İçeriğe geç

Kadından Kentler Kitap Alıntıları – Murathan Mungan

Murathan Mungan kitaplarından Kadından Kentler kitap alıntıları sizlerle…

Kadından Kentler Kitap Alıntıları

Azı karar” olmadı hiç sevmelerim, Hep “çoğu zarar” dedikleri kadar sevdim.
“Zaten hep öyle olmaz mı? Hayat demek biraz da zamanında anlayamadıklarımıza karşı duyduğumuz pişmanlıklar değil midir?”
Gençken ölüm de, aşk kadar mümkün.Biliyor.
Herkesin içinde kırılan yerin sahibinden alıp götürdüğü şeyler farklıydı.
Zaman en çok ne zaman bilinirdi?
İnsan masumiyetini bazen bir başkasının günahıyla kaybeder.
Değişmeyen gerçekler yalnızca yorduğuyla kalıyor.
‘Rapora ölüm nedenini tıbbi terimlerle değil, yalın sözcüklerle yazmak istiyor: Umutsuzluktan ölmüş.

Gencecik insanların umutsuzluğunda ölümü yakınlaştıran bir şey olduğunu biliyor. Fazla uzun sayılamayacak doktorluk yaşamında çok genç bedeni almıştı ipten,küvetten,bıçak ya da iğne altından; gençken ölüm de, aşk kadar mümkün.Biliyor.’

Değişmeyen gerçekler yalnızca yorduğuyla kalıyor.
Demek ki hiçbir şey kaybolmuyor, hatta ölünmüyor bile, havanın boşluğunda geri gelmeyi bekliyor zaman; hatta belki insan! proust gibi bazı yazarları asıl şimdi okursa, daha çok kavrayıp anlayabileceğini düşünüyor Suna. gençken okunan kitaplarda insan zamanı fark etmiyor. kitaplar senden zamanını bekliyor.
Dünyadan, kendi içinin hızını beklerdi.
Birlikte pişirdikleri ilk ekmeğin içi hamur kalmış lokması, yıllar sonra bir kez daha boğazına takılıyor.
Gerçekler de yalanlar kadar kaypaktır.Elinizden avucunuzdan kaçı kaçıverirler.Gerçek dediğin hayat karartır
Zamanın, kadınların etinden başka bir zalimlikle geçtiğini düşünüyor.
Aşkını unutamayana değil, aşktan adını unutana Mecnun derler.
Vazgeçmenin mutluluğu, anımsamanın, yalnızca anımsamanın mutluluğu yok muydu ?
Bir yanı erken büyümüş çocuklar, hiç büyümeyen yanlarını görmekte zorlanırlar. Bana da öyle oldu.
Aşktan değil, kalpten korkarım ben !
İçimizin bir yanı sevdiklerimizi kollarken, kendini kollamayı unutmaz mı ?
Düşüncesizlik edecek kadar mutluydu çünkü.
Geçmişe harcayacak bir ânı bile yoktu.
Hayalleri gerçekleşmemiş, gönülleri bölünmüştü.
Hayatı ölümle tartmayı öğrendiğinde bir parça olsun içi yatıştı.
Yükselsin elbet, ama onların erişebilecekleri bir yere kadar yükselsin istiyorlardı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bazı anlar kendiliğinden uzar.
Duyguları, görmekten, yorumlamaktan, didiklemekten yorgun düştüğü hayata ilişkin bir küskünlüğün her yeni durumda yeniden yüze vurmasıydı yalnızca.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Dünyanın ona değmesinden hoşlanmaz,bulunduğu hiçbir yerde göze batmak istemezdi.
İnsanlar aynı biçimde, aynı yönlere doğru değişmiyorlardı.
Birbirlerine hatırlattıkları şeyler, birbirlerinden uzaklaştırmış olabilirdi onları.
Dünya, her şeyi, kendi zamanı, kendi duyguları, kendi durumlarıyla ölçüp biçen insanlarla doluydu ve o insanlara bir şeyler öğretmek gerçekten zordu.
Hayat hep bitirilmesi gereken işlerden sonra başlayacak bir şeydi onun için ve bir türlü istediği gibi başlamıyordu.
Bir kadın ne zaman emin olurdu ? Zaman en çok ne zaman bilinirdi ?
Belki de kelimeleri yetmiyordu sezdiklerine
Söz verir gibi baktı. Kendisine, ona ve hayata söz verir gibi baktı. Bütün kalbiyle baktı.
Aşkını unutamayana değil, aşktan adını unutana Mecnun derler.
Bana kendi kendimle konuştuğum geniş bir zaman kaldı.
Artık eskisi kadar genç olmadığını bildiğinden, ömrünün kalan kısmını okumak istediği kitaplara ayırmak istiyordu. İçini yaşamasına izin veren yalnızca kitaplar olmuştu.
İnsan kendini ancak bir yabancıyla anlardı.
Annesi, arada bir, “Hayatla romanları ayırt edemeyeceğini bilseydim, zamanında ‘Oku kızım, oku kızım’ diye başının etini yemezdim” diye uyarırdı.
Hayatla karıştırılmayacaksa romanlar niye okunsundu ki?
Gençken ölüm de, aşk kadar mümkün.
Bir erkeğe muhtaç olmamak adına ekonomik özgürlüğünü kazanmak, kariyer yapmak, mesleğinde ilerlemek isteyen kadınları yalnızca erkekler değil, geride kalan arkadaşları da terk ediyor, kazanmak için mücadele ettikleri hayatlarından geri çekilerek onları tek başlarına bırakıyorlardı.
“Ey çerh-i sitemger, dil-i nalâna dokunma .”
(Ayrılık alemidir bu, ettiğim feryatlara dokunma.)
İnsanın içinin zaman zaman bir şeylerle barışması iyi geliyordu. Bir şeyler onarılıyordu sanki, sökük dikiliyor, yürek arınıyor, hayat kolaylık kazanıyordu.
Hatırlamanın sihrinde olan şey, şu gördüklerinde yok! Uzaktayken her şey daha iyi yaşanıyor sanki. Yakına gelip dokundun mu, azalıyor.
Sessizlik, ona göre yalnızlık demekti. Sürekli konuşur halde olmayı, iletişim kurmak sananlardandı besbelli.
Belki de artık ona hiçbir şey söylemiyordu bu kaban, üzerine sinen anıları toz silkeler gibi silkeleyip sırtına geçirivermişti sokağa çıkarken. Gerçek bu kadarcıktı işte.
Görüneni değil de, görünenin işaret ettiğini ima etmeye çalışmış.
Beni sahiden görmek istediğinde gelmeni tercih ederim; beni özlediğinde . Bunun zamanını en iyi sen bilirsin. Böyle şeyler söylemekle, istemekle, öğretmekle olmaz.
İçinde yaşadığımız zamanın kulak kabarttığımız uzakları bile farklıydı.
İnsana kendi adını bile unutturan aşkla kalır, derler. Aşkını unutmayana değil, aşktan adını unutana Mecnun derler.
Her şeyi konuşmak iyidir sanıyorlar şimdilerde. Halbuki, insan münasebetlerinin çoğu kelimesiz halledilir.
Kardeşini hiç tanımadığını düşünüyor. Belkide hiç tanımadı. İnsanın yalnızca kardeşi olduğu için birini tanımış sayılamayacağını, bazı huylarını bildiğimiz insanları bütünüyle tanıdığımızı sandığımızı, ama günün birinde hiç beklenmeyen şeyleri yapanların da o bizim huylarını bildiğimizi, kendilerini tanıdığımızı sandığımız insanlar arasından çıktığını düşünüyor.
Bazı anlar kendiliğinden uzar. Öyle oluyor. An uzuyor. İçinde bulunduğu an, bütün hayatına yayılırcasına uzuyor
Dinliyorum uzakları bazen kalkıp derin bir uykudan.
Farkında olmak, değiştirmeye yetmiyor.
Uzaktayken her şey daha iyi yaşanıyor sanki. Yakına gelip dokundun mu, azalıyor.
Hayatta bir kere geç kaldın mı, hep geç kalırsın.
Ölülerinin fazla gözden uzaklaşmasına izin vermiyorlardı. Ölümde bir çeşit hayattı.
Gencecik insanların umutsuzluğunda ölümü yakınlaştıran bir şey olduğunu biliyor. Fazla uzun sayılamayacak doktorluk yaşamında çok genç bedeni almıştı ipten, küvetten, bıçaktan ya da iğne altından; gençken ölüm de, aşk da mümkün. Biliyor.
Bazı annelerin gölgesi uzun sürüyor
Bazı adımlar, yılları daha çabuk kat eder.
Herkesin hayattan geri çekileceği bir yaş vardır.
Daha doğrusu hiçbir şeyin fazlasını taşımak istemiyordu artık. Yalnızca yolculuklarda değil, hayatta da
Hayat demek, biraz da zamanında anlamadıklarımıza karşı duyduğumuz pişmanlıklar değil midir?
Akıp giden bu ırmak gibi her şey akıp gitmez mi?
“Rapora ölüm nedenini tıbbi terimlerle değil, yalın sözcüklerle yazmak istiyor : Umutsuzluktan ölmüş.”
Herkesin içinde kırılan yerin sahibinden alıp götürdüğü şeyler farklıydı.
Değişmeyen gerçekler yalnızca yorduğuyla kalıyor.
Dünya, her şeyi, kendi zamanı, kendi duyguları, kendi durumlarıyla ölçüp biçen insanlarla doluydu ve o insanlara bir şeyler öğretmek gerçekten zordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir