Stefan Zweig kitaplarından Amerigo kitap alıntıları sizlerle…
Amerigo Kitap Alıntıları
İnsanoğlu bilmediği bir mekânda, boyutlarını ve biçimini asla keşfedemeyeceği bir dünyaya hapsolmuş halde yaşamaya mahkumdur.
Vespucci, Amerika’nın keşfini tamamlayan kişidir, çünkü her keşif, her buluş sadece onu bulanla değil, daha ziyade bu keşfin etkin güçlerini tanıyanla geçerli sayılır. Kolomb’a yaptıklarının hakkı teslim edilecekse Vespucci’ye de bunu yorumladığı için tarihsel bir önem atfedilmelidir. Vespucci, öncülü Kolomb’un uykusunda gezerken bulduğunu, iyi rüya tabircisi gibi görünür kılmıştır.
Tarihin kararları, ne denli saçma ve adaletsiz de olsa, katidir.
Tarih mükemmel bir drama yazarıdır.
Her şey gibi zaman da tarihin ölçüsüyle değil kendi ölçüsüyle düşünür.
Kendi küçük dünyasında yaşamayı arzulayan sıradan insanın, huzur, sükûnet ve barış bulabileceği hiçbir yer yoktur.
İnsanoğlu bilmediği bir mekânda, boyutlarını ve biçimini herhalde asla keşfedemeyeceği bir dünyaya hapsolmuş halde yaşamaya mahkûmdur.
“Belki de her şey bir düşten ibarettir.”
İnsanlar artık okumayı, yazmayı, hesaplamayı bilmemektedir; Batı dünyasının kral ve imparatorları fermanlarının altına kendi adlarını yazmaktan bile acizdir.
İnsanların gözleri etrafını dikkatle gözlemleyemeyecek kadar yorgun, duyuları merakla harekete geçemeyecek kadar tükenmiştir.
Her şey gibi zamanda tarihin ölçüsüyle değil kendi ölçüsüyle düşünür.
Hakikatin söylentiye yetişmesi nadiren mümkün olur
Talihin ne denli değişken olduğunu anlamış, geçici ve sürekliliği olmayan zenginliklerin dengesiz dağıtılmış olduğunu, bir gün insanı en tepeye oturturken bir başka gün onu, ödünç verdiği zenginlikleri geri almak suretiyle alaşağı ettiğini görmüştür.
Tanrı yaratandır, insanı kendi suretinde yarattığına göre, onun da yaratıcı olmasını istemektedir.
Hakikatın söylentiye yetişmesi nadiren mümkün olur.
hep başkalarının gölgesindeydi
Yanlışlıklar yumağı zaman içinde yuvarlanmayı sürdürdükçe daha da karman çorman bir hal alır.
Zaman her şeyi gösterecektir.
Belki de her şey bir düşten ibarettir.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
İnsanlığın ruhu ölümcül bir hastalık atlatmışçasına felç olmuştur sanki, içinde yaşadığı dünya hakkında hiçbir şey bilmek istememektedir. Daha da garibi, halihazırda bildiklerini de anlaşılmaz bir biçimde unutmuştur.
Tarihten adalet bekleyen, onun vermeye yanaştığından çok daha fazlasını istemiş demektir.
Dehayı gösterebilmek için karşıtının, ölümlülere özgü direnişin ifşa edilmesi, akılsızlığın, hasetin, hıyanetin alçak güçleri göz önüne serilmelidir
Hakikatın söylentiye yetişmesi nadiren mümkün olur.
Uzunca süredir kullanmadığı kanatlarını bir kez açmasıyla özgürleşen insan ruhu, tüm uzaklıkları yakın kılmaktadır
Belki de her şey bir düşten ibarettir
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Para ve kazanca değil, sadece bilime hizmet ederek bilimin onurunu kurtarmıştır
Buna rağmen şunu eklemek gerekir: Amerika’nın vaftiz edildiği addan utanmasına gerek yoktur. Elli yaşına geldiğinde bile üç kez ufacık bir gemiye atlayıp o zamanlar tehlike ve maceraya atılan yüzlerce “adsız tayfa”dan biri olarak daha keşfedilmemiş okyanusa yelken açacak cesarete sahip dürüst ve cesur bir adamın adıdır bu.
Hatta belki de bu ortalama, sıradan adamın adı demokratik bir ülke için, bir kralın ya da conquistador’un namından daha doğru ve kesinlikle Amerika yerine Batı Hindistan, Yeni İngiltere, Yeni İspanya ya da Kutsal Haç Toprakları olarak adlandırılmasındandaha uygundur. Bu ölümlü adı, ölümsüzlüğe taşıyan bir insan olmamıştır; haksız davranıyor göründüğü her yerde eninde sonunda haklı olanı savunan yazgı seçmiştir bu adı. Emir böylesi yüksek yerden geldiğinde boyun eğmekten fazlası gelmez elimizden. Bu nedenledir ki, kör talihin eğlenceli bir oyunla bulduğu adı, bugün mümkün olan en uygun ve hakiki isim olarak kullanıyoruz: o çınlayan ve titreşen “Amerika” sözcüğünü
Hatta belki de bu ortalama, sıradan adamın adı demokratik bir ülke için, bir kralın ya da conquistador’un namından daha doğru ve kesinlikle Amerika yerine Batı Hindistan, Yeni İngiltere, Yeni İspanya ya da Kutsal Haç Toprakları olarak adlandırılmasındandaha uygundur. Bu ölümlü adı, ölümsüzlüğe taşıyan bir insan olmamıştır; haksız davranıyor göründüğü her yerde eninde sonunda haklı olanı savunan yazgı seçmiştir bu adı. Emir böylesi yüksek yerden geldiğinde boyun eğmekten fazlası gelmez elimizden. Bu nedenledir ki, kör talihin eğlenceli bir oyunla bulduğu adı, bugün mümkün olan en uygun ve hakiki isim olarak kullanıyoruz: o çınlayan ve titreşen “Amerika” sözcüğünü
Vespucci ömrünün bu son yıllarında, adının etrafında örülen yanlış anlama ve yanlışlıklar ağının ona nasıl bir ün kazandırdığını öğrendi mi? Okyanusun öte yanındaki yeni toprakların onun ilk adıyla anılacağını tahmin etmiş olabilir mi? Hakkı olmayan bu namı reddetmek için mi savaştı, onu gülümseyerek kabul mü etti, yoksa olayların kitaplarda yazdığı gibi gelişmediğini yalnızca yakın çevresindekilere ve dostlarına mı anlattı? Aslında bu konu hakkında tek bir şeyden eminiz, o da, dağlar, okyanuslar, ülke ve lisanlar üzerinden bir fırtına gibi esip göz açıp kapayıncaya dek yeni kıtaya sıçrayan bu ünün, hayattayken Vespucci’ye hiçbir faydası olmadığı. Vespucci, İspanya’ya geldiği ilk günkü kadar yoksul ölmüştür; öylesine yoksuldur ki, 22 Şubat 1512’de dünyaya gözlerini yumduğunda geride bıraktığı eşi, ancak hayatta kalmasını sağlayacak bir miktar olan, yılda on bin maravedílik dul maaşının bağlanması için çalınmadık kapı bırakmaz. Geride bıraktığı tek değerli şey, tüm gerçeği öğrenmemizin tek yolu olan seyahat günceleri, Vespucci’nin yeğenine kalır, o da bunları korumasını bilmez ve keşifler dönemine ait pek çok değerli belgenin başına geldiği gibi, bu notlar da sonsuza dek kaybolur. Bu sessiz ve sakin adamdan geriye sadece kuşkulu ve pek de ona ait olmayan bir unvan kalır.
Hakikatin söylentiye yetişmesi nadiren mümkün olur. Bir kez dünyaya söylenmiş bir söz, buradan güç toplar ve kendisine hayat verenden özgür ve bağımsız yaşamını sürdürür.
İspanya ile Portekiz, Hindistan’ın fethi için yarışmaktadır.
Adını insanlığın en muzaffer defterinden silmek mümkün değildir artık; belki de onun dünyamızın keşif tarihi içindeki başarısını en iyi tarif eden çelişki, Kolomb’un Amerika’yı keşfetmiş ama tanıyamamış; Vespucci’nin ise orayı keşfetmediği halde bunun yeni bir kıta olduğunu anlamış olmasıdır. Bu başarısı her daim hayatıyla, adıyla beraber anılacaktır.
Bu ölümlü adı, ölümsüzlüğe taşıyan bir insan olmamıştır; haksız davranıyor göründüğü her yerde eninde sonunda haklı olanı savunan yazgı seçmiştir bu adı. Emir böylesi yüksek yerden geldiğinde boyun eğmekten fazlası gelmez elimizden. Bu nedenledir ki, kör talihin eğlenceli bir oyunla bulduğu adı, bugün mümkün olan en uygun ve hakiki isim olarak kullanıyoruz: o çınlayan ve titreşen “Amerika” sözcüğünü.
Tarihten adalet bekleyen, onun vermeye yanaştığından çok daha fazlasını istemiş demektir. Tarih, ölümsüzlüğü genellikle yalın, ortalama bir insana dağıtırken en cesur ve bilge olanları, isimsiz karanlığa savurur.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Çünkü belirleyici olan tek başına eylem değildir, bunun tanımı ve etkisi daha önce gelir. Yapılan bir şeyi anlatan ve açıklayan kişi, çoğu zaman onu yapandan daha önemlidir ve tarihin önceden kestirilemez güçler dengesi içinde genellikle en küçük bir hareket bile en inanılmaz etkilere neden olabilir.
Hakikatin söylentiye yetişmesi nadiren mümkün olur. Bir kez dünyaya söylenmiş bir söz, buradan güç toplar ve kendisine hayat verenden özgür ve bağımsız yaşamını sürdürür.
Vespucci, Amerika’nın keşfini tamamlayan kişidir, çünkü her keşif, her buluş sadece onu bulanla değil, daha ziyade bu keşfin etkin güçlerini tanıyanla geçerli sayılır. Kolomb’a yaptıklarının hakkı teslim edilecekse Vespucci’ye de bunu yorumladığı için tarihsel bir önem atfedilmelidir. Vespucci, öncülü Kolomb’un uykusunda gezerken bulduğunu, iyi rüya tabircisi gibi görünür kılmıştır.
Salt Tanrı üzerine kafa yormanın, eski metinleri tekrar tekrar ele alıp dogmatik biçimde yeniden yorumlamanın, tartışmanın anlamı yoktur. Tanrı yaratandır, insanı kendi suretinde yarattığına göre, onun da yaratıcı olmasını istemektedir.
Demek ki dünyayı fethetmek için öğrenmek gereklidir; insan gücünü sadece turnuvalarda ve sefih şölen yemeklerinde harcamamalı, ruhunu da bir Toledo kılıcı gibi esnek, çevik ve kıvrak kılmalıdır. Demek ki öğrenmesi, düşünmesi, araştırması, gözlemlemesi gereklidir insanın!
Bu durumda kitaplardan, onlar hakkında bilgi edinmesi gerekli olur insanın; ama artık kitaplar yoktur. Seyahat edip yabancı ülkeler görmek gereklidir; ama artık yollar yoktur. Her şey bitmiştir. Belki de her şey bir düşten ibarettir.
İnsanlık yeni bir şey bulduğunda ilk iş olarak onu adlandırmak; coşku duyduğunda da şevkini dudaklarından kopan sevinç nidalarıyla duyurmak ister.
İnsanlığın ruhu ölümcül bir hastalık atlatmışçasına felç olmuştur sanki,
içinde yaşadığı dünya hakkında hiçbir şey bilmek istememektedir.
içinde yaşadığı dünya hakkında hiçbir şey bilmek istememektedir.
Büyük Amerika’nın bir hırsızın adını taşımak zorunda oluşu ne garip.Sahip olduğu en yüksek denizcilik rütbesi,asla denize açılmayan bir keşif gezisinde tayfabaşının yamaklığı olan Sevilla’lı
tuzlu su taciri Amerigo Vespucci bu yalancı dünyada Kolomb’un yerini almayı başarmış ve dünyanın yarısını kendi onursuz adıyla adlandırmıştır.
tuzlu su taciri Amerigo Vespucci bu yalancı dünyada Kolomb’un yerini almayı başarmış ve dünyanın yarısını kendi onursuz adıyla adlandırmıştır.
Yani Lizbon’daki arşivlerde Vespucci’nin hayatının en önemli dönemi hakkındaki tek bir belge bile yoksa şunu hatırlamak gerekir: Cervantes’in Afrika maceraları, Dante’nin gezi yılları ve Shakespeare’ in tiyatro dönemi hakkında da arşivlerden öğrenebildiğimiz bundan daha fazlası değildir. Ama Cervantes yine de savaşmış, Dante ülke ülke gezmiş, Shakespeare de yüzlerce kez sahneye çıkmıştır. Bazen dosya ve belgeler bile yeterli kanıt değilken bunların yokluğu nasıl kanıt sayılabilir?
Hakikatin söylentiye yetişmesi nadiren mümkün olur. Bir kez dünyaya söylenmiş bir söz, buradan güç toplar ve kendisine hayat verenden özgür ve bağımsız yaşamını sürdürür. Bu sözün ilk kez dudaklarından döküldüğü genç adamın şimdi utançla onu bastırmaya, susturmaya çalışması boşunadır. Söz çoktan havada salınmaya başlamıştır, harften harfe, kitaptan kitaba, ağızdan ağıza dolaşmakta, durdurulamaz ve ölümsüz bir şekilde zamanı ve mekânı aşmaktadır, çünkü aynı anda hem gerçekliğin hem de fikrin ta kendisidir o.
Bunun gibi günlük sıkıntıların pençesinde kıvranan binlerce, yüz binlerce insan, bu gerilimli dünyadan tiksindikleri için zaten manastırlara kaçmıştır. Kendi küçük dünyasında yaşamayı arzulayan sıradan insanın huzur, sükûnet ve barış bulabileceği hiçbir yer yoktur.
Tanrı yaratandır, insanı kendi suretinde yarattığına göre, onun da yaratıcı olmasını istemektedir. Hâlâ tüm sanat ve bilim dallarında Yunanlılardan, Romalılardan kalma örnekler vardır; belki onlara yetişilebilir, eskiden Antik dönemin yapabildikleri şimdi yeniden yapılabilir. Hatta, belki onların üzerine bile çıkılabilir. Batı’yı yeni bir cesarettir alır. İnsanlar yeniden yazmaya, resim yapmaya ve felsefeyle uğraşmaya başlar. O da ne? Oluyor, gerçekten de mükemmel bir biçimde işe yarıyor. Önce bir Dante çıkar, sonra bir Giotto, bir Roger Bacon ve katedral ustaları. Uzunca süredir kullanmadığı kanatlarını bir kez açmasıyla özgürleşen insan ruhu, tüm uzaklıkları yakın kılmaktadır.
Demek ki dünyayı fethetmek için öğrenmek gereklidir; insan gücünü sadece turnuvalarda ve sefih şölen yemeklerinde harcamamalı, ruhunu da bir Toledo kılıcı gibi esnek, çevik ve kıvrak kılmalıdır. Demek ki öğrenmesi, düşünmesi, araştırması, gözlemlemesi gereklidir insanın!
Çünkü sadece o yüzyılın karanlığını, muğlaklığını ruhuna yerleştirmesini bilenler, söz konusu neslin, o zamana dek sonsuza kadar uzandığı düşünülen ufukta, yabancı bir dünyanın silueti belirmeye başladığında kapıldığı heyecan ve şaşkınlığı paylaşabilir. İnsanlık yeni bir şey bulduğunda ilk iş olarak onu adlandırmak; coşku duyduğunda da şevkini dudaklarından kopan sevinç nidalarıyla duyurmak ister. Bu nedenle rüzgârın, insanlığın suratına ansızın bir isim çarptığı gün, şanslı bir gündü; insanlık da haklılık ya da haksızlık soruları sormadan, bu çınlayan ve titreşen sözcüğü alıp keşfettiği yeni dünyasını yeni ismi olan “Amerika” ile selamladı.
Amerika’ya “Amerika” adı kimin anısına verilmiştir?
Bu soruyu ilkokul çocukları bile hiç düşünmeden hemen yanıtlar: Amerigo Vespucci.
Bu soruyu ilkokul çocukları bile hiç düşünmeden hemen yanıtlar: Amerigo Vespucci.
Uzunca süredir kullanmadığı kanatlarını bir kez açmasıyla özgürleşen insan ruhu, tüm uzaklıkları yakın kılmaktadır.
Tanrı’nin dünyasında ne kadar çok yeni ve farklı şeyin kendine yer bulduğunu, aynı göğün altında farklı meyvelerin, farklı kumaş , insan, hayvan ve âdetlerin olduğunu görmüştür.
Bazen bu ağır, uyuşturucu uykunun içinden, dünyanın bir zamanlar farklı, daha renkli, daha geniş, daha aydınlık, daha neşeli macera ve olaylarla dolu olduğuna ilişkin belli belirsiz bir anı canlanır.
Bir kez dünyaya söylenmiş bir söz, buradan güç toplar ve kendisine hayat verenden özgür ve bağımsız yaşamını sürdürür.
Büyük Amerika’nın bir hırsızın adını taşımak zorunda oluşu ne garip. Sahip olduğu en yüksek denizcilik rütbesi, asla denize açılmayan bir keşif gezisinde tayfabaşının yamaklığı olan Sevillalı tuzlu su taciri Amerigo Vespucci, bu yalancı dünyada Kolomb’un yerini kapmayı başarmış ve dünyanın yarısı kendi onursuz adıyla adlandırılmıştır.
Vespucci, öncülü Kolomb’un uykusunda gezerken bulduğunu, iyi rüya tabircisi gibi görünür kılmıştır.
Uzunca süredir kullanmadığı kanatlarını bir kez açmasıyla özgürleşen insan ruhu, tüm uzaklıkları yakın kılmaktadır.
Kendi küçük dünyasında yaşamayı arzulayan sıradan insanın huzur, sükunet ve barış bulabileceği hiçbir yer yoktur.
Kendisi açısından avantajlı olduğu için bir sahtekârlığa itiraz etmeyen, bu sahtekârlığa suç ortaklığı etmiş olmaz mı?
İnsanlığın ruhu ölümcül bir hastalık atlatmışçasına felç olmuştur sanki.
Büyük Amerika’nın bir hırsızın adını taşımak zorunda oluşu ne garip. Sahip olduğu en yüksek denizcilik rütbesi, asla denize açılmayan bir keşif gezisinde tayfabaşının yamaklığı olan Sevillalı tuzlu su taciri Amerigo Vespuci, bu yalancı dünyada Kolomb’un yerini kapmayı başarmış ve dünyanın yarısı kendi onursuz adıyla adlandırılmıştır
Tarih, ölümsüzlüğü genellikle yalın, ortalama bir insana dağıtırken en cesur ve bilge olanları, isimsiz karanlığa savurur.
Demek ki dünyayı fethetmek için öğrenmek gereklidir; insan gücünü sadece turnuvalarda ve sefih şölen yemeklerinde harcamamalı, ruhunu da bir Toledo kılıcı gibi esnek, çevik ve kıvrak kılmalıdır.
hakikatin söylentiye yetişmesi nadiren mümkün olur.
talihin ne denli değişken olduğunu anlamış, geçici ve sürekliliği olmayan zenginliklerin dengesiz dağıtılmış olduğunu, bir gün insanı en tepeye oturturken bir başka gün onu, ödünç verdiği zenginlikleri geri almak suretiyle alaşağı ettiğini görmüştür.
“Dehayı gösterebilmek için karşıtının, ölümlülere özgü direnişin ifşa edilmesi, akılsızlığın, hasetin, hıyanetin alçak güçleri gözler önüne serilmelidir.”
“Hakikatin söylentiye yetişmesi nadiren mümkün olur. Bir kez dünyaya söylenmiş bir söz, buradan güç toplar ve kendisine hayat verenden özgür ve bağımsız yaşamını sürdürür.”
başkasının başarılarını çekememek, bilginlerin meslek hastalığı olarak görülmüyor mu
Uzunca süredir kullanmadığı kanatlarını bir kez açmasıyla özgürleşen insan ruhu, tüm uzaklıkları yakın kılmaktadır
her şey gibi zaman da tarihin ölçüsüyle değil kendi ölçüsüyle düşünür
Tarih, ölümsüzlüğü genellikle yalın, ortalama bir insana dağıtırken en cesur ve bilge olanları, isimsiz karanlığa savurur
Tarihten adalet bekleyen, onun vermeye yanaştığından çok daha fazlasını istemiş demektir
“Tanrı yaratandır, insanı kendi suretinde yarattığına göre, onun da yaratıcı olmasını istemektedir”