Elio Vittorini kitaplarından Fil kitap alıntıları sizlerle…
Fil Kitap Alıntıları
Dünyada hiç bir baba çocuklarını cezalandırmanın doğru olup olmadığına emin olabilmiş midir? Yoksa asıl suç çocukların cezalandırılmasına inanan büyüklerde midir?
“Ne dersiniz?” dedi. “Dünyada hiçbir baba çocuklarını cezalandırmanın doğru olup olmadığına emin olabilmiş midir? Yoksa asıl suç çocukların cezalandırılmasına inanan büyüklerde midir?”
“Karınlarını doyurabilenler doyuramayanların içki içmesindan pek hoşlanmazlar,” dedi. “Sarhoşluk derler buna. Ama bize ne bütün bunlardan?”
Siz de bilirsiniz ya, insan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir.
Siz de bilirsiniz ya, insan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir. Böyle olunca da hiç karşılık vermez kendisine söylenenlere. Ama bu gerçekten duymuyor demek değildir.
Daha çocukken öğrendim bu dünyada kimseyle gerçekten bir bağ kurulamayacağını.
Doğrusu çok konuştum, dedi. Bilir misiniz, bizim köyde öyle pek konuşmayan birinin birden çenesi açılınca, ölümünün yakın olduğunu söylerler
Hepimizin bir şey araması gerek hayatta, hayattan huzur içinde ayrılmak istiyorsak, o şeyi bulmak zorundayız.
Bu dünyada gerçekten konuşabileceğin insan o kadar az ki, kimse kimseyle doğru dürüst konuşmuyor aslında.
Siz de bilirsiniz ya, insan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir. Böyle olunca da, hiç karşılık vermez kendisine söylenenlere. Ama bu gerçekten duymuyor demek değildir.
Daha çocukken öğrendim bu dünyada kimseyle gerçekten bir bağ kurulamayacağını.
“Güçlülük filde olduğu gibi, yumuşaklık, sessizlik ve eli açıklıkla birleşirse, soylu olur. Yoksa hiç de soylu bir şey değildir.
Sabır ve alçak gönüllük de öyle.”
Sabır ve alçak gönüllük de öyle.”
Sizde bilirsiniz ya insan bâzan sağır olmaz
Sadece duymaktan bıkmış olabilir.
Sadece duymaktan bıkmış olabilir.
İki insanın birbirini anlaması için şöyle bir göz kırpmak bile yeter, değil mi?
“Siz de bilirsiniz ya,
insan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir.
Böyle olunca da, hiç karşılık vermez kendisine söylenenlere. Ama bu gerçekten duym uyor demek değildir.
insan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir.
Böyle olunca da, hiç karşılık vermez kendisine söylenenlere. Ama bu gerçekten duym uyor demek değildir.
Hem herkesin dediği gibi, ölüm bize gelmez, biz ölüme gideriz. Bulabileceğimiz şeyi bulduk mu da, işin sonu gelmiş olur. Artık gerisinin önemi yoktur.
Bu dünyada gerçekten konuşabileceğin insan o kadar az ki.
Dünyada hiç bir baba çocuklarını cezalandırmanın doğru olup olmadığına emin olabilmiş midir? Yoksa asıl suç çocukların cezalandırılmasına inanan büyüklerde midir?
Hepimizin bir şey araması gerek hayatta, hayattan huzur içinde ayrılmak istiyorsak, o şeyi bulmak zorundayız.
Kimi insan bir şeyin anlamını çıkarmak için koca İncili baştan aşağı okur, kimisi de bir kelime ile varır gerçeğin özüne.
İnsan hikayesini anlatmaya başladı mı, sonunu da getirmeli, hem hikayesini anlatmakla gerçeğe varır insan.
Hem onun altını yıkarken aldığım zevki sen üstüme çıktığın zaman bile veremezsin bana.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Daha çocukken öğrendim bu dünyada kimseyle gerçekten bir bağ kurulamayacağını.
Bu dünyada gerçekten konuşabileceğin insan o kadar az ki, kimse kimseyle doğru dürüst konuşmuyor aslında.
Hepimizin bir şey araması gerek hayatta, hayattan huzur içinde ayrılmak istiyorsak, o şeyi bulmak zorundayız.
İnsan hikayesini anlatmaya başladı mı, sonunu da getirmeli, hem hikayesini anlatmakla gerçeğe varır insan.
İnsan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Ölüm bize gelmez, biz ölüme gideriz.
“Siz de bilirsiniz ya, insan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir. Böyle olunca da, hiç karşılık vermez kendisine söylenenlere. Ama bu gerçekten duymuyor demek değildir.”
Hem herkesin dediği gibi, ölüm bize gelmez, biz ölüme gideriz. Bulabileceğimiz şeyi bulduk mu da, işin sonu gelmiş olur. Artık gerisinin önemi yoktur.
“ onlarla birlikte olmanın bana verdiği mutluluğun nedeni, onların birer fil olmalarıydı.”
“.. insan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir.Böyle olunca da, hiç karşılık vermez kendisine söylenenlere. Ama bu gerçekten duymuyor demek değildir.”
“ insan bazen sağır olmaz , sadece duymaktan bıkmış olabilir.”
“Hiçbirimiz çevremiz ve bildiklerimiz hakkında sadece duygularımıza inanmak istemeyiz. Bunun yerine, hep bir yabancının gelerek bize bir takım ek bilgiler vermesini bekleriz. Bu ek bilgiler de kendi algılamamız dışında kalan her şeydir, yani en çok öğrenmek istediğimiz şeyler.”
“Peki ben inanıyor muyum Tanrı’ya? Bu soruya cevap vermek insanı belki huzura kavuşturur, ama bu dünyadan huzur içinde göçüp gitmesini sağlamaz. Hepimizin bir şey araması gerek hayatta, hayattan huzur içinde ayrılmak istiyorsak, o şeyi bulmak zorundayız.”
Siz de bilirsiniz ya, insan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir. Böyle olunca da, hiç karşılık vermez kendisine söylenenlere. Ama bu gerçekten duymuyor demek değildir.
İnsan , hikayesini anlatmaya başladı mı, sonunu da getirmeli, hem hikayesini anlatmakla gerçeğe varır insan.
Siz de bilirsiniz ya , insan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir. Böyle olunca da , hiç karşılık vermez kendisine söylenenlere . Ama bu gerçekten duymuyor demek değildir.
Nerede o insanların filler gibi yaşadığı günler!
Kimi insan bir şeyin anlamını çıkarmak için koca İncil’ i baştan sona okur, kimisi de bir kelimeyle varır gerçeğin özüne
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
İnsan, hikayesini anlatmaya başladı mı, sonunu da getirmeli, hem hikayesini anlatmakla gerçeğe varır insan
Hiçbirimiz çevremiz ve bildiklerimiz hakkında sadece duygularımıza inanmak istemeyiz. Bunun üzerine, hep bir yabancının gelerek bize birtakım ek bilgiler vermesini bekleriz. Bu ‘ek bilgiler’ de kendi algılamamız dışında kalan her şeydir, yani en çok öğrenmek istediğimiz şeyler. Öyleyse anlat,yabancı!
İnsan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir.
Ah! Nerede o insanların filler gibi yaşadığı günler!
İnsan , hikayesini anlatmaya başladı mı , sonunu da getirmeli , hem hikayesini anlatmakla gerçeğe vardır insan .
Bu dünyada gerçekten konuşabileceğin insan o kadar az ki.
Siz de bilirsiniz insan bazen sağır olmaz , sadece duymaktan bıkmış olabilir.
Hepimizin bir şey araması gerek hayatta, hayattan huzur içinde ayrılmak istiyorsak, o şeyi bulmak zorundayız.
Daha çocukken öğrendim bu dünyada kimseyle gerçekten bir bağ kurulamayacağını.
İnsan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir. Böyle olunca da, bir karşılık vermez kendisine söylenenlere
“Siz de bilirsiniz ya, insan bazen sağır olmaz, sadece duymaktan bıkmış olabilir. Böyle olunca da hiç karşılık vermez kendisine söylenenlere. Ama bu gerçekten duymuyor demek değildir.”
O hep bildiğimiz gülmesini
Yüzyıllık gülmesini duymak için bekliyorduk.
Yüzyıllık gülmesini duymak için bekliyorduk.
Ölüm bize gelmez, biz ona gideriz..
Bu dünyada gerçekten konuşabileceğin insan o kadar az ki,” dedi. “Kimse kimseyle doğru dürüst konuşmuyor aslında. Oysa ben birtakım sınırları aşıp konuşmak istemi şimdir hep.
Konuşmaktan çok dinlemek istediği için, ölçülü konuşmaya çalışıyordu..
Karınlarını doyurabilenler doyuramayanların içki içmesinden pek hoşlanmazlar,” dedi. “Sarhoşluk derler buna. Ama bize ne bütün bunlardan?
Hiçbirimiz çevremiz ve bildiklerimiz hakkında yalnız duygularımıza inanmak istemeyiz. Bunun yerine, hep bir yabancının gelerek bize birtakım ek bilgiler vermesini bekleriz. Bu “ek bilgiler” de kendi algılamamız dışında kalan her şeydir, yani en çok öğrenmek istediğimiz şeyler. Öyleyse anlat, yabancı!
Güçlülük, eğer filde olduğu gibi, yumuşaklık, sessizlik ve eli açıklıkla birleşirse, soylu olur. Yoksa hiç de soylu bir şey değildir. Aynı şey yumuşaklık için de söylenebilir. Yumuşaklık ancak filinki gibiyse, soylu bir niteliktir. Sabır ve alçakgönüllülük de öyle. Bu nitelikler de filde olduğu gibi ancak öbürleriyle bir araya gelirlerse, soylu nitelikler olurlar.
Kahkahası, içindeki yıllanmış taşların ve kayaların üstünden akıp gelen bir ırmağın sesiydi sanki. Nereden geliyordu bu ses? Belkide bambaşka bir fil olduğu zamanlarda kalma bir sesti bu. Daha önce de duymuştuk. Gerçekte, seyrek aralıklarla, yılda üç dört kere gülerdi. Kahkahası her zaman garip bir etki bırakırdı üzerimizde.
Annem çoğu zaman sitem etmek için de fil derdi büyükbabaya. Yalnız övmek için değil, yermek için de fil derdi ona. Annem fil derken, büyükbabanın her zaman ayak altında cansız bir yığın olduğunu, yaşamakta direndiğini, kendisinin de artık bu adamdan usandığını anlatmak isterdi. Büyükbabaya küfretmesi de, onu yüceltmesi de aynı sebeplere dayanırdı, yani büyükbabanın iriliğine, yediği yemeğin çokluğuna, hayat karşısındaki umursamazlığına ve sertliğine.