İçeriğe geç

Üç Hikaye Kitap Alıntıları – Mehmet Rauf

Mehmet Rauf kitaplarından Üç Hikaye kitap alıntıları sizlerle…

Üç Hikaye Kitap Alıntıları

Nasıl olur ki ona bakabileyim ve nasıl mümkün olur ki onu göreyim? Şekline dair hafızamda tek bir hat bile mevcut değilken, şimdi kulaklarım sesiyle nasıl çınlıyor!.. Ve bu ses alçakgönüllü musikisi ile mevcudiyetimi nasıl taltif ediyor! Yalnız bunun güzelliğinin hatırası için ömrümü veriridim!
Dünyada acıma ve insanseverlik zararlıysa, demek namus ve vicdan da bir o kadar yalandı..
“Kusurlar: Oynak, fassal (dedikoducu), hırçın; meziyetler ise: gayet güzel, gayet şık, son derece malumatlı”
İşte, yalnız bu teselli ümidiyle sefil hayatıma biraz güneş serpiliyor
Ah, insan denilen mahluk ne kadar zayıf, ne kadar alçak bir şey!
Her kadının zevkini insanı deli edecek kadar yegâne bir surette başka ve nefis bir hale getiren kuvvet, o aşk denilen sihir değil midir? Ve aşk olmadıktan sonra, hayat yâ- bis [kuru], akîm ve akur [boş ve yaralayıcı] bir çölden ibaret kalmıyor mu?
Vicdanen hiç kimsenin nâil olamadığı bir huzur ve refah içinde yaşadıktan sonra, bu sefaletin ne ehemmiyeti olurdu. Hatta bilakis, bu bir nişane-i iftihar [övünç nişanı] değil miydi?
Öteki Behiç ona : ‘Budala, açsın diyordu. Gir içeri, bir etek öp, iki söz söyle, birkaç satır yaz, ceplerin altınla dolu çık, git, yaşa Sende herkes gibi mesut ol Bir etek öp, on kişi senin eteğini öpsün Aç sürünmeyip zengin olmak bu kadar kolay iken neden tereddüt ediyorsun? ‘
Hepsi de kendi nefisleri kendi saadetleri için milletin sefaletine la-kayt kalıyorlar, memleketin mahvına göz yumuyorlar,yalnız alacakları insanları, nail olacakları rütbe ve nişanları düşünüyorlardı.
Ve en çok nazarına çarpan şey, herkesin yalnız kendisi için yaşadığı oldu.
Senin için para olsun da başka bir şeyin önemi yok ki…
-Bana neden haber vermedinz ?
-Aaa, şuna da bakınız ayol her şey erkeklere haber verilir mi?
-Öyleyse, şimdi işin içinden yine kendiniz çıkınız… Hanımefendiler, sersem akıllarıyla iş görüyoruz diye her şeyi berbat etsinler; işin sonu çıkmayınca, hemen bizi kurtar, işi temizle diye senin yakana sarılsınlar ne ala şey!
Artık işi tamamıyla anlıyordu; bütün geçen günlerin ayrıntılarını düşünerek, anlamsız kalmış olayların anlamını hep görüyordu.
Ne ev, ne saltanat, ne düzen, ne yemek ya Rabbim! Rüya görmüş gibiyim!
(Bu) dünyada bir adam beyefendi gibi yaşamalıdır ki hayatın zevkini tatsın…
Sen eşsiz bir kocaya sahip olacaksın, biz de ömrümüzün sonunda refah ve mutluluk içinde bir yaşam süreceğiz.
Herkes borcunu gizler, babanız ilan eder…
O, bilmez misiniz, öyledir; kimi görse, kiminle konuşsa, ilk işi borcundan şikayet etmektir.
Büfe almak için aç kalmaya razı olmak, enikonu züppeliktir.
Babalarımızdan kalan sözlere kulak vermeyenler, sonra bütün bütün aç kalırlar.
Canım efendim, kadınların aklı ermez ki… Onlar bir kere bir şey istemeyegörsünler… İstediler mi bu neyle olur, neyle biter, neyle alınır, kaç paraya mal olur orasını düşünmezler…
Çingene, “Hastalandığıma yanmam, rahata alışacağım diye korkarım” demiş.
Canım yavrum, babanıza kabahat bulacağınıza paraya kabahat bulsanıza! Ne yapalım canım, yok işte yok! Yoktan anlamazsınız, sonra ağzınıza gelen sözleri söylersiniz.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Herifin bir halısı bütün eşyamızı satın alır…
Bizim hanımın işi yok, beni yine bir çok masrafa soktu.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Mutsuz olduğunu öğrenirsem, bu mutsuzluğuna benim sebep olmadığımı bilmek yine de bir avunmadır!
Hiç olmazsa, onun bu mutluluğuna kendi mutluluğum pahasına olsun bir hizmetim olduğunu düşünmek de bir avunma değil midir?
Şimdi birkaç aylık, belki bir iki yıllık bir mutluluk elimin altında; bu da az bulunur bir fırsat değil midir?
Ah, ama ne zor, ne zor, ne kadar zor bir mücadele ile harabım
Özlem ve zillet içinde, bir çiçeksiz, bir gülümseyişsiz, şefkatsiz, iltifatsız bu zelil, darmadağın ömrü sürüklemeliyim…
Evet, bu benim için uygun bir cezadır ve ben bunu hiç şikayet etmeden çekmeliyim; ben sürünmeliyim!
Her yaşın kendisine göre bir zevki var…
Evet, bugün sanırım ki beni belki ilk aşkın ateşiyle seviyor; ama erkek görmemiş ve gördüğü ilk erkeğin heyecanını aşka benzeten hayalinin taşkınlığıyla bunu gözünde büyütmüş olduğu kesin değil mi?
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Bu, ölünceye kadar birlikte yaşamak üzere sözleşilmiş bir bağlılıktı ve bu bağ, beş on gün sonra ağır bir zincir olacaksa bu sözleşmeyi niçin yapmalıydı?
Benim mutluluğum onun mutluluğunun artmasıyla mümkün olunca ve onun gözlerinde, her an bir pişmanlık gözyaşı, dudaklarında bir şikayet çizgisi görmek korkusuyla hayatım her an harap olursa, ben nasıl mutlu olurdum?
Böyle bir hayatta, onun için mutluluk mümkün müydü?
Ve evet elbette elbette bugün, o zamandan farklı idim ve yarın ve daha sonra, daha farklı olacak değil miydim?
Kırk iki yaşındaki bir erkeğin yakışıklılığı ne kadar korunmuş olursa olsun, otuz yaşındayken gösterdiği ağırbaşlı görkemden yoksun olması kaçınılmazdır!
Ah, bu benim için son bir mutluluk imiş…
İnsanın kendisinin bildiği gerçekleri bile başkalarının övgüsüne karşı nasıl aşırılığa, abartıya kaçarak değiştiriyor!
Değerlendirmelerinde, seçimlerinde büyük bir doğruluk bulunur.
Doğuştan bilgiye ve öğrenmeye meraklı, gerçekten anlayışı ve bilgisi olan, seçkin, konuşması güzel ve etkili, ciddi düşünceli bir kadındır.
Evlilik için bir yaş belirlemek ve bunu geçirdim diye korkmak, hiç akıllıca bir şey değil…
Evlenmek ciddi, önemli bir konudur ve bu işe giren insan onun bütün ihtimallerini, sonuçlarını düşünür de öyle evlenir.
Evlilik bir oyun değildir.
Kadınların hepsinde evlilik konusunda garip bir coşkunluk ve acelecilik vardır. Bunu, başkalarının hiç olmazsa beş on gün geçirecekleri zevk ve mutluluk için mi, yoksa, kendilerine yeni bir eğlence ya da zengin bir dedikodu sermayesi çıktığı için mi yaparlar?
Ah, kendimi bu acı, bu yakıcı durumlara düşüren, yine ben, kendim değil miydim?
Birbirine ne kadar karşıt tutkular içinde çırpınıyordum!
Çevremizde her şey yıldız, her şey çiçek, her şey güneşti. Şimdi bu karanlık, bu soğukluk, bu sonsuz gece nedir?
O biricik güç, o parlak gençlik, bugün benim için uzak bir hayal oldu. O nurlu yıllar nasıl hızla, nasıl uçarak geçtiler! Şimdi burada idiler; hayatımız onların renk ve kokusuyla ıtırlı idi.
Bulunsa bile, onu nasıl kazanmalı? İşte bu kazanma konusu beni o kadar bitiriyor ki bulmanın imkansızlığını unutuyorum
Yine sonuçları kesinlikle şüpheli ve karanlık sevda maceralarına mı çıkacağım?
Bugün ruhumda patlayan bu aşk ihtiyacına rağmen, aşka inanmıyorum…
Duygularımın zayıflığından faydalanarak varlığımı birden bire saran umut ve hayalin bu gelişimi… Bu, beni mahvedecek bir darbe değil mi?
Bütün varlığımla bağlanmıyordum ki, bir acı (duyma) ihtimali olsun.
Ben de her genç gibi, yirmi yaşımdan yirmi beşine otuzuma kadar aşk ve hayal heveslisiydim. Aşk bir hayal ah, bunların verdiği nadir, geçici birkaç saniye zevk ve sarhoşluğa bedel ne kadar hayal kırıklığı ve ayrılık acısına uğradım.
Şu kesin ki bütün kararlarımız, bütün hareketlerimiz yalnız ruhsal durumunuzun iradesiz birer ürünü. Bunları sözde akıl ve mantık ölçülerine vurduğumuz konusundaki iddiamız ise yalnızca safsata…
Zaten onlara ne kadar kötülük yapılsa, kendilerinin kendilerine ettikleri kadar yapılamazdı.
Dünyada, acıma ve yardımseverlik zararlıysa, demek namus ve vicdan da bir o kadar yalandı ve madem ki sahibine yoksulluktan ve yoksunluktan başka bir şey sağlamıyordu, demek ki namus, insanlar için her şeyden zararlıydı.
Para denilen ve toplumda rastladığı her şeyi kirletip yok ederek akan selin pis suyu önünde, bütün kutsal şeyler gibi, namus ve vicdan da kesinlikle soluyor, kesinlikle kirleniyor; etkisiz ve suskun kalıyordu.
Gerçi çalışma ve becerinin hiçbiryerde yağcılık ve dalkavukluk yapılmaksızın ödüllendirildiği görülmemiştir
Bu memlekette, bu yönetim altında zeka, tam tersine lanetli ve sevimsiz sayılıyordu.
Herkes, istisnasız herkes çıkarı ve şahsı işe girince, vicdanını, milletini, namusunu, vatanını unutuyor; yalnız kendisi için yaşadığını her an, her hareketiyle ispat ediyordu.
Hepsi de kendi benlikleri ve kendi mutlulukları için milletin sefilliğine duyarsız kalıyor, memleketin çöküşüne göz yumuyor, yalnız alacakları rüşvetleri, erişecekleri rütbe ve nişanları düşünüyorlardı.
Bütün dünyada kendisinden güçsüz ve aşağılık bir kimse daha yoktu. Ve bu sefillik yalnız bugün değil, yıllardan beri onun hayatını kemirmekteydi.
Yıllardan beri çektiği rezilliklerin, her gün taşa taşa sonunda bir alışkanlık haline gelip şiddeti kalmamış olan öfkelerin, bugün kendisini boğacak kadar çoğalarak üzerine saldırdığını hissediyordu.
Artık bu durumlara öfkelenmeyecek kadar alışık olduğu için, aynı düşünceleri zihninde tekrar düşünmeye gerek görmeyerek, odacıya kahve söyledi.
Bazıları ilerlemelerinin çalışıp çabalamaya bağlı olduğunu sanarak hayatlarını işlerine verir
Yalnız maaşına kalsa, açlıktan öleceği kesindi.
Sonunda, memleketi böyle sefil ve perişan duruma sürükleyen uğursuz yönetimin, bu adamlar tarafından oluşturulup keseneğe alındığını düşünerek o yönetime ve kendilerini o yönetimin devam etmesine adayan bütün çıkarcı alçaklara karşı derin bir nefret beslemeye başlamıştı.
Okuldan parlak bir başarı ile mezun olduğu için, ilk günlerin iyimserliği ile bir yerlere varabileceğini ummuş, ancak kısa zamanda bu umudunun solmaya mahkûm bir hayal olduğunu görmüştü. Çünkü yetenek ve zeka ne kadar parlak olursa olsun, bunların yükselmede hiçbir etkisi olmadığını, yataklanma ve dalkavukluğun ya da büyüklü küçüklü hafiyelerden biriyle bağlantı kurmanın daha faydalı sonuçlar verdiğini çok geçmeden anladı.
Birey, kendisine kötülüğe yönlendiren toplumun herkesçe kabul edilmiş değerlerine baş kaldırarak; kişiliğini başkalarına göre değil, kendi değer ve ahlak yargılarına göre oluşturarak gerçek anlamda kahraman olabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir