İclal Aydın kitaplarından Evlerin Işıkları Bir Bir Yanarken kitap alıntıları sizlerle…
Evlerin Işıkları Bir Bir Yanarken Kitap Alıntıları
Kim bilir nerede nasıl nihayete erecek hikayemiz yapamadıklarımız ve yaptırılmamışlarımız ve erişemediklerimizle
Kim bilir nerede nasıl nihayete erecek hikayemiz yapamadıklarımız ve yaptırılmamışlarımız ve erişemediklerimizle
Öğrendim sanıyorsunuz ama bir türlü olmuyor işte.Hiç hazır olamıyorsunuz hayat karşısında.Bir de insanı olmadık anda yakalıyor şu çetin sınavlar.
Oysa ayrılıklardan ve yalnızlıklardan inşa edilmiş bir toplumsal ruhtan ibarettir okuyanlar
Anladım ki mutsuzluk anlaşılabilir kavram ama mutluluk değil?
Öfkeyle büyüyen çocuklar yalnızdırlar.
Kim birini yaralarından sevmeye başlasa böyle olmaz mı zaten acımaz mı sevilenin gözleri acıyan gözler güçlenen yüreğin yüzdeki yansımasıdır aslında çeliğe su vermek gibi birini yarasını sevmek yüreği suya kavuşturmaktır ve yürek çeliğe böyle böyle dönüşür
İnsan beklentilere yanıt vermek için çabalarken kaybediyor özgürlüğünü
Her taşınma, her yola çıkış, her bahar temizliği, her bitiş bir başka başlangıç mıdır?
mutlu olmak belki de her şeyin üzerindedir. Bu, zengin olmaktan da önemli, başarmaktan da.
“Hayat iki seçenek sunuyor sana. Ya payına düşen kederi parlatacaksın ya da ömrünle iyi geçinmeye bakacaksın.
Herkes mutlu olsun istediğinizde, kimse mutlu olmuyor nihayetinde.
Her yıl pastamın mumlarını üflerken çocukça bir iyi niyetle dünyayı, halkları, başkalarını katardım dileklerime. Bir taşla bin beş yüz kuş uçurayım diye düşünürdüm. Bu yıl sadece akıl, fikir ve sabır diledim. Kendime
Hiçbir fikrim olmayacak bu yıl başıma geleceklere dair.
Bir sabah uyandığınızda eski yaşamınıza çıkış verebilirseniz,belki unutmak o gün gerçekleşir.
Geçmişi kör bir makasla oymak mı acaba tutarlı olan davranış ?
Her şeyin tersine dönebileceğine dair bir umut veriyor belki de.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kanatlanıp üzerinden baktığımda
Yaşamın mantığını kaybediyorum
Bir zamandır anladım ki insan beklentilere yanıt vermek için çabalarken kaybediyor özgürlüğünü
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ben-biz-hepimiz değişiyor muyuz? Zıddımıza mı dönüşüyoruz? Yoksa yerimizde sayıyoruz da bunu tutarlılık mı sanıyoruz?
İkimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı / Meğer doyurmak çok zormuş içimizdeki hayvanı
Ve bu yaz Biz seninle boğaz’dan geçen gemilere bakarken gidenleri sayacağız birer birer.
Adam kadının ayaklarını ellerinin arasına aldı.
Mumun alevi titredi.
Ayak bileğindeki o küçük açık yaraya baktı adam. Sonra öpmeye başladı. Bir kedinin yavrusunun yarasını iyi etme gibi çabası gibi bir şefkatle ve dakilarca öptü o adam yarayı
***
Yağmurluğumu giyiyor, şemsiyemi alıyor, olası sağanaklara yakalanmayacağımı biliyorum.
1976 yılıydı. Harfleri tek tük tanıyordum ve güneşli bir gündü. Uzun uzun seyretmiştim uyuyan o bebeği. Elini tuttum. Küçücüktü. Annem yatıyordu büyük yatakta. Babam, ‘Bu senin kardeşin. Artık elini hiç bırakmayacaksın kardeşinin, söz mü?’ diye sordu.
‘Söz, baba’ dedim.
( ) Can, sakin sakin dururken avaz avaz bağırmaya başladı. Sonra sustu. Sonra bir daha başladı. Takma dişlerini çıkarmış yaşlılar gibi ağzını şapırdatıyor, açıyor kapıyor, biraz bekliyor, tekrar ağlıyordu. ‘Annesi gelene kadar böyle,’ dedi hemşire.
Karşımızdakini susturmak için, onu yok etmeyi hedefleyerek yaşıyoruz.
( ) İlkokula başlamıştık, Sınıftaki diğer kızlar Ümran’ı istemedi. Çünkü Ümran’ın delik kulaklarında ip takılıydı ve siyah önlüğünün üzerine yeşil orlon yelek giyerdi. Yani Ümran ötekiydi, bizden değildi. Garip bir biçimde kendimi Ümran’a bağlı hissederdim. İstenmiyor olması benim de ağrıma giderdi. Okulun ağaçlı bahçesinde onun yanında oturur, anlattığı hikâyeleri dinlerdim.
Kitapların arasında gözlerimi kapatıyorum
Kâğıt kokusu gibisi yoktur. Taze ve yaşlı kitap kokusu gibi ve de. Bir de sıcak ekmek kokusu elbette. “
Ve Edip Cansever haklı mıdır? ‘Her başlangıçta yeni bir anlam var mıdır?’
Güzellik tanımını dünyanın öğrettiği ölçüler içinde kabul ediyoruz. Oysa aynı kokuyu, aynı tadı, aynı müziği, aynı güneşi seviyoruz. Güzel tanımımız bile ortaksa, bu düşmanlık, bu ayrılık niye?
Deniz, tuz ve sakız kokusu var havada.
Dünyanın iki yakası bir araya gelmeyen halkları, nasıl da arkadaşız aslında.
Nasıl da birbirimize hasretiz.
Nasıl da kardeş itişmesi içindeyiz. “
( ) Arada bir denize gidip geliyor Özlem. Benim elimde ise birikmiş K dergileri var, okuyup okuyup duruyorum. Rengin Soysal şahane yazılar yazıyor.
( ) Küçük erguvan ağacının önünde kızımın servis arabası durdu. İçindeki iki örüklü, küçük kafa sevinç içinde burnunu cama yapıştırmış, el sallıyordu. Kucağıma atladı. ‘Anne bugün ne öğrendik biliyor musun?’ diye başladı heyecanla. ‘Bizim sınıftakilerin hepsi 2002 doğumlu! Sen hangi zaman doğumlusun?’ Yağmur altında el ele evimize doğru yürürken, ‘Galiba ben de 2002 doğumluyum,’ dedim.
Hayatın kapısını açan anahtar işte elimin içindeki küçücük eldeydi.
Selim İleri burukluğu
Kendinden başka insanların, hayvanların ve bitkilerin yaşadığını unutma hiç. Bütün çiçek adlarını ezberle. Düşmanlarının adını ezberlemekten çok daha kutsaldır. “
Bir yaşını yeni bitirmiştin. Çok gergin geçmiş bir günün gecesinde seni uyutmak için çabalıyor ama başaramıyordum. Sürekli ağlıyordun. Karşılıklı mücadele veriyorduk. Sonra ben de ağlamaya başladım. Birden kocaman erik gözlerini açıp bana bakmış, yumuk ellerinle gözümdeki yaşı silmiştin. Sonra birbirimize sarıldık sıkı sıkı. Hiç sesin çıkmıyordu. Bir süre sonra fark ettim ki uyumuşsun.
Ben sakin olursam sen de sakinleşiyordun.
Ben mutlu olursam sen iki katı mutlu oluyordun.
Anladım ki ben neysem sen oydun!
Dokuz aylık bir bebektin seninle yaşadığımız ilk uzun ayrılıkta. Altı gün görmemiştik birbirimizi. Van’da bir film çekimindeydim. Eve döndüğümde kapıda beni görünce ağzındaki emzik düşmüştü sevinçten. Hiç unutamam bunu, hiç… “
Görüyorsun yüreğim nasılda gepgeniş
Ve senindir o! Onda her şey kederdendir
Ve yer vardır içinde
Bu dünyada acı çeken ağlayan herkese!
Yüreğimi arındırıyorum solmuş yapraklardan,
Kurumuş dallardan, tozdan,
Titriyorum her yaprağın, her dalın üzerinde,
Çiçekleri kurtlarından arındırıyorum
Çürümüş taç yapraklarından ve ağacın çevresindeki otları
Arındırıyorum çöplerden.
Veren çok verdiğini düşünür, alan hep az aldığını.
Ayrılığı hepiniz tanırsınız.
Hiç düşündünüz mü nedir sizi birbirine yakın kılan?
Birlikte gülebilmek mi?
Ya da ağlayabilmek mi?
Ortak bir endişeyi büyütmek mi?
Saçları sıfıra vurulurdu. Burunları, kaşları hep taze, pembe bir iz ya da kabuğu üzerinde yaralarla dolu olurdu. Bakımsızlıktan kokarlardı.
Biz hiçbirimiz istemezdik onlarla aynı sıraya oturmayı.
Çünkü onlar yurttan gelen yuva çocuklarıydılar.
Çocukluğuna verdiğin sözleri tuttun mu?
Boğazım ağrıyordu. Burnum tıkalıydı ve yükselen ateşim bütün vücuduma bir titreme yayıyordu. Baş ucumdaki lambayı yaktım. Boğazımdaki gıcık yüzünden öksürmek istiyor ama yanımda yatan kızımı uyandırmaktan çekiniyordum. Sanki yatağa biri çizmiş gibi elleri yanaklarında, fındık burnu ve kiraz dudaklarıyla tatlı tatlı uyuyordu. Ona bakarken, baktığımı hissetmiş gibi açtı gözlerini. ‘Ne oldu anne?’ diye sordu. ‘Hasta oldum ben,’ dedim. ‘Gene mi?’ dedi gözlerini kırpıştırarak. ‘Gene’ dedim gülmemi tutamayarak.
‘Göster ağrıyan yerini öpeyim anne, öpeyim geçtin canım,’ dedi.
Minik elleriyle görünmez yaralarımı okşarken gözlerim acıdı.
Kim birini yaralarından sevmeye başlasa böyle böyle olmaz mı zaten?
Acımaz mı sevilenin gözleri?
Acıyan gözler, güçlenen yüreğin yüzdeki yansımasıdır aslında.
Çeliğe su vermek gibi
Birisini yarasından sevmek, yüreği suya kavuşturmaktır.
Ve yürek çeliğe böyle böyle dönüşür.
Her şey bildiğin gibi.
Yalnızlıkla baş etmeyi öğrenebilen yok.
Özgürlük için yaşamın her basamağında bir cesur yürek olmak gerekiyormuş.
Bir şey değişecek biliyorum.
Bu yıl. Bir şey
Belki okuduğunu ve dinlediğini daha iyi anlayacak insanlar.
Anlamadıkları şeyler üzerine bir dünya kurmayacaklar
Meslektaşlarının, benzerlerinin, hemcinslerinin, vatandaşlarının, komşularının etini çiğnemeyecekler ağızlarında
Belki cesur olacaklar kendilerine karşı.
‘Biz değiştiremedik dünyayı affet, elimizden akıp gitti yıllar’ diyordu Işın Karaca şarkısında.
Gece vakti İstanbul daha yakın oldu bana.
“ .küçük bir tekne tam tersi istikamette yol alıyor Boğaz’da. Her şeyin tersine dönebileceğine dair bir umut veriyor belki de. İnsanın sevdiği kadar sevilebileceğine dair bir işaret ”
“Ama gör şunu Allah aşkına; sende sevilmek için geldin dünyaya, sevme hakkın buraya kadar, artık yeter!”
“Kendini bir süper kahraman sanmanın, sandırmanın bir alemi yok; duvarı nem, insanı gam yıkar sonunda.”
“Nasıl dar bir alandır insan kalbi, sadece en unutulmazı içine alan.”
“Korkunun açık kalan kapısını kapama bana. Bırak seni korktuğun yerden tutayım.”
“Bir yerlerde şımarıyoruz, unutuyoruz içinden geçtiğimiz özlemleri ve geride bıraktığımız hedefleri.”
“Biz değiştiremedik dünyayı affet, elimizden akıp gitti yıllar.”
Mezarlıklar vazgeçilmez adamlarla doludur
Yağmurda, karda, kuru soğukta yürürdüm geceye.
Bilsen pişmanlık nasıl yiyor aklımı.
Her şeyin bir telafisi var. Düşsen bile kalkarsın. Eğer istersen yanında ben varım. Belki istemesen de ben varım. Elini uzat yeter. Korkunun açık kalan kapısını kapama bana. Bırak seni korktuğun yerden tutayım.
Uzun yollar, güzel hesaplaşmalar getirir
İyi yolculuklar
25/07/2008
İzmir
Öyle mutsuzdum ve öyle mutsuz değilmiş gibi yapıyordum ki
Karlı bir sokakta vitrine asılmış simli kalpler gibiydim
Kimse mutlu olmayacak onlar için kendi hayatınızdan kıstıklarınız sonucunda
Bu satırların sonuna geldiğim sırada küçük bir tekne tam tersi istikamette yol alıyor Boğaz’da.Her şeyin tersine dönebileceğine dair bir umut veriyor belki de
İnsanın sevdiği kadar sevilebileceğine dair bir işaret
10/07/2007
Arnavutköy
Kağıt kokusu gibi yoktur. Taze ve yaşlı kitap kokusu gibisi ve de Bir de sıcak ekmek kokusu elbette. Elime aldığım dergilerle kitapların parasını ödüyorum ve sanırım en sevmediğim koku paradaki o ekşi ve pis koku. Kasadaki metalik koku. Cüzdandaki soğuk deri kokusu. ( Hiç koklamadıysanız eğer koklayın, paranın ne kadar pis koktuğunu fark edeceksiniz!)
Çeliğe su vermek gibi
Birini yarasından sevmek yüreği suya kavuşturmaktır
Deli yürek çeliğe böyle böyle dönüşür
8/10/2005
Uzun yolu göze alamayana kelebek olunmazmış bebeğim. Nefesi yetmeyenle dipte hazine aranmazmış. Aşkın ibadetini bilmeyene bayram bağışlanmazmış
Sen de bağışlama artık, ne olur.
Çok üzülürsün. Hem de çok
Sanki için dışın irin kaplıdır. Sanki soluk aldırmaz bir acıyla yaşamaya çalışırsın.
Bir kaç safhası vardır bu işin. Hangi işin diyorsunuz Mesela ayrılığın, mesela terk edişin, mesela terk edilişin, bir şehirden ayrılmanın, birini kaybetmenin Önce garip bir hiçlikle boş adımlar atarsın sağa sola.
‘ Süperim, şahaneyim, yok canım ne olacak, olması gereken buydu zaten, iyiyim ben iyiyim’ yalanları
Sonra bir parça gözyaşı ve üzüntü.
Sonra giderek büyüyen bir öfke.
Her yanı kaplayan bir haksızlık duygusu.
Ardından herkese bu haksızlığı anlatma isteği.
Yutkunma güçlüğü.
Kabullenme.
Sabretme.
Bekleme.
Bütün İrini dışarı atacak, hastalıklı hali sağaltacak tek çarenin dibine kadar üzülmek olduğunu anlamak. Ve üzülmek
Yalın, süssüz, desensiz, sadece üzülmek. Sonra da o dipsiz kuyudan çıkmaya çalışmak.
Yukarıda gördüğün o yuvarlak aydınlığa ulaşabileceğinden emin olamazsın bazen. Gerçekten kuyunun taa içinde tırnaklarından ve duvardaki çıkıntılar dan başka yardımcın yoktur. Bazen tutundun ufacık taş parçaları yerinden kopar, tırmandığın birkaç metreyi de kaybedersin. Bazen tutunduğun o sert kayalar tırnaklarını söker adeta. Kan revan içinde yaralı ellerinle devam etmeye çalışırsın Tam vazgeçtiğin anda yukarıdan bir ip atar, hiç umulmadık biri, bir yabancı
Güvenip güvenemeyeceğini bilemeden tutunursun ipe..
Seni yukarı çekmek için mi atılmıştır peki?
Yukarı çekiyor da olabilir evet Ama sen yarı yoldayken bırakabilir de ipi Bilinmez
Siz birbirinizi geç bulmuştunuz ve belki bu yüzden çok kıymetlisiydiniz birbirinizin.
Hayatın her anında başka bir yerde haklı çıkıyor bir zaman okuyup geçtiğiniz bir şiir dizesi.
Evli evinde köylü köyündeyken çıktım deliğimden Karanlık beni benden saklıyordu sanki, başkasından değil Yürüyordum kan ter içinde. Ayaklarım acıyana, bütün evlerin ışıkları yanana dek
İçinden hapşırık gibi,kahkaha gibi yazmak geliyorsa,o vakit yaz,hiç durmadan yaz
Nasıl dar bir alandır insan kalbi sadece en unutulmazı içine alan ?