Michael Morpurgo kitaplarından Ay’a Kulak Ver kitap alıntıları sizlerle…
Ay’a Kulak Ver Kitap Alıntıları
”Sahip olduğum tek şey umuttu ve o da gittikçe tükeniyordu ”.
“Kelimeler zekâ, yumruklar ise aptallık belirtisidir.”
Asla bir son yoktur, her zaman yeni başlangıçlar vardır.
Herkesin ait olduğu bir yer vardır. Ama bir açıdan bakıldığında, benim yok diyebilirim.
Son ziyaretimizde artık hiçbiri aramızda değildi, ama hepsi de anılarımızda yaşıyordu.
Asla bir son yoktur; her zaman yeni başlangıçlar vardır.
Her fırsatta Ay’a bakıp mırıldanıyor, onu dinliyor, babama hayatta olduğumu söylüyordum.
Yalnızca rüyalarımda konuşabiliyordum.
Pes ediyordum. Bunun farkındaydım ve umursamıyordum. Hayatta kalmaya, kurtulmaya dair tüm umudumu yitirmiştim.
O sırada mucizevi bir şey oldu; karanlık gökyüzünü kaplayan bulutlar kısa sürede bir perde gibi açıldı ve harika görünen, pırıl pırıl bir dolunay çıktı ortaya. Ay’ı görür görmez bir melodi mırıldanmaya başladım.
Fakat ölü ya da diri olmak benim için pek bir şey fark etmiyordu. Bunu umursayacak halde değildim.
Her şey tuhaf, bulanık bir rüyanın parçasıymış gibi geliyordu bana. Bu rüyanın ölümün başlangıcı olduğunu, rüya bittiğinde ölmüş olacağımı düşünüyordum. Ölüm artık korkutmuyordu beni.
Ne aradığını onu bulana kadar bilemeyecek.
Ama sorun şu ki, unutmak istediği bazı şeyler var ve ne yazık ki bunu beceremiyor.
Ya hatırlamak hatırlamamaktan daha kötüyse?
Hepimizin karanlık bir tarafı olduğunu kabul etmek zorundayım.
Sakin, ılık ve huzurlu bir havanın ertesi gün yerini devasa dalgalara, kükreyen rüzgâra ve öfkeli bulutlara bırakması gibi, insanların da aniden değişebildiğini, iyiliğin ve kibarlığın kötülük ve bağnazlığa yenik düşebildiğini öğrendim.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Galiba insanlar da hava gibi değişken olabiliyorlar.
Hiç ümit kalmadığında bile neden yaşama dört elle sarıldığımızı hâlâ bilmiyor, anlayamıyorum.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Uyumak ölmek demekti, tekrar uyanmamak demekti.
Hepimiz kayıptık artık.
Sanki ölürken kalbimi ve ruhumu da alıp götürmüş, benden geriye sadece içi boş bir kabuk kalmıştı. Dökecek gözyaşı bile kalmamıştı içimde.
Yaşa yavrum, yaşamak zorundasın.
Eğer annen olsaydım, beni beklemeni istemezdim. Kendini kurtarmanı isterdim.
O korkunç, tüyler ürpertici kargaşada birbirine kavuşabilen hiç kimse göremedim.
umudumu koruyorum. Buna mecburum, çünkü her zaman umutla yaşamalıyız.
Tanrı sadece kendine yardım edene yardım eder.
Verilen bir sözü tutmak bazen gerçekten de imkânsız olabiliyordu.
Sanırım ağlayamayacak kadar üzgündüm.
Şu dünyada huzurdan daha güzel bir şey var mı acaba?
Müziğin gerçekten de iyileştirici bir özelliği var.
Yaşamayı yeniden öğrenmesi gerekiyor.
Onunla konuşmak da faydasızdı, çünkü kendisine söylenenleri ya anlamıyor ya da dinlemiyordu. Her hâlükarda, herhangi bir tepki ya da karşılık vermiyordu.
Her zaman olaylara iyi yönden bakmaya çalış.
Mary ailesinin işine burnunu sokanların kafasını koparırdı.
Nereden geliyorsun Lucy? Herkesin geldiği bir yer vardır ne de olsa.
Kızın boynuna dokunduğunda, kalp atışlarını hissedemedi.
Asla bir son yoktur, her zaman yeni başlangıçlar vardır..
Saatlerce uyuyor.
Konuşmaya başladım : Kendimle..
Ölü ya da diri olmak benim için pek bir şey fark etmiyordu. Bunu umursayacak hâlde değildim.
Ay’a mırıldanıyordum, söz verdiğim gibi, ona, babama mırıldanıyordum.
Enkaz hâline gelmiş bir gemiden ve yolcularından arda kalanlar dışında, bomboş bir okyanusta yüzüyordum ; dalgalar nefes almamı engelliyor, soğuk, kalan azıcık gücümü de tüketiyordu.
Ay’ı görür görmez bir melodi mırıldanmaya başladım.
Yorgun. Hepimiz yorgunuz..
İçimde çok büyük bir boşluk vardı ; ama acı yoktu, korku yoktu. Soğuk dışında hiçbir şey hissetmiyordum.
Yalnızlığımızı paylaşacak birilerinin olmasına öyle sevinmiştim ki!
Hiçbir şeyi ve kimseyi umursamıyordu.
Eğer Alfie ve benim hikayem hâlâ yaşıyorsa, biz de yaşıyoruz demektir.
Hatıralarımızdakiler de öyle.
Hatıralarımızdakiler de öyle.
Biz hafıza verdiği için Tanrı’ya şükürler olsun ; insan hafızasının değerini bu yaşta çok daha iyi anlıyor.
Her çocuğun bir gün yaşamak zorunda kaldığı türden bir ayrılıktı bu ve gerçekten zordu.
İkimiz de pırıl pırıl parlayan dolunaya, bizim dolunayımıza bakıyor, bir yandan da melodimizi mırıldanıyorduk..
Ona tüm kalbimle inanmıştım.
Anlamadığınız bir dünyada kayboluyorsunuz ; her şeyin ve herkesin afallatıcı olduğu, hiçbir bağlantınızın olmadığı, ait olmadığınız bir dünya.
Galiba insanlarda hava gibi değişken olabiliyorlar.
Çaresizliğim bende cesaretin kırıntısını dahi bırakmamıştı.
Ben de fazla düşünmemeye çalışıyordum, ama sonraki aylarda neredeyse ondan başka hiçbir şey düşünemez olmuştum
Karanlığın içinden yükseliyor, ışığa doğru ilerliyordum.
Sanki bir sis içinde kaybolmuş gibiydim ; bu sis kafamın içindeydi ve hiç dağılmıyordu.
Mucizevi bir şey oldu; karanlık gökyüzünü kaplayan bulutlar kısa sürede bir perde gibi açıldı ve harika görünen, pırıl pırıl bir dolunay çıktı ortaya.
Çok uzun süren, hiç bitmesini istemediğim bir andı.
Yapılan her iyilik, yenilenen ya da sıfırdan başlayan bir arkadaşlığa dönüşüyordu.
Geçmiş üzerinde düşündükçe -bunu hâlâ sık sık yapıyorum- fark ettim ki, o an birdenbire olmuş bir olay değildi bu.
Tanrım, eğer beni duyuyorsan lütfen bu korkunç günlerin bir an önce bitmesini sağla.
Bence hayal kurmasında sakınca yok ; zihninde istediği kimliğe bürünebilir, istediği yere gidebilir. Hepimiz hayal kurmalıyız, öyle değil mi?
Nefretten doğan bir sessizlik..
Ne yaparsan yap sık dişini ; korktuğunu onlara belli etme.
Güneşin gökyüzünde ılık ılık parladığı, içimdeki hüznü ve kemiklerimde hissettiğim soğuğu bir süreliğine de olsa erittiği zamanlar oluyordu.
Bazen dev hüzün dalgalarında boğuluyor gibi oluyordum. Beni bu duruma getiren şey, uğruna yaşayacağım bir şeyin kalmamış olması değil, hayatta kalmamın imkânsızlığını fark etmiş olmamdı.
Pes ediyordum. Bunun farkındaydım ve umursamıyordum.
Her küçük adımın beni zirveye daha da yaklaştırdığını, bunu yapabileceğimi, yapacağımı hatırlatıp duruyordum kendime.
Duvar yerine bir sürü kapısı olan karanlık bir odaya hapsolmuş gibisiniz ve açmak istediğiniz her kapının kilitli olduğunu fark ediyorsunuz. Çıkış yok.
Hayatım boyunca kendimi o anki kadar yıkılmış ve yalnız hissettiğimi hatırlamıyorum.
Rüyamın içinde ölüyordum.