Necati Cumalı kitaplarından Susuz Yaz kitap alıntıları sizlerle…
Susuz Yaz Kitap Alıntıları
Hiçbir dil,bu yılgın, bu kaçak güneş kadar yansıtmazdı onların üzgünlüğünü
Allah’tan başka kimseden korkum yok benim! Allah’tan başka kimse ile görülecek hesabım yok! Allah’a bir can borcum var, onu da ne zaman dilerse alır.
Su toprağın kanıdır, Osman ağa
sen bizim kanımızı kesmek istiyon
sen bizim kanımızı kesmek istiyon
Hiçbir dil,bu yılgın, bu kaçak güneş kadar yansıtmazdı onların üzgünlüğünü
Göğsü yüreğine dar geliyordu.
Çoğu insan paslı bir demire benzer! Pasını biraz kazıdın mı altından ne cevherler çıkacağı önceden bilinmez.
Demek Allah’ın suyunu kuldan parayla satın alacağız!
Yanağın yanağıma, elin elime değse soluğumu kesiyorum.
Mahmut geriye yıkılıp sağ omuzu üstüne düştü.Düştüğü yerde kıvrıldı ; sırt üstü hareketsiz kaldı. Sağ elinde tuttuğu kitabın sayfaları , rüzgarda sağa sola açıldılar ! Sarı , yeni açmış bir civan perçemi ,çocuğun sol elinin parmakları arasında kısıldı ; rüzgârda titredi.
Evet, yalandı bütün söyledikleri.
Bugün gülen yarın ağlar Bugün ağlayan da gün gelir güler
Bir adam çiçek, hayvan sevmedi mi at öylesini
Kısmet neyse o olur!
Bir adam çiçek, hayvan sevmedi mi at öylesini. Çok denenmiştir bu bizde. Sen çiçek seversin belli
Evlensin o da uslanır elbet ! Bekâr kısmı avare olur ne de olsa! Başıboş atlar gibi, nerede çayır görürse orada otlar! Az mı gördük ! Namı çıktıysa kabahat hep onun mu ? Kadınlar da kendilerini tutsun, kuyruk sallamasınlar !
Kimseye fenalık etmeyi düşünmediği için kimseden de fenalık beklemeyen bir yaratılışı vardı.
Göbeğinin altından çıkardığı sağ ayağını güçlükle dışarıya attı. Arabadan inmeye çalışırken, kafesinde beslenmiş semirtilmiş kümes hayvanlarına benziyordu. Sanki arabaya binerken zayıftı, küçüktü de arabanın içinde beslenmiş semirtilmişti. İki eliyle kapının iki yanına asılarak gövdesini dışarıya çekti, çıkardı.
Siz de erkek olacaksınız sözüm ona! Bu iş erkek işi! O bodurun yanına bunu bıraktıktan sonra yazık sizin erkekliğinize!
Ne olur bu memlekette kimsesiz büyüyen çocuğun hali ağabey
Bir adam çiçek, hayvan sevmedi mi at öylesini
Hep okur, garibim! Hep okur! Hep kitap ister!
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kısmet neyse o olur!
Sen genç değil misin?
Yatın uyuyun
Göğsü yüreğine dar geliyordu.
Yatağına uzandığı sırada yıldızlar solmaya başlamışlardı
Siz ezdiniz beni! Siz ayaklarınızın altında paspas ettiniz. Siz en küçük bir yardımda bulunmadınız. Almadan hiçbir şey vermediniz bana!..
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Allah’tan başka kimseden korkum yok benim! Allah’tan
başka kimse ile görülecek hesabım yok! Allah’a bir can borcum var,
onu da ne zaman dilerse alır
başka kimse ile görülecek hesabım yok! Allah’a bir can borcum var,
onu da ne zaman dilerse alır
Allah’tan başka kimseden korkum yok benim! Allah’tan
başka kimse ile görülecek hesabım yok! Allah’a bir can borcum var,
onu da ne zaman dilerse alır
başka kimse ile görülecek hesabım yok! Allah’a bir can borcum var,
onu da ne zaman dilerse alır
Ne uykusu bu böyle! Öğle oldu, daha uykuya doymadın mı?
Kısmet neyse o olur!
Sen genç değil misin?
– Uf kız! Canımı yaktın! Ellerin mengene gibi..
Gecenin sessizliği uzadı.
Yatın uyuyun.
Zayıfım, uysalım, iradesizim.
Siz ezdiniz beni! Siz ayaklarınızın altında paspas ettiniz. Siz en küçük bir yardımda bulunmadınız. Almadan hiçbir şey vermediniz bana!..
Çocukluk diye upuzun bir karanlık vardı belleğinde.
içi kuşkularla doluydu onun!
göğsü yüreğine dar geliyordu.`
Her ayak bastığı yere güller, asmalar diken, her dost bildiğine katmerler, ortancalar götüren Selim! Yurdumuzun neresinde işlenmemiş, bir parça toprak, gen bir tarla görsem seni anarım!
Selim olsa, derim, bu tarla Selim’in eline geçse.
Selim olsa, derim, bu tarla Selim’in eline geçse.
Örtünün aralığında bir ara görünen, Gülsüm’ün gür siyah saçlarının çevrelediği yüzünün, o mayıs gününe eş, dinlenmiş, rahat bir ifadesi vardı. Belki de görenlere iyi geldi.
Bıçak arkadaştır insana. İyi insana, iyi arkadaş; kötü insana, kötü arkadaş.
Bütün bildiğim Tülü’yü yenemediler, Azrail ‘i çıkardılar karşısına.
Ne olur bu memlekette kimsesiz büyüyen çocuğun hali ağabey?
Sahi eskiden her zaman gülerdi o!
Ya benim? Benim anamın karnından, beni sipsivri dünyaya salsın diye yaradana müracaatım mı vardı?
Hep okur, garibim! Hep okur! Hep kitap ister! Katığını, erzağını her sefer götürüşümüzde öğretmene selâm edin bana kitap göndersin, der. Öğretmenin yolladıklarını geri verir, götürdüklerimi alır. Köyde, kimde ne kitap varsa, babası, ben toplar ya götürür, ya da göndeririz hep. Hep okur. Bacak kadardan halleri başkaydı Mahmut’umun.
Hep yavaş yavaş bulduk ne bulduksa!
Hep bununla bulduk!
Bizimkisi daha iyi!
Sen yüreğini bozma!
Hazırın tadı yok!
Hep bununla bulduk!
Bizimkisi daha iyi!
Sen yüreğini bozma!
Hazırın tadı yok!
Bir adam çiçek, hayvan sevmedi mi at öylesini
Zayıfım, uysalım, iradesizim.
-siz bugün adliyedeydiniz!
Nelerle uğraştığımı gördünüz!
Gerçekteki hakla, mahkemedeki tanınan, bilinen hak, çok ayrı şeylerdir birbirinden
Nelerle uğraştığımı gördünüz!
Gerçekteki hakla, mahkemedeki tanınan, bilinen hak, çok ayrı şeylerdir birbirinden
Göğsü yüreğine dar geliyordu.
Hep okur, garibim! Hep okur! Hep kitap ister!
Sen kimsin bana sormadan suyu aşağıya salacak? Sen bana
akıl verecek kadar oldun mu? Küçük gibi küçüklüğünü bil! Kom
şular düşman olurlarsa bana olsunlar! Sen işine bak, o kadar. Sen,
ben ne dersem onu yap! Ötesine karışma! Ağzımı açtırıp kötü kötü söyletme beni
akıl verecek kadar oldun mu? Küçük gibi küçüklüğünü bil! Kom
şular düşman olurlarsa bana olsunlar! Sen işine bak, o kadar. Sen,
ben ne dersem onu yap! Ötesine karışma! Ağzımı açtırıp kötü kötü söyletme beni
Bahar’a en küçük bir hınç, en küçük bir kırgınlık yoktu içinde. Bahar’ın elinde para yoktu ki göndersin! Bahar’ın okuması yazması yoktu ki mektup yazsın! Bahar’ın gideceği yeri yoktu ki kaçsın, ağasının elinden kurtulsun!
Su toprağın kanıdır.
Su toprağın kanıdır.
Bahar’a en küçük bir hınç, en küçük bir kırgınlık yoktu içinde. Bahar’ın elinde para yoktu ki göndersin! Bahar’ın okuması yazması yoktu ki mektup yazsın! Bahar’ın gideceği yeri yoktu ki kaçsın, ağasının elinden kurtulsun!
Sen kimsin bana sormadan suyu aşağıya salacak? Sen bana
akıl verecek kadar oldun mu? Küçük gibi küçüklüğünü bil! Kom
şular düşman olurlarsa bana olsunlar! Sen işine bak, o kadar. Sen,
ben ne dersem onu yap! Ötesine karışma! Ağzımı açtırıp kötü kötü söyletme beni
akıl verecek kadar oldun mu? Küçük gibi küçüklüğünü bil! Kom
şular düşman olurlarsa bana olsunlar! Sen işine bak, o kadar. Sen,
ben ne dersem onu yap! Ötesine karışma! Ağzımı açtırıp kötü kötü söyletme beni
( ) Cezaevinden çıkacağı sırada Bölge Müdürlüğünden işine son verildiğini bildiren kısa bir yazı aldı Turhan. Yadırgamadı, üzülmedi de.
Cezaevinden çıkarken tutuklu kaldığı iki gün içinde en azından iki yıl yaşamış kadar değişmiş, olgunlaşmıştı. Bütün yaşamı boyunca hiç anlayamadığı şeyleri anlamaya başlıyordu şimdi. Büyüklü küçüklü sayısız dişleriyle dönen kocaman bir çark geliyordu gözü önüne. Dağ eteklerinde dünyadan kopmuş, unutulmuş köylerin, sürekli bir işten yoksun köylüleri; her gün candarma kurşunuyla can vermek tehlikesi ile burun buruna yaşayan kaçak kereste çeken kamyonların sürücüleri; çocuk okutmak, geçim sıkıntıları içinde kıvranan bölge şefleri, yaşamaya aç bölge müdürleri; kaçak rakı satan aşçılar, yalan söylemek zorunda kalan tanıklar; devletin kendisi gibi şunun bunun eline muhtaç bıraktığı küçük kolcular, kime, niye hizmet ettiklerini düşünmeden gecelerini gündüze katan karakol görevlileri, işe boğulmuş yargıçlar, tümü o küçüklü büyüklü dişlileriydi bu çarkın. ( ) Niçin, niye? Otuz yaşında, eli kolu sağlam bir erkeğin katlanacağı durumlar mıydı bunlar? O, çocukluğunda, henüz ilkokul sıralarında o kadar severek, içlerinden gelerek hep birlikte söyledikleri şarkılarda, o kadar çok övülen yurdun koç göğüslü cennet dağları böyle yeşilliğinden soyulurken, yoksul köylü kardeşler kaldırılırken, bu soyguna, bu yağmaya, bu kandırmacalara bir çeşit katılmak değil miydi kendi koşulları içinde çalışmak? ( )
Cezaevinden çıkarken tutuklu kaldığı iki gün içinde en azından iki yıl yaşamış kadar değişmiş, olgunlaşmıştı. Bütün yaşamı boyunca hiç anlayamadığı şeyleri anlamaya başlıyordu şimdi. Büyüklü küçüklü sayısız dişleriyle dönen kocaman bir çark geliyordu gözü önüne. Dağ eteklerinde dünyadan kopmuş, unutulmuş köylerin, sürekli bir işten yoksun köylüleri; her gün candarma kurşunuyla can vermek tehlikesi ile burun buruna yaşayan kaçak kereste çeken kamyonların sürücüleri; çocuk okutmak, geçim sıkıntıları içinde kıvranan bölge şefleri, yaşamaya aç bölge müdürleri; kaçak rakı satan aşçılar, yalan söylemek zorunda kalan tanıklar; devletin kendisi gibi şunun bunun eline muhtaç bıraktığı küçük kolcular, kime, niye hizmet ettiklerini düşünmeden gecelerini gündüze katan karakol görevlileri, işe boğulmuş yargıçlar, tümü o küçüklü büyüklü dişlileriydi bu çarkın. ( ) Niçin, niye? Otuz yaşında, eli kolu sağlam bir erkeğin katlanacağı durumlar mıydı bunlar? O, çocukluğunda, henüz ilkokul sıralarında o kadar severek, içlerinden gelerek hep birlikte söyledikleri şarkılarda, o kadar çok övülen yurdun koç göğüslü cennet dağları böyle yeşilliğinden soyulurken, yoksul köylü kardeşler kaldırılırken, bu soyguna, bu yağmaya, bu kandırmacalara bir çeşit katılmak değil miydi kendi koşulları içinde çalışmak? ( )
Yaz ilerledikçe suyun havuzda hangi yüksekliğe vardığını sık sık yoklayan ekicilerin huyu değişir. Su azaldıkça adamların sabırsızlığı, öfkesi artar. Suyun başında oynadığını gördükleri bir çocuğu yakalayıp dövmek için önlerine katıp kovaladıkları görülür; sığırlarını sulamak isteyen sığırtmaçlarla kavgaya tutuştukları olur. Suyu, zamansız bahçelerine çeviren komşular arasında sık sık ağız dalaşları çıkar. Fakat bütün bu patırtılar, havada ilk yağmur belirtilerinin görünmesiyle unutulur gider.
Göğsü yüreğine dar geliyordu.
Hep okur, garibim! Hep okur! Hep kitap ister!
“Dördünün yan yana sıralanan bahçeleri, dizi aşan bir yeşillikle örtülüydü. Çoluk çocukları çardaklarının yöresinde dolanıyordu. Bahçelerinin, doğusundan geçen derenin altında, bir kurşun atımı ötede, İzmir-Seferihisar şosesine kadar uzanan topraklarına baktılar. Ovanın kuzeyinde birkaç parça bağ ile bağlarının yakınlarında serpiştirilmiş üç beş badem, ceviz ağacı vardı yeşil olarak. Gerisi bozdu, yanıktı, çırılçıplaktı… Susuzluk, doğudaki dağların eteklerinden iniyor, şoseyi geçtikten sonra bahçelerinin sınırlarına kadar gelip dayanıyordu.”
Kendilerini etraftan üstün gören küçük memurlar ,ya da durmadan başkasının kuyusunu kazmak için uğraşan politikacılar ..
Bıçak arkadaştır adama! İyi adama iyi arkadaş,kötü adama kötü arkadaş..
Kimse,tek canlı ilişmez gözüme.