütün anlarında hissettiği, meselâ kornerden gelen topa yükseldiği zaman ciğerinde unutulmuş çelik bir makas gibi etine batan, canını acıtan bir kelime.